Korkut Göze

Ricardinho!

3 Aralık 2006
RICARDINHO’nun elleri ve kolları hep havadaydı. Kaçtığı her boş alana atılacak bir pası bekledi Ricardinho... Oyunu doğru okuyordu. Uzun pasların Nobre’yi gereksiz koşturmanın ve yormanın ötesinde bir yarar sağlamayacağını anlatıyordu arkadaşlarına...

Ricardinho’ya kulak veren pek çıkmadı. Ve Beşiktaş oyunun ilk 45 dakikalık bölümünde pozisyon yaratmakta sıkıntılar yaşadı.

Notlarıma bakıyorum, Beşiktaş’ın skora yönelik sadece tek pozisyonu var. O da, Ricardinho’nun frikiğine Serdar Kurtuluş’un attığı kafa şutu. Gerisi doldur-boşalt...

Kleberson’un özellikle ilk yarıdaki oyun hevesinde bir farklılık gözlemledim. Savunma ve hücum aksiyonlarını birlikte yürüttü. Bu iki görevden birisinin arkasına saklanıp, diğeriyle idare etmek gibi pasif bir düşünce içinde değildi.

Kleberson’un iyi veya kötü oynamasından önce niyeti önemli. Hani, tribünleri öfkeye boğan o sorumsuz ve isteksiz davranışlarından artık kaçıyor. Açıkçası kaytarmıyor.

* * *

Beşiktaş savunmasının oyuna katılma isteği ve yüzdesi diğer maçlara oranla daha yüksekti. Koray Avcı, bu bölgeyi iyi yönetti. Ve her fırsatta hücum hedefini tekrarladı. Baki Mercimek ile İbrahim Toraman hatasız ve garanti oynadılar.

Ortadaki ikili Serdar Kurtuluş ve Kleberson’un savunma bloğu ile kurduğu yardımlaşma köprüsü, Runje’ye kalesinde kolay bir 90 dakika yaşattı.

Geçen hafta da yazmıştım. Beşiktaş, maçların final bölümlerini daha gayretli ve tempolu oynuyor. Dün gece de böyleydi. Ancak, koştuğu kadar rakibi üzerinde etki yaratamadı.

Burak Yılmaz, topla fazla oyalandığı pozisyonlarda kolayca rakibinin markajına giriyor. Oysa, topsuz ve rakibi yoran deparlar, Burak’ın stiline daha uygun. Bir de bunu denese...

* * *

Yine Ricardinho’ya döneceğim. İyi oynadığı maçlarda Beşiktaş’ın kazanma şansı hemen artıyor. Dün oyuna istekli başladı. Topla buluşmak için boş alanlar aradı. Ama ona ayak uyduracak bir kafadar bulamayınca oyundan düştü. Ve hemen akla bir soru geliyor... Ricardinho’nun etkili oynamadığı maçlarda Beşiktaş’ın kazanma yüzdesi azalıyor mu?

Kesinlikle böyle düşünüyorum. Beşiktaş, koşarken ve savaşırken kendini yönetecek bir lider arıyor.

Dün de böyleydi. Paşa oyundan düşünce, Beşiktaş’ın kolu kanadı kırıldı.

Ne kötü bir şey değil mi!
Yazının Devamını Oku

Yaşıyor!

30 Kasım 2006
RUNJE’nin inanılmaz hatası ve Balaban’ın penaltı golü, Beşiktaş’ın kafasına bir kurşun gibi saplandı. Ve bu kurşun adeta Beşiktaş’ın oyun değerlerini sakatladı. Ve bedeninde koca bir yara açtı.

Motivasyon kayboldu, savunma dengesi bozuldu ve orta saha bütünlüğünü yitirdi. Yine de kaçan birkaç fırsat ve pozisyon aklıma geldikçe, Beşiktaş’tan umudu kesmenin gereksizliğine inandım.

İbrahim Akın’ın beraberlik golü, Beşiktaş’ın asık suratında beliren tatlı bir gülümseme gibiydi.

Hele, ilk yarı biterken Ali Tandoğan’ın ıskaladığı top skoru bir anda değiştirebilirdi. Ve Beşiktaş, soyunma odalarına bir başka moral ve coşkuyla koşardı. Beceremedi Ali Tandoğan... Uzun bir süre tepinmesinden, yaşadığı acıyı hemen anladım. Tribünler gibi...

