Levent Seğmen

Su ticareti üzerine su siyaseti eklendi

3 Eylül 2009
BİR süredir gözüm, ASKİ’nin internet sitesinde.. Bir hata ya da kusur aradığım için değil.. Kartlı su satışı yapılan noktaların listelendiği sayfada bir değişiklik yapılacak mı acaba diye.. ASKİ Genel Müdürlüğü yıllar önce kartlı sayaç sistemine, yani ön ödemeli peşin su satışına geçerek, abonelerini bu sayaçları kullanmaya mecbur tuttu.
Aslına bakarsanız, büyük çapta bir tahsilat sorunu yaşamayan ASKİ’nin bu sisteme neden geçtiğini de anlayabilmiş değilim. Aboneler, kartlı sayaca geçmek için para ödediler. Bunun ardından, su satın almak için ayrı bir zaman, emek ve para harcamak zorunda kaldılar.
Bir kamu kurumu olan ve vatandaşa hizmet götürmesi beklenen ASKİ, kendi maliyetlerini düşürmüş oldu. Ama ASKİ’nin abone başına harcama kalemlerinde maliyet düşerken, suyun fiyatı hiçbir zaman düşmedi. ASKİ bir anlamda su ticareti yapmaya başladı.
Bu da yetmedi, ASKİ kendi asli işini bırakıp asfalt dökmeye, kavşak yapmaya başladı.
Bunun faturasını ise geçtiğimiz yaz bizler çok ağır ödedik.
Aylarca susuz kaldık.
Başkent Ankara, Urfa plakalı su tankerlerinin istilasına uğradı.
Yine geçen yaz, açıklamalara göre barajlardaki suyun çoktan bitmiş olması gereken bir zamanda, birden bire kesintilere son verildi. Aynı dönemde Kızılırmak suyunun Ankara’ya getirilmesi büyük tartışmalara neden oldu. Sonunda Büyükşehir Belediyesi’nin dediği oldu ve milyonlarca lira harcanarak Kızılırmak suyu Ankara’ya getirildi.
Ardından kış mevsimi geldiğinde, su tesisatı metal olan binalarda su boruları patlamaya başladı. Sonra aniden barajlarımız doldu, ‘Artık Kızılırmak’tan su vermiyoruz’ açıklaması yapıldı. Bu durumda o hatta neden bir servet döküldüğünü kimse anlayamadı.
Bu sıraladıklarım uzayıp gidebilir.
Çoğu zaman, geçmişe dönüp olaylar yeniden alt alta sıralandığında, ortaya çıkan genel tablo geçmişte hiç göremediğimiz gerçeklere dair ipuçları verir.
Ankara’nın su sorunu için de durumun böyle olduğunu düşünüyorum.
Benim karşılaştığım ipuçları üst düzeyde yönetim stratejisi beceriksizliğine ve farklı hesaplara işaret ediyor.
Melih Gökçek’in 15 yıllık yönetiminde ASKİ ve ASKİ’nin görevleri ile ilgili doğru kararlar alınabilseydi, bugün Ankara’nın musluklarından şişelenip satılan kaynak suyu kalitesinde bir su akacaktı.
Ne olduğundan bir türlü emin olamadığımız bir su değil..
Yazının başında, ASKİ’in internet sitesini uzun süredir takip ettiğimi söylemiştim.
Takip etmemin nedeni, ASKİ’nin tüketicisine yaptığı son saygısızlığı düzeltip düzeltemeyeceğini merak ediyor olmam.
İlk zamanlarda Ankara’da kartlı su satışı, bankalar aracılığı ile hemen her semtte yapılıyordu.
Aylar önce birdenbire bankalardaki su satışı kaldırıldı ve Ankaralı sadece ASKİ’nin kendi kurduğu satış noktalarından su alabilmeye başladı.
Su satış noktalarının 20 tanesi kapatıldı. Bir başka deyişle, kartlı sayaç eziyetinin üzerine bir de satış noktası bulabilme eziyeti bindirildi.
Üstelik, su satışı yapılan noktaların listesini dikkatle inceleyin..
AKP’ye ve Melih Gökçek’e oy vermeyen Yaşamkent - Çayyolu bölgesinde tek bir yer bile yok..
Acaba ASKİ su ticaretinin yanında, su siyaseti de mi yapmaya başladı..?
Öyle ise gerçekten ayıp..!
Yazının Devamını Oku

Ankara’nın çizilemeyen yolları

20 Ağustos 2009
BİR - iki hafta önce Ankara trafiği ile ilgili yazdıklarımın ardından, okurlardan gelen elektronik postaların ardı arkası kesilmedi. ’Bir dokun, bin ah işit’ misali..

Kabak tadı vereceği endişesi ile aynı konuyu üçüncü haftaya taşımak istememiş ve geçtiğimiz hafta Ankara’daki trafik keşmekeşine hiç değinmemiştim.

Ancak okurlarımızdan Yavuz Kantur’un düşünceleri ve dikkat çektiği küçük bir detay, fikrimi değiştirmeme neden oldu.

Yavuz Bey, Başkent trafiğine ilişkin şu saptamalarda bulunmuş:

"Bulunduğum ülkeler arasında, ki buna dünyanın en fakir ülkelerinden Kenya, Kırgızistan gibi ülkeler de dahil ve Türkiye’deki şehirleri de sayarsak, Ankara kadar geri kalmış, planlamayı ve sinyalizasyonu bir kenara bırakın, en küçük rasyonellikten uzak bir trafik düzeni görmedim.

