11 Eylül 2008
TOY bir takımla oynadık. Rakibin yedi futbolcusu 23 yaşın altındaydı. Aralarında 19’luk iki de çocuk vardı. En babası 31 yaşındaydı?. FIFA sıralamasında 50 ila 55. basamaklar arasında emekleyen bir takımdı Belçika? Ve 2008’de bizimkiler yarı final oynarken, onlar 8’li grupta 5.sıradan öteye gidemiyordu.
Böyle bir takımla oynadık, dün gece. İlk bakışta kolayca yeneceğin hatta bir lokmada yutacağın bir rakip gibi görünüyordu.
Oyunun 30. dakikasına dek pek ciddiye almadık bu toy rakibi. Kötü oynarken bile yeneceğimize yönelik inanç ve güvenle doluyduk.
30. dakikada kafayı yiyince akıllandık! Bu arada ben de geçen zamanı gözlerimde tekrar canlandırmaya başladım?
Kazım Kazım, sağ kulvarda düşük bir tempo ile oyalanırken, sol kulvarda Arda Turan topla tek başına etkisiz figürler çiziyordu?
Açıkçası, kanatlar hiç işlemiyordu!
* * *
Fatih hoca, takımın yönetmenliğini Emre Belözoğlu’na vermişti. İlk 45 dakikada takıma ateşleyecek tek hareketini görmedim Emre’nin. Ve kalitesini anlatacak tek yaratıcı pasına rastlamadım. Sıradan biri gibiydi.
Ya, yediğimiz gol? Ceza alanı içine ortalanan top, Snock’un kafasına doğru süzülürken, bizim savunma ordusundan havalanan tek kişi Mehmet Topal idi.
Servet Çetin, pozisyonu sadece gözleriyle izledi? Gökhan Zan mı? Ortalarda yoktu!
İlk 45 dakikada aklımda kalan tek pozisyon vardı. Devre biterken Arda’nın kafa şutuna kaleci uzandı? Ve Çağlar Birinci’nin sert şutu da karambole takıldı.
İşte ilk yarıdaki kimliğimiz böyleydi!
* * *
İkinci yarıda neler yaptık, bir de ona bakalım. Terim, oyunun final bölümüne Mehmet Topuz ile başladı. Kazım Kazım kenardaydı. Daha sonra Mehmet Topal’ı çıkartıp Mevlüt Erdinç’i oyuna aldı.
Aradığı tek şey erken bir goldü!
Evet, oyun tek kaleye döndü? Her ataktan bir gol beklerken, iyi futbolu hiç düşünmedik. Ve beklenen gol, beklenmedik bir anda ve pozisyonda geldi.
Belki, tartışanlar çıkabilir? Rakip, Fransız hakemin penaltı kararına uzun süre itiraz etse de, topla elle oynamanın haklı bir cezasıydı bu?
Dünkü beraberlik beni şaşırttı. Umutlarımı kırdı. Ve toy diye baktığımız bir rakip 2 puanımıza kan doğrayıp çekip gitti.
Bize mi ne kaldı? Koca bir endişe!
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2008
BEŞİKTAŞ, sağlam bir hazırlık maçı oynamaya niyetliydi. Üstelik, Shakhtar Donetsk gibi bıçkın bir rakip seçmişti.<br><br>Ancak, hakem Özgür Yankaya’nın Fernandinho’ya ardı ardına çıkardığı iki sarı kart, Shakhtar Donetsk’i 35. dakikada 10 kişi bıraktı. Özgür Yankaya’nın bir özel maçta biraz da abartılı bu davranışına ilk tepki kimden geldi dersiniz...
Beşiktaş Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam’dan!
Trabzonspor maçı öncesi kafasını kurcalıyan bazı pürüzlere belki de bu maçta netlik getirecekti Ertuğrul hoca...
Seric’i savunmanın soluna koyarken, Tello’yu alışık olduğu bölgeye kaydırması belki de Trabzonspor maçı için düşündüğü bir değişikliğin hazırlığıydı. Her neyse, rakibin 10 kişi kalması işin tadını kaçırdı.
Yine de bu maç bazı sinyaller yaktı. Savunmanın göbekteki ikilisi Sivok ile Tuna Üzümcü ilk yarıda rakibe 3 net pozisyon rahatlığı verdi.
