14 Mayıs 2009
TÜRKİYE’de siyasetin çok hareketli olduğu koalisyon hükümetleri dönemiydi.. 1995, 1996, 1997..
1995 seçimleri sonrasında Mesut Yılmaz’ın kurduğu hükümet 3 ay dayanabilmiş ve ardından Necmettin Erbakan, Cumhurbaşkanı’ndan görevi alarak 1996 Haziran ayında 54. hükümeti kurmuştu.
O dönemde Başbakanlık muhabiri olarak görev yapıyordum ve zamanımın neredeyse tamamı Başbakanlık Merkez Bina’da geçiyordu. Erbakan’ın başbakanlığından önce, her Ramazan ayında olduğu gibi Merkez Bina’da öğle yemeğine gelen personel sayısı düşerdi.
Ama yine de bütün masalar dolu olurdu, sadece yığılmalar ortadan kalkardı.
Erbakan Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra yaşanan Ramazan ayında ise bugün bile unutamadığım bir tabloya şahit olmuştum..
Başbakanlık Merkez Teşkilatı personelinde atamalar açısından büyük değişim olmamasına rağmen, Ramazan’da öğle yemeğine gelen kişi sayısı iki elin on parmağını geçmez oldu.
Bir önceki Ramazan’da oruç tutmayan herkes oruç tutmaya başlamış olmalıydı. Ancak bina girişindeki danışma bankosunda öğle saatlerinde yaşanan hareketliliği fark ettiğimde, durumun pek de öyle olmadığını anladım.
Kızılay civarındaki lokantaların bütün komileri, Ramazan ayında Erbakan’ın Başbakanlık koltuğunda oturduğu binada, özel odalara yemek taşıyordu sessiz sedasız..
Artık oruç tutmuyor olmak, tedirginlik nedeniydi..
Refah Partisi korkusuna oruç tutuyor rolü yapan Başbakanlık personeline de, oruç tutmanın faydalarını Refah Partisi iktidar olduktan sonra keşfedenlere de çok içerlediğimi hatırlıyorum..
Belki de o Ramazan Başbakanlık Merkez Bina’da, çoklu sonuçlar doğuran mahalle baskısı kavramının en önemli kuluçka devrelerinden bir tanesi yazılıyordu.
Bunları, son yerel seçimlerin ardından Yenimahalle Belediyesi’nde benzer bir durum ile karşılaştığım için anlattım.
Yenimahalle Belediyesi’ni 5 yıl boyunca, AKP adayı olarak seçim kazanan Ahmet Duyar yönetti. Duyar döneminde, belediyenin çeşitli birimlerinde bulunan erkek tuvaletleri önünde Cuma günleri oluşan uzun kuyrukları biliyorum.
Geçtiğimiz hafta, işleri nedeniyle belediyeye sık sık gidip gelen bir arkadaşımla karşılaştım. Yönelttiğim ilk soru tuvalet önlerindeki Cuma günü kuyrukları oldu.
Cevap, tereddütsüz geldi:
"Artık o kuyruklar yok"
Oysa tıpkı 1996 yılında Başbakanlık’ta olduğu gibi, bugün için belediye personelinde atamalar açısından çok büyük değişimler yaşanmamıştı..
13 yıl sonra bir kez daha içerledim..
Ankara’da iki yerde ’Devlet Mahallesi’ var.. Birisi Çankaya’da, diğeri Eryaman’da..
Mahalle baskısı üzerine kafa yorarken, belki devletin ’gerçek mahallesi’ndeki baskının neden olduğu yönetsel yozlaşmaya da kafa yormak gerekiyor.
Ve biraz daha dikkat..
Yozlaşmanın ne sağı var, ne de solu..
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2009
’TARİH tekerrürden ibarettir’ ya da ’Geçmişini bilmeyen geleceğini şekillendiremez’ şeklinde önermelere hepimiz katılırız da, geçmişin nerede başladığını, geleceğin nereye uzanacağını hiçbirimiz düşünmeyiz. Haydi bir soru yöneltelim kendimize, açık yüreklilikle..
25 yaşından sonra kurup geliştirdiğimiz yaşamlara, hangimiz 25 yaşından önceki dostlukları taşıdık..?
Bizler kan kardeşi olmuştuk mahallenin en ücra köşesinde, bakkaldan harçlıklarımızla aldığımız iki plastik toptan bir tanesini kesip diğerinin üzerine kılıf yapmıştık daha çok dayansın diye..
