3 Ekim 2008
HERKES biliyordu... Beşiktaş’ın ilk dakikalarda yaşayacağı sıkıntıları sevgili Ertuğrul Sağlam’ın da bilmesi gerekirdi. Ve özellikle oyunun bu bölümünü gerektiği gibi planlamalıydı. Rakibin fizik gücünü kullanarak Beşiktaş’ı dar bir alana sıkıştıracağını... Oyunu Beşiktaş kalesine yıkacağını... Her topa ilk hamleyi yapacağını... Ve Beşiktaş’ın kolunu-kanadını kıracağını ezberletircesine anlatmalıydı öğrencilerine.
Oyun başladıktan bir kaç dakika sonra Beşiktaş’ın yaşadığı paniği gördüm. Ve anladım... Beşiktaş dersini gerektiği gibi çalışmamış.
Bir Beşiktaş düşünün. Rakip kaleye ilk atağını ancak 17.dakikada yapıyor. İlk şutunu 41. dakikada atıyor.
İlk 45 dakikada Tek kanat atağı yok Beşiktaş’ın. Sol kulvarda Tello’nun attığı her top rakibe gidiyor. Sağ kulvarda Holosko’nun varlığı bile hissedilmiyor.
Böyle bir Beşiktaş kazanabilir mi?
Hani söylerler... Çıkmayan candan umut kesilmez. Hadi canım. Ayakta kalan, yere sağlam basan tek Beşiktaşlı gösterin, kaybolan umudumu tazeliyeyim...
Rakip, orta sahada adeta eziyor. Delgado’nun topla buluştuğu pozisyonların sayısı bir elin beş parmağını aşmaz.
Cisse, çabuk gelen Metalist ataklarında boğulurcasına çırpınıyor. Bobo, sanki kayıp. Savunma bloğu her rakip atakta sallanıyor.
Allahaşkına, fizik gücü ile yıkıp geçen bir rakip karşısında ayakta durmakta zorlanan Seric’in işi ne?
* * *
Metalist’in ilk golü bir harikaydı. Coelho yaklaşık 35 metreden vurdu, köşeye gitti. Yine de görenler lütfen söylesin...
Hakan, o anda nerede duruyordu. Poziyonu yeterince algıladı mı.Suç yüzdesi neydi Hakan’ın!
İkinci Metalist golünde, Zapo ile başlayan hatalar zincirine tüm savunma bloğunun katılmasına ne dersiniz...
Üçüncü golde yine Zapo’nun inanılmaz pas hatasını gördükten sonra ne düşünürsünüz... Beşiktaş’ın gol yemediği maçlar da bile hep bir soruya yanıt aradım...
Zapo bu yerin adamı mı?
Belki, Sivok’un yokluğundan etkilendiğini söyleyenler çıkabilir. Gökhan Zan ile gerekli uyumu sağlayamadığını hatırlatanlar olabilir.
Ben de hiç birine katılmadığımı haykırırsam, kızar mısınız!
* * *
Beşiktaş savunması ilk kez böylesine çabuk oynayan, fizik gücünü böylesine etkili kullanan bir rakiple oynadı. Ve sonucu gördünüz.
Dünkü skora bakarken Lucescu’nun sözleri aklıma geldi. Ne demişti ve nasıl bir yorum yapmıştı Metalist için?
Güçlü bir fiziği var. Ve dikkat edin çok çabuk oynuyorlar.
Söylediği gibi çıktı rakip. Farklı bir skorla kaldırıp attı Beşiktaş’ı. Maçın ve hezimetin şokunu atlattıktan sonra bir süre salim kafa ile düşündüm...
Bu yenilginin suçlusunu ararken, geniş kapsamlı bir araştırma yapmanın gereğine inandım. Nasıl mı?
En kral yerlisinden başlayıp, en pahalı yabancısına kadar bir kalite araştırması yapılmasını... Bu arada teknik kadronun çapı için de bir soruşturma açılmasını öneriyorum.
