18 Şubat 2006
JEAN Tigana, 4-1-3-2 klasiği ile oynattı Beşiktaş’ı... Forvette, Bobo-Gökhan Güleç ikilisi ve orta alanda Ali Güneş-Jun-İbrahim Akın üçlüsü... Böyle bir düzende orta alandaki kilit adamların performansı Beşiktaş’a sıkıntılı dakikalar yaşattı.
Tümer Metin sakattı, Sergen Yalçın kulübede bekliyordu. Ve Beşiktaş orta alanından Bobo ile Gökhan Güleç’i hücuma ve pozisyona koşturacak hiçbir etkili pas çıkmıyordu. Beşiktaş tribünleri ilk 45 dakikanın sonlarına doğru Sergen Yalçın’ı oyuna çağırdı. Beşiktaş’ın yaşadığı kargaşanın Sergen Yalçın ile biteceğine inanıyorlardı. Belki de çirkin oyunun Sergen Yalçın ile güzelleşeceğini düşünüyorlardı.
Kleberson, bu sıkıntılı dakikaları daha çok sorumluluk alarak ve orta alanı destekleyerek giderebilirdi.
Ancak, Kleberson’un fiziğinde ve performansında böyle bir güç yoktu. Ve dermansız adımlarla dolaşıyordu sahada. Sanki kış ortasında görünen güneş gibiydi. Bir-iki kez parladı, sonra kayboldu.
Devre arası maç istatistiklerine baktım... Rakamlar Beşiktaş’ın berbat bir 45 dakika geçirdiğini işaret ediyordu.
Benim notlarım da Beşiktaş’ı hiçbir lig maçında böylesine etkisiz ve sıradan bir takım kimliğinde görmediğimi yazıyordu.
* * *
Beşiktaş, ikinci yarıya Sergen Yalçın’ı alarak ve skoru değiştirecek bir golü düşleyerek girdi.
Oysa, Beşiktaş’ı bir sürpriz bekliyordu. Ünal Alpugan’ın yaklaşık 30 metreden savurduğu şut, Beşiktaş’ın suratında bir akıl şamarı gibi patladı.
Murat Şahin, bu topu sadece izledi. Hemen kafamı zorlayarak, biraz gerilere geçen haftalara döndüm... Murat Şahin’in yediği benzeri kolay gollerden birkaçını gözlerimde canlandırdım.
Daha üç gün önce İnegöl’de Ferdi’nin attığı gol, bunun bir benzeri değil miydi...
Herkesin Murat Şahin’e kızdığı bir anda, bakışlarım Tigana’ya yöneldi... Bana göre suçlu, kulübedeki Tigana idi... Oscar Cordoba’yı yedek soyundurduğuna göre hiç düşünmeden bu maçta oynatabilirdi.
Ve F.Bahçe maçı öncesi, Beşiktaş’ın moral aradığı bir oyunda, bu usta kaleciye görev verebilirdi. Dün gece Sergen Yalçın dahil, Beşiktaş’ta forma giyen 14 futbolcunun haline baktım. Ve düşünmeye başladım...
Bu takım Kadıköy derbisinde F.Bahçe ile nasıl başa çıkabilir. Ve dün gece bir kez daha üzdüğü taraftarını mutlu kılabilir?
Ancak bir mucize yaratarak!
Yazının Devamını Oku 15 Şubat 2006
BÖYLE bir yenilgiyi hiçbir hoşgörünün ardına gizliyemiyorum. Berbat ve çamur bir sahanın Beşiktaş’ın tüm teknik özelliklerini çamura gömdüğünü söyleyebilirim. Yine kötü saha koşullarının Beşiktaş’ın oynama isteğini etkilediğini de düşünebilirim. Ve son 30 dakikalık bir bölümde 10 kişi ile savaşmanın yüklediği sıkıntıları da hatırlayabilirim...
Ve Beşiktaş’ı bir çamur deryasında yenilgiye sürükleyen diğer seçenekleri de tartışabilirim.
Yine de yaşanan bu facianın sorumlularını hiçbir hoşgörünün arkasına saklayamam.
Hani, Beşiktaş kadro zenginiydi... Eğer geniş bir futbolcu ordusunda her türlü saha koşullarına uyum sağlayacak bir onbiri sahaya süremiyorsan...
