Korkut Göze

Keşke okusaydın

4 Ekim 2005
<B>BİR </B>el haftaya damgasını vurdu... <B>Anelka</B>’nın Konyaspor’a attığı golün tartışmaları her hakem hatasından sonra gerilere dönülerek gündeme gelecek,<B> </B>belki de bir koz gibi kullanılacak. Ortalık gerilecek ve dostluklar yine bozulacak... Bu işi ilk yapan Anelka değil ki!

1986 Dünya Kupası’nda Maradona’nın eli ile İngiltere’ye attığı golü hatırlayın... Maçtan sonra bir de beyanat vermişti...

O el benim elim değil, Tanrı’nın eliydi!

Ama yıllar sonra bir vicdan muhasebesi yaparak itiraf etti Maradona...

Evet, golü elimle atmıştım...

Her neyse, lafı başka yere getirmek istiyorum. Konya maçından sonra Christoph Daum’un Anelka’nın golüne yönelik demecini okurken hem şaşırdım, hem de düşündüm. Diyor ki, Christoph Daum...

Bence gol tertemizdi. Anelka kaleci ile birlikte yükseldi. Ve Anelka’ya çarpan top gol oldu.

Christoph Daum
gibi bir cin, bu gole ‘Temiz’ damgası vuracak ve topun Anelka’ya çarparak filelere gittiğini söyleyecek. Kim inanır...

Daum, şöyle bir demeç verseydi, daha saygın bir çizgiye gelmez miydi?

Evet, Anelka elini kullandı ve golü attı.

Böyle bir ifade, gelecek haftalar için diğer teknik adam ve yöneticiler için de bir örnek olmaz mıydı?

Ortalığı birbirine katmak için öküz altında buzağı arayanlar, bundan olumlu bir mesaj almaz mıydı?

Konyaspor taraftarlarının tribünlere astığı pankartlarda Mevlana Celaleddini Rumi’nin deyişlerinden örnekler vardı. Birinde şöyle diyordu büyük Türk düşünürü...

FENA SÖYLEYİCİ, FENA ÖĞRETİCİ, FENA DÜŞÜNCELİ OLMA.

Konyalı taraftarların açtığı Mevlana pankartları Christoph Daum’un da ilgisini çekmiş. Ve şöyle demiş...

Mesnevi’nin Almancasını bulursam mutlaka okuyacağım...

Şimdi düşünüyorum...

Daum, Mevlana’
yı daha önce okusaydı, ‘fena söyleyici’, ‘fena öğretici’, ‘fena düşünceli’ olma sözlerinden bir ders çıkartır mıydı.

Ve Anelka’nın golüne böyle bir yorum getirir miydi?

* * *

VE Anelka’nın eli ile attığı gole G.Saray, Beşiktaş ve Trabzonspor’dan sert bir tepki geldi. Üç takım da maçlara aynı pankartla çıktılar...

El değmemiş temiz bir lig istiyoruz.

Böyle ortak bir davranışa da şaşırdım. Her an parlamaya hazır bir ligde ateşe körükle gitmek yanlış bir ortaklık değil mi...

İsterseniz bir kez daha düşünün. Ya günün birinde sizin de bir futbolcunuzun eli bu lige karışırsa... Ne diyebilirsiniz?

* * *

SÜPER Lig’in yeni ekibi Kayseri Erciyes haftanın takımı seçildi. İnanılmaz çıkış, Erciyes’i puan sıralamasının üçüncü basamağına kadar tırmandırdı.

22 puanlı lider G.Saray ile 20 puanlı F.Bahçe’nin hemen ardında 16 puanla imrenilecek bir grafik çiziyorlar.

Nedir bu başarının sırrı. Sordum soruşturdum... İşte Erciyes mucizesinin raporu...

Teknik Direktör Mustafa Uğur ile Genel Menajer Reşat Çağan arasındaki uyum.

Bu ikilinin futbolcularla arasındaki sıcak diyalog.

