14 Mart 2005
<B>BEŞİKTAŞ, </B>savunmaya dört adam dikti. <B>İbrahim Toraman, Koray, Çağdaş </B>ve <B>İbrahim Üzülmez.</B>.. Bu dörtlü savunma, 30 dakikada iki gol yedi, her atakta panikledi. Ankaraspor'da Jaba diye biri oynadı. 1.50 m boyunda parmak kadar bir Brezilyalı. Tarla faresi gibi kemirdi, ısırdı, yedi bitirdi Beşiktaş savunmasını. Bir Allah'ın kulu çıkıp da ayağının altına alamadı şu bacaksızı...
Ankara seyircisi 2-0'dan sonra Beşiktaş'a ağır bir bindirme yaptı. "Beşiktaş kümeye" diye...
Oysa, Beşiktaş sevgisi 19 Mayıs Stadı'na 20 bin seyirci topladı. Ve Ankara kulübüne nefis bir hasılat kıyağı yaptı...
* * *
İlk yarının son dakikasında İbrahim Akın'ın vole golü gök gürültüsünü andıran bir ses çıkardı. Ahmet Dursun'un golü ise, tereyağdan kıl çeker gibiydi... Kimseleri uyandırmadan sağ alt köşeye yuvarladı topu. Herkesin becerebileceği iş değildi.
Bir acayip takım şu Beşiktaş. İlk 45 dakikada topluca kötü oynadılar. İkinci yarıda hep birlikte coştular, 2-0'lık yenilgiden kurtuldular, skoru eşitlediler. Sonra da galibiyete koştular.
Nasıl mı becerdiler bu işi? Herhalde "Beşiktaş kümeye" diye bağıranlara kızdılar. Ve Ankara seyircisine iyi bir ders vermek istediler...
Yazının Devamını Oku 10 Mart 2005
<b>OYUNUN </B>ilk 45 dakikalık bölümü bittiği an, elime kalemi-kağıdı aldım... Birkaç kelime yazacağım. Hiçbir şey bulamıyorum... Sadece koca bir can sıkıntısı. John Carew, Ahmet Dursun, Daniel Pancu, Ahmed Hassan ve Tümer Metin gibi hücumu seven adamların bir araya geldiği bir oyunda, Beşiktaş’ın tek pozisyonu yok...
Herkes gibi merakla bekler ve sorardım... ‘John Carew-Ahmet Dursun birlikte oynarsa Beşiktaş aradığı ikiliye kavuşur mu?’
Dün özlemle beklenen bu ikili sahadaydı. Ancak, birbirlerinden habersiz ve uyumsuzdular...
John Carew’in kafa ile indirdiği hava toplarını Ahmet Dursun kovalamadı. Ahmet Dursun’un neler yapmak istediğini de John Carew kavrayamadı. Boşuna nefes tükettiler...
* * *
Tümer Metin’de G.Saray derbisi ile başlayan isteksizlik dün de sürdü. Belki de sol kenarda oynamak hoşuna gitmedi. Rakibin arkasına saklandı, ayağına top bekledi.
Ahmed Hassan sağ kulvarda basmadık yer bırakmadı. Yine de kenarlardan Carew ve Ahmet Dursun’a hiçbir etkili orta gelmedi.
Hiç abartmadan söyleyebilirim. Beşiktaş ilk şutunu ikinci yarının başında, 50. dakikada attı. O da ceza alanının bir hayli uzağından...
Beşiktaş dörtlü savunma ile oynadı. Yine de 60. dakikada Gençler’e verdiği net pozisyon oyunun sonucunu bir anda değiştirebilirdi.
Tanrı’nın yardımı ve Sertan’ın beceriksizliği Beşiktaş’ı olası bir yenilgiden kurtardı!
Beşiktaş’ın pozisyon yaratmakta zorlandığı dakikalarda Çalımbay, klasik değişikliği yine tekrarladı. Ve Sergen Yalçın’ı oyuna aldı.
Oysa oyuna sonradan girmek, Sergen Yalçın’ın hiç hoşlanmadığı bir şey...
Açıkca haykırmasa da, yakınlarına hep fısıldar... ‘Oynayanlar benden iyi mi ki, kenarda bekliyorum’ diye...
