Paylaş
Kürtaj tartışması derinleştikçe, bu toplum yeni gerçeklerle karşı karşıya kalıyor.
Bu tip tartışmaların en önemli yanı da zaten bu. Hep birlikte bilgileniyoruz. Sorarım size, kaçımız kürtaj-sezeryan operasyonlarının bu boyutlarının farkındaydık ki?
Şimdi gelinilen noktaya bakacak olursak, kürtaj olayının farklı yönlerini de konuşmaya başladık. Örneğin, 1983 yılında belirli kurallara bağlanıp yasalaştırılmadan önce, Türkiye’de anne ölümleri yılda 10 bini buluyordu. 10 bin kadın bakamayacağı, sakat doğacak ya da tecavüz sonucu istemeden edineceği yavrusunu düşürebilmek için en iptidai metodları kullanıyor ve düşük yapıyordu. Tabii sonucunda da, ya kanamadan veya iltihap kapıp hayatını kaybedenlerin sayısı artıyordu. Zaten 1983 yasası da, annelerin ölümünü durdurabilmek için çıkarılmıştı.
Bu açıdan bakıldığında, kürtaj yapılmasının değil, aslında kürtajın yasaklanmasının cinayet olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hele Sağlık Bakanımızın, aslında bir “olasılık” diye söylemesine rağmen ciddiye alınan, tecavüz sonucu doğan çocukların devlet tarafından bakılması sözü tepki yarattı. Devletin çocuklara yaklaşımı o kadar kötü ki, kimse böyle bir durumun tartışılmasını dahi istemiyor.
Bir diğer nokta da, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkenin, en sıkı yasalarla donanmış ortamlarda dahi kürtajı yasaklasa da tamamen engelleyememesidir. Aynı durum, Türkiye için de geçerlidir. Kürtajı kısıtlayın veya yasaklayın, bu kadınları yeraltındaki “Kasaplara” gitmeye zorlayacaktır. Durduramazsınız ve baskı ne kadar artarsa atsın, kadınlar istemedikleri taktirde, ne yapıp edip, kendi hayatlarını tehlikeye atma pahasına yine de kürtaj yaptıracaklardır.
Buradan tüm taraflara bir önerim var.
Şimdilerde her kafadan bir ses çıkıyor. Sonunda bir rapor hazırlanacak, heyecanlar durulacak. Zira tümüyle yasak konulamayacağına göre, bir orta yol bulunacak. En doğru yaklaşım, bu konuyu din ve siyasetin dışına çıkarmak olacaktır.
MEMURLAR,ÖZEL SEKTÖRDEN İYİ ZAM ALDI
Belki bana kızacaklar, ancak memurların son zam oranına neden kızdıklarını tam olarak anlayamadım. Bunun da tek nedeni var. O da, benim bildiğim, özel sektörün en önde gelen bazı holdinglerin verdikleri 2012 zammından daha fazlasını elde etmiş olmalarına rağmen, sert tepkide bulunmaları.
Dikkatlerinizi çektiğim kimi büyük şirketlerin bu yılki zamları yüzde 5 ile yüzde 7 arasında oldu. Yüzde 5 zam, çok yerde tepki yaratmasına rağmen, kabul edildi.
Memurların yüzde 4+4’lük zamları, ek ödemelerle yüzde 9.5’lara kadar çıkacaktır. Bu da enflasyonun üstünde bir rakamdır. Enflasyonun yükselmesi durumunda, onların maaşlarına da ek zam gelecektir.
T.C bütçesini zorlama pahasına yapılan bu zamma karşı çıkılmasını işte bunlardan dolayı anlayamadım. Gözden kaçırdığım bir nokta varsa lütfen beni uyarın…
NAİL KEÇİLİ’NİN HAKKINI KİM GERİ ÖDEYECEK?
Yıllar boyunca Türkiye’nin en büyük reklam ajansının sahibiydi. Cen Ajans’ın yanına yaklaşılamazdı. Nail Keçili bu piyasanın en başarılı reklamcısıydı. Zengindi, en büyük şirketler onunla çalışırdı. Kazandığı parayı da hem meslek dalında değerlendirir, hem de hayır işlerine harcardı.
Burası garabetler ülkesi Türkiye değil mi? Bir gün hiç beklenmedik bir yol kazası oldu. Keçili’nin reklamlarını organize ettiği Egebank yolsuzluk suçlamasının içine düştü. Bir resimde Nail Keçili’nin, banka sahibi Murat Demirel ile görünmesi onu yaktı. Keçili’yi yok etmek isteyenler saldırıya geçti. Birkaç abuk sabuk insan resmen Keçili’yi arkadan vurdu. Anlı şanlı yargımız olaya el koydu ve dev gibi bir insan bu şekilde, hiç ilgisi olmadığı bir yolsuzluk çamuruna itildi.
Ancak gelin görün ki davadan beraat etti. Geçen gün de Yargıtay beraatini onadı.