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2008
AYRAM, dargın ve küskünlerin barıştığı bir gündür. Üzgünüm, bu yazı böyle bir günde belki de sevgili Bülent Yıldırım ile aramızı açacak.
Hani şu, iki olaylı pozisyondan biri bayram günü bir kara kedi gibi aramıza girecek. Kusura bakma hocam, taktım kafama yazacağım.
Maçtan çıktım, soluğu gazetede aldım. Sayılmayan iki Beşiktaş golünü TV’den ve banttan defalarca izledim.
Nobre’nin sayılmayan golü için tek kelime söylemeyeceğim. Delgado’nun golüne gelince, biraz yaygara yapacağım.
Önce şunu söyleyeyim. Olay mahalline biraz geç geldin. Pozisyonu yeterince özümleyemedin. Ve kargaşada Nobre gibi bir sabıkalıyı görünce, duygularına kapılıp bastın düdüğü...
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2008
OYUNUN hemen başında, Holosko’nun attığı golü Beşiktaş yanlış algıladı. Beklenmedik bir golle sallanan rakibin üzerine ısrarla giderek skoru garantiye almalıydı Beşiktaş... Oysa, düşük tempolu bir oyunla adeta oyalanmaya başladı. İlk yarıda harcanan her dakika, toparlanması için rakibe sunulan bir fırsattı. Adriano’nun harcadığı pozisyon... Efe’nin iki adımdan dışarı vurduğu kafa şutu, Beşiktaş’ın başına beklenmedik işler açabilirdi.
Beşiktaş, takım savunmasına özen gösterdiği dakikalarda, rakibe pozisyon rahatlığı vermiyor.
Özellikle bu düşünceyi sahanın geniş bölgelerine yaydığı anlarda savunma bloğu hatasız oynuyor. Sivok ve Zapotocny’nin de hücum iştahları kabarıyor.
Ancak, oyun direkt savunma bloğu üzerine yıkılırsa, Sivok-Zapotocny ikilisi ağır bir yükün altına giriyor. Ve taşımakta zorlanıyorlar.
Dün gece ilk yarıda rakibin Serdar Kurtuluş ve Ekrem Dağ’ın kontrolündeki sağ kanattan taşıdığı toplar, Beşiktaş savunmasına sıkıntılar yaşattı.
Beşiktaş’ın yediği gol yine kronik bir rahatsızlığın tekrarıydı.
Ceza alanına süzülen topa Adriano kafayı vururken, çevresinde kimseler yoktu. O pozisyona Zapotocny veya Gökhan Zan’dan birinin müdahalesi gerekirdi. İkisi de seyrettiler!
* * *
Beşiktaş hücumda yine Delgado’nun ayağından çıkacak paslarda mahkumdu. İlk yarıda Tello, zaman zaman sol kulvardan ortaya kayarak Delgado’ya yardıma koştu.
Ancak, onun da sürekliliği yoktu. Ertuğrul Sağlam ikinci yarıda oyundan aldı.
Seyircinin Belediye golünden sonra ısrarla Bobo’yu çağırması doğru bir istekti. Pozisyon sıkıntısı çeken Beşiktaş’a bir kan değişikliği gerekliydi.
Oyunun son 15 dakikasını üç forvetle oynadı Beşiktaş. Bobo-Nobre-Holosko üçlüsü Beşiktaş’ın kaderini değiştirebilecek son şanstı.
Ne var ki, 15 dakikalık kısa bir zaman dilimine sıkıştırılan bu değişiklik de Beşiktaş’a aradığı golü getirmedi. Ve düşük tempo Beşiktaş’ın 2 puanını alıp götürdü.
* * *
Dün gece tartışılan iki pozisyon vardı. Biri Nobre’nin sayılmayan golü... Bülent Yıldırım’ın kararına katılıyorum. Ama, Delgado’nun attığı golde Nobre’nin faul yaptığına inanmıyorum.