Ana bulvarlar ve şehirlerarası yollar dahil hiçbir yolda şerit çizgisi yoktur, yol genişlikleri Akay’daki alt geçitler veya yeni yapılan Kuğulu’daki ışıklar dahil, herhangi bir standarttan uzaktır. (Şerit çizmek istense bile çizilemez, çünkü yol genişliği sabit ve standartlara uygun değildir) Ankara’da 5 - 6 adeti geçmeyen Bilkent Kavşağı ve eskiden Gimat Kavşağı gibi kavşaklar hariç, hiçbir kavşak doğru değildir ve arabalarin itiş - kakış, şerit düzeni olmaksızın hareket etmeye çalıştığı kavşaklardır. GPS navigasyon cihazlarında bile, Ankara’nın anlamsız kavşaklarını çizmekte ve yol tarifinde zorlanmışlar."

VALİ BEY NEREDE..?

Yavuz Bey’in bu tespitlerinden sonra, Ankara’da şerit çizgilerine daha dikkatli baktım. Gerçekten de, çok önemli güzergahlarda bile şerit çizgisi olmadığını gördüm. Gözümde canlandırıp, o yollara doğru şerit çizgilerini oturtmaya çalıştım, bir türlü olmadı.

Bu iddia doğruysa, yani Ankara’nın caddelerine mühendislik hatalarından dolayı şerit çizgileri kesintisiz biçimde yerleştirilemiyorsa, ne söylenebilir bilemiyorum..

İnşaat Yüksek Mühendisi bir başka okurumuz Vahit Bey de, son 10 - 15 yılda trafik ile ilgili düzenlemelerin neredeyse tümünün şehir planlaması ve ulaşım bilimine ters, çözüm getirici değil, sorun üretici uygulamalar olduğunu savunuyor.

Ve örnekleri sıralıyor:

"Trafiğin tek düğüm noktalarına yönlendirilmesi ve dağıtılması, ana arterlerde ’T’ tipi tek yön uygulamaları, gereksiz güzergah uzatmaları, park yerlerine dönüştürülen ana caddeler, iki hatta üç sıra park etme alışkanlıklarının - fütursuzluğunun teşvik edilmesi.."

Yavuz Bey’in kritik sorusu ise tüm bunlar yapılırken, Ankara Valisi’nin nerede olduğu..?

Ankara’nın en pahalı kavşaklarından olan Kuğulu Kavşağı’na 30 santimetre genişliğinde yaya kaldırımı yapan mühendislik dehasına ve patronlarına sorulmaz belki ama, ben yine de sorayım..

Siz hiç doğru planlanmış şehir gördünüz mü..?

Yanıtı Ankara caddeleri, Ankara sokakları veriyor..

Boşuna yorulmayın..
Yazının Devamını Oku

Kaplumbağanın evinde yangın

13 Ağustos 2009
KAPLUMBAĞALARI birçoğumuz küçük birer çocukken, ’evini sırtında taşıyan hayvan’ olarak tanıdık. Bugüne kadar bir kaplumbağanın evinde çıkabilecek bir yangını hiç düşünmemiş, aklıma getirmemiştim. Ta ki sevgili Engin Uç’tan hem üzen, hem gurur veren bir elektronik posta alıncaya kadar..

Engin Uç’un başkanı olduğu ÇABA (Çayyolu Bölge Ağaçlandırma Derneği), 2001 yılında kurulduğunda, Çayyolu Semt Birimi’nin yanındaki alanı büyük bir heyecan içinde, büyük emeklerle ağaçlandırmıştı. Sevgi ile dikilip büyütülen o fidanlardan bir kısmı geçtiğimiz günlerde yandı.

Yangına Çayyolu İtfaiye Grubu müdahale etti. Çayyolu köylüleri de, traktöre bağladıkları su tankeri ile çalışmalara gönülden katıldı.

Engin Uç Çayyolu sakinlerinin, özellikle de hayvanseverlerin yangın sırasındaki duyarsızlığına içerlemiş, "Kimileri hayvansever. Ama bu hayvanseverlik köpekseverlikle sınırlı. Oysa doğa; karıncası, kaplumbağası, köpeği, kedisi, tavşanıyla bir bütün" diyor.

Hikaye burada bitmiyor.

Engiç Uç, yangın sırasında gözüne çarpan bir detayı www.cayyolum.com adresli internet sitesine taşımış. Etrafta kimsecikler yokken, fidanlığa yakın bir sitede oturan Tuğba Gök’ün eline küreğini kapıp yangını söndürmek için nasıl canla başla çırpındığını anlatmış ve Tuğba’ya teşekkür etmiş.

Bu haberin internette yayınlanmasının ardından, Tuğba Gök’ten bir elektronik posta gelmiş. Tuğba’nın gönderdiği elektronik postada şunları söylüyor:

"Engin Bey internet sitesinde yapmış olduğunuz teşekkürlerinizden dolayı çok mutlu oldum. İnanın bir karşılık beklemeden yapılan bu duyarlı davranışı, herkese örnek bir davranış olarak aktarıp, ailem için güzel sözler sarf ettiğiniz için size çok teşekkür ederim.