Seric, mükemmel sol ayağını henüz gerektiği gibi kullanabilecek fizik yeterlilikte değil.
İlk yarıda savunmada havalar böyleydi!
* * *
Oyunun ikinci yarısında Ertuğrul Sağlam, Mert Nobre’nin yanına Bobo’yu koydu.
Nobre, forma kaptığı her maçı aynı hırs ve hevesle oynuyor. Hele yanında Bobo’yu görünce coşkusu daha da artıyor. Shakhtar maçını da aynı duygularla oynadı.
Yine de Ertuğrul hocanın Trabzon’daki tercihi herhalde farklı olacak.
Ve Nobre’yi kesip, Holosko’yu oynatacak.
İkinci yarıda Beşiktaş savunmasının sağında İbrahim Toraman, solunda İbrahim Üzülmez vardı.
Acaba, Ertuğrul Sağlam bu iki adaşa Trabzon maçında görev verebilir mi?
Dönüp dolaşıp yine rakibin 10 kişi kalmasına geleceğim. Yoksa, bu maç her ikisi için Ertuğrul Sağlam’a daha net bilgiler verebilirdi.
Sahi, kimse Gökhan Zan’ı hesaba katmıyor. Onu da unutanlara hatırlatıyorum.
* * *
Bu arada 17’lik Necip Uysal da dün akşam forma şansı yakaladı.
Belki, Süper Lig’in ikinci yarısında ya da gelecek sezon kesinlikle onu sürekli Beşiktaş’ta göreceğiz.
Oyunu mükemmel algılıyor. Ayaklarını iyi kullanıyor. Rakipten kaptığı sürpriz topları da gerektiği gibi oyuna sokuyor.
Zaman, bu çocuğu daha iyi yerlere getirecek.
Delgado mu? Beşiktaş için ne kadar gerekli olduğunu her hareketiyle adeta belgeliyor.
Beşiktaş’ta herkesin bir alternatifi kulübede bekliyor.
Ama Delgado’suz bir Beşiktaş, düşünmek mümkün mü?
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2008
DEĞİŞİK duygularla doluydum. Millilerin ilk yarı performansı herkes gibi beni de endişelere sürükleyen kötü bir filmi andırıyordu. Bu filmde başrol aktörlerinin her biri sanki karekterlerinin ötesinde bir role soyunmuştu. Filmin hareketli aktörü Tuncay Şanlı’nın ilk 9 dakika ayağına top değmedi. Sol kenarın en etkili ve filme heyecan getirecek aktörü Arda Turan, ilk 45 dakika hiç görünmedi. O da gerçek kimliğinin ötesinde pasif ve etkisizdi.
Oyuna şöyle bir baktım... Hücumda çoğalamıyorduk. Kanatları hiç kullanamıyorduk. Bir de önümdeki kadrolara ve isimlere bir göz attım. Her iki takım aktörleri arasında kulak ardı edilmeyecek bir kalite farkı hemen sırıtıyordu.
Öyleyse, bu film neden bu denli kötüydü!
Rakibi ile arasındaki kalite farkını kullanmakta zorlanan bir milli takım izliyordum. Onlar, eti-budu belli, kalitesi sınırlı bir takımla defansif ağırlıklı bir düzeni savunuyorlardı. Bizimkiler, hücumu arka plana iten bir rakibin silik ataklarını kalabalık bir savunma ordusu ile karşılıyordu.
Oyunun 28.dakikasına kadar bu kaos sürüp gitti. 28.ile 35.dakikalar arasında iki net pozisyon yakaladık. Mevlut, önünde iki top buldu. Biri şans topuydu. Adeta rakibin bir hediyesiydi. Mevlut iki pozisyonda da öylesine berbat vurdu ki...
* * *
DEVRE arasında herkeste ortak düşünce, Fatih Terim’in bazı aktörleri veya düzeni değiştireceği görüşünde birleşiyordu.
Doğru düşünmüşüz... Önce Mevlut’u kenara aldı Kazım Kazım’ı sağ kanata yerleştirdi. İlk 45 dakikayı kendi yarı alanında geçiren Tuncay Şanlı’yı da Semih’e yakın oynatmaya başladı.