* * *
Sonuçta, Beşiktaş dünkü oyunu ile seyircisiz maçta bir avuç izleyene koca bir can sıkıntısı yaşattı.
Bilemiyorum, bu can sıkıntısını yaşatan kadrodan, sezon sonunda kaç futbolcu kalacak, ya da kimler gidecek.
Yine de köklü bir değişime uğrayacağı garantisini şimdiden verebilirim. Bir gerçeğe de parmak basarım. Sezon başından buyana ısrarla tekrarladığım gibi bu kadro asla Beşiktaş’ın beklentilerini gerçekleştirecek düzeyde değildi ve boşuna şişirildi...
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2005
<B>BEŞİKTAŞ’</B>ın ilk 45 dakikalık oyun anlayışı, kesinlikle <B>Rıza Çalımbay’</B>ın isteklerinden kaynaklanan bir mücadele biçimi değildi. Bunun altını çizerek, sahadaki 11 Beşiktaşlı’yı, objektif bir görüş kıskacına alıyorum. Her biri, bildiğini okuyan, duyarsızlığa ve ürkekliğe mahkumdu.
Orta sahada rakibe bıraktıkları boş alanlar...Yardımlaşmada isteksizlik... Ve hücumda acemilik...
Bunların hiç biri Çalımbay’ın birkaç haftada Beşiktaş’a yüklediği değerlerle bağdaşmadı.
Ve bu nedenle, ilk 45 dakikada Beşiktaş’ta görev yapan 11 adamı sahanın en kötüleri olarak ilan ediyorum. Çalımbay’ın Beşiktaş’ı, böylesine mahkum bir oyun kurgusu içinde tutmak gibi bir yanlış bir oyun kurgusu ile doldurduğuna da inanmıyorum.
İlk 45 dakikanın bir kötü adamı daha vardı. O da, iki centilmenlik dışı hareketi atlayan, daha doğrusu yakalama becerisi gösteremeyen hakem Fırat Aydınus...
Song’un topsuz oyunda Veysel’e, diğeri de Necati’nin İbrahim Toraman’a salladığı tekmeler...Kartlar sarı veya kırmızı olmalıydı gibi bir değerlendirmeye girişmiyorum. Ancak, her iki hareketin de birer kart gerektirdiğine inanıyorum.
* * *
Beşiktaş, oyunun genelinde G.Saray’ın her iki kanattan taşıdığı toplarda Ribery ve Ayhan’ı kontrolde sıkıntılar yaşadı. Burada, her iki bölgenin sorumluluğunu taşıyan Ali Güneş ve İbrahim Üzülmez’i eleştirmek gibi kolay bir yaklaşıma yönelmeyeceğim. Özellikle Ribery’nin kalitesi ile Ayhan’ın performansı, Beşiktaş’ın bu bölgelerde yaşadığı sıkıntının başlıca nedeniydi.
Oyunun final bölümünde Çalımbay’ın sahaya sürdüğü Ahmet Dursun, Sergen Yalçın ve Ahmed Hassan, skoru değiştirmek için düşünülmüş son çareydi. Hani, tutarsa, tutar gibilerinden...
Oysa, Beşiktaş bu maçı sahadaki yetersizliği kadar kafalardaki derbi ve Ali Sami Yen’de oynama gibi iki gereksiz baskı sonucu kaybetti.
Tümer Metin’in böylesine etkisiz ve kimliğinin çok ötesinde bir 90 dakika geçireceği kimin aklına gelirdi.
Tayfur-Koray ikilisinin her orta saha savaşından yenik çıkacağını kim düşünebilirdi.
Daniel Pancu’nun oyunda kaldığı sürece, sanki ayaklarına pranga vurulmuş gibi yürümekte zorlanacağını söyleseler kim inanırdı.
Ve yedikleri golde, Necati’nin hiç bekletmeden topu oyuna soktuğu anda, Beşiktaş savunmasının pozisyonu böylesine soğuk ve hareketsiz bakışlarla seyredeceğini kim kestirebilirdi.
Beşiktaş’ın kazanmak için bir şansı vardı. G.Saray 10 kişi kaldıktan sonra doğan bir şans. Onu da kullanamadı...