Timuçin gibi bir kaptanın varlığı ve Cenk gibi usta bir golcüye sahip olmanın avantajı.

Erciyesspor’un yedek kulübesindeki futbolcularının kalitesi.

Bunlara bir de Başkan Enver Kemaloğlu ve Başkan Vekili Dr.Erol Bedir’in profesyonelce yaklaşımları eklenince, ERCİYES ailesinin başarıdaki sırrı ortaya çıkıyor.

Hemen ekleyeyim, gelecek sezon 4-5 nokta transfer ile Süper Lig’de daha farklı şeyler düşünüyorlarmış.

Birinci lige çıkıp da ilk sezonunda böyle bir konuma gelmek gerçekten ilginç.

Başarılarının devamını dilerim.

* * *

VE Beşiktaş kaptanı Tayfur Havutçu futbolu bıraktığını açıkladı. Başkan Yıldırım Demirören’e şöyle demiş Havutçu...

Hep sorun adam gibi gösteriliyorum. Bu, hem bana, hem de Beşiktaş’a zarar veriyor. Artık menajer olarak istediğiniz gibi çalışmaya hazırım.

Ben, Havutçu’yu hiçbir zaman Beşiktaş’ta sorun yaratan bir kişi olarak düşünmedim. Mükemmel bir kaptan, tam anlamı ile profesyonel bir futbolcuydu.

Sorun yarattığını kim söylemiş, böyle bir iftirayı kim atmış?

Acaba, Beşiktaş’ta sorun yaratanlar mı, ya da Beşiktaş’ı kemirenler mi?
Yazının Devamını Oku

Keşke okusaydın

4 Ekim 2005
BİR el haftaya damgasını vurdu... Anelka’nın Konyaspor’a attığı golün tartışmaları her hakem hatasından sonra gerilere dönülerek gündeme gelecek, belki de bir koz gibi kullanılacak. Ortalık gerilecek ve dostluklar yine bozulacak...

Yazının Devamını Oku

Tat almadım

3 Ekim 2005
<B>BEŞİKTAŞ, </B>İnönü’de 3 gol atıyorsa, Samsun maçının son dakikalarını sürpriz bir gol korkusu yaşamadan geçirmeliydi. Ve skoru bir ara 2-0’ın rahatlığına getiriyorsa, farka koşacağı bir oyunu hiç zorlanmadan bitirmeliydi.

Dün gece Beşiktaş’ta bir şeylerin eksikliğini yine hissettim. Ya Rıza Çalımbay’ın, kafasındaki oyun şablonu Beşiktaş’a uymuyor... Ya da bu çocuklar, henüz birlikte oynamanın ve bir sistem içinde koşmanın olgunluğuna ulaşamadılar.

Oysa, Beşiktaş’taki çok yönlü futbolcular, bir sistemin oluşmasını kolayca uygulayacak düzeyde.

Okan Buruk gibi sahanın her noktasına basan bir savaşcı ile mücadele ediyorsan... Kleberson gibi disipline, çabuk oyun ve tek pasa özen gösteren bir adama sahipsen...

Sergen Yalçın ile Tümer Metin gibi iki yıldızı değiştirerek oynama lüksünü yaşıyorsan...

Sahada Youla koşarken, kenarda Ailton gibi bir golcün bekliyorsa... İbrahim Akın gibi oyuna girdiği an, hemen skora yönelik bir performans sergileyecek farklı bir futbolcun varsa...

Üstelik, A.Hassan gibi rakip savunmayı didikleyen ve oyuna yüreğini koyan kaliteli bir ‘joker’i elinde tutuyorsan...

Bu futbolculardan oluşan bir takımın daha farklı bir performans sergilemesi gerekmez mi?

İşte bunu anlamakta zorlanıyorum. Ve söylediğim gibi Beşiktaş’ta bir şeylerin eksikliğini hissediyorum. Dün gece olduğu gibi.