Ve arzuladığımız gol geçikmeli de olsa geldi. Golün sevincini yaşarken yine düşünmeye başladım.
Fatih hoca, Tuncay’ı golden sonra neden oyundan aldı!
Ve bir soru daha...
Ayhan Akman’ı hangi düşünce ile Tuncay’ın yerine oyuna soktu.!
Maçın ikinci yarısında bazı aktörler filme ısındı. İlk yarının etkisiz adamı Emre Belezoğlu’dan kendi klasiğine yakın bir performans izlemeye başladık.
Arda Turan farkedilir bir çıkış yaptı. Kazım Kazım’ın taşıdığı kenar toplarla daha hareketli bir tempoya yöneldik.
Kenarlardan gelişen ataklar, İlk yarının yalnız aktörü Semih Şentürk’ü gerçek kimliğine kavuşturdu. Attığı gol her ne kadar duran toptan gelen bir pasın ürünü olsa da, fırsatçı kimliğini yine akıllıca kullandı.
Beşiktaş’ta forma bulamayan Gökhan Zan, adaşı Gökhan Gönül ile savunmanın en iyisiydi. Mili takım genelde nasıl diye bir soru yöneltenlere şunu söyleyebilirim...
Tek devrelik oyun Ermenistan’a yetti.
Ancak, Böyle bir performans İspanya gibi bir devle boğuşmaya, savaşmaya yeterli mi?
Bunu da zamanı gelince konuşuruz.
Doğruyu konuşalım... Euro-2008’de yarı-finale kadar tırmanacağımıza kaçımız inanıyorduk ki!
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2008
OYUNUN ilk 25 dakikalık bölümünde Matias Delgado’nun ayağından çıkan her top, Beşiktaş’ı pozisyona koşturdu. Bu, akıl ve estetik dolu pasların yarattığı fırtına kısa ömürlü oldu. Ve Delgado ile birlikte Beşiktaş da kayıplara karıştı. İlk yarının topla en çok buluşan ve her pozisyonda görünen adamı Serdar Özkan’dı.
Kaybettiği ve kaptırdığı toplara kızanlara hiç katılmıyorum. Atılan her pası, ısrarla kovaladı. Bölgesi dışına taşarak, rakibin boş bıraktığı alanlarda pozisyon aradı. 24. dakikada golle burun buruna geldi Serdar Özkan... Vurduğu topu Jefferson nasıl çıkardı, anlayamadım!
Anlamak için de fazla zorlamadım kendimi. İkinci yarının hemen başında Delgado’nun yerden ortaladığı topun nasıl gol olduğunu da anlamaya kalksam, çıldırabilirdim...
Şans işte. Serdar’ın bombası Jefferson’a takılıyor. Delgado’nun yuvarladığı top ağlarla buluşuyor. Bu da futbolun cilvesi.
Tribündeki taraftar gibi Ertuğrul Sağlam da bazı isimlerden farklı performans bekliyor. Bir kaç örnekle sıkıntılarını anlatabilirim...
Edouard Cisse, hala arzulanan performansın uzağında dolaşıyor. Sanki yere eğreti basıyor. Oyuna katkısı öylesine sınırlı ki...
Holosko, kış ortasında açan güneş gibi. Bir görünüyor sonra kayboluyor.
Herkes gibi Sağlam da patlayacağı anı bekliyor. Dün attığı gol, belki bir başlangıç olur... Bobo, gol atarken bir başka güzel. Golsüz geçirdiği dakikalarda sıradan ve etkisiz...
Uğur İnceman, dün gece özelliklerinden hiçbirini sergileyemedi. Sadece rakibi bozmak gibi bir düşünceye saplandı. Oyunun hücum yönüne pek katılmadı.
Sıraladığım isimler arzulanan performansa ulaştığı an, Ertuğrul Sağlam’ın da yaşadığı sıkıntılardan kurtulacağına inanıyorum.
* * *
Beşiktaş’ın ikinci yarıdaki performansı daha etkiliydi. Bol pozisyon yakaladı. Adeta tek kale oynadı.
Ve bir gerçek... Delgado sahne alınca, Beşiktaş’ın oyunu da etkinlik kazanıyor. Dün gece oyunun ikinci yarısında bunu bir kez daha gördüm.