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2005
<B>BEŞİKTAŞ</B>-Sakarya maçının doksan dakikalık kısacık ömründe böylesine pozisyon tartışması yaşacağımı hiç düşünmemiştim... Ve kavgasız-patırdısız geçmesini beklediğim bir maçta, tansiyonun bu denli yükselip, sahadaki futbolcudan tribündeki seyircisiye kadar herkesi çıldırtacağını hiç aklıma getirmemiştim.
Öyleyse, hiç gevelemeden hemen tartışılan pozisyonlara ve oyunun teknik analizine geçiyorum.
Öncelikle dün gece bir gerçeği yakaladım. Beşiktaş, çabuk ve ayağa oynayan rakip karşısında değerlerini yitiriyor...
* Temposu düşüyor.
* Disiplinden kopuyor.
* ve gerçek kimliğini kaybediyor.
Dün gece böyle oldu. Beşiktaş'ın ilk 25 dakikadalık yüksek temposu ve geniş alanlarda rakibe uyguladığı baskı ve pres, Beşiktaş'ın gerçek kimliği idi.
Ve Tümer Metin'in bu dakikalar içinde attığı gol, nefis bir organizasyonun ürünüydü. Yenilen gol ise, savunmada yaşanan şansız bir vakaydı...
* * *
Yediği golden sonraki Beşiktaş, oyunun başlangıç bölümündeki kişiliğinden farklıydı.
* Oyundaki egemenliğini yitirdi.
* Hatalı pas oranı tavana vurdu.
* En güçlü silahı kazanma hırsı bile Beşiktaş'ı gerçek kimliğine döndüremedi.
Bunlar da büyük derbi öncesi Beşiktaş'ın olumsuz ve düşündürücü yönüydü.
Tartışılan pozisyonlar, penaltılar mı?
İlki kesin penaltıydı. Ceza sahası içinde Ragıp'ın, Carew'e müdahalesi kontrolsüz bir davranıştı. Ve hakem penaltıyı çaldı.
İkinci penaltı gördüğüm kadarıyla, ceza sahası dışında oluştu. Mesut, gole giden Carew'i formasından çekti. Kırmızı kart doğru karardı. Ancak, Carew ceza sahası içinde değil dışındaydı.
Hakem Vedat Yüksel kesinlikle art düşünceler taşımıyordu. Gördüğünü çaldı, göremediğini kaçırdı. Gördükleri mi çoktu, göremedikleri mi, buna kesin bir yanıt veremeyeceğim. Yoruma açık...
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2005
<B>OYUNUN</B> her dakikasında <B>Del Bosque</B> dönemi ile <B>Rıza Çalımbay</B>'ın Beşiktaş'ını kıyasladım. Ve Beşiktaş'ın, Del Bosque ile yitirdiği değerleri Çalımbay ile yeniden kazanmak için ne gibi kavramları kovaladığını tek tek notlarıma düştüm...
Sahadaki Beşiktaş, 11 kişilik bir aileye benziyor. Birbirinin ayıbını örtmek için hiç kırılıp-darılmadan koşan, sevgi bağları güçlü bir aile...
Beşiktaş, oyunun ilk 25 dakikasında soyunma odasında aldığı direktifleri hiçbir fantaziye kaçmadan uyguladı. Koyu bir disiplin içindeydi. Bu da Beşiktaş'ın en güzel yönüydü.
İlk yarı sonuna doğru başlayan aşırı top kaybı ve hatalı paslar, Rıza Çalımbay'ın düşünceleriyle, sahadaki Beşiktaş arasında derin bir uçurum yarattı. Ve Beşiktaş, oyunun egemenliğini rakibe kaptırdı. Özellikle Ahmet Yıldırım'ın ardı ardına attığı hatalı toplar dikkatimi çekti.
En güçlü silah
Ve bu dönemde oyunun ağırlığı Beşiktaş savunmasının üzerine yığıldı. İbrahim Toraman-Koray-Çağdaş üçlüsünün kontrollü ve akıllı oyunu bu zor dönemde rakibin hücum girişimlerini kolaylıkla önledi. Koyu bir baskı altındaki savunma, rakibe pozisyon ve rahatlığı vermedi.
Beşiktaş oyunun genelinde, Gaziantep'in hücum gücünü kırmak ve hızlı temposunu önlemek için topu kaptırdığı her bölgede, rakibi faulle durdurmak gibi bir davranışa yöneldi. Ve bunda da başarı sağladı.