Ve yine berbat bir sahanın zorluklarını hafifletecek teknik ve taktiksel bir plan yapamıyorsan...
Böyle bir yenilgi için özür bile dileyemezsin!
Geçiyorum oyunun teknik yönlerine... Tigana, yenilgi için neler düşünüyor, bilemiyorum... Ancak, kafamı kurcalayan bazı sorulara yanıt arıyorum...
Uzun süredir oynamayan ve sadece birkaç idman şansı yakalayan Bobo’yu böylesine ağır bir sahada oynatmanın anlamı neydi?
Yine aylardır sahalardan uzak Tayfur Havutçu’yu çamur deryasının içine atmak, bir macera aramanın ötesinde ne olabilirdi.
İkinci yarıda oyuna giren Sergen ile Kleberson’un ağır sahada Beşiktaş’a yarar sağlamaları mümkün müydü?
Oyunun rengi ilk 45 dakikada belirlenmişti. Rakip yüzde 55 oranında topa sahip olma gibi yüksek bir rakama ulaşırken, Beşiktaş sadece yüzde 45’lik bir oranda kalmıştı. Bu da oynayanların saha koşullarına uyum sağlayamadığını gösteren bir gerçek değil miydi?
Beşiktaş, bu maça nasıl motive oldu bilemiyorum. Ancak, bu yönde de bazı noksanlıklar gördüm. Bu arada, İnegölspor’un oyun düzeni ve karekteri saha koşullarına nefis bir uyum sağlarken, Beşiktaş kenar yönetiminin hiçbir önlem almaması, yanlışlar zincirinin bir başka halkasıydı.
Evet, bu yenilgiyi hiçbir hoşgörünün arkasına gizliyemiyorum. Beşiktaş, tarihinin en acı yenilgilerinden birini İnegöl’de yaşadı. Buna büyük facia diyorlar...
Ben ise, Beşiktaş’ın büyük bir suç işlediğini söylüyorum...
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2006
TİGANA, düşlerindeki Beşiktaş’ı yaratıyor. Çabuk ve ayağa oynayan, yardımlaşarak koşan bir Beşiktaş... Hiçbir yıldız, koşan arkadaşının emeğine sığınmıyor. Tümer Metin de savaşıyor, Sergen Yalçın da... Ve Beşiktaş her bölgede varlığını ve kimliğini hissettiriyor.
Bir iki ay öncesinin fizik özürlü 11’i, şimdi tuttuğunu koparan, oyuna yüreğini koyan bir takım karakterini taşıyor. Boğuşarak baskı yapıyor, top kazanıyor. Kazandığı toplar da Sergen ve Tümer’in ayağından gol pasına dönüşüyor.
İlk yarıda böyle bir Beşiktaş izledim. Daha da doğrusunu söyleyebilirim... İlk yarının 35 dakikalık bir zaman diliminde herkesin keyif aldığı Beşiktaş ile sıcak bir gece yaşadım Diyarbakır’da.
Topla birlikte 40 metrelik deparlar atan Sergen Yalçın... Kaptanla nefis bir pas diyaloğu kuran Tümer Metin... Ve ilk yarıda rakibe hiç pozisyon riski tanımayan bire bir savunma bloğu... İşte bu Beşiktaş’ı beğendim.
* * *
Tigana, inandığı ve güvendiği adamı gözü kara hiç korkmadan takıma koyuyor.
Sadece iki idmana çıkan, beraber oynadığı arkadaşlarının adlarını bile bilmeyen Brezilya’lı Bobo’yu ilk 11’de sahaya sürdü Tigana. Bobo’nun yanında da hafta arası Gaziantep’ten alınan Gökhan Güleç...
İkisi de hiçbir panik yaşamadan ve telaşa kapılmadan uyumlu bir portre çizdiler.
Her şeyden önce arkalarında oynayan iki akıllı adam Sergen ve Tümer’in ayaklarından çıkan topları kovalayarak ve de izleyerek birer gol attılar.
Biliyorum, Beşiktaşlı taraftarlar merakla Bobo ve Gökhan Güleç için yazacağım diğer satırları bekliyorlar.
Her ikisine de geçer not veriyorum. Dilerim, yanıltmazlar.