Size bir de mutlu bir haber vermek istiyorum. Yanan ormanda orta boylu bir kaplumbağa buldum. Kabuğunun tepesi, ayakları ve yüzü hafif yanmış. İyileşene kadar bizim misafirimiz. Gerekli görülen her şeyi veteriner kontrolü altında yaptık.

Ne yazık ki hiç yanmasaydı ormanımız ve ağaçlarımız ve hayvanlarımız zarar görmeselerdi. Çok üzüldüm ama ormanımızın yeniden yeşereceğini umut ederek üzüntümü hafifletiyorum."

Hayatımda ilk defa evi yanmış bir kaplumbağanın fotoğrafını gördüm.

İçimdeki sızıyı tarif etmem mümkün değil..

Engin Uç’a ben de katılıyorum.

Hayvan sevgisini kartvizit klişesi yapanların, hayvan denildiğinde aklına sadece süs köpekleri gelenlerin, sivil toplum kuruluşu yönetiyoruz diyerek pasta börek günü tüccarlığı yapanların ve çevre bilinci deyince kapalı salon toplantılarında uzun nutuklar atmaya bayılan beyaz yakalıların, Tuğba’dan insanlık adına öğrenecekleri çok şey olmalı..

Tuğba Gök’e ben de teşekkür etmek istiyorum.

Ve böyle bir evlat yetiştiren ailesine..

İnsanlık adına..
Yazının Devamını Oku

Mekteb-i Mülkiye gözüyle spora farklı bakış açısı

12 Ağustos 2009
Ankara’nın değil, tüm Türkiye’nin önemli bir markası olan Mekteb-i Mülkiye, yani Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin yetiştirdiği sayısız önemli isimden bir tanesi olan Nedim Türkmen, okulunda öğrenip başarılı iş yaşamında yoğurdukları ile spor dünyasına farklı bir bakış açısı getirmek için kolları sıvadı. Son 25 yıldır istediği başarı grafiğini yakalayamayan Orduspor, artık O’na emanet.. Türkmen aynı zamanda Ankaragücü Başkanı Yıldırım’dan sonra, futbol dünyasındaki ikinci ’Mülkiyeli’ başkan.. Yaşamı pırıltılarla dolu Türkmen, bir ’mülkiyeli’ olarak Anadolu sporuna bakış açısını Ankara Hürriyet’e anlattı.
/images/100/0x0/55ea0e59f018fbb8f868183d
n LEVENT SEĞMEN: Spor konuşmaya başlamadan önce, kısaca Ankara günlerinize değinmek istiyorum. Maliye kökenli bir kişi olarak Ankara, yaşamınızda bir kayıp mı yoksa kazanç mı..? Muhasebesini yaptınız mı..?

n NEDİM TÜRKMEN:
İlkeli bir yaşamı tercih eden herkesin, zaman zaman geçmişine dair muhasebe yapmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Yanlış yapılanlar, doğru yapılanlar.. Yanlışların tekrarlanmayacağı bir sistemi, kendi yaşamı içinde kurabilmeli insan.. Bu açıdan baktığımda, eski adıyla Mekteb-i Mülkiye, bugünkü adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuduğum, Maliye Bakanlığı’nda görev yaptığım yılların bana çok şey kattığını görüyorum. Ankara bürokrasinin, siyasetin, devletin merkezi.. O dönemde kurduğumuz güzel arkadaşlıklar var. O arkadaşlarımızın hemen hepsi bugün önemli görevlerde, makamlardalar. O yılların ardından medyada çeşitli kuruluşlarda yürüttüğüm görevlerle birlikte, dağarcığımda önemli bir ’know-how’ın oluştuğunu düşünüyorum.

n Sporla ilgilenmeye başlamanız nasıl oldu..? Hobi, merak, trend ya da sizi iten bir başka şey..?

n
Hobi, merak, trend, elbette insanı bir ilgi alanına iten şeyler.. Ancak yaşamda öyle tutkular var ki, insanın içine sıraladığınız kavramların henüz şekillenmediği çocukluk yıllarında işler. 35 yıldır top oynuyorum. Ordu’da köyümüz Eyuplü’de, kardeşlerimle evimizin salonunda top oynardık. Üstelik bir topumuz bile olmamasına rağmen. Evde bulduğumuz çorapları iç içe geçirir, kendimize top yapar öyle oynardık. Ortaokula geldiğimde bir gün anneme, ’Ben futbolcu olacağım’ dedim. O da dedi ki, ’Sen küçükken zatürree geçirdin, terlersin, hasta olursun. Bir de ayağını kırarlar.’ Beni vazgeçirdi. Geçenlerde dedim ki, ’Sen beni vazgeçirdin anne ama, şimdi de kulüp başkanı oldum.’

n Futbolla yakın temasınız, köydeki evinizde mi kaldı..?

n
Elbette değil. Her hafta düzenli bir şekilde İstanbul’da arkadaşlarımızla top oynuyoruz. Bugüne kadar Futbol Federasyonu’nun yanı sıra, üç büyük kulübe de danışmanlık yaptım. Hep sporun içinde oldum. Bundan önceki 5 yıllık dönemde yine Orduspor’un yönetimi içindeydim, ama İstanbul’da olduğumuz için çok fazla olayların içine giremedik. Geçtiğimiz Mayıs ayında gelinen noktada, kulübün borçları başta olmak üzere karşı karşıya olduğu güçlükleri görünce, Mülkiyeli bir maliyecinin işe el atması gerektiğine inandım.