Hakem kararları bir kenara... Sevgili Ertuğrul Sağlam da takımı gibi bu maça hazır değildi. Taktiksel açıdan düşük bir performans gösterdi. Oyuncu değişiminde ise, geç hamle yaptı.Hakem kararlarına dalarak, bunu da gözardı edemem.
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2008
AKİN bir Süper Lig haftası geçirdik. Yürek hoplatacak, gündemi bulandıracak bir sürpriz yaşamadık. Büyükler silme kazandılar, küçükler kaderlerine boyun eğdiler. Üç günlük Süper Lig heyecanında önce haftayı renklendiren isimlerden bir demet sunuyorum. Karenin ası F.Bahçeli Alex’ti...
Bir arkadaşım önüme Alex ile ilgili bir yığın rakamlar koydu. Ve dedi ki...
Bu adamın aldığı her kuruş helal!
Aldığı dolarları hatırlatmaya kalktım. Dinlemedi bile. Kesip attı...
Aldığına değil, verdiğine bak.
Yine konuşmama fırsat bırakmadan saymaya başladı...
Ciğeri beş para etmeyen kimlere ne dolarlar kaptırdık!
İşi uzatmak istemedim. Ve lafı hemen G.Birliği maçına getirdim. İkimiz de istatistiklere daldık. Rakamlar nefis bir Alex portresi çiziyordu.
Ve 5 yıllık genel performansında F.Bahçe forması ile tam 98 gol atmıştı Alex. Bir orta saha adamı için harika bir iş becermişti. Asist sayısı da çılgın rakamlara ulaşıyordu.
Ve dostum bir özelliğinden söz etti Alex’in...
Müşfik bir aile babasıdır. Nereye gitse, bir çanta gibi ailesini de yanında taşır.
Bunları söyledikten sonra aklım ister istemez Nobre’ye takıldı. Beşiktaşlı Mert Nobre’ye... G.Antepspor maçındaki performansı ile tartışmasız gecenin adamıydı.
Tribünler her fırsatta hiç bıkmadan-usanmadan Nobre’yi alkışladı. Neyini beğendiler Nobre’nin... Alex gibi bir tekniği yoktu Nobre’nin. İstatistikler, Alex kadar çarpıcı da değildi.
Öyleyse, neydi bu alkışlar?
Bu alkışlar Nobre’nin yüreğine. Kazanma hırsına, oyun coşkusuna ve forma aşkınaydı!
Ertuğrul Sağlam maçın son dakikalarında onu kenara alırken, tribünlerin sesine kulak verdim. Yırtınırcasına bağırıyorlardı...
Helal olsun sana!
Şimdi düşünüyorum da, o da Alex’in bir benzeri. Mesleğine saygılı, ailesine düşkün. Evden çıkar Ümraniye’ye idmana koşar. İdman sonrası yine bir koşu evine döner.
İzinli günleri Alex’le birlikte geçer. Ailece gezerler, çoluk-çocuk eğlenirler...
Oyun karakterleri birbirinden çok farklıdır Alex ile Nobre’nin. Ama ortak bir davranışta birleşirler...
İkisi de gerçek ve ahlaklı birer profesyoneldir!
* * *
VE Daniel Güiza... O da haftanın en çok alkışlanan isimlerinden biriydi. G.Birliği maçında atılan her topa koştu. Kötü bir pası bile hiç yüksünmeden kovaladı.
Adeta, çaylak bir futbolcu gibi kendini paraladı!
Değişmediği sürece, o da savaşçı kimliğinin karşılığını alacak. Ve tribünlerin sevgisi Güiza’yı hiç yalnız bırakmayacak.
Hemen Trabzonspor’a geçiyorum. Kadrosunu tepeden tırnağa yenileyen Karadeniz ekibi için bir düşüncemin takipçisi olacağım. Diyorum ki...
Savunmada Egemen-Song ikilisi yere sağlam basarsa, bu yarışta Trabzonspor da olacak.