* * *

BEŞİKTAŞ’ta iki futbolcu arasındaki uyum ve birlikte oynama rahatlığı dikkatimi çekti. A.Hassan’ın, Youla’nın yanına yaklaştığı pozisyonlarda Beşiktaş, rakip savunma duvarını kolayca delebiliyor. Ve A.Hassan’ın ayağından çıkan her top, Youla’yı pozisyona koşturuyor. A.Hassan, dün gece belki de sezonun en pozitif futbolunu oynadı. Oyundan alınışını anlayamadım... Youla’nın oynadığı her maçta, A.Hassan mutlaka yanında olmalı.

Ve lafı dönüp dolaştırıp savunma bloğuna getireceğim... Her biri yine farklı özellikler taşıyan futbolcular. Ancak, sağlıklı bir savunma düzeyine ulaşamadılar.

Sanki, birbirini hiç tanımayan bir savunma ailesi... Samsunspor’un ilk golü bir frikik atışından gerçekleşti. Yani duran top, Beşiktaş ceza alanına süzüldü. Samsunsporlu Adnan, yükselip kafayı vurdu. Ne adam paylaşımı, ne de pozisyon disiplini... Hiçbiri yok...

Açıkçası, dünkü Beşiktaş’ta, Malmö maçının tadını bulamadım. Demeyin ki, Malmö’de şahane oynayan da bu Beşiktaş değil miydi?

O maç bir onur maçıydı. Bu da Beşiktaş’taki bazı şeylerin eksikliğini gözardı etmemeli...
Yazının Devamını Oku

Hayata dönüş...

30 Eylül 2005
<B>OYUNU </B>değişik duygularla izledim. Öncelikle bir golün Beşiktaş’a yeni bir umut ışığı yakacağını düşünüyordum. Ve Beşiktaş’ın hiçbir özellik taşımayan, abartmadan söylüyorum, amatör bir takım seviyesindeki Malmö’ye elenmeyeceğine inanıyordum. Herkes gibi erken gelecek bir gole kilitlenmiştim. Bu maçın, bir teknik-taktik kavgası kadar ‘Yürek işi’ olduğunu da biliyordum.

Kötü oynayan yoktu Beşiktaş’ta... Her biri sanki şimdiye dek yaşanan sıkıntıları unutturmaya ve UEFA’da yeni bir sayfa açmaya kararlıydı.

Youla’nın attığı golde muhteşem bir vuruş tekniği izledim. Ancak, gol öncesi Sergen Yalçın’ın sergilediği nefis çalım şov... Ve topu ceza sahası içine kadar taşırken rakip savunmayı adeta refleks komasına sokması, 90 dakikanın unutulmayacak güzelliğiydi.

***

Ali Güneş
’in ikinci golü bir bakıma turun garantisiydi. Tribündeki taraftar Beşiktaş’ın işi bitirdiğini düşünüyordu. Ve hiç bir gücün Beşiktaş’ı yolundan çeviremeyeceğine inanmıştı.

Beşiktaş’ın sahaya yayılışı, yardımlaşmaya gösterdiği özen, her şeyden önce kazanma hırsıyla dolu mangal gibi bir yürek Beşiktaş’ı adım adım UEFA’ya taşıyordu.

Samimi söyleyeyim, yine de içimde taşıdığım bir şüphe beni 90 dakika hiç rahat bırakmadı. Yıllar öncesi Malmö karşısında yaşanan facia hep aklımdaydı...

İlk yarı böyle geçti. Beşiktaş, teknik-taktik ve psikolojik yönden dört dörtlük bir 45 dakika yaşamıştı. Ve tüm beklentiler bu temponun 90 dakikanın bitimine dek sürmesiydi.

***

Ve Beşiktaş maçın final bölümünde de oyun planının dışına hiç çıkmadı. Disiplinle kol kola oynadı... 3-0’ın üzerine yatmak gibi tehlikeli bir davranışa yönelmedi.. Ve hücumda nefis bir performans sergiledi.

‘Bu Youla neye yarar’ diye eleştirenler dün erken karar vermenin yanlışlığını anladılar.

