Korkut Göze

Balık elden kaçtı

2 Aralık 2005

<B>BEŞİKTAŞ,</B> oyunun ilk 45 dakikalık bölümünden sonra soyunma odalarına alkışlarla uğurlandı.

Beşiktaş’ın etkili performansı ve oyun coşkusu tribünleri mutluluğa uçurmuştu.

Ve o tribünler, Beşiktaş’ın bu maçı alacağına inanmıştı.

<B>Tigana</B>’nın oyun kurnazlığı, Zenit’in tüm değerlerini adeta silip atmıştı. Kenarlardan gelişen her Zenit atağı, tehlikeli bölgeye ulaşmadan etkinliğini yitiriyordu. Bir bakıma <B>Tigana </B>rakip takımın en etkili silahını susturmuştu.

Solda, <B>Adem Dursun </B>ve <B>İbrahim Üzülmez </B>bu bölgenin çalışkan işçileriydi. Sağda, <B>Ali Tandoğan </B>iki kişilik oynuyordu. Ve iki ağır sorumluluğu da olağanüstü bir özveriyle taşıyordu. Her Beşiktaş atağına gerilerden inanılmaz bir süratle katılıyor ve nefis ortalarla pozisyon üretiyordu. Beşiktaş’ın golü de <B>Ali Tandoğan </B>ile <B>İbrahim Akın </B>diyaloğunun mükemmel bir ürünü değil miydi... Ve bu ikili benzeri işleri ilk yarı süresince hep tekrarladı.

<B>Tigana’</B>nın hücum sevgisi Beşiktaş’ın oyun düzeninde net çizgilerle şekilleniyordu...

<B>İbrahim Akın’</B>ın etrafında topaç gibi dönen ve hücuma koşan <B>Ahmed Hassan. </B>Ve etkili driplinglerle rakip savunma dengelerini bozan <B>Sergen Yalçın.</B>..

* * *

Yazının Devamını Oku

Keşke yaramaz desydik?

29 Kasım 2005
BELKİ de yılların en sessiz ve patırtısız derbisiydi. Fırlatılan bir-iki ayran kutusu ve birkaç yumurta... Saha içindekiler ise, tam anlamı ile birer centilmendi. Oyunu kurallarına göre oynadılar, birbirlerini incitmekten çekindiler.

Bu derbi G.Saray için bulunmaz bir fırsattı. Kimilerine göre, son şans... İşte G.Saray, böyle bir derbiyi kaybetti...

Ve yenilgiye çeşitli yorumlar geldi. Biri diğerlerinden çok farklıydı. G.Saray Teknik Direktörü Gerets, duyduğu acının isyanı ile hiç çekinmeden düşüncelerini seslendirdi...

Aptalca bir gole yenildik!

Tercümeyi yapan Erdal Keser, Gerets’in bu sözlerine sansür uyguladı. Ve seslendirmedi...

Ancak, Almanca bilenler, Gerets’in öfke ve acı karışımı bu sözlerini kolayca yakaladılar...

Aptalca bir gole yenildik.

* * *

MAÇ sonrası yorumlarda herkes, Gerets’in söylediği gibi G.Saray’ın kolay ve basit bir gol yediği görüşünde birleşiyordu.

Ve faturayı da Mondragon’a kesiyordu.

Ancak, madalyonun bir de diğer yüzü vardı. Ve bu bölümde eleştiri okları Gerets’e çevriliyordu. İşte, Gerets’i ilk Fener derbisinde yaralayan eleştri satırlarından bazıları...

4 G.Saray derbiyi orta sahada kaybetti. Bir F.Bahçe orta sahasına bakın, bir de G.Saray’ın. Yorgun bir Ergün Penbe. Fizik açıdan bitik bir İliç. Ve neden oynadığı bilinmeyen bir Hasan Şaş.

4 Ümit Karan gibi gol krallığına aday bir santrfor kenarda oturuyor. Ve G.Saray Hakan Şükür’ü köprü yapıp, çağdışı bir oyun felsefesi ve şişirme toplarla pozisyon kovalıyor.