GENÇLER GÜZEL BİR ÖRNEK

n Mülkiye kökenli başka kulüp başkanları da var mı sizin gibi..?

n
Ankaragücü Başkanı Cengiz Topel Yıldırım benden bir dönem önce mezun olmuş. Maliyeci değil ama o da mülkiyeli. İkinci örnek bildiğim kadarıyla ben oldum. Spor kulübü yönetmek çok ciddi bir iş. Kıt kaynaklar var ve bu kıt kaynakların en verimli biçimde kullanılması gerekiyor. Buna da bir maliyeci disiplini gerekiyor. Tabi bakış açısı ve vizyon da çok önemli. Bir kulübün başına geldiğinizde çok iyi karar vermelisiniz. Mevcut durumu sürdürecek misiniz, yoksa kulübünüze çağ mı atlatacaksınız? Türkiye’de bunun güzel bir örneği Gençlerbirliği. İlhan Cavcav 32 yıldır başkan ama, yaptıkları ortada. Gençlerbirliği tesislerini, futboldan para kazanabildiğini görebiliyorsunuz. Anadolu’dan bir de Sivasspor örneği var. Çok iddialı bir yapılanma ile gelip, önce kadro istikrarını sağlayıp, süper ligde tutunup, sonra da ikici olmak. Biraz şanslı olsalardı, şampiyon da olabilirlerdi.

n Kötü örnek olan yönetim anlayışlarını da tahlil edip, kendinize göre sonuçlar çıkarıyor musunuz..?

n
Kötü örnekler de yok değil. Aydınspor amatör kümeye düştü. Karagümrük öyle, Samsunspor’a, Malatya’ya bakıyoruz. Bunlar hep kötü yönetimler, denk bütçe yapmamak, geliriniz üçken dokuz harcamak, futbolcunun parasını ödememek, bunlardan kaynaklanıyor. Üstelik bu denli borçlanmak da zorlaşmışken. Önümüzde bir Samsunspor örneği duruyor. Sporcuların ücretleri ödenmediği için transfer yapamıyor, transfer tahtası kapalı. Lisans çıkarmasına izin verilmiyor, bu nedenle geçen yılki kadro ile devam ediyor. Bunu ne kadar sürdürebilirsiniz? Malatyaspor bir alt lige düştü, 28 milyon TL borcu var.

n Peki Orduspor’u şaha kaldırmak için sizin elinizde sihirli bir değnek mi var..?

n
Ben Ordusporu seven sorumlu bir Ordulu olarak şunu düşündüm. Orduspor’un geldiği noktada borçlar 4.5 milyon TL civarındayken, burada müdahale edersek grafiği tersine çevirebiliriz. Üç yıllık dönem için seçiliyoruz. Denk bütçe yapar, Ordusporu da çok başarılı hale getiririz diye düşünüyorum. Özkaynaklarımıza döneceğiz. Alt yapıya önem vereceğiz. Gençlerimize sahip çıkacağız. Alt yapıdan her yıl en az beş oyuncu A takımına verilecek. İzleme birimleri kuruyoruz. Futbol akademisi benzeri bir oluşum kuracağız. Türkiye’nin her yerinde, Karadeniz bölgesinde yetenekli adamları bulacağız. Futbol için Karadeniz çok uygun. İnsanlarının hırslı, yırtıcı olması, sürekli başarılı olmayı istemeleri, futbolun mizacına uygun. Bunları harekete geçireceğiz. Sihirli değnek ne bir sorunu çözer, ne de bizim buna ihtiyacımız var.

n En önemli hedefiniz, doğal olarak Orduspor’u Süperlig’e taşımak.. Bu sezonda Ordu sokaklarında bayram olacak mı?

n
Herkes başarı istiyor, bekliyor. Yöneticiler de bunun baskısı altına giriyor. Halka gerçekleri söylemeniz lazım. Öncelikle başarılı olmanın koşullarını yaratmanız lazım. Dikkatle bakın. Takımlar Süper Lig’e çıkıyor, öbür yıl tekrar geri düşüyorlar. Niye? Çünkü hazırlanmamış, koşullar oluşmamış. Süper Lig’e çıktığınızda eğer ’kadromu yeniden yapacağım’ derseniz küme düşerseniz. Siz Bank Asya’da öyle bir takım kurmalısınız ki, Süper Lig’te de yarısından fazlası sizi götürebilmeli. Geçen yılın, bir önceki yılın örneklerine bakın, beni daha iyi anlayacaksınız. Politikacı gibi halkın duymak istediğini söylerseniz, sizi alkışlarlar. Ama olmuyor, olamaz da. Bugün, 25 yıl sonra Orduspor’u Süper Lig’e çıkardık diyelim. Öbür yıl aşağı düşeceksem bunun bir anlamı yok ki. Benim o takımı orada tutacak altyapıyı oluşturmam lazım. Denk bütçe yapmam lazım. Çok iyi bir genç takımının olması lazım. Bunları yapamazsam, anlamsız birşey ve bütün emekler boşa gider.