Yan evin bahçesinde evcilik oynayan kızlara dil çıkartıp, alay etmiştik onların anne olma hazırlığının ilk provalarına..
Hangimiz sokağımızın en çok merak ettiği apartmanın zillerine basıp kaçmadı defalarca..?
O zillere aynı anda basan parmaklarımız vardı..
Hangi parmakların dokunuşunu taşıdık bugünlerimize..?
İltekin İlkokulu’ndan mezun olduğumuz gün çekilen bir fotoğraf var arşivimde.. Sulugöz Nilüfer, Mete, sırdaş Alev, mahallenin en güzel kızı Gonca, karizma Zeynel, uzun boylu Mustafa, annesi güzel börek pişiren Tuğba, dünyanın en iyi ressamı Sedat, gözü kara Mustafa Kara ve daha nice dost, nice kan kardeşi..
Aynı sıralarda oturduğum, aynı mahallede top koşturduğum yüzlerce arkadaşımı bugün bulabilsem, eminim ki her biri ayrı ayrı önemli yerlerde, önemli hizmetlerde..
Ama bilmiyorum, haberim yok, ulaşamıyorum..
Sonra ortaokul yılları..
Ardından lise ve ardından üniversite..
Geçenlerde Ankara Anadolu Lisesi ekibinden Harun ve Taylan ile birlikteydik.. Sonra okulun iki önemli Alper’inden haber geldi..
Ben Çağlar’ı merak ettim, bir başkası Şengül’ü..
Hakan Karacabey öyle bir şiir yazardı ki..
Aslına bakarsanız mahallede başlayan kan kardeşlikleri, biz serpilip gelişmeden öldürülüyor bir gizli el tarafından..
Belki Ahmet bugün işsiz, Esin güvenebileceği bir çalışma arkadaşı arıyor.. Ama Esin Ahmet’i bilmiyor.. Oysa onlar can kardeşi..
Kimse bilmiyor ki..
Adına Facebook denilen sanal yapı böyle büyük eksiklikleri karşılıyor gibi görünse de, tam tersine sulandırarak telafi edilemez hale getiriyor.
Ve bizler birey olarak sosyalleşip örgütlenmeyi değil, uzaklaşıp bireyselleşmeyi öğreniyoruz..
Öğretiliyoruz..
Başlığa bakıp da, Türkiye’nin geleceğini sosisli sandviçler nasıl kurtaracak diyecekler için, sevgili Doğan Attila’nın gönderdiği elektronik postayı aktarıyorum:
"Ankara Kocatepe Mimar Kemal Lisesi 1977 - 1978 dönemi 6 Fen B sınıfı mezunları 31 yıl sonra bu Cumartesi günü okullarının kantininde çay içerek ve sosisli sandviç yiyerek nostalji yaşayacaklar.
Dört kişi, 31 yıl önce mezun oldukları arkadaşlarını bulmak için bilgisayarla yaptıkları araştırmayı tamamlayarak 50 kişilik sınıftan 45 kişiye ulaşmayı başardı. Mezunlar, 31 yıl sonra bir araya geldiklerinde ilginç görüntüler oluşacak. Muhtemelen esmerler sarışın, zayıflar göbekli olarak karşımıza çıkacaklar. Dünün lise sonları bugün akademisyen, müfettiş, doktor, gıda imalatçısı, mühendis, danışman olmuşlar. Kimileri ise yurtdışında oldukları için binlerce kilometre öteden video konferansla toplantıya katılalacaklar. Sanal da olsa Leeds’den Bilgisayar Mühendisi Berna, California State Universitesinden Docent İlhami sosisli sandviç - çay partisinde olmanın ve 31 yıl sonra okullarının kantininde bulunmanın keyfini yaşayacaklar. Okul Müdürü Ethem Bulut, 31 yıl önceki mezunları okulda ağırlayacak olmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade ederken, bu anlamlı günde okulun lise öğrencileri de ağabey ve ablalarının yanlarında olacaklar.
Okullarından üniversite sınavına girecek son sınıf öğrencileriyle de biraraya gelecek olan eski mezunlar deneyimlerini genç arkadaşları ile de paylaşacaklar."
Ve ekleyeceğim son iki cümle..
İçine papates püresi sürülmüş sosisli sandviçler, okul yıllarımın en değerli dolayısıyla en pahalı yiyeceği idi..
O yılların arkadaşlıkları, bugün paha biçilmez sinerjileri taşıyor..
Neden unuttuk..?