Onları, Uche-Högh ikilisine benzetiyorum. Hani, bir zamanlar F.Bahçe savunmasının göbeğindeki ikili...
Birbirlerini iyi anlayan ve birbirlerini tamamlayan bu ikili yıllarca hiç gündemden düşmedi. Ve onların yüksek savunma performansı ile başarıdan başarıya koştu F.Bahçe. Şimdi bu ikilinin kıpırtılarını Song-Egemen ikilisinde görüyorum.
4 haftada tek gol yemeleri de bunu müjdeliyor. Acaba, yanılıyor muyum?
* * *
LİNCOLN, haftalardır beklenen çıkışı Körfez’de gerçekleştirdi. Kocaeli maçındaki performansı beğenildi. Sevenlerini umutlandırdı.
Her şeyden önce doksan dakika ayakta kalabilecek bir fizik güç taşıyordu Lincoln. Ve bunun karşılığı olarak da oyun hevesi ve arzusu üst düzeydeydi.
Bu gücü nasıl kazandı Brezilyalı futbolcu? Komşularının yalancısıyım...
Eve gelen ziyaretçilerin sayısında bir hayli azalma olmuş!
* * *
VE Beşiktaş, Gaziantep maçına Delgado’suz çıktı. Tam 67 dakika onsuz oynadı. Bunun anlamını söyler misiniz?
Acaba, Ertuğrul Sağlam’ın takımına güveni mi?
Maça göre futbolcu tercihi mi?
Yoksa, taktiksel bir neden mi?
Ya da zengin kadro rahatlığı mı?
Dilim varmıyor söylemeye...
UEFA Kupası maçındaki kötü oyununa karşın Delgado’ya bir gözdağı mı?
Söyleyin hangisi...
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2008
DELGADO’suz kadroyu görenler önce dudak büktüler. Ve onsuz Beşiktaş’ın çekeceği sıkıntıları da hesaplayarak sonucu merakla beklemeye başladılar. Oysa, ilk 15 dakikanın rakamları ve Beşiktaş’ın yüksek temposu endişeleri hemen giderdi. Hele erken gol Delgado’yu da unutturdu!
İlk 15 dakikada 4 pozisyon yakalamıştı Beşiktaş. Bir topu direkten dönmüş, 3 de korner atmıştı.
İşler iyi gidiyordu ve tribünler gelecek yeni bir golü bekliyordu. Oyun, düşündükleri gibi gelişmedi...
İlk 15 dakikada egemen olduğu bölgeleri tek tek rakibe kaptırdı Beşiktaş. Üstelik topla oynama ve topu sahiplenme yüzdesini de kaybetti. Birara topu arar oldu...
Ve bu dakikalarda Delgado hatırlandı, konuşulmaya başlandı.
Bu arada, Ertuğrul Sağlam’ı böyle bir tercihe sürükleyen nedeni düşündüm.
Belki, pek sağlıklı bir sonuca ulaşamadım. Ancak, bir mesaj olabilirdi.
Geniş ve zengin kadroda göreve hazır her futbolcu forma giyebilirdi.
Veya fizikman yorgunluk hisseden bir futbolcuyu kenarda bekletebilirdi.
Bunların herbiri birer varsayımdı. Yine de aldığım bir duyumu söyleyeyim.
Beşiktaş’ta hiçbir futbolcu yerini ve formayı garanti görmüyor. Maçtan önce akşam saatlerine dek kadronun nasıl çıkacağını kimse bilmiyordu.
Belki, Delgado da kenarda bekleyeceğini hiç düşünmüyordu!
* * *
Ertuğrul Sağlam, oyunun final bölümüne Holosko ile başladı. Tello kenardaydı, Delgado yine yoktu.
İkinci yarının ilk dakikaları, ilk yarının bir benzeriydi. 53. dakikada gelen erken gol ve rakibin bir eksik oynaması, Beşiktaş’ı rahatlattı, Delgado’yu da unutturdu.