Ankara Ankara duy sesimizi

"BU
sezonda Ordu’ya milli maç istedik. Federasyon’u buraya davet ettik, ’Gelin toplantılarınızı burada yapın, burayı bir görün’ diye. Ankara’yı da göreve davet ediyoruz. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Ordu Stadı’nın ışıklandırmasını kapsama almadığı için yapılamıyor. Bank Asya Ligi’nde üç kulübün ışıklandırması yapılmıyor. Birisi Ordu, birisi Giresun, birisi de yanlış hatırlamıyorsam Bolu Stadı. Bu ay maçlar başlıyor. Şimdi biz 35 derecede saat 16:00’da maç yapacağız. Işıklandırma çok büyük maliyet de değil. Maliyet bir tarafa, bunların yapılması lazım. Kurumları ’kıyak’ yapmaya değil, görevlerini yapmaya, Anadolu’da spora sahip çıkıp hak edilen hizmetleri vermeye çağırıyoruz."

Real Madrid’in hatasını asla tekrarlatmam

Sihirli değneğiniz olmadığına göre, cebinizde formüller olmalı..

Nasıl bir yapılanma sürecinde olurlarsa olsunlar, spor kulüplerinin çok kurumsal bir yapıya kavuşması gerekiyor. Çok iyi bir kayıt düzeni, daha ileri dönemlerde şirketleşmenin de gündeme gelmesi gerekiyor. Bu çok ciddi bir iş. Spor kulübü başkanı olduğunuzda, o şehrin bütün sorumluluğun alıyorsunuz. Bakın bugün Ordu kütüğüne kayıtlı 1 milyon 700 binin üzerinde vatandaşımız var. İstanbul’da, Ankara’da, yurtdışında.. Bunların hepsi hafta sonu geldiğinde, memleketlerinin takımı ne yapmış diye açıp bakıyorlar. Biz bu dinamikleri de harekete geçireceğiz. Orduspor’un yakın geçmişinden bir örnek vereyim. Orduspor’da yıllık sözleşmeler yapılıyordu. Biz bunu değiştirdik. En az 2, 3 ve 5 yıllık sözleşmeler yapmayı hedefliyoruz. Başarının temel şartı kadro istikrarından geçer. Real Madrid bunu denedi, dünyanın en iyi oyuncularını topluyor, ama başarılı olamıyor. Takım olmak başka bir şey. Dolayısıyla 3 yıl boyunca bir takımı bir arada oynattığınızı düşünün, çok güzel şeyler ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum. Real Madrid’in düştüğü hataya düşmek istemiyorum. Geçen yıl Rizespor da aynı hatayı yaptı, 18 milyon TL borcu var. Ben sisteme inanıyorum. Sistem düzgün kurulup o sistemi işletecek insanları bulursanız, siz kulüp başkanı olarak maçlara gidip gelirsiniz, sadece gözetim ve denetim görevinizi yaparsınız.

Osman hoca Hacettepe mucizesinin mimarı

Birlikte çalışacağınız teknik adamlar da sizinle aynı projeksiyonu paylaşıyor mu?

Çok iyi bir hoca seçtik. Osman Özdemir. Geçmişte Hacettepe’yi 20 yaş ortalaması ile Süper Lig’e çıkarmış, orada bir yıl tutmuş bir insan. O da Süper Lig’ten de teklifler olmasına rağmen, tanıştık, inandı bana. Gençleri ona emanet ettik. Paylaşmacı, insanları motive edebilen bir yapısı var. Bunun dışında taraftarı da eğitmemiz gerekiyor. Birisi pet şişeyi atarken, yanındakinin engel olması lazım. Taraftar eğitimi ile ilgili çeşitli programlar düzenleyeceğiz. Seminerler verilecek. Bunun dışında Ordu Üniversitesi’nde kızlı erkekli kalabalık bir grup var. Orduspor taraftarları olarak bir model olacaklar.

n Çalışmalarınızın, el yordamı ile birşeyler yapmaya çalışan Anadolu kulüplerine ışık tutacağını iddia edebiliyor musunuz..?

n
Evet, böyle bir beklentimiz var. Öncü olmak, olmayanı yapmak istiyoruz. Hep benim üniversitede öğrencilerime söylediğim birşey var. Sıradan olmak, dünyanın en kolay şeyi. Hiçbirşey yapmanıza gerek yok. Önemli olan farklı olmak. Güzel, farklı ve doğru şeyler yapabilmek. Onlara da öncü olacağımızı düşünüyoruz. İyi şeyleri sadece Ordu’ya değil, diğer Anadolu takımlarına da gösterip onlara fayda sağlayabilirsek, çok mutlu oluruz.
Yazının Devamını Oku

Ankara trafiği 1950 model mi?

6 Ağustos 2009
GEÇEN hafta, ’Ankara trafiğinde kim suçlu’ başlığı ile yeni emniyet müdürü Orhan Özdemir’in trafiğe ilişkin hassasiyetlerinden bahsetmiş, sadece ’kural-ceza’ ilişkisinin gerçek bir çözüm olup olmayacağını irdelemiştim. Hareket noktam, sürücüler kadar yayaların da kusurlu olduğu, ama şehir içi yolların hem sürücülerden hem de yayalardan kat be kat daha kusurlu olduğu idi..

O yazının ardından okuyuculardan çok sayıda elektronik posta aldım.. Örneğin Ali Kalaycı’dan..