* * *

Devre arasında düşündüm... Böyle bir rakip karşısında Delgado iyi iş yapardı. Direkt kaleye koşan ve her iki ayağı ile vurabilen Delgado’nun tam dişine ve stiline göre bir takımdı Brugge.

Ve bir ara Burak Yılmaz aklıma geldi. Onun da bu oyunda yeri vardı. Jean Tigana da böyle düşünüyordu. Ancak bir farkla... Oyunun 60. dakikasına kadar bekledi, sonra aldığı Burak’ı.

Biraz gecikmeli de olsa doğruyu buldu Jean Tigana. Beşiktaş’ın kazandığı penaltı Burak’ın eseriydi.

Top, Ricardinho’nun ayağına geldiği an Beşiktaş’ın rengi hemen değişiyor. Onun bir pası veya ortası Beşiktaş’ı pozisyona koşturuyor. Zaman zaman oyunda kaybolsa ve görülmese de hiç beklenmedik bir noktadan fışkırıyor.

Kalitesinden örnekler sunmaya başladı Ricardinho...

* * *

Beşiktaş, oyunun final bölümlerini daha etkili oynuyor. Dün gece de ikinci yarıda sağlıklı bir takım kimliğine büründü.

Top kayıpları azaldı, pas yüzdesi farklı bir düzeye yükseldi.

Ama Beşiktaş’ta gördüğüm en önemli değer, kazanma duygusuydu. Bu isteği sahanın her bölgesine taşıdı Beşiktaş. Ve karşılığını da aldı. Gördünüz, UEFA’da hala yaşıyor. Ve Almanya seferine umutla bakıyor...
Yazının Devamını Oku

Kaşıyın bakalım!

28 Kasım 2006
DAHA terleri soğumadan ve geçen haftanın yorgunluğunu atmadan derbinin ’fis kos’una başladılar. Herkes gibi ben de F.Bahçe-G.Saray maçının heyecanına katılacağım. Ancak, geçen haftadan aklıma saplanan bir tekme ve örnek bir davranışı gündeme taşıyacağım. İkisinden de etkilendim...

Biri Trabzonspor maçında Ufukhan’ın, Uğur Boral’a attığı tekme!

İyi veya kötü yönetti gibi maçın hakemi Bülent Demirlek’e yönelik bir değerlendirmeye girmeyeceğim. Sadece bu tekmeye kırmızı kartın ötesinde okkalı bir rapor yazmasını beklerdim Demirlek’ten.

Sarı kartla geçiştirdi bu çirkinliği. Ve çok ayıp etti!

Bu tekme, profesyonel bir futbolcunun meslektaşına takınacağı en çirkin davranıştı.

Bir emeğe yönelik en insafsız saldırıydı bu tekme.

Süper Lig’de böylesini hiç görmedim. Ve göreceğimi de düşünemiyorum.

Bir başkası çıkıp beni yanıltmazsa...

Diyenler de çıkıyor... Bu tekme Uğur’u öldürdü veya sakat mı bıraktı?

Bunlara da hiç karşılık vermeden sırtımı döneceğim.

Tanrı, bu yüzsüzlere akıl-fikir versin!

* * *

VE
yine bu ikilinin bir başka pozisyonu tartışılıyor.

Ufukhan’ın, ceza sahası içinde Uğur Boral’a hareketi penaltı mıydı?

En ufak bir temas bile yoktu. Ama maçtan sonra Zico hemen atladı ve faturayı Bülent Demirlek’e kesti.

Olmaz. Olamaz... Şimdiye dek hakemler için hiç konuşmadım. Ama bu penaltıyı nasıl vermez!

Oysa, aynı pozisyona Uğur Boral da değiniyor ve fair-play’lik bir yorum getiriyordu.

Penaltı değildi. Ben hakemi yanıltmak için düşmedim. Herhangi bir tekmeden korunmak için atladım. Yanlış anlaşıldıysa, Trabzonlular’dan da özür dilerim.

İki değerlendirmeyi yan yana getirdim. Ne kadar farklıydı. Hakemleri ağzına bile almadığını söyleyen Zico, öfke saçıyordu.

Bu değişikliğin nedenini düşünmeye başladım. Ve aklıma hemen derbi geldi.