GEÇTİĞİMİZ günlerde yolum, Dr. Abdurrahman Yurtarslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne düştü. Karşıyaka Mezarlığı’nın yakınındaki bu hastane, bundan 20 yıl önce mezarlığın morgundan farksız bir görünüm içinde idi. Çok iyi biliyorum, çünkü eniştemin cenazesini oradan teslim almıştık..
Aradan yıllar geçti..
’Merhaba’ diyen hastaların büyük bölümüne ’Hoşgeldin kansere’ demek kolay değil.. Bugün için çok önemli değişimlere, gelişimlere bizzat şahit oldum. Hastalarının adına şiir yazarak teşekkür ettiği doktorlara da ilk defa şahit oldum..
Örneğin Mehmet Altınok’a..
İsmini bilmesem de Başhekim’i ve bütün personelini yürekten kutluyorum..
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2009
YEREL seçimlerin üzerinden neredeyse bir ay geçti. İktidar partisi, özellikle kaybettiği belediyelerde, oy oranının önemli ölçüde düştüğü bölgelerde ’neden-sonuç’ ilişkisi kurmak için bir dizi araştırma yürütüyor. AKP açısından Ankara’da da durum farklı değil. Başkent siyasetinde Büyükşehir oylarındaki düşüş, Gölbaşı, Etimesgut gibi ilçelerin kaybedilmesi hala kulislerde konuşulan, tartışılan bir konu..
Ancak konu Yenimahalle olunca, AKP’nin burada yaşadığı hüsrana dair gözlerden kaçan önemli bir detay var.
Yenimahalle, hizmet götürülen nüfus oranı açısından Türkiye’nin en büyük ilçelerinden bir tanesi..
Çayyolu, hiçbir coğrafi bağı olmamasına rağmen, yıllardır Yenimahalle Belediyesi sınırları içindeymiş gibi kabul edilip, bu belediye tarafından yönetiliyor.
Bundan 4 yıl önce Ankara Hürriyet, bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının Çayyolu’nun ilçe yapılması için yürüttükleri güçlü kampanyalara geniş yer vermişti.
O dönemde ve sonrasında, AKP dışındaki bütün siyasi partiler Çayyolu’nun ilçe yapılmasının kaçınılmaz olduğu konusunda tam mutabakata varmış, hatta bir ortak metine imza da atmışlardı.
Bütün Ankara ayağa kalkmış, Çayyolu’nda neredeyse hiç oy alamayan AKP ise bütün bu seslere ve çağrılara kulağını tıkamıştı.
Bugün için de durum farklı görünmüyor.
Ne var ki AKP’nin bu umursamazlığının faturası ağır oldu.
Bu seçimde Çayyolu’nun Yenimahalle’de kalan bölgesinden CHP’ye yaklaşık 35 bin oy çıktı. Ve CHP Yenimahalle’de AKP’ye 22 bin oy fark attı.
Yani Çayyolu sağduyunun sesine kulak verilip ilçe yapılsaydı, CHP büyük ihtimalle Çankaya ile birlikte Ankara’nın ’en prestijli’ iki ilçesine birden sahip olacaktı.
Böyle bir durumda CHP’nin Yenimahalle’de seçimi kazanamayacağını düşünebilirsiniz.
Bu ihtimale kısmen katılmakla birlikte, bu tezi çürütebilecek detaylar da var.
Yeni seçilen CHP’li Yenimahalle Belediye Başkanı, bir ’Çayyolu sakini’.. Ekibinin kilit isimleri de aynı şekilde Çayyolu’nda oturuyor. Bu seçime girilirken Çayyolu ilçe olsaydı, CHP Yenimahalle’de farklı bir siyasi strateji yürütmek zorunda kalacak, belki ’Yenimahalleli’ bir ismi aday gösterecekti.
Sonuca bakıldığında, AKP Çayyolu’nu ilçe yapmamak gösterdiği direnç nedeniyle Yenimahalle’yi kaybetti. Yenimahalle ise kendisi ile coğrafi bağı olmayan Çayyolu bölgesinde yaşayan isimlerin ağırlıkta olduğu bir ekip tarafından yönetiliyor.
Yakında Yenimahalle Belediye binası Çayyolu’na taşınıp da, Yenimahalle’de bir semt birimi açılırsa hiç şaşırmam..
Üstelik yasal olarak hiçbir engel yok..