Çağdaş Atan’dan umut kesenler, dünkü performansını gördükten sonra onu alkışlarla uğurladılar.

Bu iki futbolcuyu diğerlerinden ayırmamın elbette bir nedeni olmalı... Hep eleştirildiler ve stresle birlikte yaşadılar. Dün, ikisi de bu düşüncelerden sıyrıldılar.

Ve Beşiktaş tüm ümitlerini yitirdiği bir dönemde Malmö galibiyetiyle tekrar yaşama döndü. Büyük iş başardılar, kutluyorum.
Yazının Devamını Oku

İsmail Er'e sorun

27 Eylül 2005
<B>MALMÖ </B>maçı sonrası belki de çorap söküğü gibi her şey bir bir ortaya dökülecek... Ve Beşiktaş’ı kemiren veya kemirenler tek tek açıklanacak... Bu yürek işidir diyenlere katılıyorum.

Yine de biliyorum ki, Beşiktaş yönetimi, Malmö maçının sonucu ne olursa olsun, böylesine yürekli bir tavrı gündeme getirebilirse, ilerideki aydınlık günlere de sağlam bir adım atacak.

Öyleyse, Beşiktaş yönetimine sesleniyorum...

Var mısınız bu işe?

Şu sorulara yürekten yanıtlar verebilir misiniz...

Başarısızlığın nedeni salt Rıza Çalımbay’ın teknik-taktik hatalarından mı kaynaklanıyor?

Bu takımın içinde düşünmek bile istemediğimiz bazı olaylar yaşanıyor gibi yürekli bir demecinizin sonuna kadar arkasından yürümekte kararlı mısınız?

Yine İsmail Er’in haberindeki gibi 4-5 futbolcunun Beşiktaş ile ilişkisini kesmeye hazırlanırken, bunun nedenlerini de açıklamaya hazır mısınız?

Malmö maçı sonrası tartışacağınız konuları daha da derinleştirip, çok gerilere dönecek misiniz?

İki sezon önce 11 puan öndeyken, Beşiktaş’ın nasıl battığına yönelik bir soruyu da gündeme getirip, oralardan bazı ipuçları çıkartacak mısınız?

Ankaraspor yenilgisinden sonra bazı taraftarların futbolculara karşı tavrı için bir açıklama yapmak gereğini hissediyor musunuz?

Ve Beşiktaş’ı başarısız kılan nedenleri sıralarken, eğer yönetimin de yanlışları olmuşsa, bunlara da değinmek gibi erdemli bir davranışa hazır mısınız?

Açıkçası Beşiktaş’ı ŞEFFAF bir dosya içinde kamuoyuna sunmaya kararlı mısınız?

Milyonlarca Beşiktaşlı bu sorulara yanıt arıyor. Ve sizlerden yürekli bir davranış bekliyor.

Var mısınız bu işe?

NOT: Bu yazıyı yazarken, servise arkadaşım İsmail Er girdi.
Ve bana 4 futbolcunun topun ağzında olduğunu söyledi. Ve isimleri sır gibi saklanıyor. Çok merak ediyorsanız, Er’e telefon açıp sorun. İkna edebilirseniz isimlerini söyler...

Telefon numarası mı...
O533 465 48 54

* * *

SÜPER LİGİN henüz 7.haftasını tamamladık. Teknik adamların dosyasına bir bakın. 7 haftada 6 teknik adam görevlerinden ayrıldı.

Bunların her biri yerli hoca!

İsimlerini tek tek sıralıyorum... Feyyaz Uçar-Ziya Doğan, Şaban Yıldırım, Adnan Şentürk, Giray Bulak ve Şenol Güneş. Güneş’in ayrılmasının nedeni sadece ardı ardına gelen yenilgiler miydi?

Kesinlikle değil.

Kimine göre, bazı futbolcularla sıcak bir diyalog sağlayamadı.

Kimine göre, yine bazı futbolcuların transferinde yönetimle ters düştü.