Rıza Çalımbay, Ahmed Hassan'ı geniş alanlarda koşturmak için Carew ile Veysel ikilisinin hemen arkasında oynattı. Ve bu bölgede Ahmed Hassan'ın kendini özgür hissettiği her halinden belliydi...
Ve sonuçta Tümer, Ronaldo ve Pancu gibi aslarından yoksun Beşiktaş, iyi oynamasa da, maçı almak için en güçlü silahını kullandı. Kazanma hırsıyla dolu bir kadro, 90 dakika bu duygularla savaştığı bir oyundan 3 puan çıkarttı.
Beşiktaş'ın şimdiye dek Gaziantep'te oynadığı 13 deplasmandan sadece 2'sini kazandığını söylersem, dün gece aldığı 3 puanın değeri daha iyi anlaşılır.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2005
<b>SELÇUK DERELİ’</B>nin oyunu bitirecek düdüğünü beklerken, cep telefonum çaldı. Sevgili dostum ve servis müdürüm <B>Esat Yılmaer </B>arıyordu. Beşiktaş için attığı başlığı söylüyordu bana...
9 canlı Kartal!
Nasıl beğendin mi? diye sordu... Hemen yanıtladım...
Hiçbir yazı Beşiktaş’ı böyle tarif edemez.
Sonra bir soru daha geldi...
Sen yazını yazdın mı?
Hayır yazmadım.
Niye yazmadın?
Beşiktaş’a dalıp gitmişim. Aklıma bile gelmedi dedim...
Güldü ve telefonu kapattı.
Sonra arabaya atlayıp kelle koltukta, şoförün ayağı hep gazda gazeteye yetiştim...
* * *
Gerçekten seyrettiğim Beşiktaş herkes gibi beni de şaşırttı. Bakın, dün geceki 9 canlı Beşiktaş’ta neler gördüm...
Öncelikle forma giyen 14 kişinin her biri kazanma hırsı ile doluydu.
15.dakikada 10, daha sonra 9 kişi kalmasına karşın kaybetmek gibi bir komplekse hiç kapılmadı.
Ve bu inancını tribünlere de taşıdı.
Yardımlaşarak ve savaşarak rakibin sayısal üstünlüğünü kırdı.
Nefis bir fizik gücü örneği verdi.
Takım olabilme gibi Del Bosque döneminde unuttuğu bir özelliğini dün gece tekrar hatırladı. Ve yüreğini sahaya koydu.
Hiç mi yanlışı yoktu Beşiktaş’ın.
Onları da sıralayayım...
Ronaldo’nun kısa bir zaman dilimi içinde gördüğü iki sarı kart.
Tümer Metin’in tehlikeli bölgenin çok uzağında yaptığı gereksiz bir faul. Ve ikinci sarı karttan oyun dışı kalışı.
Ve kenar yönetiminin dün gecenin kahramanlarından ama penaltı atışlarında pek başarılı olamayan Tümer Metin’e penaltı attırması.
Bunlar da Beşiktaş’ın yanlışlarıydı. Ancak, yaşadığı ve yaşattığı güzellikler hepsini unutturdu.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2005
<B>BEŞİKTAŞ'</B>ı seyrederken, aklıma <B>Mircea Lucescu </B>takıldı... Ve geçen her dakika Lucescu klasiğine benzeyen bir oyun felsefesinin izlerini sevgili Rıza Çamlıbay'ın oyun planında gördüm.
Lucescu fantazileri hiç sevmezdi. Sevgili Rıza Çalımbay da, Beşiktaş'ı adeta abartılı düşüncelerden kaçırdı. Ve Beşiktaş'ı hücuma koşturduğu pozisyonlarda bile kademeler arasındaki dengelerin bozulmasına asla izin vermedi.
Öncelikle, skoru her an değiştirebilecek Gençler'in iki adamı Youla ve Mustafa Özkan sahanın her bölgesinde yakın markaj altındaydı. Çağdaş ve İbrahim Toraman bu ikilinin peşinde birer gece bekçisini andırıyordu. Ve böyle bir düzen, ilk yarıda Gençler'e tek pozisyon vermedi.
