RUNJE’nin inanılmaz hatası ve Balaban’ın penaltı golü, Beşiktaş’ın kafasına bir kurşun gibi saplandı.
Ve bu kurşun adeta Beşiktaş’ın oyun değerlerini sakatladı. Ve bedeninde koca bir yara açtı.
Motivasyon kayboldu, savunma dengesi bozuldu ve orta saha bütünlüğünü yitirdi. Yine de kaçan birkaç fırsat ve pozisyon aklıma geldikçe, Beşiktaş’tan umudu kesmenin gereksizliğine inandım.
İbrahim Akın’ın beraberlik golü, Beşiktaş’ın asık suratında beliren tatlı bir gülümseme gibiydi.
Hele, ilk yarı biterken Ali Tandoğan’ın ıskaladığı top skoru bir anda değiştirebilirdi. Ve Beşiktaş, soyunma odalarına bir başka moral ve coşkuyla koşardı. Beceremedi Ali Tandoğan... Uzun bir süre tepinmesinden, yaşadığı acıyı hemen anladım. Tribünler gibi...
* * *
Devre arasında düşündüm... Böyle bir rakip karşısında Delgado iyi iş yapardı. Direkt kaleye koşan ve her iki ayağı ile vurabilen Delgado’nun tam dişine ve stiline göre bir takımdı Brugge.
Ve bir ara Burak Yılmaz aklıma geldi. Onun da bu oyunda yeri vardı. Jean Tigana da böyle düşünüyordu. Ancak bir farkla... Oyunun 60. dakikasına kadar bekledi, sonra aldığı Burak’ı.
Biraz gecikmeli de olsa doğruyu buldu Jean Tigana. Beşiktaş’ın kazandığı penaltı Burak’ın eseriydi.
Top, Ricardinho’nun ayağına geldiği an Beşiktaş’ın rengi hemen değişiyor. Onun bir pası veya ortası Beşiktaş’ı pozisyona koşturuyor. Zaman zaman oyunda kaybolsa ve görülmese de hiç beklenmedik bir noktadan fışkırıyor.
Kalitesinden örnekler sunmaya başladı Ricardinho...
* * *
Beşiktaş, oyunun final bölümlerini daha etkili oynuyor. Dün gece de ikinci yarıda sağlıklı bir takım kimliğine büründü.
Top kayıpları azaldı, pas yüzdesi farklı bir düzeye yükseldi.
Ama Beşiktaş’ta gördüğüm en önemli değer, kazanma duygusuydu. Bu isteği sahanın her bölgesine taşıdı Beşiktaş. Ve karşılığını da aldı. Gördünüz, UEFA’da hala yaşıyor. Ve Almanya seferine umutla bakıyor...