Bu da kafamı kurcaladı. Beşiktaş’ın kaderi sadece bir yıldızın ayaklarına ve yeteneğine bağlı kalabilir mi?
Delgado’nun bir maçlık suskunluğu Beşiktaş’ı sürpriz bir sonucun şaşkınlığına yuvarlayabilir mi?
Belki bunları Ertuğrul Sağlam da düşünüyor. Ve söylediğim gibi diğer futbolcularının da beklenen performansa kavuşarak Beşiktaş’ı Delgado bağımlılığından kurtarmayı amaçlıyor.
Buna da katılıyorum.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2008
4 yıldır G.Saray, Kayserispor’a yenilmiyor. Geçen hafta yine yenilmedi. Ancak, oynadığı oyun yenmeye de yetmedi. Ve Kayseri’de bıraktığı iki puan Skibbe’yi gündeme taşıdı.
Şampiyonlar Ligi trenini kaçırmanın artçı depremleri sürerken, bu büyük acının yaralarını sadece Kayseri’den alınacak üç puan dindirebilirdi.
Bunu da beceremedi Skibbe!Bir mucize mi bekleniyor Alman hocadan?
Yoo... Sadece taktiksel açıdan elindeki kadroyu gerektiği gibi kullanmasını istiyorlar Alman hocadan...
Başka?Bir de ilk onbirde doğru seçim bekliyorlar.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2008
ERTUĞRUL Sağlam, Antalyaspor maçının kırık notlu öğrencileri Gökhan Zan, Ali Tandoğan ve Aydın Karabulut’u kulübede bekletti. Bir bakıma kulak çekti, uyardı... Dörtlü savunma bloğunun üçü yabancı, biri bizdendi. Göbekteki Zapo-Sivok ikilisi şimdilik Gökhan Zan’ı kenara ittiler. Uzun ömürlü olur mu, zaman gösterecek.
Dün gece ikisi de kendileri için oynadılar. Hesapları oyunu hatasız bitirmekti. Ancak ilk yarıda Sivok iki pozisyonda rakibe iki kafa topu ikram etti. İkisi de gol olabilirdi!
Zapo’nun performansı da pek parlak değildi. Rakibi kontrolde zaman zaman sıkıntılar çekti.
Lafı gevelemeden ve farklı skora hiç aldırmadan söyleyebilirim... Savunma henüz beklenen çizgiyi yakalayamadı. Dün gece geçen sezonun filminden benzer sahneler gördüm.
Antalya maçının silik portresi Uğur İnceman, Siroki karşısında farklı ve etkili bir kimliğe büründü. Oyunun her iki yönünde de tekniğine savaşçı karakterini ekleyerek tam not aldı. Attığı nefis golü anlatmak ise mümkün değil. Maça gelmeyenlere öneriyorum... Bir fırsatını bulup bu güzel golü TV’den izlesinler.
* * *
Bobo, oyunun ilk yarısında Nobre’siz oynamanın yalnızlığını çekti.
İkinci yarıdaki oyunu ise, mükemmeldi. Serdar Özkan’a attırdığı gol... Kaptan Delgado’ya çıkardığı akıl dolu iki pas... Ve bir de attığı golle gecenin şovmeni idi!
İşte bu dakikalar Beşiktaş tribünlerinin coştuğu anlardı. Bir şov da taraftarlardan geldi...
Anladım ki, bu sezon Beşiktaş hiç yalnızlık yaşamayacak. Her maçı kapalı gişe oynayacak.
Turu ilk maçta garantileyen Beşiktaş’ın dün gece İnönü’ye 25 bin seyirci çekmesi bunu doğruluyor. Öyle değil mi!
Delgado, kolunda taşıdığı bandın sorumluluğunu biliyor. Tam bir kaptan... Müthiş bir özveri ile oynuyor. En iyi yönü de sürekliliği. Geçen sezondan ne kadar da farklı...
* * *
Rodrigo Tello, hücuma çıktığı pozisyonlarda hemen fark ediliyor. Özellikle ikinci yarıda her Beşiktaş atağına katıldı.
Delgado’ya yakın oynadığı pozisyonlarda birlikte oluşturduğu ataklar, Beşiktaş’ın sol kulvarına etkinlik getirdi.