4 G.Saray’ın gol umudu, sadece F.Bahçe savunmasının hatalarına ve şansa kalmıştı.

4 Gerets, orta sahanın yükünü gariban Saidou’ya bırakmakla ağır bir fatura ödedi.

4 G.Saray’ın tam 58 uzun top kullandığı bir maçı kazanması çok zordu. Gerets’in bunu düşünmesi gerekmez miydi.

Eleştiriler daha da uzayıp gidiyordu. Ve sonuçta herkes yine ortak bir düşüncede birleşiyordu...

G.Saray sadece yenilen aptalca bir golle kaybetmedi!

Derbiyi iyi yorumlayamayan Gerets de adeta yenilgiyi hazırladı...

* * *

F.BAHÇE Teknik Direktörü Christoph Daum, derbinin planını 3 ana konu üzerinde yoğunlaştırdığını söylüyordu.

1-Kaptığımız her topta çabuk ve dikine paslarla kaleye gitmek. Bunu bir hafta süresince hep çalıştık.

2-
Derbiye iyi konsantre olup, 12.galibiyeti alarak rekorumuzu kırmak.

3- Ve bu maçı gol yemeden tamamlamak.

Bana göre, derbi planının üçüncü maddesi, Christoph Daum’un gönlünde yatan aslandı...

Derbiyi gol yemeden tamamlamak.

İşte Daum, öncelikle bunu hedefledi. Beşiktaş derbisi ve deplasmanında olduğu gibi...

Önce tek puanı garantiye alacak bir oyun kurgusu düşündü. Sonrasını futbolcularının becerisine bıraktı.

Bu, derbilerdeki Christoph Daum klasiğidir.

Aynı klasiği deplasmanda oynadığı her iki derbide de sahneye koydu. Ve kazandı.

İster Daum’u alkışlayın, ister futbolcuları.

Aradaki fark 6 puana çıktı. Ve F.Bahçe Daum ile üçüncü şampiyonluğuna koşuyor.

Yahu, bu başarıda Daum’un hiç mi katkısı yok. Birkaç arkadaşa sordum. Mırın-kırın ettiler.

Aklıma, bir süre önce servisimizi ziyaret eden Sinan Engin’in, Daum için söylediği sözler geldi.

Bana Daum’un F.Bahçe’de başarılı olup olamayacağını sordular. Gözünüzü kırpmadan alın, bu ligi en iyi bilen yabancı odur dedim.

Sonra şöyle tamamladı konuşmasını...

Halt ettik söylemekle. Keşke yaramaz deseydik!

* * *

VE BEŞİKTAŞ, Sivas deplasmanından üç puanla ve iki kırmızı kart ile döndü.

Koray’ın gördüğü kırmızı karta bir itirazım yok.

Ancak, Ailton’un kırmızı kartına isyan ettim.

Gitti, Cem Karacan’ın en nazik yerine bastı tekmeyi.

Tekmenin bir mazereti olabilir mi? Hadi olabilir diyelim. .

Ama erkek adam, bir oyunda erkeğin erkekliğini hedef alamaz.

İşte buna bozuldum.
Yazının Devamını Oku

Resimdeki Beşiktaş

27 Kasım 2005
BEŞİKTAŞ’IN 10 futbolcusu sakattı. Biri de cezalı... Sivas’ta sahaya çıkan sağlamlar maç öncesi fotoğraf çektirdiler. Kol kola girdiler, kenetlendiler ve kazanma hırsı ile bilenmiş bir takım havası yarattılar. Ve merakla beklemeye başladım. Fotoğraftaki görüntüyü sahaya yansıtmaları bir hayli zordu. Çok koşmaları, yürekten savaşmaları gerekiyordu.

Bu da yetmeyebilirdi. Yakaladıkları her fırsatı değerlendirmeleri galibiyet için bir başka koşuldu...

Beşiktaş, Ailton’un oyundan atılmasına kadar sıraladığım değerlerin hiç birini yakalayamadı. Ve bir de gol yedi... Bu gol bile Beşiktaş’a gerekli kükreyişi getirmedi.

Ve 24. dakikada Ailton’a çıkan kırmızı kart bir anda Beşiktaş’ın rengini değiştirdi. Savunma hataları düzeldi, göbekteki Mustafa Doğan-İbrahim Toraman ikilisi daha etkili ve akıllı oynamaya başladı.