Belki, Zico da başkaları gibi hafta sonuna yatırım yapıyordu.

Ve hakem konusunu kaşıyarak, derbi öncesi kulak çekiyordu!

* * *

ŞİMDİ
geçiyorum haftanın derbisine. Teknik-taktik gibi konular bir yana, herkes hakem muhabbetinde...

Merak ediyorlar. Derbi hangi hakeme teslim edilecek. Ve nasıl yönetecek?

Sevgili Erman Toroğlu ile bir telefon görüşmesi yaptım... Bakın neler konuştuk...

Hocam, Selçuk Dereli ismi ön plana çıkıyor. Nasıl yönetir?

-
Belli olmaz.

Neden belli olmaz?

Futbolcu topçuluğunu bilmezse. Kimi kafa, kimi tekme atarsa, nasıl yöneteceği belli olmaz.

Yani, iş topçunun samimiyetine mi dayanıyor?

- Sadece topçunun değil. Yöneticilerin de yardımcı olmaları gerekiyor.

Nasıl yani?

- Bir derbiyi iki hafta önceden kaşımaya başlarsan... Demeçlerinle tahrik edersen... Hakemi etkilemeye çalışırsan, şimdiden bir şey söylemek zor.

Bu telaş niye. Bir hakem kasıtlı olarak bir derbinin kaderini etkileyebilir mi?

-
Mümkün değil. Nasıl etkiliyebilir. Yanlış yapabilir. Ama bilerek yapamaz.

Demek ki, her iki taraf için de korkulacak bir şey yok?

Yahu, bir hakem önce kendini kurtarmaya bakar. Hele derbilerde... Can derdine düşerler. Kasıtlı olarak bir derbinin kaderini belirleyeceğini düşünmek, çok şaçma.

Öyleyse, neden rahat bir ortam yaratmıyorlar hakemlere?

Çünkü, bu tezgahın böyle kurulduğuna inanıyorlar. Demeçleri, konuşmaları ile hakemleri baskı altına almayı yeğliyorlar.

Çok yanlış değil mi?

Ehh... Korkuyorlar ve akıllarınca şimdiden gardlarını alıyorlar.

Desene hocam, herkes can derdinde?

Evet, ne olur olmaz diyerek yaklaşıyorlar olaya. Ve ağız tadı ile bir derbi heyecanı yaşamamıza izin vermiyorlar!

* * *

VE gazeteleri karıştırırken, gözüme sevgili Mustafa Denizli’nin bazı sözleri takıldı. Diyor ki...

Türkiye’de futbolun keyfi kaçtı. Olur olmaz konuşmalar ve bir hakem hatası, bir hafta Türkiye’nin gündemini kaplıyor. İsteyen iştahla Türkiye Ligi’ni yesin, bitirsin. Allah’tan ümit kesilmez. Belki bir gün Türkiye futbollu günlere dönecektir.

Evet, belki dönecektir. Ama biraz zaman alacak sevgili hocam!
Yazının Devamını Oku

Film gibi

25 Kasım 2006
İNÖNÜ’de dün gece bir film seyrettim. Siyah ve beyaz, adı da Beşiktaş... Şimdi onu anlatacağım.

Beşiktaş, ilk şutunu ancak 30. dakikada atabildi. Ve ilk karambol pozisyonunu 36. dakikada yakaladı.

Ve 38. dakikada bir gol yedi, evlere şenlik!Beşiktaş savunması ayağındaki topu Sinan Kaloğlu’na kaptırdı. Sonra Sinan’ın golünü ailece seyrettiler.

Her biri perişandı. Delgado ve Kleberson... Adeta yürüdüler, oyuna hiç dokunmadılar.

Fenerbahçe maçının iki lokomotifi İbrahim Akın ile Burak Yılmaz uykudan yeni kalkmış gibi sarsak adımlarla dolaştılar.

Yazının Devamını Oku

Derbiyi Japon bildi

21 Kasım 2006
VE Erik Gerets, televizyon karşısında iki dilim balığını yerken, ve de şarabını yudumlarken, Zico ile Jean Tigana haftanın derbisinde kıyasıya boğuşuyordu. Derbiden çıkan kısır sonuç, Erik Gerets’i daha da keyiflendirdi... Maç sonrası Belçikalı hocaya sordular...