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2009
BAZI kavramlar, birbirinden çok ince çizgilerle ayrılırlar. Böyle kavramlar arasındaki ince ayırım, genellikle felsefi bir derinliği de beraberinde getirir. Kıskanmak ve imrenmek de, bu tarz bir ikilidir. İki sözcüğün, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğündeki karşılıklarını alt alta yazdığınızda, birbirine yakınlıklarına rağmen aralarındaki derin uçurum, hemen göze çarpar:
Kıskanmak: "Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acı duymak, günülemek (çekememek), haset etmek."
İmrenmek: "Beğenilen bir kişi veya şeye benzemeyi istemek, gıpta etmek."
Bu kavramlar, yaşamın her alanında karşımıza çıkar.. Sosyal ilişkilerimizde, iş yaşantımızda, hatta savaşta bile.. Çanakkale Savaşı ve Anzaklar’a bu açıdan bakmak da mümkün..
Kıskanmak, kötülük etmenin bir önceki adımı, imrenmek ise iyilik etmenin bir önceki adımıdır..
Önceki gün gazetemizin Akdeniz ekinde bir haber yayınlandı. ’Antalya’ya Eskişehir Modeli’ başlıklı haberden bir bölüm şöyle:
"Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, kente model olarak Eskişehir’i seçti. Ekibiyle birlikte bir günlüğüne Eskişehir’e giden Akaydın, dönüşte Antalyalı işadamlarına kenti öve öve bitiremedi, (Siz de mutlaka görün) dedi. Kendisi gibi eski rektör olan Yılmaz Büyükerşen’in yönettiği Eskişehir’in belediyecilik adına Türkiye’ye örnek olacak bir kent olduğunu söyleyen Akaydın, (Son derece ucuz muhteşem projeler yapmışlar. Çok hoşuma gitti. Park bahçe konusunda bir numara. Peyzajını, kaldırım taşını bile kendi üretiyor) dedi. Başkan Akaydın, ziyaretine gelen ATSO üyelerine de şehircilik adına mutlaka Eskişehir’i görmeleri gerektiği tavsiyesinde bulundu."
Bu haberi okuduktan sonra aklıma gelen ilk üç şey şunlar oldu:
1-) Yılmaz Büyükerşen farklı bir partiden seçilmiş olmasına rağmen, Mustafa Akaydın kıskanmak yerine imrenmenin ne kadar büyük bir erdem olduğunu ortaya koymuştu.
2-) Geçmişte Eskişehir ile Ankara arasındaki bir mukayese bizim gazetemizin ulusal baskısında haber olarak gündeme getirildiğinde yapılan açıklamalar, kimseyi tatmin etmedi.
Ağustos böceği ve karınca..
Bugün o konuda gelinen nokta, bunu açık biçimde teyit etti. İçtiğimiz suyun nereden geldiği konusunda, kimse emin değil..
3-) Son olarak da, Mustafa Akaydın’ın açıklamasında yer alan (Son derece ucuz muhteşem projeler yapmışlar) cümlesi.. Biz Ankara’da plansız, programsız ve yalapşap hayata geçirilen projelerin ne kadar ucuza mal edildiği konusunda hiçbir zaman bilgilendirilmedik.
Örnek mi..?
Bir değil birden fazla..
Örneğin davet edelim Mustafa Akaydın’ı, Gökkuşağı projesini yerinde incelesin.. Bakalım ne diyecek..? Kaç milyon TL gömüldü o kent mezarlığına..?
Bu dönemde kıskanan değil, imrenen bir zihniyetin Ankara’yı yönetmesini gönülden diliyorum..
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2009
ANKARA Hürriyet’in düzenlediği II. Genç Nota Liseler Arası Müzik Yarışması’nın finaline sayılı gün kaldı. Başkent’in en büyük gençlik organizasyonlarından birisi haline gelen yarışmaya, maddi manevi destek ve katkı sağlayan kurum ve kişiler, bizimle yürüdükleri bu yolda karşılık beklemeksizin kente, gençliğe, müziğe hizmet ediyor.
Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık, yarışmaya hiç tereddüt etmeden destek verirken, Ankara Milli Eğitim Müdürü Kamil Aydoğan hem destek veriyor, hem de en az bizler kadar heyecan taşıyor.
Türkiye’nin en büyük salonlarından olan Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nin işletmecisi Sevda Şireci, binlerce müzisyen gence Şebnem Ferah’ların, Sezen Aksu’ların bastığı o sahneyi açıyor.