Kalaycı, Başkent’e yakışmayan yollardan söz etmiş, ’milli servetimiz’ olan 183, 184, 186 ve 187 hat numaralı belediye otobüslerinin İlker’de gecekonduların arasında zik zak çizerek gittikleri güzergahı Melih Gökçek’in görüp görmediğini sormuş. Ben henüz gidip göremedim. Ancak Melih Bey gidip görüp de, "Problem yok" diye bir açıklama yaparsa, ben de gidip bakacağım.. Sonuçta gidip görmek bir gazeteciden önce, belediye başkanının işi..

Bir diğer okurumuz Ali Tan’ın elektronik postası ise çok daha ilginç.. Ali Bey, Ankara’nın sinyalizasyon sisteminin 1950’lerden kalma bir strateji ve plana (bunun adı aslında plansızlık) sahip olduğunu iddia ediyor.

Bu noktada benim de cevabını merak ettiğim bir soru var..

Kızılırmak suyunu her şeye rağmen Ankara’ya getirip, kırk defa kurban kesen ve kırk defa gurur açıklamaları yapan Büyükşehir Belediyesi’nin son 15 yıldır Ankara trafiği ile ilgili bilimsel bir açıklamasını/çalışmasını hatırlamıyorum.

Örneğin, "Akademisyenlerden ve dünya çapında trafik konusunda uzman kişilerden oluşturduğumuz bir çalışma grubu ile Ankara trafiğini masaya yatırıyoruz" gibi..

Moskova Sirki kadrosunda Ankara’ya şebek getirip çocukları eğlendirmek, ne yazık ki Türkiye’nin Başkenti’nde her geçen gün daha da çekilmez hale gelen trafik sorunlarını çözmüyor..

YÜRÜYEN MERDİVEN RANTI

Bugünkü söylenişi ile AVM (alışverişmerkezi), geçmişteki ismi ile ’çarşı’larda en büyük sorunlar yürüyen merdivenlerin yönünden çıkar.

Bir müşteri adayının çarşının içine girdikten sonra, yürüyen merdivenlerin onu hangi tarafa yönlendireceği önemli bir ticari denklemdir.

Yürüyen merdiven ve asansör stratejisi oluşturulurken, gizlice yönlendirilen yaya yürüyüş yolu üzerinde yer almayan mağazalar ağızları ile kuş tutsalar müşteri bulamazlar.

Gizli bir hesaptır, komplo teorilerine benzer. Ankara’da belediyenin tek yön - çift yön uygulamalarına, numarataj çalışmalarına ve trafiği etkileyen düzenlemelere bir de bu gözle bakmanızı tavsiye ederim..

Kuğulu Kavşağı ve Cinnah Caddesi üzerindeki radikal düzenleme sonrasında iflas eden, dükkanını kapatan, hatta intihar eden kaç esnaf var..?

Bahçelievler ve Emek’te aradan bunca yıl geçmesine rağmen insanlar hala 4. Cadde’nin, 8. Cadde’nin yeni isimlerini bilmiyorlarsa, tuhaflık insanlarda mı, yoksa belediyede mi, düşünmek gerekiyor..

Bir başka örnek..

Tunalı Hilmi Caddesi’nde trafiğin yönü değiştirilse, cadde üzerindeki dükkanlar bundan ticari olarak acaba nasıl etkilenir..

FARE YERİNE KOYULUYORUZ

Fareler, çıkışı olmayan kapalı bir alana konulduklarında, son nefeslerine kadar bir çıkış kapısı, alternatif yol ararlar.

Kemirirler, kazarlar..

Hatta atasözünde olduğu gibi, kuyruklarının sığdığı her deliğe girerler..

Bizler Ankaralı sürücüler ve yayalar olarak bugün, tıpkı fareler gibi karmaşık bir trafik labirentini çözmeye çalışıyoruz. İşin üzücü yanı, yöneticilerimiz labirenti ortadan kaldırmak yerine, her gün yeni bir parçayı labirente ekliyorlar.

Ankara’nın, Samsun - Konya Eskişehir ve İstanbul bağlantısı olan Söğütözü’ne bir bakın..

İmara, hukuka ve vicdana aykırı olarak inşaatına başlanıp yarım bırakılan bir sözde kongre merkezi hevesi, nelere mal oluyor..

Ve ne yazık ki, kimse hesap sormuyor..

Bu da yetmiyormuş gibi ’Akay Kavşağı’ gibi uzlaşarak kolayca çözülebilecek konular, ’kayıkçı kavgası’na dönüşüyor.

Fareler labirentlerde kıvranırken, yöneticiler angajman muhasebesi ile çekişiyor..

Kimi angajman siyasete, kimisi ranta göre dans ediyor..

Ve bizler, belirli deliklere zorlanan fareler gibi..

Çıldırmış vaziyette, yuvarlanıp gidiyoruz..

ORHAN BEY’İN İŞİ ÇOK ZOR

YENİ
Emniyet Müdürü Orhan Bey’in işi gerçekten çok zor. Kendisini yakından tanımasam da, trafik ile ilgili hassasiyetlerinin samimiyetine inanıyorum. Ancak durum, bulvar üzerindeki büfelerde kontör kartı ile avanta transferi gibi şeytanın aklına danışmanının sokacağı yöntemler geliştirilmesine kadar uzanmışsa, işi gerçekten çok zor..

Cep to cep..

İnşallah öyle değildir..