Ve unutulduğu an Delgado oyuna girdi!
Delgado’nun oyuna girdiği 67. dakikaya kadar Beşiktaş’ın kaçırdığı pozisyonları saydım... Tam 3 net pozisyonu cömertçe harcadılar.
Delgado oyuna girdikten sonra ne değişti? Hiçbir şey değişmedi... Oyundan düşen ve 10 kişi ile oynayan bir rakip ne kadar direnebilirdi Beşiktaş’a.
Bu nedenle, Delgado’lu Beşiktaş ile Delgado’suz Beşiktaş’ı kıyaslayacak ortamı bulamadım.
Ancak, Mert Nobre’nin oyun hevesine, oyundaki devamlılığına ve kazanma hırsına bayıldım.
Ve onu izlerken, açıkcası, Delgado’nun neler yaptığının farkına bile varmadım.
Yalnız gördüğümü söyleyeyim... Delgado biraz durgundu. Hatta biraz da isteksiz...
Acaba, kenarda beklemek moralini mi bozdu!
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2008
ERTUĞRUL Sağlam, farklı bir skor beklediği oyuna adeta bir hücum ordusu ile başladı. Tello’yu da gönülsüz oynadığı bölgeden bir adım öne çıkarması, hücum planına yönelik sağlıklı bir hamleydi.
Sol kulvarı sağlama alırken sağ kulvarı boş bırakmasını anlayamadım Ertuğrul Hoca’nın...
Kağıt üzerinde Holosko bu bölgenin adamı gibi gözüküyordu. Oyun başladıktan sonra Nobre’nin yanına gidince, sağ kulvar başıboş kaldı.
Uğur İnceman’ın zaman zaman bu bölgeye sokulması saman alevini andırıyordu. Parlamadan sönen alev gibi...
Beşiktaş, ilk 45 dakika aradığı golün peşinden koştu. Beklediğini bulamadı... Golün ötesinde, pozisyon da yaratamadı. Ve bu kısa zaman diliminde bazı gerçekler de yeterince sırıttı...
Delgado’nun oyuna elini atmadığı dakikalarda, Beşiktaş gerçek kimliğini yakalamakta sıkıntılar yaşıyor. İlk 45 dakikada bunu herkes gibi hissettim.
Ve yine ilk yarının bazı bölümlerinde yaşanan savunma hatalarının, Beşiktaş’ın başına beklenmedik işler açabileceğini de düşünmeye başladım.
Zapotocny’nin ardı ardına rakibe verdiği 3 pozisyon rahatlığı beni farklı bir görüşe ve şüpheye sürükledi...
Zapo bu bölgenin adamı mı?
Oyunun hemen başında Devic’e yaptığı harekete İsveçli hakem penaltı düdüğünü çalsa, kimin sesi çıkardı!
* * *
Böyle maçlarda bir golün iyi oyundan daha farklı değerler taşığını biliyorum. Holosko’nun ikinci yarının hemen başında attığı gol, Beşiktaş için bulunmaz bir fırsattı.
Bu gol, rakibin tüm planlarını değiştirebilirdi. Ve değiştirdi de...
Beşiktaş’ın üzerine daha çok gelmeye başladılar. Gelirken de arkada boşluklar bıraktılar.
Bu dakikalarda gözlerim Serdar Özkan’ı aradı. Aklım Bobo’ya takıldı. İkisinin de iş göreceği bir ortamda Beşiktaş farka koşabilirdi.
Ve ısrarla Ertuğrul Hoca’nın yapacağı değişikliği bekledim!
* * *
Ertuğrul Sağlam, 72. dakikada bu değişikliği gerçekleştirdi. Ancak, Tello’yu kenara alışını çözemedim.
"Beşiktaş’ın yakaladığı skor rövanş için yeterli mi?" gibi bir soru yöneltseler, gönül rahatlığıyla bir şey söyleyemem.