Okan Buruk ve Koray Avcı iki kişilik koşmaya başladı. İbrahim Akın’ın aksiyonları düzeldi, Tümer Metin’in sorumluluk anlayışı değişti.

Ve Beşiktaş yediği golün altından kalkarak ilk 45 dakikayı alkışlar ve iki golle kapattı.

* * *

Bu, Beşiktaş’ın maç öncesi çektirdiği fotoğraftaki görüntüsüydü. Ailton’un çıkması ve 10 kişi kalmasından sonra kazanmak için sarf ettiği emeğin ve çabanın skora yansıyan güzelliği idi.

Hemen bir paragraf açıp, lafı Ailton’a getiriyorum. Neden kırmızı kart gördüğünü anlayamadım...

Ve niye atılmak istediğine de bir anlam veremedim. Yerde yatan Cem Karaca’ya atacağı tekmenin bir kırmızı kart getireceğini biliyordu Ailton...

Öyleyse bu tekmeyi niye attı ve Beşiktaş’ı 10 kişi bıraktı. Düşünülmesi ve araştırılması gereken bir olay...

* * *

10 kişilik Beşiktaş oyunun final bölümünde skoru koruma çabasındaydı. Ve her geçen dakika 10 kişi oynamanın fizik yorgunluğu Beşiktaş’ın omuzlarına çöktü.

Hücum hedefi kırıldı, pas hataları çoğaldı ve oyun Cordoba’nın kalesine yıkıldı. Bir ara oynayanlara dikkatle baktım... Beşiktaş’ta, Cordoba’nın dışında hiç bir yabancı yoktu.

Ve yerli futbolcular kazanmak için olağanüstü bir çaba harcıyordu.

Bu arada gelen 3. gol Beşiktaş’ı farklı bir galibiyete taşıdı.

Bilemiyorum başkaları ne düşünür... Ben dün gece fotoğraftaki Beşiktaş’ı beğendim.
Yazının Devamını Oku

Manşetten tek sütuna

22 Kasım 2005
GAZİANTEP yenilgisi ligin 13. haftasında ve puan cetvelinde Beşiktaş’ı 7. sıraya itti. <br><br>İstatistikler berbat bir Beşiktaş manzarası çiziyor? 13 haftada topladığı 19 puanla 48 yıllık lig tarihinin 41’inden daha kötü bir sezon yaşıyor Beşiktaş.

Yıkılmaz kalesi İnönü Stadı’nda oynadığı 7 maçın 2’sini kaybediyor, 2’sinde berabere kalıyor, 3’ünü ise kazanıyor.

Ve Toplam 21 puanın 10’unu kaybediyor!

Saha içindeki sorunların benzerlerini saha dışında da yaşıyor Beşiktaş.

Sevgili Demirören istifadan söz ediyor.

Taraftar, tribünleri boşaltıyor ve öfke dolu sloganlar atıyor...

Bari, küme düşmeyelim sayın başkan!

Kulislerde olağanüstü kongre konuşuluyor.

Ve Tigana, G.Antep yenilgisinden sonra duygularını şu sözlerle dile getiriyor...

Başım çok ağrıyor. Bu gece uyumak için hap alacağım!

İşe bakın... Beşiktaş, üç haftada Tigana’yı da yatağa düşürdü.

Herkesi hasta ediyor.

Başkanını, taraftarını ve de camiasını!

Meslekdaşlarım adına konuşmak istemiyorum. Yine de söyleyeceğim...

Yazarlarını ve muhabirlerini de kahrediyor Beşiktaş.

Açın spor sayfalarını ve bakın...

13 haftadır hangi gazete, Fener derbisi dışında Beşiktaş’ı manşete taşımış?

Her Beşiktaş maçı, iç sayfalarda ve ücra bir köşede...

Tek haber gibi kullanılmak ne acı.

Bu Kartal, sizler kadar bizleri de kahrediyor sevgili Beşiktaşlılar...

Çünkü, ekmeğimizle oynuyor!

* * *

F.BAHÇE bir rekoru kovalıyor. Geçen hafta, Manisa galibiyeti ile 11 maç üst üste kazanma başarısını gösterdi Fenerbahçe...