Aynı zamanda bir prodüksüyon firması olan Organizer’in sahipleri Yıldıray Yıldız ve Sermurat Küçükgül, liseli kardeşlerine en iyi ses ve ışık imkanlarını sağlamak için hummalı bir çalışma yürütüyor. Dream TV bu büyük organizasyonu daha geniş kitlelere aktarmak için hazır bekliyor. Joker Ajans’ın sahibi Burak Özdemir, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da sahne gerisindeki gizli kahraman olmak için hazırlıklarını gözden geçiriyor.
Okullarda müzik sesleri
Bu yıl zamanım elverdiği ölçüde yarışmaya katılan okulları geziyor, müzik grupları ile sohbet ediyorum.
Yarışmaya tam 52 okul katılıyor. Beni en çok sevindiren tablo ise neredeyse bütün okullarda idarecilerin müzisyen öğrencilere yarışma için verdikleri destek..
İmkanlar ölçüsünde liseli genç arkadaşlarımızın çoğu, kendi okullarının güvenli çatısı altında çalışıyor, müzik yapıyor.
Müzisyen arkadaşlarımızın ve okullarımızın tanıtımlarına yarın Ankara Hürriyet sayfalarında başlıyoruz.
Başkent’in ’genç notaları’ 2 Mayıs 2009’da sahnede bir kez daha devleşmek için gün sayıyor.
Bunun halk dilinde karşılığı ’fişleme’
GEÇTİĞİMİZ hafta, Angora Sitesi’nin sokaklarını belediyeye, yani kamuya devrettiğini, içinde bir devlet lisesi bulunduğunu yazmış ve kendi tercihi ile site niteliğinden vazgeçip kamu alanı olmasına rağmen kapısında özel güvenlik görevlilerinin hangi kanun ve yetkiye dayanarak ’kimlik tespiti’ yaptıklarını sormuştum.
Angora Sitesi yönetiminden hukuk ile tehdit eden bir açıklama geldi. Açıklamada yer almayan tek şey yukarıdaki sorumun cevabıydı.
Tekrar sorayım, belediye otobüsünün sefer güzergahında olan bir mahalleye, bir gazetecinin girişi özel güvenlik görevlileri tarafından hangi kanun ve yetki ile engellenebilir..?
Girenlerin kimlik, ruhsat belgelerinin alınması, ’kimlik sorma’ değil, ’kimlik tespiti’dir..
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü’nün, Polis Dergisi’nin 34. sayısındaki makalesini bu konuya ilgi duyan herkese tavsiye ederim.. Makalede, kimlik tespitinin halk arasındaki adının ’fişleme’ olduğu da belirtiliyor.
Kamusal alanda polisin bile son derece sınırlı bir çerçevede sahip olduğu bu yetki, o sitede hangi güce dayanarak kullanılıyor..?
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2009
SİYASETİN gerildiği, biz gazetecilerin yorulduğu yerel seçimlerin ardından, televizyonların ana haber bültenlerini izledim. Türkiye’nin dört bir yanından, seçim manzaraları.. İzmir ve İzmir’de alınan seçim sonucu, gündemin ilk sıralarındaydı..
Televizyon kanallarından birisinde, seçimin ardından vatandaşların sokaklara taşan kutlamaları yer aldı uzun uzun.. İki delikanlı, kameraların karşısına geçmiş haykırıyorlardı:
"Hani bize ’Gavur İzmir’ diyorlardı ya, işte ’Gavur İzmir’. Ya denize dökeriz, ya sandığa gömeriz."
İzmir’in düşmana ilk kurşunu sıkan Gazeteci Hasan Tahsin’in kenti olduğunu unutanlar, ’Gavur İzmir’ yalanını, öfkeleri ile bugün Türkiye’nin her yerine teşmil etmeye çalışıyor..
’Gavur Antalya’ derlerse, hiç şaşırmam..
Haberleri izlerken aklıma, Çankaya’nın sosyo-sosyetik tahtını sarsan Çayyolu bölgesi geldi. İzmir, CHP’nin aldığı yüzde 53 oy ile ’sözde gavurluğunu’ bir kez daha ispatlamıştı ama, Çayyolu bölgesinde CHP’nin aldığı oy bu seçimde, yüzde 80’e yaklaştı. AKP’nin oyu ise yüzde 5’in altında kaldı.
Hatırlarsınız..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçmiş dönemde yakın çevresi ile Ankara üzerine yaptığı sohbetlerde, Çayyolu bölgesine hayranlığını dile getirmiş, Türkiye’nin her yerinde böyle bir kentleşmenin hayali içinde olduğunu kurmayları ile paylaşmıştı.