Balık nasıldı?

Şahaneydi. Ağız tadı ile yedim.

Ve Tigana’nın da bakışlarından anladım. Kaçırmaya çalışsa da, en az Gerets kadar tek puana seviniyordu...

Fener derbisini kaybetseydi, şimdi ağır adımlarla sehpaya doğru yürüyordu. Yalan mı?

Başkaları yadırgasa da, Kadıköy’deki beraberlik, Zico’yu da mutlu kıldı! Ama medya kısır sonuca başka açıdan bir yorum getirdi ve noktayı koydu...

Korkak Zico!

Ne yaptı da bu damgayı yedi? Diyorlar ki...

Elinde zengin bir kadro varken... Saha ve seyirci avantajı sendeyken... Psikolojik açıdan ağır bir sarsıntı geçiren Beşiktaş maçında pasif futbolu tercih edersen, damgayı yersin...

Korkak Zico!

Biraz gerilere dönüyorum. Sezon başında herkes Zico’nun F.Bahçe’ye hücum futbolu oynatacağını söylüyordu.

Dahası var. Her futbolcuya olağanüstü bir oyun özgürlüğü tanıyacaktı.

Ve yine herkes Zico’lu F.Bahçe’nin 103 gollük rekorunu paramparça edeceğini ileri sürüyordu.

Sadece bir Japon gazeteci, söylenenlerin aksini savundu ve dedi ki...

Zico nereye geldiğinin farkında. Ve F.Bahçe’nin 100. yılındaki hedefini de herkesten iyi biliyor.

Daha sonra Zico’nun F.Bahçe’yi nasıl oynatacağını ana başlıklarla anlatmaya çalışıyordu Japon gazeteci...

Söylediğine bakmayın. Zico, F.Bahçe’de her maçını puana oynayacak. Şovu değil, sonucu düşünerek hareket edecek. Ve F.Bahçe’de yaşamanın ancak bir şampiyonluk ile gerçekleşeceğini aklından hiç çıkarmayacak.

Doğru söylemiş, ufak-tefek Japon meslektaş... Maç sonrası Zico’nun demecini bir okuyun. Neler söylüyor...

Skora hiç üzülmedim. Bir derbi oynadığımızı düşünürseniz, tek puan iyidir!

Ne tuhaf bir lig haftası...

Tigana tek puana seviniyor, Zico tek puanı bir derbi için yeterli sayıyor. Ve Erik Gerets rakiplerinin tek puanla yetinmesine kadeh kaldırıyor...

Şerefe Mösyö Gerets!

* * *

DERBİNİN
stresinden biraz uzaklaşıp, Güney’e kaçalım...

Antalyaspor-G.Saray maçında G.Saray’ın golünden sonra birkaç taraftarın Yılmaz Vural için başlattığı tezahürat, deneyimli teknik adamın moralini bozdu.

Ve maçtan sonra açtı ağzını, yumdu gözünü...

3Geri zekalılar, tarihinizde Antalyaspor’un G.Saray’a karşı bu denli etkili oynadığını hiç gördünüz mü?

Bu bir...

3Eşek herif, sen kim oluyorsun da bağırıp beni eleştiriyorsun?

Bu iki...

3Şuna bak.
Tellerin üzerinde bir köpek gibi havlıyor.

Bu da üç...

Bunları söylerken, Yılmaz Vural’ın suratı bembeyazdı, öfkeden titriyordu, yıkılacak gibiydi...

Ve Yılmaz Vural bir kalp hastasıydı!

Aman hocam, biraz dikkat. İşin şakası yok. Bu kalp böyle bir öfkeye dayanmaz!

* * *

LAF, teknik adamlardan açıldı, iki çalıştırıcıyı gündeme getireceğim.

Biri Engin İpekoğlu, diğeri Bülent Uygun.

Engin, Bursaspor’u çalıştırmaya başladı. Oynadığı üç maçı da kazandı.

Yani, üçte üç yaptı!

Bülent Uygun
ise, Sivasspor’un başına geçti ve Süper Lig’de oynadığı iki maçı da aldı.

İnönü’de Beşiktaş’ı yıktı, Sivas’ta Trabzonspor’u devirdi!