Doğru trafik yönetimi için, önce trafiği doğru planlanmış şehir gerekiyor.

Belki de polisin, 1990 sonrasında yapılmış ana arterlerde güvenlik şeridinin neden olmadığı, okuyucumuz Ali Tan’ın yönelttiği gibi Ankara’nın topyekun trafik stratejisinin ne zaman, hangi çalışma grubu ile planlanmış olduğu gibi kritik bir - iki sorunun cevabını arayarak işe başlaması gerekiyor..

ASKİ’nin kartlı su sayacı gibi, içinden geçen her sıvıya para, bir anlamda para cezası yazmakla sorun çözülmüyor..

Sadece para yer değiştiriyor..
Yazının Devamını Oku

Ankara trafiğinde gerçek suçlu kim

30 Temmuz 2009
ANKARA, bir süredir yeni Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’in trafik ile ilgili hassasiyetlerini ve uygulamalarını dikkatle izliyor. Büyükşehir Belediyesi’nin kentin kalbine yaptığı otoyollar, giderek artan araç sayısı, plansız kentleşmeden beslenen rant çeteleri ve sürücüsüyle, yayasıyla saygı sınırlarının her geçen gün daha çok zorlandığı bir trafiğimiz var..

Orhan Özdemir, Ankara’ya atanmadan kısa süre önce verdiği bir demeçte, şunları söylüyor:

"Türkiye’de sürücülerin çok kaza yapmalarının ana sebepleri, kişilerin trafik kurallarına uymaması, araç kusurları ve yollardan kaynaklanan sebepler."

Emniyet Müdürü Özdemir’in bu tespitlerine, Ankara açısından, sırayla göz atalım..

KURALLAR

Kişilerin trafik kurallarına uymaması, çirkin bir kenar mahalle modası gibi yaygınlaşıyor kent içinde.. Hatta trafik yoğunluğunun olmadığı bir kavşakta kırmızı ışıkta beklediğinizde, dikiz aynanızda arkanızdaki araç sürücülerinin tehdit dolu bakışları ile göz göze geliyorsunuz..

Ancak trafik kurallarına uyulması konusunda, sürücüler kadar yayalar ile ilgili problemler de var. Yıllar önce şu an ismini hatırlamadığım Ankara Emniyet Müdürü, Kızılay Meydanı’nda yayaların karşıdan karşıya geçişini takmıştı kafasına..

Polis memurları günlerce yayaları uyarmış, ceza kesmiş ve karşıdan karşıya geçerken yaya geçitlerinin sağından yürünmesi gerektiğini öğretmeye çalışmıştı.

Bugün Meşrutiyet Caddesi’nde atıl duran hilkat garibesi yaya üst geçitleri, kendini araçların önüne atan yayalar, otobüsüyle, taksisiyle, kamyonetleri ile Çin’in kenar mahallelerini andıran bir görüntü hakim..

Sadece Meşrutiyet Caddesi’nde değil, kentin bir çok tuhaf kavşağında durum farksız..

Suçlu kim..?

KUSURLAR

Özdemir’in bir diğer tespiti, araç kusurları.. Araç muayene hizmeti özelleştikten sonra bu konudaki sıkıntıların bir nebze olsun azaldığı söylenebilir. En azından insanlar bu konuda daha dikkatli davranmaya mecbur kalıyorlar. Merak ettiğim şey, egzozundan simsiyah dumanlar çıkaran belediye otobüsleri, belediye kamyonları, hangi prosedür ile araç muayenesine tabi tutuluyor..?

Resmi araçlar ile toplu taşım araçları, trafiğe çıkmak için gerekli şartları gerçekten de taşıyor mu..?

YOLLAR

Ankara’da en sıkıntılı konu, bana göre yollar..

Daha önce de farklı nedenlerle yazmıştım. Ankara’nın yollarında binlerce mühendislik hatası var.. En son yapılan kavşaklarda bile bulunan bu hatalar, kimi zaman bir plastik baba, kimi zaman uyarı levhaları ile telafi edilmeye çalışılıyor. Kuğulu Kavşağı’na ve Cinnah Caddesi’ne bakın..

Mühendislik hataları, o kavşağa damgasını vurmuş.. Yaşam hakkı verilmeyen yayaların kural ihlali yapmasına nasıl kızacaksınız..? Bütün araçlar hız limitlerinin üzerinde seyrederken hangi birisini yakalayacaksınız..?

CEZALAR

Sadece trafik değil, genel olarak kuralları ihlal eden kişilere elbette ceza uygulanmalıdır. Ama burada önemli bir nüans, önemli bir detay var.

Bir kent, trafiği, yaşayanları, binaları, parkları ve diğer tüm unsurları ile bir bütündür. Eğer o kent, yöneticilerin yanlış planlamaları yüzünden sürücüleri ve yayaları ’kural ihlaline’ mecbur bırakıyorsa, her gün binlerce ceza yağdırmak hiçbir şeyi düzeltmez..

Sadece devletin kasasına bol ve ’düzenli’ para aktığı için, Maliye Bakanı’ndan ’aferin’ getirir..