Başbakan’ın altyapısı, üstyapısı ve insan dokusu ile Çayyolu’na duyduğu bu hayranlık, geçmişte birçok defa gazete haberlerine de taşınmıştı.
Bu seçimde ortaya çıkan tabloya göre, Başbakan’ın hayran olduğu bölgede, Başbakan’a hayran olan hemen hiç kimse yok gibi..
Üstelik AKP’nin bakan olsun, milletvekili olsun, bürokrat olsun üst düzey mensuplarının önemli bir kısmı da bu bölgede yaşıyor.
Belki de yüzde 5’lik oy, onları temsil ediyor..
Çayyolu’nun kentsel gelişimi ile demografik yapısı, özel ve bilimsel olarak incelenmeli..
Kimbilir..
Hem Melih Gökçek’in, hem AKP’nin oylarını aşağı çeken hataların ipuçları, Başbakan ile Çayyolu arasında ortaya çıkan ’hayranlık çelişkisi’nde gizlidir belki..
İster misiniz şimdi de, ’Gavur Çayyolu’ diyerek kendileri ile bir kez daha çelişsinler..
İster misiniz, ilçe olmayı Pursaklar’dan çok çok önce hak eden Çayyolu’nu, toptan köy ilan etsinler..?
İntikam siyasetin mayasına girince, herşeyi beklemek mümkün..
Gecikmiş bir yanıt
GEÇTİĞİMİZ ay, Ankara’nın bir-iki yıl öncesine kadar çok önemli işler yapan bir sivil toplum platformunun bugün geldiği üzücü nokta hakkında kişisel eleştirilerimi paylaşmıştım. Geçmişte sergiledikleri duruştan önemli ölçüde uzaklaşmalarının, yaşadıkları bölgeye verdiği zararı göreceklerini, kendilerine çeki düzen vereceklerini ümit etmiştim.
Ancak beklediğim gibi olmadı. Eleştirilmeyi hazmedemeyip, hakarete varan açıklamalar yapmayı, çocuk gibi ’şikayet heyetleri’ kurup, zembereği bir anda boşanmış oyuncak araba misali kapı kapı rastgele gezinmeyi tercih ettiler.
Seçim sürecinde bu konuda birşeyler yazmayı doğru bulmadığım için sustum.. Cevap hakkımı, seçim sonrasına bıraktım.
Bu platformun, amacından nasıl böyle uzaklaşabildiği ile ilgili kafamda birçok soru işareti var. Örneğin, yıllarca bir yastığa baş koymuş karı-kocanın, yan yana iki mahallede aynı amacı, hatta başındaki mahalle isimleri dışında aynı ismi taşıyan ayrı ayrı iki dernek kurup başkanlık yapmaları nasıl açıklanabilir diye düşündüm..
Acaba birisinin evi o mahallede, diğerinin evi yanındaki mahalledeydi de, biz mi duymadık..?
İnsanların sivil toplum örgütlerini, idealleri uğruna hizmet edecekleri gönüllü kuruluşlar olarak değil de, yönetme ve bir takım başka egolarını tatmin alanları olarak gördükleri noktada, gazeteci olarak eleştiri getirmenin görev olduğuna inanıyorum.
Hele hele bu insanların, pasta börek yapmak, altın günü düzenlemek dışında bir uzmanlıkları, tahsilleri, geçmişlerinde ’liderlik vasfını’ çağrıştıran en küçük bir öyküleri bile bulunmuyorsa, herkesin durup bir kez daha düşünmesi gerekiyor.
Birilerinin de, Dorothy, Rose, Blanche ve Sophia’nın sadece hayali birer dizi kahramanı olduğunu herkese hatırlatması..
Konusu toplum olan her iş, ciddiyet ister. Lakırtı kavafı olmanın, hiç gereği yok..
Kaçak Angora İmparatorluğu
ANKARA Hürriyet’in düzenlediği Genç Nota Liseler Arası Müzik Yarışması nedeniyle, bir süredir yarışmaya katılan okulları geziyorum.
O okullardan bir tanesi de, Beysukent’te bulunan Angora Sitesi’nin içinde..
Hani Seyfi Saltoğlu’nun hem önünden geçen, hem içine giren her caddeye kendi adını verdiği o meşhur site..
Hani kaçak olduğu, hukuksuz olduğu, defalarca yazılmasına rağmen çok önemli adamlar oturduğu için, siyasetin ’üç maymun’u oynadığı site..
İşte bu siteye girmek istediğinizde, tepenize özel güvenlik görevlileri çullanıyor.