Ve bu iki duyarlı konu Şenol Güneş’in Trabzonspor’dan ayrılmasını gerektirdi.

Peki, Giray Burak’a ne dersiniz...

Denizlispor yönetimi görevine son veriyor.

Ve ardından Giray Bulak’ın ilginç bir demeci geliyor. Diyor ki Giray Bulak...

Kovulmak asalettir. İstifa etmek ise, korkaklık!

Daha sonra yönetim Bulak’ın görevine son verilmesinin nedenini açıklıyor... Protokol tribününe dönüp, yöneticilere fırça atması affedilecek bir davranış değildi.

Giray Hoca
ise, yönetimin pusu kurup, arkasından vurduğunu iddia ediyor. Ve devam ediyor. Maçın daha birinci dakikasında 15-20 kişilik bir taraftar grubundan küfür yiyorsam... Yönetimin de kılı kıpırdamıyorsa... Demek ki, yönetim organize bir şeyler geliştiriyor.

Geriye kalan yerli hocalar istifa gibi bir karara zorlandıkları an, mutlaka Giray Hoca’nın sözlerini hatırlayacaktır...

Kovulmak asalettir. İstifa etmek ise, korkaklık!

* * *

VE SÜPER LİG’den ilginç görüntüler... Hasan Şaş ile Necati Ateş, Samsunspor maçında saha ortasında önce ağız dalaşına giriştiler, sonra birbirlerine horozlandılar.

İzleyenler, her an birisinden gelecek yumruğu bekliyordu.

Ve araya girenler olası bir kavgayı yatıştırdılar, olayı tatlıya bağladılar.

Dün G.Saray muhabiri ve servis arkadaşım Naci Küçük’e sordum...

Naci, nedir bu iş?

Benim heyecanla yönelttiğim soruya soğukkanlı ve kısa bir yanıt verdi Naci...

Abiciğim, onlar her zaman böyledir.

Nasıl yani?

İdmanlarda sürtüşürler, tesislerde birbirlerine sataşırlar.

Daha sonra şu açıklamayı yaptı...

Ama onlar ailece dosttur. Hep birlikte yer-içerler. Aralarından su sızmaz. Yine de zaman zaman birbirlerine girerler. Önemsenecek bir olay değil.
Yazının Devamını Oku

Takım olamadı

26 Eylül 2005
ÖNCE bu yenilginin adını koyalım... Ankara’daki hezimet lige veda ve Beşiktaş’ın tüm umutlarına ağır bir darbedir. Şimdi oyunun kritiğine geçelim.

Yazının Devamını Oku

Takım olamadı

26 Eylül 2005
<B>ÖNCE </B>bu yenilginin adını koyalım.<B>.. </B>Ankara’daki hezimet lige veda ve Beşiktaş’ın tüm umutlarına ağır bir darbedir. Şimdi oyunun kritiğine geçelim. Beşiktaş’ın iyi oynaması ve sonuca koşması, bazı gerçeklere bağımlı... Tümer Metin ile Kleberson’un kişisel özelliklerini hissettirmedikleri dakikalarda, Beşiktaş iyi oyun veya skora yönelik bir etkinlik sergileyemiyor.

Dünkü oyunun genelinde her ikisi de gerçek kimliklerinden uzaktı. Ve Beşiktaş iki pas yapmak, pozisyon üretmek ve oyunda varlığını hissettirmek gibi bazı değerleri yakalayamadı.

Rıza Çalımbay’ın, Tümer Metin gibi bir adamı oyundan almasına kimsenin sesi çıkmadı.

Aşırı top kaybı, bir dizi yanlış paslar Tümer’den beklenmeyen davranışlardı.

Beşiktaş’ın bir başka sorunu yine gündeme geldi. Ailton gibi bir golcü, stiline ve gönlüne göre tek pas alamadı. Ailton’un eli hep havadaydı ve önüne atılacak bir top bekliyordu. Özellikle arkadaşına verdiği pası geri istiyor Ailton... Verkaç yaparak pozisyon yaratmayı amaçlıyor. Beklediği pası alamayınca da bozuluyor ve zaman zaman oyuna küsüyor.

