Korkut Göze

Arananlar!

21 Ağustos 2008
FATİH Terim 2010’un startını Kocaeli’nden verdi. Hedef; Güney Afrika. Yani, Dünya Kupası finalleri...<br><br>Bu uzun yolculuk öncesi söylediklerini can kulağı ile dinledim Fatih Hoca’nın. Avrupa’nın dört büyüğünden biri olduklarını hatırlatırken, "çocuklarım" dediği millilerin kulaklarını da okşarcasına çekti... Sakın şımarmayın!

Ve yine bu yolculukta yanında taşıyacağı futbolcu tipini de kendine özgü üslubu ile bir kez daha çizdi...

"Ayakları yere sağlam basan. Bulunduğu yerden daha iyi yerlere koşan savaşçı bir ruh istiyorum."

Açıkçası, tavrını koyduğu ve seçtiği askerlerin yüreğine yine damardan girdi.

Dün gece Şili maçını bu duygularla oynadık. Bir özel maçın ötesinde tempoyu ve kazanma hırsını hep diri tuttu milliler. Seyircinin de heyecanı eklenince işin ciddiyeti arttı.

* * *

MİLLİLERİN oyun şablonu klasik 4-4-2 idi. Ancak, her futbolcu görevi dışında bazı sorumluluklar yüklendi.

Bu da Terim’in, oyun felsefesinde çocuklarına tanıdığı özgürlüğün bir uygulamasıydı.

İyi de, bunu yeterince ve gerektiği gibi kullandılar mı... Kullanma becerisi gösterdiler mi?

Fatih Terim’in ilk yarıdaki el-kol hareketlerinden ve mimiklerinden anladım ki, hocam da oyundan pek keyif almadı. Belki, ilk 30 dakikalık bölümden sonra yakaladığımız iki net pozisyon işin rengini de skorunu da değiştirebilirdi. Yine de bir eksikliğin sancıları hep sırıttı...

Bakınca görebiliyordum. Bir lideri yoktu millilerin... Onları sahada etkili bölgelere yönlendirecek ve koşturacak bir liderin eksikliği hissediliyordu. Bir ara Selçuk İnan’ı gözlerimle kovalamaya başladım. Baktım ki, o da milli formaya kavuşmanın heyecanıyla boğuşuyor... Henüz beklenen düzeyde değil.

* * *

BİR ara düşündüm. Oynasaydı, Emre Belözoğlu ile oyunun rengi değişebilirdi. Bir Arda Turan ile hücum performansımız farklı bir etkinlik kazanabilirdi.

Herkes gibi Fatih Terim de bu maçı kazanmak istiyordu. İkinci yarıya Gökhan Ünal ve Halil Altıntop gibi iki santrforla başladı. Daha sonra Nuri Şahin ve Serdar Özkan’a forma verdi...

Ve oyunun final bölümündeki etkinliğimiz, arzulanan golü getirdi. Hemen söyleyeyim, attığımz gol, sıradan bir gol değildi.

Gökhan Gönül’ün topuk pası... Nuri Şahin’in mükemmel pası... Ve Halil Altıntop’un plasesi... Hepsi birbirinden güzeldi. Ve bu golde akıl, beceri ve ustalık sanki kol kolaydı...

Maç sonrası A Milli Takım’ı soranlara kısa bir yanıt verdim... Oyunun ilk yarısın hiç beğenmedim. İkinci yarıdaki performansı ile heyecanlandım. Ama hiç dinmeyen kazanma hırsına bayıldım!
Yazının Devamını Oku

Onlar çoğaldıkça!

15 Ağustos 2008
SKORA bayıldım... Beşiktaş’ı şimdiden bir üst turda görüyorum. Oynadığı oyunu soranlara ise, farklı yaklaşacağım... <br><br>Özlenen Beşiktaş bu değil! Ertuğrul Sağlam sahaya dengeli bir onbir sürdü. Beşiktaş’ı deplasmanda riske atmayacak ve rövanşa avantaj taşıyacak bir kadro ile başladı oyuna...

Taşlar yerli yerindeydi. Her ne kadar Holosko çizgide oynamanın sıkıntılarını yaşasa da, rakibe göre sistem gereği, oynadığı yerde en iyisini vermeye özen gösterecekti...

Hazırlık kamplarının yüksek notlu elemanı Nobre de ilk onbirde yoktu takımda... O da Sağlam’ın değerlendirmelerine göre kenarda bekliyordu. Sonuçta, her şey bir deplasman oyununun zorluklarına göre planlanmıştı. Bu da Ertuğrul Sağlam’ı haklı kılıyordu.

İlk yarıda gelen erken gol, Beşiktaş’ı kontrollü ve garantili oyuna sürükledi. Yine de rakibi hafife alanlar riskle kol kola yaşadı.