Sitenin bütün cadde ve sokaklarının asfaltı, Ankaralı’nın ödediği vergiler ile belediye tarafından yapılmış.
Sitenin bütün cadde ve sokakları, Ankaralı’nın ödediği vergiler ile devlet tarafından aydınlatılıyor.
Sitenin içinde, Ankaralı’nın ödediği vergiler ile yapılmış bir lise var.
Sitenin içinde, Ankaralı’nın ödediği vergiler ile EGO’nun otobüsleri sefer yapıyor.
Aynı sitenin içinde, ’bağımsızlık hakkı’na sahip iki ayrı site daha var.
Aslında işin özeti şu:
O site öyle uyanık davranmış ki, sokaklarını, alanlarını, aydınlatmasını resmi olarak devlete devredip, harcamalarını devletin sırtına yıkmış.. Ama iş devletin hizmet götürdüğü mahalle olmaya gelince, birileri temizlik şirketi kurmuş, güvenlik şirketi kurmuş, hatta emlakçı açmış ve "Burası devletin mahallesi değil, benim imparatorluğum" demiş sanki..
Angora Sitesi’nin başkanı Ertekin Durutürk’ü aradım. Telefonuma çıksaydı, Kızılay’da gezen adama pasaport sormaktan farkı olmayan bu uygulamanın hangi kanuna, hangi yetkiye dayandığı soracaktım. Ama, telefonuma çıkmadı..
Belli ki verecek yanıtı yoktu..
Ve bir sorum daha olacaktı..
Yoksa Ankara’nın göbeğinde ayrı bir devlet, bir imparatorluk kurdunuz da, haberimiz mi olmadı..
Üstelik ruhsatsız, kaçak bir imparatorluk..
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2009
YÜZDÜK yüzdük ve kent olarak kuyruğuna geldik. Bizler gazeteci olarak, yerel seçim sürecinde seçime katılan partiler ve adayları arasında ’etik bir denge’ kurmak, kamuoyunu en doğru şekilde bilgilendirmek için büyük çaba sarf ettik. Sayfalarımızda ’ben yoktum’ diyecek aday olmaması için özen gösterdik.. Çünkü bizim işimiz, siyasetin dengesini kurmak değil, dengeyi kuracak sosyal iradeye doğru haberi bütün çıplaklığı ile aktarmak..
Bu süreçte herkes ile konuştuk.. Yeter ki anlatacak doğruları, bir telefon açacak yüzü olsun bu kent adına..
Bazı arkadaşlarımızın, "Melih Gökçek kazanırsa, çok güçleneceğiz" dediği de geldi kulağımıza, bazılarının "Mansur Yavaş kazanırsa, çok güçlü olacağız" dedikleri de.. Bazılarının ise doğal olarak "Murat Karayalçın kazanırsa, imparatoruz" heyecanları..
Güldük, geçtik..
Çünkü bir siyasetçinin zaferi ile güç kazanacağını düşünen politik kimlikler, ancak o siyasetçinin iktidarı ile beslenirler.. O siyasetçinin kazanamadığı noktada ise, hem kendilerini hem de mensubu oldukları topluluğun etik değerlerini aşındırırlar.. Belki de, hayatları boyunca sahip olamadıkları gücün hayaline kapılarak..
Gerçek bir gazeteci, böyle bir muhasebenin uzağından bile geçmez zaten..
Ankara’da seçim süreci, bugüne kadar üç partinin adayı arasında geçen muazzam bir yarış olarak gelişti..
Her üç adayın da, takdir ettiğim yönleri oldu..
Melih Gökçek, adaylığının açıklanması sürecinde AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın çektirdiği ’dergah çilesi’ne rağmen, ayakta kalıp siyaset yapmayı becerdi.. Herkesin harcı değildi..
Murat Karayalçın, CHP’nin üst düzey yönetimi ile zaman zaman düştüğü ’uçurum niteliğindeki’ görüş ayrılıklarına rağmen, siyasetin sabırla eşdeğer olan yönünü gösterdi.. Zor olanı becerdi..
Mansur Yavaş, yıllardır Ankara’da özellikle yerel düzeyde varlık gösterememiş partisini, MHP’yi bir zirve yarışına taşımayı başardı.. En MHP’lisi bile hayal edemezdi..
Üç partinin adayının, eleştirdiğim yönleri de oldu..
Melih Gökçek, her konuda olgunlaşsa da, siyasi olgunluğa bir türlü erişemedi.. Eriştiğini düşünüyorsa ya da erişmişse bile, bunu ağzından çıkan kelimelere işleyemedi..