Veysel Cihan ile oynadığı dakikalarda Beşiktaş’ın bu ikiliyle girdiği tek gol pozisyonu hatırlamıyorum.

* * *

Birlikte oynadıkları kötü olunca, Kleberson da ne yapacağını şaşırdı. Oyundan kopmasa da beklenen etkinliği sergileyemedi. Beşiktaş, niye kötü oynuyor veya neden kazanamıyor gibi bir sorunun yanıtını arayanlar için bir başka kısa not düşeceğim.

Beşiktaş, takım olabilme gibi bir değere sezon başından bugüne henüz ulaşamadı.

Böyle bir değeri kucaklamak için oyuncu değişimleri de istenilen sonucu getirmiyor. Sergen Yalçın veya İbrahim Akın’ın oyuna girmesi neyi değiştirdi... Beşiktaş dünkü maçı kazansaydı, bu, gelecek haftalar için bir ümit ışığı olur muydu?

Taraftarın bu kadrodan beklentilerine bir yanıt verebilir miydi?

Beşiktaş, bu sorulara bir yanıt bulmakta zorlandıkça ve klasik sorunlarından kurtulmayı beceremedikçe hüsranla kol kola yaşayacak.

Dün gece Başkent’te yaşadığı gibi.
Yazının Devamını Oku

Geç kaldın geç

19 Eylül 2005
<B>BEŞİKTAŞ,</B> derbinin ağırlığını kaldıramadı. Stres yüklüydü, özgüven gibi oyunun kaderini etkileyecek en önemli bir derbi klasiğinden yoksundu. İlk 45 dakika Beşiktaş pas yapacak ve oyunu F.Bahçe kalesine yıkacak Tümer Metin ve Kleberson gibi hiçbir starını devreye sokamadı.

Nedenleri gayet basitti... Öncelikle savunma sadece kalesini korumanın ötesinde, oyuna katkı gibi gerekli bir düşünce ve teknik olgunluğa ulaşamadı.

Her top orta sahaya ve hücumdaki Ailton’un ayaklarına bir taş sertliğinde gitti.

Ve bu telaş kaosunda Kleberson ile Tümer Metin teknik becerilerini kullanma şansı bulamadı.

Beşiktaş, oyun felsefesinde yine öncelikle rakibi bozmak ve oynatmamak gibi ürkek bir düşünceden kurtulmalıydı. Tüm önlemlerini rakibin hücum gücüne göre planlama gibi pasif bir davranışa yönelmemeliydi.

Bunlar, Beşiktaş’ın boşa harcadığı ilk 45 dakikadaki yanlışlarıydı.

* * *

İbrahim Akın
ve Ahmed Hassan gibi rakip kaleye koşmayı seven adamların gelişi, Beşiktaş’ın ikinci yarıdaki oyun karakterini hemen değiştirdi.

Ve Beşiktaş hem kimliğine, hem de kendine yakışır oyun felsefesine büründükten sonra derbiye ağırlığını koydu.

Oysa, bu tavrı ve yüreği oyunun başında sergilemeliydi... Ve F.Bahçe’nin rahat bir 45 dakika yaşamasına fırsat vermemeliydi.

Biliyorum, böyle bir yanlışın pişmanlığını hem kenardaki teknik yönetim, hem de sahadaki herbir Beşiktaşlı futbolcu yitirilen her dakikada fazlasıyla hissetti.

Rıza Çalımbay oyuncu değişiminde doğru tercihler yaptı. Ahmet Dursun’u da oyuna almasına bir sözüm yok. Ancak, dayağı yedikten sonra yumruğunu göstermek neye yarar. Lafın kısası, sahaya çıkan savunma ağırlıklı kadro, pasif oyun felsefesi ve rötarlı değişiklikler Beşiktaş’a en azından yenilmiyeceği bir derbiyi kaybettirdi. Bu hepsinden acı...
Yazının Devamını Oku