Onları yazarken, aklıma bir başkası geldi. A.Gücü Teknik Direktörü Hikmet Karaman, Başkent takımında göreve soyundu ve son 5 haftada müthiş bir performans yakaladı...

4 galibiyet ve 1 beraberlik!

Şimdi Süper Lig’de gözler bu 3 adamın üzerinde. Yine de raitingi yabancılar yapıyor.

Ve 3 büyüklerin kaymağını da onlar yiyor!

* * *

F.BAHÇE
beraberliğinden sonra bazı dostlar sordular...

Beşiktaş yenilseydi, başkan Demirören yine Tigana’nın arkasında duracak mıydı?

Evet duracaktı. Ama bu gönülsüz bir duruş olacaktı.

Yazımın başında bu derbiden çıkan tek puanın kimleri sevindirdiğini sıralamıştım.

Tigana, Zico ve Gerets.

Bunlara birini daha ekliyorum.

Sevgili Yıldırım Demirören’i...
Yazının Devamını Oku

Fazla lüks!

20 Kasım 2006
JEAN TİGANA, iki uç noktayı pilot bölge seçti. Ve direkt kaleye koşan iki adamını kanatlara yerleştirdi. Sağda Burak Yılmaz, solda İbrahim Akın. Kağıt üzerinde böyle bir tercihe dudak bükenler, oyun başladıktan sonra ön yargılarından uzaklaştılar.

İstatistikler, Tigana’nın hiç de yanılmadığını adeta bağırıyordu. Beşiktaş’ın soldan İbrahim Akın ile rakip kaleye taşıdığı her atak bir pozisyon yarattı. Ve sağ kanattan Burak Yılmaz’ın kaleye yönelik her deparı, Fener savunmasının oyun kurgusunda sıkıntılar yarattı. Özellikle Ümit Özat’ın bu kulvardaki hücum etkinliği ve kanat bindirmeleri Burak Yılmaz’ın varlığı ile sınırlı kaldı. Hiç abartmıyorum. Beşiktaş uzunca bir süre sonra ilk kez adam gibi bir ilk yarı oynadı!

Hani, Tigana’nın hep şikayet ettiği o anlamsız top kayıplarında, orta saha biraz daha becerikli davransa, ilk 45 dakikadan sürpriz bir skor çıkabilirdi. Bu alanda Kleberson aktif bir tempo sergiledi. Savunma sorumluluğunu hiç aksatmadan, hücum hevesini hep diri tuttu. Serdar Kurtuluş ve Delgado, aynı aktiviteyi gösteremediler. Oyuna katkıları sınırlıydı. Özellikle Delgado’dan farklı bir yorum bekleyenler yanıldılar. İlk yarıdaki oyun temposu, maçın final bölümünde Beşiktaş’ı daha farklı düşüncelere yöneltebilirdi. Daha çok hücuma, hatta galibiyete yönelik heveslere taşıyabilirdi.

* * *

Jean Tigana
’nın Delgado’yu oyundan alması ve Ricardinho ile devam kararının perde arkasında bir galibiyetin planı gizliydi. Tigana’yı ilk kez bu denli yürekli gördüm! Unutmadan hatırlatayım. 78.dakikada Beşiktaş’ın yakaladığı fırsat oyunun kırılma noktasıydı. Ricardinho’nun şutuna kaleci Volkan’ın plonjonu...

Ve birkaç dakika sonra Nobre’nin davranışından harcadığı bir başka fırsat... Beşiktaş’ın böylesine cömert ve hovardaca davranmak gibi bir lüksü olabilir miydi? F.Bahçe’nin kesin favori gösterildiği... Daha açık konuşayım, Kadıköy’de yaşanacak olası bir hezimetinden korkanların sözleri aklıma geldikçe...

Beşiktaş’ın böyle bir lüksü olamazdı. Beşiktaş bu lüksü yaşamaya kalktı ve olası bir galibiyetten oldu!
Yazının Devamını Oku

Çağırın avukatı

14 Kasım 2006
SİVASSPOR yenilgisinden sonra Tigana’ya yönelen istifa çığlıkları duygularımı alt üst etti. Futbolculuk yıllarında hep alkışlarla beslenen, milyonlarca hayranını peşinden sürükleyen... Ve imza dağıtmaktan elleri adeta nasır tutan bir idol, belki de teknik direktörlük kariyerinin en karanlık gecesini yaşıyordu.