Murat Karayalçın, bir türlü bütün Ankara’yı heyecan selinde boğacak bir projeyi gündeme getiremedi ya da herkesten gizledi..
Mansur Yavaş, bir hukukçu olmasına rağmen Ankara’nın durduğu noktayı hukuk ve hukuksuzluk çerçevesinde seçmenin önündeki masaya yatıramadı..
Artık kararı seçmen verecek, üç gün kaldı..
Kuyruklu yalan söyleyenleri, birilerinin kuyruğuna takılanları ve kuyrukluları ise bundan 30 yıl sonra, tarihçiler ile gerçek araştırmacılar, belki gazeteciler yazacak..
O yıllarda Ankara’da aktörler ile figüranlar böyle yapardı diye..
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2009
BU köşede, geçmişte de ’işte özlenen tablo’ türünden yazılarım yer almıştı. Aslına bakarsanız, teması bu olan yazıları, oldum olası sevmedim.. Ama Ankara’da o kadar çok şeye hasret kalıyoruz ki, dayanamadım ve ’işte özlenen tablo’ demek istiyorum bir kez daha..
Mansur Yavaş,
MHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı..
Aynı zamanda
Beypazarı’nın, 10 yıl önce hayal bile edilemeyen başarı öyküsünü yazan mevcut
belediye başkanı..
Bazı siyasetçiler, siyaseti
çamur kazanına çevirip, çağdaş bir insana yakışmayacak her türlü
ilkel ve basit yönteme başvururken,
MHP’li Yavaş’ın neler yaptığını gördünüz mü?
Her şeyden önce
insan olduğunu gösterdi, sonra bir
devlet adamı olduğunu ve üçüncü olarak da iyi bir
yönetici olduğunu..
Devlet terbiyesini hatırlattı..
Başbakan
Tayyip Erdoğan, seçim çalışmaları çerçevesinde
Beypazarı’ndaydı.. İlçeye gelişinde protokoldeki yerini alan
Belediye Başkanı Mansur Yavaş, elinde çiçeklerle karşıladı Başbakan’ı..
"Hoş geldiniz.."
Başka belediye başkanlarının yaptığı gibi, rakip partinin liderine ilçesinde
tuzaklar,
pusular kurmak yerine, çiçeklerle karşıladı..
Belki de Tayyip Erdoğan’a,
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğunu hatırlatan anlardan birisini yaşattı.
Sonra resmi açılış törenlerine de katıldı Başkan ile birlikte.. Mansur Yavaş’a protokolde yer gösterilmedi, kendisi gidip oturacak bir koltuk buldu. Başbakan kürsüye çıkarken,
Devlet’in Başbakanı’na duyduğu
saygı ile ayağa kalkıp önünü ilikledi..
Başbakan konuşurken, doğru bulduğu yerlerde alkışmaktan da çekinmedi..
Düşünün, bu siyasi nezaket ve olgunluğu gösteren kişi, AKP’nin Büyükşehir adayı Melih Gökçek’in, en çok çekindiği rakibi..
Mansur Yavaş..
Sergilediği bu siyasi olgunluğa karşın protokolde yer bile gösterilmeyen
Yavaş, açılış töreninde de dışarıda bırakıldı. Herkesin yer aldığı kurdele kesme seramonisini,
Yavaş oturduğu yerden izledi.
Açılış törenlerinin ardından Başbakan miting alanına yöneldiğinde, Mansur Yavaş yine duruşunu bozmadı. Ve devlet terbiyesi örneğinden sonra bir de
siyasi terbiye örneği verdi.
Yavaş, konuksever bir ev sahibi özeniyle ilçesini Başbakan için hazırladıktan sonra, AKP’nin seçim mitingi başlamadan Beypazarı’ndan ayrılıp Ankara’ya gitti.
Giderken, meydana 10 bin MHP’liyi yığıp, Başbakan konuşmaya başladığında alanı terk ettirme gibi ucuz numaraların uzağından bile geçmedi..
Mansur Yavaş’tan geriye, Beypazarı sokaklarına bizzat astırdığı "Sayın Başbakanımız Beypazarı’na hoş geldiniz" pankartları kaldı..
Ve
Başbakan o pankartlara
bakarak, her yıl
400 bin turist çekmeyi başaran Beypazarı’nın yerel yöneticilerini
çalışmamakla suçladı.
Başbakan siyasetin özlenen tablosunu, kendi üslubu ile böyle yorumladı.
Yazının Devamını Oku