Eee ne oldu ?
Keçili boş yere yıllarca tutuklu kaldı.
Hastalandı. Sağlığını bir türlü toparlayamadı.
Şirketi dağıldı. Parasız duruma düştü.
Şimdi bu mağduriyetini kim ödeyecek ? Ayıp değil mi ?
Hem de ne ayıp…
EMRE, DOĞRU ADIM ATTI...
Emre Belezoğlu kendi açısından, Atletico Madrid'e transfer olarak en doğru adımı attı. Geçtiğimiz yıl çok yıpranmıştı. Sinirlerine hakim olamaması nedeniyle, hem taraftar hem de medya tarafından çok hırpalandı. Eğer FB'de kalsaydı belki daha da fazla para kazanabilirdi, zira önümüzdeki sezon takımının ona çok ihtiyacı olacaktı. Ancak O aslında yurt dışına giderek kendini kurtardı. Disipline girecek. Farklı bir ortamda, farklı davranmaya zorlanacak. Geri döndüğünde çok daha başarılı bir Belezoğlu ile karşılaşacağız. Hayırlı olsun...
MOURİNHO DERS VERDİ DE, ANLAYAN OLDU MU ACABA?
Real Madrid’in teknik direktörü Mourinho geçen hafta, SİNPAŞ’ın davetlisi olarak Türkiye’deydi. Gazeteciler ile yemek yedi, söyleşiler yaptı, ancak ne dediğini doğru dürüst bir tek Fatih Altaylı yazdı. Müthiş keyifli bir söyleşiydi. Daha önemlisi, ben şahsen çok şey öğrendim.
Teknik direktörün “Karizmasının” tek başına bir şeye yaramadığını, star futbolcuların avantaj ve dezavantajlarını, bir takımın başarısının altında kimlerin ve nelerin yattığını öğrendim.
Eğer Altaylı’nın bu söyleşisini (Haber Türk 27 Mayıs Pazar) kaçırdınızsa, mutlaka internetten girip okuyun. Bu sözüm özellikle, spor yöneticilerine, spor yazarlarına ve sporcularadır...
2020’DE FUTBOL MU, YOKSA OLİMPİYAT MI OLSUN?
Özay Şendir’in geçen haftaki yazısı beni uyandırdı. Türkiye, 2020 yılı için iki büyük spor olayına talip. Hem Avrupa Futbol Şampiyonası Finali’ ne hem de Olimpiyat
Oyunları’ na. Bu ikisini birden alamayacağına göre, birini tercih etmek durumunda. Şendir Olimpiyatlar’ın çok pahalıya mal olacağını, yeterli seyirci bulunamayacağını ve büyük para harcanacağının altını çizip, “Gelin biz futbolu tercih edelim” diyor.
Şendir, doğru gerekçeler ileri sürüyor, ancak ben farklı düşünüyorum.
Futbol finali, tek atışlık bir oyundur. Daha önce de yaptık. Stadımız da var, yeterli otel odası da. Yani, hiç zorlanmadan gerçekleştirebileceğimiz, ancak bize yeni hiçbir ek yarar sağlamayacak bir organizasyon.
Olimpiyat çok masraflı, çok güç, ancak kalıcı katkısı çok daha fazla olan bir uluslararası olay.
Ben bundan dolayı, tüm risklerine rağmen Olimpiyat’dan yanayım...
KARVAK'A TEŞEKKÜRLER...
Karadeniz Vakfı (Karvak) geçen hafta bir tören düzenledi; ekonomi, siyaset, spor, medya ve sanat aleminde 2011 yılına damgasını vurmuş kişilere "2011'in EN İYİLERİ" ödülünü verdi. Baktım da, İstanbul’da meğer ne çok Karadenizli varmış. Ancak şu kadarını da söylemek gerekir ki, Pazar günü akşamını evinde değilde, törende geçirmek üzere orada bulunanların büyük bölümü, KARVAK Yönetim Kurulu Başkanı (daha doğrusu herşeyi sayılan ) İbrahim Cevahir için gelmişlerdi. Beni de hatırladıklarından dolayı KARVAK'a teşekkür ederim.
HEP BERABER VEDA ETTİK...
Kanal D' deki haber programları başta olmak üzere, hep beraber yaz tatiline çıkıyoruz. Eylül ayında yeniden birlikte olacağız. 32.GÜN sizleri çok özleyecek, ancak ben kendi hesabıma asıl Abbas Güçlü ile Genç Bakış'ı özleyeceğim.
Geçmiş yıllarda da daima ilgi toplardı, ancak geçen sezon Abbas Güçlü açıkçası pırıldadı. Her programını ilgiyle izledik. Üniversitelerin sesini duyuran ve genç insanları bize yaklaştıran bir program olarak gönüllere oturdu. Güçlü sadece programları değil, aynı zamanda hepimizin “Eğitimci abisi” de oldu. O’ na ne kadar teşekkür etsek azdır.
Paylaş