Hele, ikinci yarıda direkten dönen iki topu gördükten sonra... Bir kehanette bulunamam. Ancak, yine de o tek golün rövanşta Beşiktaş için büyük bir değer taşıdığına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2008
HAFTANIN heyecanını Trabzon’da yaşayacağımı düşünüyordum. Avni Aker’de bir fırtına esecekti. Ve bu rüzgar haftanın diğer maçlarını fırlatıp bir kenara atacaktı. İzleyen kadar anlatan ve dinleyen de keyif alacaktı bu derbiden...
Korkaklar!
Birbirlerini kollamaktan içine ettiler canım oyunun. Tempoyu bozdular. Riske girmeden oyunu orta alana sıkıştırdılar. Hücuma çıkarken bile gözleri savunmadaydı.
Başkalarını bilemem, beni kandıramadılar!
Birkaç dakikalık parlayış. Birkaç doldur-boşalt. Ve kaleye güç ulaşan birkaç atak...
Koşa koşa gittik bu derbiye, kötü bir film seyretmenin asık suratı ile geri döndük. Onlar belki bir puana sevindiler...
Bana göre, ayıp ettiler!
* * *
HAFTAYI Ankara ve İstanbul’da geçirenler şanslıydı. 19 Mayıs Stadı’nda Hacettepe’nin, F.Bahçe maçındaki kazanma duyguları bir büyüğün ayağını yerden kesti.
İyi de F.Bahçe’nin o hali neydi. Koca bir kule, sanki dibine dinamit konmuş gibi ağır ağır çöktü.
Volkan Demirel öfkeye kapılıp hakeme yüklendi...
Hocam, yukarıda Allah var.
İkinci sarı karttan yallah dışarı. Ve F.Bahçe 10 kişi...
Gökhan Gönül nerelerde... Tay gibi fulelerle F.Bahçe’yi en kısa yoldan rakip alana taşıyan atlet nerelerde...
Can-Yasin ikilisi bir daha birlikte yan yana gelebilir mi?
Yüzyıl yaşasalar, asla!
Roberto Carlos’a neler oluyor. Oynadığı oyundan keyif alan var mı?
İspanya Gol Kralı Güiza, bir gol için yırtınıp duruyor.
Kazım Kazım kafasına göre takılıyor.
Yeni transfer Josico’yu Aurelio ile kıyaslayın... Haksızlık olmaz mı bizim Selçuk’a...
Ve Avrupa Şampiyonu Aragones eli şakağında dört gözle gelecekleri bekliyor.
Edu’yu, Lugano’yu ve Deivid’i... O da anladı ki, Alex bu yükü bir yere kadar taşıyabilir.
F.Bahçe, Süper Lig’in ilk üç haftasında oynadığı üç maçın ikisini kaybetti. Hatırlamaya çalışıyorum, F.Bahçe’nin geçmişinde böyle bir şey var mı?
Bunu da boş ver, bundan böyle beklenmedik puanlar kaybetme gibi bir lüksü var mı Fenerbahçe’nin. Bunu da geçelim, Fenerbahçe’nin kitabında ’sabır’a yer var mı?
Sevgili Aragones, galiba birileri size sesleniyor!
* * *
TAM sırasıydı. Skibbe için bulunmaz fırsattı. Fenerbahçe’nin yenildiği bir haftada kazanarak eleştirilerin erken olduğunu söyleyecekti. Ve herkesi de inandıracaktı...
Birlikte yeteri kadar çalışamadıklarını bildirecekti.
Yenilerin henüz uyum süreci yaşadığını tekrarlayacaktı.
Biraz zaman isteyecekti.
Belki şanssızlıktan da dem vuracaktı.
Kötü talih, bir de kalesinde devleşen Ömer’i karşısına çıkarınca, Antalya maçı tüm planlarını bozdu Skibbe’nin.
Yine de diğer büyüklerin yitirdiği puanlar, Skibbe’yi unutturdu...