Önümüzdeki iki haftada G.Saray ve Trabzon maçlarını da kazanırsa, Beşiktaş’ın 13 maçlık rekorunu egale edecek.

Beşiktaş’ın mı?

Evet Beşiktaş’ın!

1959-60 sezonunda Andrea Kutik döneminde Beşiktaş bir sezonda 13 maç ardı ardına kazanmıştı.

Nasıl mı kazanmıştı?

Yene yene, devire devire...

O zamanlar Kartal gibiydi!

Ve bugünkü Beşiktaş’a hiç benzemiyordu.

* * *

VE bugünkü Beşiktaş mı ne halde?

Her biri stres içinde. Karmakarışık duygularla boğuşuyor. İşte bir örnek...

G.Antep maçında Sedat sakatlanınca, G.Antepli futbolcu tedavi için ayağındaki topu taca atıyor.

Tedavi bitiyor. Topu Beşiktaşlıların Gaziantepspor’a vermesi gerekiyor.

Vermiyorlar topu ve oyuna devam ediyorlar.

Fair-Play’i bile unutuyorlar.

Ve birkaç saniyeden medet umuyorlar!

* * *

CRİSTOPH DAUM, geçen hafta yine en çok eleştiri alan teknik adamlardan biriydi.

Ancak, istatistiklere göre, F.Bahçe tarihinin en başarılı teknik adamları listesinde başı çekiyor Daum...

F.Bahçe bu sezon 13 lig maçı oynuyor. 4 Avrupa kupası, 1 Türkiye Kupası, 4 hazırlık maçı (Anderlecht, Standart Liege, Köln ve Everton)

F.Bahçe, bu maçların sadece ikisini kaybediyor.

Biri Milan, diğeri Schalke...

Ve Christoph Daum’u bu hafta büyük bir sınav bekliyor. Ali Sami Yen’deki G.Saray derbisinin sonucu ortalığı birbirine katacak.

F.Bahçe yenilirse, Daum yine eleştirilerin hedefi olacak.

Ya kazanırsa?

Daum’un ağzından çıkacak her kelime manşetleri süsleyecek.

Kendisini eleştirenlere sataşacak.

Ve futbolcularına övgüler yağdırırken, aslan payını da kendine ayıracak. Ve diyecek ki...

Yaptığım değişikliklerle maçı kurtardım.

Aynen geçtiğimiz hafta Manisa maçından sonra söylediği gibi.
Yazının Devamını Oku

Terkedildiniz

21 Kasım 2005
BUZ gibi bir hava... Titreyerek stada girdim ve koltuğumun kenarına adeta büzülerek oturdum. Erken bastıran kara kış fena yakalamıştı İstanbul’u. Gözlerim hemen boş tribünlere takıldı. Onbinlere oynayan Beşiktaş, geceyi bir-kaç bin seyirci ile geçirecekti. Berbat hava Beşiktaş’ı İnönü’de yalnız bırakmıştı. Oysa yanılıyordum... Maç başladıktan sonra geçen dakikalarda bir gerçeği hemen hissettim.

Ne suratıma çarpan kar taneleri ne de kemiklerimi donduran soğuk...Hiç biri değildi Beşiktaş’ı tribün yalnızlığına iten.

Berbat oyun ve ardı ardına gelen kötü sonuçlar taraftarı da bıktırmıştı.Ve o büyük ve güçlü koro, artık şarkıları ile Beşiktaş’ı coşturmuyordu.

Oyun başladıktan bir süre sonra, tribünlerin futbolculara yönelik bir öfkenin sesleri de bunu adeta doğruluyordu...

Bu tribünleri sizler bu hale getirdiniz!

* * *

TRİBÜNLERİ çıldırtan Beşiktaş’ı bir süre izledim. Ve gördüklerim, Tigana’nın zor bir işe soyunduğunu anlatır gibiydi...

Doğruları ve yanlışları tek tek not aldım. İşte Beşiktaş’ın iki yüzü...

Beşiktaş’ta herkes hevesle atağa koşuyor. Ve Beşiktaş rakip kale önünde kalabalık bir hücum mangası oluşturuyor.