* * *
Beşiktaş’ın ilk yarıdaki oyun karakterini son 45 dakikada böylesine yitireceğini hiç düşünmedim.
Bloklar arasındaki uyumsuzluk, düşen tempo ve kaybolan takım bütünlüğü, Beşiktaş’ın tüm özelliklerini bir anda alıp götürdü.
Ve düşünmeye başladım... Sergen’siz bir Beşiktaş bazı değerlerini kaybederek kolaylıkla sıradan bir takım havasına bürünebiliyor.
Sergen’in yokluğunda üretme ve uygulama yeteneğini yitirip, sadece koşarak kazanmayı amaçlayan bir takımın silik çizgileri kalıyor Beşiktaş’ta.
Dün gece iki değişik Beşiktaş izledim Diyarbakır’da. Sergen’li Beşiktaş’tan keyif aldım. Diğeri tat vermedi.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2006
PAZARTESİ günleri servisimin telefonları okuyucu sorularına ve isteklerine kilitleniyor. Kafası bozulanlar telefona sarılıp yaylım ateşine başlıyor. Ve sabahın erken saatlerinden öğleye dek süren öfkeli çığlıklarla Süper Ligi adeta eleştiri manyağına çeviriyorlar. Sonra bir sitemi de peşine ekleyerek telefonu kapatıyorlar...
Bunları yazmazsın değil mi?
Niye yazmayayım kardeşim. Benim işim yazmak. Hem yazmayana ekmek verirler mi?
İşte pazartesi günü telefondaki okurların istek ve eleştirilerinden oluşan bir kokteyli, soru ve yanıtları ile kaleme alıyorum... Ve sevgili okurlara sunuyorum...
7 Beşiktaş-G.Birliği maçında Ayman’ın, İbrahim Üzülmez’e yaptığı hareket penaltı mıydı?
- Bana göre, karar biraz ağırdı. Ancak, penaltıya neden olan Ayman’ın orada işi neydi. Onun, 28.dakikada Mehmet Sedef’i hastanelik eden tekmeden sonra oyundan atılması gerekmez miydi...
Diyarbakır’dan bir okur ve sorusu...
7Ankaraspor-Diyarbakır maçını izledin mi... Hüseyin Göçek nasıl katletti Diyarbakır’ı. Diyarbakırspor ligden çekilecekmiş. Ne diyorsun?
-Öfke ile kalkan zararla oturur diyorum. Diyarbakırspor’u ligden çekmek kimin haddine. Bu takımı Süper Lige taşımak için onca emeği bir kalemde silip atabilir misin... Televizyondan izlediğim kadar Hüseyin Göçek’in bir-iki yanlış kararı vardı. Ancak, oyunun genelinde iyi niyet ve samimiyetini lekeleyecek hiçbir hareketini görmedim.
7Transferde milyarlar isteyen Mondragon’un 40 metreden yediği golü gördün mü. Fevzi ve Aykut gibi iki genç ve yetenekli kaleci dururken, Mondragon’un kaprisini niye çeker bu yönetim?
- Bunun yanıtını ben veremem. Ancak, Mondragon’un G.Saray’daki performansını yediği bir gole bağlamak yanlış olmaz mı...
* * *
7MALATYA’dan bir okur sitem ve öfke ile karışık bir soru yöneltiyor...
Serdar Tatlı’nın iyi bir maç yönettiğini yazıyorsunuz. Malatyaspor, attığı golün sevincini yaşarken, Serdar Tatlı’nın birden bire oyunu başlatması büyük bir hata değil miydi? Az daha Malatyaspor bir gol yiyordu.
-Sadece biz yazmıyoruz. Yazılı ve görsel basın Serdar Tatlı’nın iyi bir maç yönettiği görüşünde birleşiyor. O kararına gelince... Malatyalı futbolcuları defalarca uyardı ve sevinç gösterisinin uzadığını söyledi. İş daha da uzayınca oyunu başlattı. Kurallara uyuyor.
7Ve Kayserili bir okurumuzun öfkesi...
Hep üç büyüklerin teknik adamlarını gündeme getiriyorsunuz. Ertuğrul Sağlam’ın yaptığı işleri görmüyor musunuz?