Beşiktaş, Siroki karşısında Süper Lig için iyi bir prova gerçekleştirdi. Ve moral yüklendi. Aynı morali tribünlere de gönderdi...
Yine de ben, Beşiktaş savunması için endişelerimi yineleyeceğim. Ve Ertuğrul Hoca’ya bu hassas bölgeyi bir kez daha gözden geçirmesini hatırlatacağım.
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2008
BEŞİKTAŞ maçı sonrası Antalya Atatürk Stadı’ndan koşar adımlarla uzaklaştım. Adeta yaşadığım dehşetten kaçıyordum. Ve birkaç dakika içinde konakladığım otelin lobisinde bir koltuğa yığılıp kaldım. Lobi, benden önce kaçanlarla doluydu. Bir-iki adım ötede iki gencin konuşmaları masama kadar uzanıyordu. Ve tartışıyorlardı...
Biri ısrarla Yıldırım Demirören’in suratında patlayan cismin çakmak olduğunu söylüyordu. Hatta, markasını bile veriyordu.
Diğeri de ısrarcıydı. Kafasını iki yana sallayarak ve sırıtarak itiraz ediyordu... Biraz daha yaklaştım onlara. Ve duydum ne dediğini...
Çakmak değil. Şarj aleti, şarj!
* * *
Her geçen dakika otel daha da doluyordu. Ve her gelen yaşadığı maceradan bir pasaj anlatıyordu. Biri kafasına fırlatılan bir odun parçasını aynen geri iade ettiğini söylerken, böbürleniyordu.
Bir başkası, adamın yarılan kafasından fışkıran kanın kirlettiği gömleğini herkese göstererek şikayetini dile getiriyordu.
Ve bir grup vardı. Kadınlı-erkekli bir arkadaş grubu. İçlerinden biri kalkarak yanıma kadar yürüdü ve dedi ki...
Herhalde bunları yazacaksınız, değil mi. Yazılması gerekir, öyle değil mi?
Hatta, daha da ileri giderek, sert bir üslupla ders verircesine gözlerini gözlerime dikti. Ve yine konuştu...
Yazmanız gerek, yazmanız!
* * *
YAZMAM gerekliymiş... Diyemedim ki, yıllardır herkes gibi yazıyorum. Herkes gibi dil döküyorum. Çoğu kişi gibi üzülüyorum.
Sanki yazdıkça, azıyorlar. İnadına kan döküyorlar!
Oysa, şu canım otelin lobisinde başka şeyler konuşmayı ne kadar isterdim. Bu hoş sohbetten artanları ertesi gün kaleme almaya ne kadar da hasrettim...
Kimse atılan 5 golden... Bir heyecan fırtınasına dönüşen son 45 dakikanın güzelliğinden kimsenin tek laf ettiği yoktu.
Var mı yok mu kan. Var mı yok mu ateş!
Konu değişiyor, laf, bir gün önceki G.Antep-F.Bahçe maçına geliyordu...
Yahu, G.Antep’in yarattığı skordan tek kelime konuş. Maçın kritiğini yap. Veya tartış.
Ne gezer. Ne diyorlar biliyor musunuz?
Yaralı sayısı 2’den fazlaymış da. Basın saklıyormuş.
* * *
SANKİ, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum. Stattan kaç, gel otelde bunları dinle. Gözüm bir ara biraz önce bana etikten söz eden ve uyaran orta yaşlı adama takıldı.
Ağzı kulaklarına varıyordu. Maçtan gelen bir arkadaşının anlattıklarını dinledikçe keyifleniyordu.
Keyiflendikçe kahkahalar atıyordu.
Bir ara sesini yükselten adamın söylediklerini işitir gibi oldum. Diyordu ki...
Vallahi ne yalan söyleyeyim, o alkışladıkça, ben arkadan tükürdüm. Bir ara anlar gibi oldu ama hiç oralı olmadım.
Yani, o adam maça gitmiş. Birkaç koltuk önündeki rakip taraftarın alkışlarına kızıp, arkasından sürekli tükürmüş.
Tam bu sırada bana ders veren kişinin eli o adamın sırtına doğru yöneldi. Ve iki kez vurdu sırtına...
İyi yaptın der gibi!