Ve gündemi Antalya kalecisi Ömer Çatkıç doldurdu. Neler yaptı bu maçta. Hemen hatırlatayım, Ömer bir sezonda bir veya iki maç böyle oynar...
Akıl almaz toplar çıkartır. Bir direkten bir direğe uzanır. Ve karşı takımı tek başına yıkar.
Yine öyle yaptı. Ama alkışlanması gereken maçtan bir ton küfürle ayrıldı.
Kaç yıllık profesyonelsin diye sorsam...
Geçirdiği yılları saymaktan yorulur.
Hala bir amatörden farkın yok desem, bana da kızar.
Ne kulak verirsin tribünlere. Ne dalaşırsın seyirci ile...
Sayfa arkadaşım Sıddık Turgut seni yine de haftanın karmasına koymuş.
Bu ne iştir diye sordum arkadaşıma. Şöyle yanıtladı...
Vallahi elim gitmese de, oynadığı oyundan öylesine etkilendim ki...
Bakalım onun gösterdiği hoşgörüyü, Disiplin Kurulu’ndan da görecek misin...
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2008
BEŞİKTAŞ, ilk 45 dakikayı ağırdan aldı. Tempoyu rakibe göre ayarladı, Trabzonspor’u tehlikeli bölgenin dışında tutmaya çalıştı. Bilemiyorum, Ertuğrul Sağlam’ın kafasında çözemediğim bir başka plan var mıydı?
Veya vardı da, deplasman ürkekliği mi futbolcuları pasif bir oyun kimliğine sürükledi.
Oysa, bir kaç kez Trabzonspor’un üzerine gitseler... Hücuma daha çok adamla koşsalar, korkunun gereksizliğini anlayacaklardı.
Lafın kısası, ilk 45 dakika, Beşiktaş’ın oyun karakterine ve bilinen temposuna hiç uymadı.
Bobo mu, Song ve Egemen ikilisinin arkasına attığı topsuz deparlar boşunaydı. Onun hücuma dönük hedefine kimse katılmadı. Ve kanatlar ilk planda sanki savunmanın emrindeydi. Hücumdan önce kenarlardan sızacak Trabzon ataklarını önlemekle görevliydi.
Herkes gibi Beşiktaş’ın kendi kimliğine döneceği dakikaları bekledim...
* * *
İKİNCİ yarının hemen başında gördüğüm manzara Beşiktaş adına ürkütücüydü... Ardı ardına parlayan Trabzon ataklarından sonra Ertuğrul hocanın kulübeden fırladığını gördüm...
Demek ki, manzara onun da canını sıkmış!
Aydın Karabulut’u kenara çekip, Ekrem Dağ’ı oyuna almasını... Ve Serdar Özkan’ı sol kulvara göndermesini hücum için ilk adım gibi algıladım.
Ancak, bir süre daha Beşiktaş’ı kendi yarı alanına hapsedilmiş ve sadece kalesini savunan bir takım havasında gördüm. Belki, Delgado bu esaret zincirin kırabilirdi!
O da bilinen ve farklı kimliğinden uzaktı. Oyunun Beşiktaş kalesine yıkıldığı dakikalarda daha iyi anladım...
Beşiktaş, rakibin boş ve dalgın bir anını bekliyordu!
Yakaladığı an vuracaktı Trabzonspor’u. Bu da bir plandı. Tutarsa, zorlu Trabzon deplasmanından alınacak tek puana kimse ses çıkarmazdı.
Yine de Beşiktaş, farklı bir yol seçmeliydi. Ve yüksek tempo oynayarak önce rakibi hırpalayacak ve skoru zorlayacak bir oyun biçimini denemeliydi.
En azından oyunun son çeyreğinde gösterdiği cesareti daha önce gösterseydi, tabelaya asacağı skor Beşiktaş’ı daha mutlu kılardı.
Tek puana sevinenlere ise söyleyecek bir lafım yok!
Yazının Devamını Oku