Görüyoruz, ancak yeterli kadar yer veremediğimizi de biliyoruz. Yine bu sutünlarda ve en kısa zamanda Ertuğrul Sağlam ile geniş bir röportaj okuyacaksınız. Ayırım yapmak gibi bir davranış içinde değiliz.
İşte böyle sevgili okurlar... Daha sayamayacağım kadar telefon bağlantısı vardı. Her birini satırlara sığdırmam mümkün değil. Burada kesiyorum ve özür diliyorum.
* * *
VE BİR PORTRE... Trabzonsporlu Fatih Tekke, hafta içinde korkunç bir olay yaşadı. Kurşunlara hedef oldu, duyguları zedelendi, morali sıfırlandı.
Hocası, Fatih Tekke’ye bir hafta izin verdi. Fatih Tekke ise, kabul etmedi. İdmana çıktı, gitti Başkent’te Ankaragücü maçını oynadı.
Ve iki de gol attı!
Tartışmasız haftanın portresiydi Fatih Tekke... Ne kimin muhteşem oyunu, ne de bir başkasının nefis golü...Her biri birkaç gün sonra silinip gidecek. Fatih ise, hiç unutulmayacak.
Birden aklıma geldi... Hani, temmuz ayı avcıları var ya... Kulüp değiştirirken milyarlara imza atıp, profesyonelce sırıtanlar... Sonra mesleğini unutup sezon boyu yatanlar. Onlar geldi aklıma.
Fatih Tekke’nin iş ahlakı ile sahte profesyonellerin anlayışı ne kadar farklı değil mi?
Yazık, mesleğine dört elle sarılan Fatih Tekke ile şarlatanlar aynı alemde yaşıyor. Aynı topun peşinde koşuyor!
Ve milyonlar da hiç ayırt etmeden Fatih Tekke ile birlikte onları da alkışlıyor!
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2006
TİGANA, İbrahim Akın’ı koşturarak ve peşine de Sergen ile Tümer Metin’i takarak üç kişilik bir hücum mangası oluşturdu. Sergen ile Tümer Metin’in, İbrahim Akın’ın yanına çabuk gittiği dakikalarda Beşiktaş skoru değiştirecek pozisyonlar yarattı. Planın bu bölümü bir bakıma Tigana’nın istekleri doğrultusunda gelişti. Ve erken bir gole kavuştu Beşiktaş.
Ancak, böyle bir uygulamanın Tümer ile Sergen Yalçın’a yüklediği ağır sorumluluk, Beşiktaş’ın diğer bölgelerdeki oyun disiplinini etkiledi. Ve maçı da zora soktu. Sergen ve Tümer’in geriye dönüşlerde daha çabuk davranmaları ve orta saha bloğunun bütünleşmesine yardımları gerekirdi.
Zaman zaman bunu yaptılar. Gecikmeli dönüşlerde ise, Kleberson’un bu alandaki yalnızlığı, Beşiktaş’ın orta sahadaki egemenliğini sarstı ve rakibi oyuna ortak kıldı.
Kleberson, yanında yardımlaşmaya koşan arkadaş bulunca, teknik özelliklerini sergileme ve uygulama fırsatı yakalıyor.
Yalnızlık, Kleberson’u sıradan bir futbolcu kılığına sokuyor. Dün gece, beyaz formanın içinde bir hayaleti andırıyordu Kleberson. Hiçbir bölgede görünmedi... Görünse de etkili değildi.
* * *
Beşiktaş’ın sağ kanadında Ali Güneş ve Ali Tandoğan gibi koşan ve savaşan iki adam oynuyor. Bu bölgede Beşiktaş’ın daha etkili olabileceğini düşünenlere aynen katılıyorum.
Tigana, özellikle Ali Tandoğan’ın hücum hevesini sınırlı tutmakta hala ısrarcı davranıyor.
Bu ikili daha özgür davranma fırsatı yakalarsa, Beşiktaş önemli ve hassas bir bölgede hücum çabukluğu ve zenginliğine kavuşabilir.
Bir şey hep aklıma takılıyor... Beşiktaş, attığı golün değerini hiç bilmiyor. Ve her güzel golün ardından kolay bir gol yiyor.