Ancak, hücuma koşanların karşı atakta geri dönüşleri bir facia. Rakip takım, Beşiktaş orta alanında, baskı ve pres gibi caydırıcı hiçbir direnişle karşılaşmadan kolayca kaleye yöneliyor.

Dün gece ne Kleberson ne de Koray Avcı bu bölgenin sorumluluğunu gerektiği gibi taşıdılar.

Tümer Metin ile Ahmet Hassan ise, Beşiktaş’ın yediği golden sonra daha çok rakip kaleyi ve hücumu düşündükleri için orta alana gerekli desteği sağlayamadılar.

Ve savunma, arkasına atılan her topta inanılmaz hatalar yaptı, rakibe pozisyon rahatlığı verdi. İbrahim Akın ile Çağdaş beklenen performanstan uzaktı.

* * *

BEŞİKTAŞ, bunca hücum hevesine karşın, bilinçli bir organizasyon oluşturmakta sıkıntılar yaşadı.

Ailton oyunda kaldığı sürede hiçbir etkinlik gösteremedi. Ve Beşiktaş, bu golcü ile olumlu bir diyalog kurmayı hala beceremedi. Hiç abartmadan söylüyorum, Ailton’un ayağına değen top sayısı bir elin beş parmağını geçmedi.

İbrahim Akın, ayağına gelen her topu kötü kullandı. Ali Tandoğan ile son 25 dakikada oyuna giren Okan Buruk’un farklı performansları da Beşiktaş’ı kurtarmaya yetmedi.

Şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi? Taraftarın Beşiktaş’ı neden terkettiği!
Yazının Devamını Oku

O gol!

17 Kasım 2005
OYUNUN ilk dakikasında yediğimiz golden sonra, bir soru kafamı kurcalamaya başladı. Milli Takım böylesine ağır bir skorun altından kalkarak, Almanya vizesini alabilir mi?

Tribünler gibi ben de yıkılmıştım. Daha da açık konuşayım, o gol umutlarım ve beklentilerimi sanki Kadıköy'e gömmüştü.

Çekip gidebilirdim... Çok kişi gibi, geri kalan dakikaların anlamsız ve boş bir bekleyiş olduğunu da düşünebilirdim.

Sorumluluğum ve görevim beni koltuğa çiviledi. Ve gördüklerim, o ilk dakikada yitirdiğim heyecan ve umutlarımı tekrar geri getirdi.

Milli Takım, dimdik ayaktaydı ve inancını hiç yitirmemişti. Kazanma hırsı dipdiriydi. Maça asılıyordu, tek yürekti ve savaşıyordu.

16. dakikada Necati'nin pasını Hakan Şükür dışarı atmasaydı... Ve bir dakika sonra yine Hakan'ın bir atağında rakip savunmanın eline çarpan topa Belçikalı hakem penaltı çalsaydı...

İnanıyorum, daha sonra Tuncay ve Hakan Şükür'ün attığı goller Milli takımımızı daha ilk yarıda farklı bir skora koştururdu.

* * *

Bir ara gözüm Fatih Terim'e takıldı. O da bir futbolcu gibi kenarda terliyordu. Milli Takım'a nefis bir taktik sofrası hazırlamıştı.

Milli Takım, belki de hiçbir maçı böylesine hırs ve öfke karışımı duygularla oynamamıştı.

Emre Belözoğlu, nefis bir performans sergiliyordu. Tuncay Şanlı, hücum ve savunma bölgelerinde inanılmaz bir çaba gösteriyordu.

Hamit Altıntop'un sağ kanat bindirmeleri mükemmeldi. Hakan Şükür, her hava topuna yükseliyor ve rakip savunma dengesini şaşırtıcı deparlarla bozuyordu.

Ümit Özat'ın yerine soyunan Ergün Penbe, sol kulvardan akıllı çıkışlar yapıyordu.

Ve 52. dakikada Necati'nin penaltı golü... Bu gol, tribünlere göre Milli Takım'ın Almanya'ya attığı ilk adımdı. Bir adım sonra vizeyi alıyorduk.

Ve beklemeye başladık. İnançla dördüncü golü arıyorduk...

* * *

Bu golü atmalıydık. Çünkü atacak kadar baskılıydık. İstekliydik ve de kararlıydık.