* * *
EVET sevgili okurlar, özlemle beklediğim Süper Lig başladı. Özlemle beklediğiniz goller birbirini kovalıyor.
Ve Süper Ligi kirletenler hala aramızda yaşıyor!
Rakip taraftarın arkasından tükürenler gibi... Ve tüküren arkadaşının arkasını sıvazlayanlar gibi...
Hepsi hala aramızda!
Başkanın suratına çakmak fırlatanlar... Pardon şarj atanlar... G.Antep’te kan dökenler hala aramızda yaşıyor.
Ve yaşadıkça çoğalıyorlar!
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2008
OTELDEN çıktım, Antalya Atatürk Stadı’na doğru yürümeye başladım. Nemli hava tüm bedenimi sarmıştı. Attığım her adımda sanki kafamdan ayaklarıma doğru sular boşalıyordu. Kalp atışlarım değişti, gözlerimin karardığını hatırlıyorum... Stada girdim... Çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Ve bayılan bir seyirciye ambulans çağırıyorlardı. Yaşadığıma şükrettim, bir koltuğa çöktüm. Böyle bir havada biraz sonra oynanacak bir maçın yorumunu yazacaktım. Belki de hiç aldırmadan 90 dakika koşacak 22 adamı acımasızca eleştirecektim. Isının 40 dereceye vurduğu, nemli havanın bir kene gibi tenime yapıştığı bir gecede her hataya ve hatayı yapana bir suç dosyası düzenleyecektim.
Haksızlık bu. Ama ne yapalım bizim de işimiz bu!
* * *
Bırakın çift ön liberoyu, Beşiktaş 10 libero ile oynasa nafile...
Kalesini korumasını ve savunma yapmasını bilmiyor. Oyunun ilk 10 dakikalık bölümünde rakibe iki net pozisyon verdi ve bir de gol yedi.
Yediği gol evlere şenlik!
Kornerden gelen topu sadece seyredersen... Adam paylaşımında yanlış noktalar seçersen... Rakipten ağır davranırsan yersin golü.
İkinci gol ilkinden de beterdi. Altıpas içinde dolaşan topa Beşiktaş savunması hiçbir önlem almadı.
Beşiktaş’ın yediği en ucuz gollerden biriydi! Bir de kaçırdığı fırsatlar vardı. İki net pozisyon yakaladı. İlkinde Bobo’nun, diğerinde Delgado’nun nefis pasını Holosko yüzüne gözüne bulaştırdı. Oysa, her ikisi de kolay ve rahat pozisyonlardı.
* * *
İlk yarı biterken kafama takıldı. Hazırlık maçlarının en hazır ve hızlı adamı Mert Nobre ilk 11’de yoktu.
Tercih, elbette Ertuğrul Hoca’nın... Ancak, yanlışı yazmak da bizim görevimiz.
Yine ilk yarı sonunda düşündüm... Hazırlık döneminin ele avuca sığmayan genci Aydın Karabulut’un isteksiz tavırları... Sivok’un hataları... Bobo’nun, Uğur’un etkisiz temposu hep bu öldüren sıcak ve nemin etkileri miydi? Ve bir soru... Tello’dan solbek olur mu? Belki olur, ama bu bölgede oynamayı seviyor mu... Bir de ona sorun!
Ertuğrul Sağlam, iki adam değiştirdi. Sol çizgiye Serdar Özkan’ı koydu, Bobo’nun yanına da Nobre’yi gönderdi. Yani, çift santrfor oynamaya başladı Beşiktaş... Bu, 2-0’lık skordan kurtulmak için Sağlam’ın denediği son şanstı.
* * *
Ne değişti... Beşiktaş, Serdar Özkan’ın varlığı ile sol kanadı kullanmaya başladı.
Nobre, savaşçı kimliğini rakip ceza alanı içine taşıdı. Ve Beşiktaş oyunu Antalya kalesine yıktı.
2-0’dan sonra gelen 3-2’lik skoru başkaları gibi hiç abartmayacağım.
Sistemsiz bir oyunda Beşiktaş’ın attığı üç gol için, kısa bir zaman dilimine sıkıştırılan bir kükreyişin ürünüdür diyeceğim. Ve buna da saygı duyacağım. Hele böyle bir havada alınan 3 puanı da alkışlayacağım.
Yazının Devamını Oku