Ali Güneş’in golü her bakımdan mükemmeldi. Ancak, Beşiktaş’ın yediği golde savunma bloğunun yaşadığı şaşkınlık anlatılır gibi değil.
Sanki, hepsi bir anda yorganı çekip uykuya daldılar. Ve Mehmet Çakır’a yol verdiler.
* * *
Tartışılmaz bir yönü Beşiktaş’a maç kazandırıyor. Özellikle koşmayı seviyor Beşiktaş. Herkes nefesi ve gücü oranında elini taşın altına sokuyor. Ve kazanma hırsını 90 dakika diri tutuyor. Özellikle ikinci yarılarda performansı artıyor Beşiktaş’ın.
Dün gece Koray Avcı’nın direnişi ve dengeli oyunu, Ali Güneş’in çırpınışı, Mustafa Doğan’ın savaşçı kimliği... Yine ikinci yarıda Tümer Metin’in yükselen temposu ile İbrahim Üzülmez’in kazanma hırsı Beşiktaş’ı sonuca taşıdı.
Beşiktaş’ın kötü oynadığını söyleyenlere aynen katılıyorum. Ancak, bir diğer yüzünü seyredenler, Beşiktaş’ın kazanmak için sarfettiği emekte mutlaka bazı güzellikler bulmuştur. Beşiktaş’ı bir de bu gözle izleyin...
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2006
BEŞİKTAŞ, ilk yarıda birbirini tanımayan turistik bir topluluğu andırıyordu. <br><br>İbrahim Akın ile Ahmet Dursun hücumda sıcak bir diyalog kuramadılar. Yan yana oynadılar, hiçbir pozisyonda birbirlerini anlayamadılar. Orta sahadan bu ikiliye hiçbir etkili pas gelmedi. Kleberson, ayağındaki topları kötü kullandı. Çoğunu da rakibe attı...
Tümer Metin havasında değildi. Ve de oyuna katkısı sınırlıydı. Topu hep ayağına bekledi.
Oysa, orta saha gibi önemli bir bölgenin sorumluluğunu sırtlamıştı. İlk yarıda bir kaptan gibi yönetemedi Beşiktaş’ı...
Tigana’nın, genç Mehmet Sedef’i orta sahanın sol kulvarına çekmesi olumlu bir düşünceydi. Mehmet, oyuna iyi başladı ve bir-iki akıllı top kullandı. Sonra topla fazla oyalanmanın lüksüne kaçtı. Ve bütünlüğünü yitirdi.
Beşiktaş’ın ilk 45 dakikadaki performansını kimse beğenmedi. Ben de hoşlandığımı söyleyemem...
Kızanların-köpürenlerin sayısı da bir hayli fazlaydı Beşiktaş’a..
H H H
Beşiktaş’ın tribünleri tedirgin eden ve endişelere sürükleyen düşük ve etkisiz temposu İbrahim Akın’ın golüne dek sürdü.
Skor avantajı Beşiktaş’a öncelikle bir özgüven getirebilirdi. Ve her kötü sonucu, seyirci baskısına bağlayanlar daha verimli ve rahat oynama fırsatı yakalayabilirdi.
Düşündüğüm gerçekleşti...İbrahim Akın ilk golün moraliyle ikinci bir gole imza attı.
İlk 45 dakikada ortalıkta görünmeyenler(Tümer-Kleberson gibi) adeta ayaklarını bağlayan boğucu stresi kırıp attılar...
Ve Sergen Yalçın’ın oyuna girişi , Beşiktaş’ın etkinliğini farklı bir konuma taşıdı.
Orta sahada kaybedilen toplar azaldı, pas trafiğindeki kargaşa giderildi. Ve Beşiktaş Sergen ile seyredilir bir kimlik kazandı. Attığı gol ise, gecenin en şık ve kalite hareketiydi.
Tigana, israrla Sergen Yalçın ile Tümer Metin’i birlikte oynatmayacağını söylüyordu...
Dün gece ikinci yarıda birlikte oynattı Sergen ile Tümer’i... Yanyana iyi işler yaptılar, birbirlerini tamamladılar.Ve keyif verdiler.