Ama olmadı. Dördüncüyü kovalarken, beklenmedik bir gol yedik. Bu gol her şeyi bitirdi. Yine başa dönüyorum. Ve ilk dakikadaki o şok golü düşünüyorum. Belki de kolaylıkla kazanacağımız maçta bizi zorluklara sürükleyen o şok golü aklımdan atamıyorum.

Yine de kızamıyorum Alpay'ın inanılmaz hatasına... Çünkü biliyorum ki, o herkesten fazla acı çekiyor.

Ve bir şeye kahroluyorum...Bir takım 4 gol atıp da elenir mi?

Eleniyorsa, demek ki, Almanya bizim kısmetimizden çıkmış!
Yazının Devamını Oku

Bir yere gitmez

8 Kasım 2005
F.BAHÇE, ligde tam gaz gidiyor. Sivas gibi zorlu bir deplasmandan aldığı üç puan bile kimseyi şaşırtmadı. Ve sonuçta yazılı ve görsel basın, daha doğrusu cümle-alem yine aynı görüşte birleşti...

F.Bahçe, bu lig için fazla bir takım!

Artık, F.Bahçe’nin Süper Lig’de aldığı her galibiyet, yer ve mekana bakılmadan olağan bir sonuç gibi kabul görüyor.

Ama Christoph Daum’un her başarı sonrası verdiği bomba demeçler, F.Bahçe’nin aldığı sonuçlardan daha çok ses getiriyor.

Sivas maçı öncesi Alman Haber Ajansı DPA’ya söylediklerine bir bakın. Nokta atışlarla öfke duyduğu mevzilere adeta ateş püskürüyor. Ve mutsuzluğunu sert bir dille herkese duyurmak istiyor...

Defolup gideceğim!

Daha sonra topun ağzını basına çeviriyor ve bir gülle de oraya sallıyor...

Türk basını sağlıklı bir şekilde çalışmamızı engelliyor!

Ve devam ediyor Christoph Daum...

4 Onlarla oturup bir maçı sportif bir çerçevede analiz edemiyorsunuz.

4 Burada çalışmak çok zor. Bu durumu daha fazla sineye çekmeyeceğim.

4 Başka bir kulüpte çalışmak daha cazip gelirse, Türkiye’deki geleceğimi sorgulamaya başlarım.

Bu sözler, Christoph Daum’u tanımayanlarca belki yadırganabilir...

Ama ona yakın çevreler için hiç de öyle değil.

Peki, nedir bu çıkışın anlamı?

İşte o yakın çevrelerce bu bilmecenin çözülmüş şekli...

Daum, her başarıdan sonra güven tazelemeye özen gösterir.

Bu bir... Daha sonra?

Bazı makamlara mesaj gönderir.

Mesela, nereye?

Örneğin, başkana ve yönetime.

Daha daha nerelere?

Taraftarından futbolcusuna kadar gerek duyduğu her yere.

Fenerbahçe’de 3 sezonda çizdiği tabloya bir bakın Daum’un...

İki yıl üst üste Süper Lig şampiyonluğu. Üçüncü sezonunda 12. hafta itibari ile son 46 yılın gelmiş geçmiş en başarılı performansı.

10 galibiyet ve sadece 2 beraberlik.

Ve hala namağlup bir takım.

Christoph Daum, böyle bir ortamda konuşmayacak da kimler konuşacak.

F.Bahçeli bir yöneticinin söylediği gibi...

Daum fırsatı yakaladı mı, hemen golünü atar.

İşte son demeci de bu gollerden biri. Yoksa, bir yere gideceği yok Daum’un...

* * *

VE Norveç’ten gelen bir haber...

John Carew, ülkesinde yılın futbolcusu seçildi.

Hiç de şaşırmadım.

Dünyanın en formda ekiplerinden biri olan Lyon’da harikalar yaratan Carew’in, Norveç’te yılın futbolcusu seçilmesi gayet normal değil mi...

Beni asıl şaşırtan şey, Beşiktaş bu adamı nasıl gözden çıkardı?

Lyon’un verdiği göz kamaştırıcı para mı!