Tigana istifa. Tigana istifa!

Tribünlerden yükselen bu çığlıklardan kurtulmak için kendimi İnönü’den dışarı attım. Sokaklar İnönü’den de beterdi. Aynı öfke orada da ortalığı inletiyordu...

Tigana istifa!

Her şeye karşın üzülmüştüm. Beşiktaş’ın 13 haftada yitirdiği 18 puanı... Onca para ile oluşturulan yeni bir kadronun perişanlığını... UEFA Kupası’nda aldığı iki yenilgiyi... Hepsini unutarak bir idolün böylesine hırpalanmasına üzülmüştüm.

Birden Sivasspor maçı öncesi bir meslektaşımın stat kafeteryasındaki sözleri aklıma geldi. Elime kalemi-kağıdı verip, Tigana’ya sunulan pembe bir yaşamın Beşiktaş’a kaça patladığını hesaplamamı istemişti.

Yaz dedi ve ekledi...

Yıllığı 2 milyon 300 bin Euro!

Bu rakamı hemen 12’ye bölüp aylığını hesapladım. Aşağı yukarı 190 bin Euro.

Önce şaşırdım. Toparlandıktan sonra ağzımdan şu kelimeler döküldü...

-Doğru mu söylüyorsun?

Meslektaşım aynı ciddiyetini koruyarak devam etti...

Fazlası var, eksiği yok!

Bir şey söylemedim. Ama biraz sonra yine konuya dönüp sordum...

-Şunu bizim paraya çevirelim lütfen?

Çevirelim hocam. Çarp 190’ı 1.850 ile...

Ellerim titreyerek çarptım. Çıkan rakam 353 bin küsur...

Yani, ayda 353 bin YTL!

Ellerimin titremesi vücudumu da kapladı. Meslektaşım halime bakıp güldü.

Bu işler böyle hocam, deyip gitti.

İşte, Sivas yenilgisinden sonra yolda bu konuşmayı hatırladım. Ve gazeteye gidene dek rakamlarla uğraştım. Boğuldum adeta...

* * *

VE dün gazetemde İsmail Er’in bir haberini okudum. Sevgili Tigana diyor ki...

İstifa etmemle Beşiktaş kurtulacaksa, istifamı verip giderim.

Daha sonra devam ediyor Fransız hoca...

Hemen avukatlarımı çağırabilirim!

İşte bu sözlerden sonra Tigana için taşıdığım duygular iyice koyulaştı. Ve üzüntülerim öfkeye dönüştü.

Bir zamanların idolü Tigana, gözlerimde ufaldı. Daha sonra kaybolup gitti.

Ama o tehdide yönelik sözleri hala kulaklarımda çınlıyor...

Hemen avukatlarımı çağırabilirim!

Bu tehdidi hatırladıkça, Tigana’ya öfkem hiç dinmeyecek. Ve tribünlerin çağrısına da hiç üzülmeyeceğim...

Tigana istifa.

* * *

YİNE Sivasspor maçı sonrasına dönüyorum. Bir taraftar grubu beni karşılarına alarak ayaküstü bir sorgulamadan geçirdiler. Biri dedi ki...

Bunca yıl bu işin içindesin. Beşiktaş tribünlerinin hiç böylesine kutuplaştığını, birbirine düştüğünü gördün mü?

O taraftar yenilginin ve olayların heyecanını yaşıyordu ve sıcağı sıcağına böyle bir soru yöneltmişti bana...

Diyemedim ki, nelerini gördüm!

Her neyse... Yaşananlar gerçekten kulak ardı edilecek gibi değildi. Başkan Yıldırım Demirören’in beyanatı da olayın ciddiyetini net bir biçimde gözler önünü seriyordu.

Bu bizim için kırmızı noktadır.

Aman Tanrım, Beşiktaş’ın geldiği noktaya bak. Beyanatı dikkatle okudum. Neler söylüyor Yıldırım.

Başlıklar ateş gibi...

Tribünler üzerinde bazı oyunlar oynayıp bütünlüğü bölmek çok riskli.

F.Bahçe derbisi şimdiden ya hep, ya hiç gibi gösterilmek isteniyor. Bu tehlikeli bir yaklaşım.