Herhalde bu kısa metrajlı filmden Tigana da zevk almıştır.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2006
HİÇBİRİ Cenk gibi alkışa boğulmadı. Ve hiçbiri Cenk’in adam gibi duygularını bastırıp, haftanın gündemine oturmayı başaramadı. F.Bahçe, Appiah’ı G.Birliği maçında oynatabilmek için Mısır’dan özel uçak kaldırıp, Kadıköy’e taşıdı.
Bir-iki gün yazıldı ve unutuldu.
G.Saray, Konya deplasmanında 4 dakika oynayan 17 yaşındaki Aydın’ın klas golü ile hayata döndü.
O da bir-iki gün yazılıp çizilecek ve unutulacak.
Trabzonspor, Kayseri’de 13 dakikada 4 gol yedi. Ve 2-0 önde götürdüğü maçı 4-2 kaybetti.
Pazar gecesi biraz konuşuldu, yarın kimse hatırlamayacak.
Konya’dan dönen G.Saray kafilesinin bindiği uçakta bir taraftar Necati’ye yumruk attı. Ortalık birbirine girdi.
Kaç gün daha konuşulur, tartışılır. Bir-iki hafta sonra kimsenin aklına bile gelmez.
Ama cumartesi gecesi Erciyessporlu Cenk’in asil tavrı, hatta Fair-Play çizgilerini aşan davranışı, yıllar geçse de her yılın ocak ayında gündeme gelecek. Konuşulacak ve hatırlanacak.
Çünkü, bu jest kaba-saba, sevgisiz ve hırçın ligimizde bir milattır. Ve altı çizilerek, arşivin en değerli rafında korumaya alınmıştır.
Ve unutulmayacak.
* * *
AKSİNİ savunanlar ve işi geçiştirenler, hatta burun kıvıranlar da çıkabilir.
Unutulur gider diyenler de olabilir!
Bunu tartışmayacağım. Ancak, tam 50 yıl öncesi Juventus’ta oynayan Galli futbolcu John Charles’in, Cenk’e benzer bir hareketi hala arşivlerde saklıdır.
Ve Juventus tarihine geçmiştir.
Juventus’un bir maçında John Charles rakip savunmayı güçlü fiziği ile yıkıp geçer. Charles’in dirseği rakibin suratında patlar ve bir ses çıkar...
Ahh!
Hakem oyunu devam ettirir. Galli futbolcu kaleci ile karşı karşıyadır. Vursa, gol olacak.
Topu bırakır ve yerde kıvranan rakibinin yanına gider ve özür diler. Charles’in bu hareketine, devrin en ünlü futbolcularından Otmar Sivori büyük tepki gösterir. Gider, Charles’in gırtlağına sarılır.
Ancak, İtalyan basını günlerce bu hareketin asaletinden söz eder, manşetlere taşır.
Aradan 50 yıl geçti. Cenk, cumartesi gecesi benzeri hareketi ile yarım asır sonra bana bu olayı hatırlattı.
Cenk’in Beşiktaş maçında ve gol pozisyonda yerde kıvranan Ali Tandoğan’ı görerek, topu taca doğru atmasına, bazı arkadaşları karşı çıkmış.
"Neden yaptın bu işi?" diye sitemlerini dile getirmişler.
Biraz ayıp etmişler. Böyle bir futbolcu ile aynı takımda oynadıkları için sevinmeleri gerekirdi.
Tarih, Otmar Sivori gibilerini değil, John Charles gibi centilmenleri yazıyor.
Ve 50 yıl da geçse, o centilmeni hatırlayanlar çıkıyor.
Cenk’e sitem etmeyin. Gidip yanaklarından öpün!
* * *
BEŞİKTAŞ’ın 2-0’dan sonra Erciyesspor’a puan kaptırması ortalığı yine karıştırdı.
Ve bazı söylentiler kulaktan kulağa dolaşmaya başladı... Sergen Yalçın diyor ki...
Ben de çözemiyorum. Üzerimizde bir şeyler var. 2-0’dan sonra İnönü’de puan verilir mi?
Tigana diyor ki...
Oyunda sürekliliğiniz yoktu. Bu takımda kimse vazgeçilmez değil.
Yönetici Sinan Vardar, Rıza Çalımbay’a yükleniyor...
Takıma 10 tane kulüp değiştiren futbolcu topladı. Onu hiç affetmeyeceğim.