Dileriz Ankara’nın trafiği, üç beş bulvardaki hız limitleri ile değil de, bilimsel olarak masaya yatırılır..
Yazının Devamını Oku

İki doğru bir yanlış

23 Temmuz 2009
YAZ döneminde kentin peyzaj ve görünümü ile ilgili iki ayrı çalışma gözüme çarptı. Bunlardan bir tanesi, Yenimahalle Belediyesi’nin ’Yabani Otlarla Mücadele Çalışması’ adı altında başlattığı uygulamalar.. Kent içinde atıl durumda kalmış küçük alanların kendi kaderine ve yabani otlara terk edilmesi yerine, bunların ıslahı yoluna gidilmesi önemli bir çalışma..

Özellikle de kent estetiği ve çevre sağlığı açısından..

Dileriz diğer belediyelere de örnek olur..

Dikkatimi çeken diğer çalışma ise yeni değil.. Uzunca bir süredir, TOBB Üniversitesi’nin önündeki bulvarın orta refüjünde duran bir tabelada, Büyükşehir Belediyesi’nin ’toprak altı damla sulama sistemi’ denemesi yaptığı yazıyor.

Kent içindeki yeşil alanların daha az su ile daha yeşil olması, itiraz edilebilecek bir konu değil. Çalışmaları yürüten firmanın açıklamasına göre, denemelerde tam başarı sağlanmış.

Yazının Devamını Oku

Ankara dar gelir, onlar Newyork’u bile yönetir

16 Temmuz 2009
GEÇEN 15 yılın ardından, bir beş yıl daha verdiğimiz belediye başkanları gibi, 1973’ten beri hiç eskimeyen şarkılar da var. Örnek mi..? Kimler geldi, kimler geçti..

Ankara’nın da hayatından kimler geldi, kimler geçti..

Geçmeyen, geçirilemeyen tek isim Başkanımız Melih Gökçek..

Ama biraz dikkatli düşününce, geriye sarıp bakınca..

Sayısız bürokrat geldi ve gerçekten geçti Büyükşehir Belediyesi’nden..

Siyaset ve yerel yönetim sahnesinden aniden kaybolan onca bürokrat, onca yönetici..

Kimisi için Melih Gökçek harcadı deniliyor, kimisi için kendi anlaşamadı/dayanamadı gitti..

Burhan Yazar hafızalarda taze..

Ya Hilmi Gökçınar..?

Ankara’ya Cinnah’ı, Gökkuşağı’nı, Gölbaşı’nı hediye eden dev/doğru bürokrat: Murat Doğru..

Suya sabuna dokunmayıp, başka hobiler edinen ve ’Evimin önünden geçen bulvar, benim adımı taşıyacak’ diye yargıya kafa tutanları hiç saymıyorum..

Kimsenin saymadığı gibi..

Bir de portakalcılar vardı galiba..

Yeni nesil eğlenceli gençlerin sloganı gibi:

’Portakal, orda kal..

DEVLETİN ’KAYIP DEVLET’ İLANI

Tüm bunların yanında, baba - evlat tadında bürokratik cilveler de var..

Hani evladı kaybolan baba umutsuzca ilan verir gazetelere, kötü yola düşmeden onu bulmak için:

"Annen perişan, amcan kalp krizi geçirdi hastanede, seni seviyoruz, dön yavrum.. Görenlerin, duyanların haber etmesi insanlık namına.."

Önceki gün, Sayıştay Başkanlığı da böyle acıklı bir ilan verdi.. Hem de Resmi Gazete’ye..

Vallahi şaka değil..

Gözümle görmesem, inanmazdım asla..

"Denetimler sırasında mevzuata aykırı ve noksan görülen işlemler hakkında yazılı savunmalarının alınması amacıyla aranılan ve belirtilen adreslerde bulunamayan 84 kişi için Sayıştay Başkanlığı Resmi Gazete’de ilan yayımladı."

Ben yazarken utanıyorum..

Resmi Gazete utanmıyor..

Devlet ’zanlı’ memurlarını, kendi gazetesine ilan verip arıyor..

’Seni seviyoruz yavrum, dön evine.. Görenlerin, duyanların haber etmesi insanlık namına..’

Devletin ilan verip aradığı 84 evladı içinde, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bürokratları da var..

Üstelik çok dikkat çekici makamlarda, imzası dejavu tarzı filmlerde olduğu gibi geçmişi gelecekten şekillendirecek maharette..

Uzak bir tarih de değil..

Bir kısmı, 2007’de..

NEWYORK NEREDE ANKARA NEREDE?

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden gelip geçen bürokratları düşünüyorum, gözlerim kapalı..

Melih Gökçek’in harcadıkları..

Anlaşamayıp ya da dayanamayıp gidenler..

Devlet’in Resmi Gazete ilanı ile aradıkları..

Tanıdıklarım içinde hemen hemen hepsi, Ankara’yı bir deney laboratuvarı gibi kullandı.

Deneme - yanılma yöntemi ile iş yaptı.

Ve ne yazık ki o yöneticiler, bütün yanlışlarını Ankara üzerinde gördüler..

Bu yüzden Ankara bugün sayısız şehircilik ve mühendislik hatası ile dolu..

Ben o insanların, artık 22 milyon nüfuslu Newyork gibi bir kenti bile layıkıyla yöneteceklerine inanıyorum.

Çünkü yapacakları bütün hataları Ankara’da yaptılar, yapacakları hata kalmadı..

Elbette devlet Resmi Gazete’ye verdiği ilan ile bu gibilerini bulur, sonrasında Amerika kıymet bilirse..
Yazının Devamını Oku