Olabilir. Yine de haberi okuduktan sonra Malatya maçındaki Ailton’u gözlerimde canlandırdım...

Ve Carew’in büyüklüğünü daha iyi anladım.

Ve bir şey aklıma takıldı.

Beşiktaş, Ailton’u gözden çıkarırsa, kaça alıcı bulur?

Bırakın parayı-pulu, bu formu ve şeklini görüp de bir kişi Beşiktaş’ın kapısını çalsın...

Dişimi kırayım!

* * *

TİGANA yönetimindeki Beşiktaş’ı Malatya maçında beğenen de çıktı, beğenmeyen de.

Ben, beğenmekten çok olumlu bakanlardan biriydim.

Bazı farklı gelişmeler gördüm Beşiktaş’ta. Ali iyi oynamış, Mehmet kötü. Şu berbatmış, diğeri idare edermiş...

Geçin bunları. Beşiktaş’ı kurtaracak ışığı Ahmet’in, Mehmet’in ayaklarında değil, bir başka yerde gördüm.

Nerede mi?

Kafalarında gördüm. Bazıları işin rengini anlamış.

Tigana’nın hazırlayacağı ve yönetime sunacağı rapor herkesi değiştirdi.

Hiçbir futbolcu, kelleyi Tigana’ya kaptırmak istemiyor.
Yazının Devamını Oku

Önce hücum

7 Kasım 2005
JEAN Tigana, Beşiktaş'ı hücuma hevesli bir oyun kalıbının içine sokmaya çalışıyor. 4-2-3-1 şeklindeki dizilişin sahaya yansıması futbolculara farklı ve artı sorumluluklar da getiriyor. Beşiktaş'ın asla bir kalıbın rakamsal dizilişine sıkışık kalmasını istemiyor Tigana. Savunmadan başlayan hücum hevesi, süratle Beşiktaş'ın en ilerideki adamı Ailton'a kadar yayılıp gidiyor.

Sağda Ali Tandoğan, solda İbrahim Üzülmez dün gece oyunun önemli bir bölümünü rakip sahada geçirdi. Kanat bindirmeleri Beşiktaş'ın oyun etkinliğine zaman zaman farklı bir işlerlik getirdi. Beşiktaş, henüz bu işin ve oyun düşüncesinin acemisi gibi görünebilir. Ancak, yeni düzene sıcak yaklaşımları net bir biçimde hissediliyor.

Rakibi karşıladıktan sonra kalabalık bir hücum mangası oluşturuyorlar. Ve bir anda Ailton'un etrafında çoğalıyorlar. Tümer Metin, İbrahim Akın, Kleberson, Koray, Okan ve savunmadan gelen Ali Tandoğan ile İbrahim Üzülmez... Herbiri rakip kalede pozisyon kovalıyorlar.

***

Beşiktaş'ın yeni düzene alışması fazla zaman almayacak. Dün gece bunun ışıltılarını gördüm. Ancak, yaşayacağı sıkıntıları da yakaladım.

Çok adamla hücuma çıkarken hatalı paslar Beşiktaş'ın başına beklenmedik işler açabilir. Kaptırılan her top Beşiktaş'ı sıkıntılara sürükleyebilir.

Hele hele Kleberson gibi teknik becerisi üst düzeyde bir futbolcu hücuma koşarken rakibe 5 top kaptırıyorsa... Ve bu toplar Beşiktaş kalesine birer tehlike olarak dönüyorsa... Herbir Beşiktaşlı futbolcu özellikle hücuma koşarken basit ve riskten uzak davranmalı. Abartılı davranışlardan kaçınmalı.

Tigana'nın, Kleberson'u oyundan almasını hiç yadırgamadım. Belki bir gün Ailton'u da kenara çekebilir.

Beşiktaş'ta iki isim diğerlerinden farklı bir performans sergiledi. Biri Koray Avcı, diğeri İbrahim Akın... Tümer Metin ve İbrahim Toraman da iyiler listesinde yer aldılar.

Beşiktaş Süper Lig'de ve bir deplasman maçında ilk kez hücumu böylesine korkusuzca ön plana çıkarttı. Söylediğim gibi Tigana kafasında farklı bir Beşiktaş yaratmak istiyor.
Yazının Devamını Oku