Ve Tigana’nın Marsilya’dan teklif aldığı, Beşiktaş’ın tekrar Lucescu’ya döneceği söyleniyor.
Bu arada, arşiv sorumlumuz Güney Barış’ın verdiği istatistiklerde Beşiktaş’ın İnönü Stadı’nda yaşadığı facia rakamlarla önüme dökülüyor.
Beşiktaş lig tarihinde ve İnönü Stadı’nda oynadığı sezonun ilk 10 maçında en az puanı 2005-2006 sezonunda toplamış.
10 maçta sadece 15 puan... Geri kalan 15 puan güme gitmiş!
En çok puanı ise, Gordon Milne ve Daum döneminde almış. 30 puanın 28’i Beşiktaş’a yazılmış.
İşte eski ve yeni Beşiktaş’tan iki çarpıcı örnek! En güvendiği kalesi İnönü Stadı bile rakiplerin istilasına uğradı.
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2006
İNÖNÜ’de iki farklı Beşiktaş gördüm. Önce, beğendiğimi anlatayım. Beşiktaş, ortak kimliği ile oynadığı dakikalarda bir sıkıntıya yakalanmadan rakibe ağırlığını hissettiriyor. Yardımlaşmaya koşanlar, tek pası seçenler ve abartılı davranışlardan kaçanlar, Beşiktaş’a farklı bir kişilik getiriyor. Bunun bazı örneklerini İnönü’de yaşadım.
Koray Avcı, boş alanlarda dolaşan her rakibe baskı yaptı, top çaldı... Kleberson, ayağındaki her topu tek pas yaparak oyuna soktu. Sergen Yalçın, zengin özelliklerine karşın hiçbir fantaziye yönelmeden takımla oynamak gibi basit bir yol seçti.
Oyunu abartanlar ve riske kaçanlar, Beşiktaş’ın bütünlüğünü ve temposunu bozdu. Bunun da en canlı örneği, Beşiktaş’ın yediği gollerdi. Özellikle ilk golde İbrahim Toraman’ın tehlikeli bir bölgede topla adeta dans etmesi, gereksiz bir davranıştı. Ve cezasını da Beşiktaş çekti...
İbrahim Akın’ın her topu, allayıp pullayarak oyuna sokma isteği ne kadar yanlıştı... Hem kendini yordu, hem pozisyona koşan arkadaşlarını yanılttı.
Takım kimliğine ters düşenler Beşiktaş’ı beklenmedik anlarda sıkıntıya sokuyor. Tigana’nın bu işe el atması gerek. Hem de hiç beklemeden...
* * *
Beşiktaş’ın iki farkı yakaladığı dakikalarda bile, herkes gibi ben de savunma bloğundaki uyum bozukluğunu kolayca hissettim. Öncelikle rakibi paylaşımda ve bölgeyi kontrolde acemice davranıyorlar. Üstelik, sezgileri zayıf ve hareketleri ağır... Böyle bir savunma bloğu ile Beşiktaş’ın her zaman başı ağrıyabilir.
Israrla yazıyorum... Savunmanın sol kanadında oynayan Mehmet Sedef akıllı ve etkili özellikler taşıyan bir genç. Ancak, bu bölgenin adamı değil. Topu oyuna iyi sokuyor, hücuma katılıyor. Savunmaya dönerken, rakibi kaçırıyor ve sürekli pozisyon hatası yapıyor. Gözün kapalı orta sahanın sol kanadına koy, gerisini hiç düşünme.
* * *
Beşiktaş, dün kazanmak için her yolu denedi. Üstelik fizik açıdan bir sıkıntı yaşamadı. Koştu ve savaştı... Ama bazı gerçekler yine sırıttı.
İbrahim Akın’ın bir santrfor olmadığını bir kez daha anladım. Ailton’un yanında değil arkasında oynayacak bir forvet gibi düşünmenin gereğini bir kez daha hatırladım. Ve dünkü oyun Ailton’a da bir not düştü... Artık daha geniş alanları kullanarak oyuna katılmalı. Topu ayağına bekleyerek ve tek vuruşa sığınarak Beşiktaş’a bir şey kazandırmıyor Ailton. Bilemiyorum, Tigana bu konuda neler düşünüyor.
Yazının Devamını Oku