Beşiktaş orta sahası savunma işlevlerini bitirmeden hiçbir koşulda hücuma koşmak gibi bir hevese kapılmadı. Savunma defterini kapatmadan, hücumda bir sayfa açmadı...
Kaptan Tayfur da böyle bir disiplinin katı kurallarına uydu, yeni transfer Koray Avcı da...Ve ilk 45 dakika Beşiktaş oyun disiplinini hiç bozmadan tamamladı.
* * *
Aynı şeyleri oyunun final bölümü için söyleyemeyeceğim. Beklenmedik bir anda gelen gol, Beşiktaş'ın ilk 45 dakikada yakaladığı değerlerin tümünü alıp götürdü.
Hemen Ali Tandoğan'ın frikik golüne geliyorum... Ve aklıma takılan soruları sıralamak istiyorum...
Ali Tandoğan, frikik atışını kullanmadan, Tayfuf barajı bozuyor. Pozisyonu gören Kuddusi Müftüoğlu, hemen düdüğünü çalıyor. Yani, oyunu kesiyor.
Buna rağmen Ali Tandoğan topa vuruyor, barajdan seken top, kaleye giriyor.
Ve itirazlar başlıyor.
Şimdi soruyorum... Bir futbolcu hakemin düdüğüne göre hareket eder. Düdüğü duyduğu an topla ilişkisini keser, hareketleri yavaşlar, dikkati dağılır.
Tıpkı Cordoba'da olduğu gibi...
Ve diğer futbolcular da aynı yanlış kararın kurbanı...
Düdüğü duyduktan sonra dağılan baraj ve yenilen gol... Bu da Kuddusi Müftüoğlu'nun ayıbı değil mi?
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2005
<B>TRİBÜN</B> sessizliğinden kurtulan ve taraftar coşkusuna kavuşan Beşiktaş, yüksek tempoynama isteğiyle doluydu.<br><br>Böyle bir hevesin skora yansıması için, diğer değerlerin de devreye girmesi gerekiyordu. Öncelikle savaşçı kişilikleri ile ön plana çıkan Okan Buruk, Kaptan Tayfur, Tayfun Korkut ve İbrahim Üzülmez top kapmada gösterdikleri beceriyi, topu olumlu kullanma ustalığına taşıyamadılar.
Bu eksiklik ilk 45 dakikada Beşiktaş'ın hücumda beklenen patlamayı gerçekleştirmesini engelledi.
John Carew ile Veysel'in yine ilk yarıda gole uzak bölgelerde top aramalarının ve pozisyon bulmakta zorlanmalarının başlıca nedeni de buydu...
Daniel Pancu, oyunun en çok koşanlarından biriydi. Biraz da topla aşırı oynama hastalığından kurtulsa... Etkinliği daha da artacak.
* * *
İkinci yarıda ağırlaşan saha koşulları, Beşiktaş'ın yüksek temposunu frenledi.
Böylesine sıkıntılı bir ortamda aranan golü ya beklenmedik bir şut veya bir karambol pozisyonu getirebilirdi.
Rıza Çalımbay, daha değişik düşündü... Ve Sergen Yalçın'ı sahaya sürdü. Bu, bir bakıma pas trafiği ve oyun organizasyonunda yaşanan sıkıntıya aranan son çareydi. Ve büyük usta bir frikik atışında yine farklı kimliğini sergiledi. Yarattığı karambol ile skoru belirledi.
* * *
Rıza Çalımbay, dün gece Beşiktaş'ı 4-4-2 düzeninden alıp 3-5-2 klasiğine taşıdı. Ve bu düzende özellikle savunmada Ronaldo'nun kurduğu denge, İbrahim Toraman ve Çağdaş ikilisini de rahatlattı.Ayrıca, Ronaldo'lu savunmanın, orta saha ile bütünleşme isteği ve oyuna katkı çabaları diğer maçlardan farklıydı.
Bir konu kafamı kurcalıyor... Beşiktaş, Rıza Çalımbay'ı göreve getirmeyi aklına koyduysa, bu nikahı neden ilk yarı sonunda kıymadı...
40 günlük devre tatili yeni evlilerin birbirlerini daha iyi tanımaları için bulunmaz bir fırsat değil miydi? Düşünüyorum ve 40 günü boşa harcanan bir zaman dilimi gibi görüyorum.
Yazının Devamını Oku