Beşiktaş’ın sahadaki rakipleri dışında içinde de rakipleri var.

Bu gibi gelişmeler Beşiktaş’a ihanettir.

Bizim bir parolamız var.
Kol kırılır, yen içinde kalır. Bu takımı kimseye yem etmeyeceğim.

Sadece sonuçlara bakarak bunun arkasından politika yapanları... Kaçak güreşenleri kongreye davet ediyorum. Orada hesaplaşalım.

Evet sevgili okurlar, Demirören’in söylediği gibi...

Bu, Beşiktaş için kırmızı noktadır!

Lütfen işin ciddiyetini anlayın.
Yazının Devamını Oku

Kızmayın

12 Kasım 2006
İNÖNÜ’de yaşadığım dehşet dakikaları Fener derbisi öncesi tüylerimi ürpertti. Beşiktaş, Runje gibi bir kaleciyle Kadıköy derbisi oynayamaz. Kalede pimi çekilmiş bir el bombası gibi duruyor Runje... Her an Beşiktaş’ın başını belaya sokabilir!

14. dakikada yediği gol, yaşına başına hiç yakışmadı. Böylesine bir zamanlama hatasını çocuklar bile yapmazdı.

Top boş kaleye yuvarlanırken, binlerce taraftarın yaşadığı acıyı hissediyorum!

Ve lafı yine Fener derbisine getiriyorum. Jean Tigana, savunmanın yaşadığı kronik hastalığa akıllı bir reçete yazmadığı sürece Beşiktaş, Kadıköy’e gönül rahatlığıyla gidemez.

Ve ilk 45 dakikada bir gol yiyen, rakibe 3 net pozisyon veren bu savunma, Fener derbisinin ağırlığını taşıyamaz.

Özellikle Gökhan Zan ve İbrahim Toraman gibi savunmanın en güvenilir iki adamının arasına ve arkasına atılan her top, Beşiktaş kalesinde panik yarattı.

Sevgili Beşiktaşlılar hiç kızmayın. Her maç sonrası yolumu kesip "Bunları yaz" diye bağıran sizler değil misiniz?

* * *

Peki, böyle bir orta saha ile Beşiktaş, Kadıköy’de ne yapabilir? Dün, Sivasspor orta alanında girdiği her ikili mücadeleyi kaybeden... Ayağından akıllı tek pas çıkmayan... Kısacası, savaşçı bir karakter taşımayan ve teknik donanımdan yoksun bir orta saha mangası, Beşiktaş’ın bu hassas bölgesindeki sorununa çare olamaz.

Delgado oynarsa ne değişir, onu da Kadıköy’de göreceğiz!

Beşiktaş’ın ilk 45 dakikada çektiği sıkıntıları Jean Tigana da gördü ve yaşadı. İkinci yarıya başlarken, taşların yerini değiştirdi ve Beşiktaş’a bir başka kostüm giydirdi. Koray Avcı’yı savunmaya, Gökhan Zan’ın yanına çekti. İbrahim Toraman’ı sağ kenara gönderdi. Ve Ali Tandoğan’ı da hücuma koşturdu...

Böyle bir düzen Beşiktaş’a daha uygundu. En azından hücum etkinliğini artırdı.

* * *

Beşiktaş’ta liderliğe soyunan Ricardinho, taşıdığı sıfata uygun görüntü vermedi. Çevresiyle ve risk almadan oynadı.

Hani, ona "Paşa" diyorlar ya... Hiç de paşaya benzemiyordu. Biraz erken terfi gibi geldi bana!

Kleberson mu?... Onu gözden çıkarttım, bir şey yazmayacağım.

Jean Tigana, Nobre’nin stiline uygun bir düzen bulamadığı sürece, Mert kardeşim, her hafta sonu hırsından gözyaşı dökmeye devam edecek.

Yazık oluyor ve harcanıp gidiyor!

Beşiktaş seyircisi, hiç susmadan tam gece mesai yaptı ve takımının destekledi. Tigana’ya da moral verdi...

Hiçbir çare Beşiktaş’ı kurtaramadı. Ve taraftar sonunda isyan etti, bağırmaya başladı...

Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur. İşte dün gecenin, en gerçekçi yorumu da buydu!
Yazının Devamını Oku