Örneğin, savunmada Gökhan Zan zaman zaman topla fazla oyalandı, garanti paslar atmayı yeğledi.

Sivok, oyunu başladığı gibi hiç değişmeyen bir disiplin ciddiyetinde sürdürdü. Hep ilk topa hamle yaptı. Hırslı ve arzulu temposunu doksan dakikaya yaydı...

* * *

DELGADO için de aynı şeyleri söyleyebilirim... İyi veya kötü oynasa da bir sezon süresince hep kazanma hırsı ile dolu bir Delgado’ya kefilim... Klas hareketleri ile Beşiktaş’ın kötü oynadığı dakikalara renk ve keyif getiriyor.

Lafın doğrusu, kaliteyi yükseltiyor!

Cisse
ve Uğur İnceman’dan daha farklı bir performans bekliyordum. Uğur’un gelecek haftalarda beklenen çizgiyi yakalacağına inanıyorum.

Ancak, Cisse beklentilerin hala uzağında. Beşiktaş’a katkıları sınırlı. Daha fazlasını da beklemiyorum. Bekleyenler için şunu söyleyebilirim...

Boşuna beklersiniz!

* * *

BEŞİKTAŞ’ın attığı ilk golde Aydın Karabulut’un asisti nefisti. İkinci golde, Serdar Özkan’ın soldan çalımlarla getirdiği topu Nobre’nin önüne bırakması ve golü hazırlayışı bir başka güzellikti...

Bu iki pozisyon bazı gerçekleri hatırlattı... Beşiktaş’ın gençleri olağanüstü bir özgüvenle oynuyor. Ve her biri düşündüğünü rahatça ve korkusuzca uygulayabiliyor. Her türlü baskılardan ve korkulardan uzak, gerektiği gibi oynuyorlar.

Beşiktaş’ın en büyük kazancı da bu değil mi... Onlar çoğaldıkça, daha farklı ve sevimli bir Beşiktaş izleyeceksiniz!
Yazının Devamını Oku

Kazanmaya alışmak

31 Temmuz 2008
BEŞİKTAŞ’ta aslar kulübede, yedekler sahadaydı. Ertuğrul Sağlam, bir bakıma elindeki zengin kadroyu testen geçiriyor. Belki de kafasındaki takıntıların son rötüşünü yapıyor. Delgado, Holosko, Bobo, Tello, Zapotocny, Gökhan Zan, hatta Uğur İnceman’ın kenarda beklediği bir kadronun yorumuna kalkmak, Beşiktaş adına sağlıklı bir yaklaşım olabilir mi?...

Maccabi maçına bakarken, Schalke karşılaşması aklıma geldi. Herhalde, bir-iki değişimle Ertuğrul Sağlam’ın Süper Ligde oynatacağı kadro, Schalke maçındaki onbirden oluşacak.

Zaten, Sağlam’ın oyunun ilerleyen bölümünde tek tek asları sahaya sürmesi de bunu belgeliyordu...

Şimdi Beşiktaş’ın oynayacağı oyun düzeni tartışılıyor. Sağlam’ın seçeceği rakamlar, Beşiktaş’ın sahadaki dizilişini belirleyecek.

Ve Sağlam, böyle bir tercihe yönelirken, herhalde elindeki kadronun özellikleri, hocaya doğru yolu da gösterecek...

4-4-2 mi... Yoksa, bir başka diziliş mi. Herkesin birleştiği çift ön liberolu bir Beşiktaş mı?

Dilerim, Ertuğrul Sağlam rakamlarda boğulmadan, aklın yolundan Beşiktaş’ı başarıya koşturur!

* * *

Evet, Beşiktaş maça yedeklerle başladı sonra aslar tek tek oyuna girdi. Dün Serdar Özkan Beşiktaş’ın en çok koşan adamıydı.

Biraz da topsuz oynasa, vereceği keyif daha büyük olacak.Seric, ilk onbirdeydi. Ancak, kendini düşünmekten Beşiktaş’a verebileceği bir şeyi yoktu. Ve biliyor ki, o bölgede Tello ve Aydın Karabulut oynayacak.

Tuna Üzümcü hiç de sırıtmadı. Zaman zaman iyi işler de yaptı. O da biliyor ki, Gökhan Zan’ı şimdilik kesmesi zor.

Onca futbolcu oynadı, işi sonradan giren Batuhan bitirdi. Yakaladığı bir pozisyonu gole çevirdi. Biraz erken havalansa, bir de kafa golü atabilirdi.

Öyle veya böyle... Beşiktaş bir hazırlık maçı daha oynadı ve kazandı. Kazanmaya alışmak da bir özellik değil mi?
Yazının Devamını Oku

Işık yandı

27 Temmuz 2008
ERTUĞRUL Sağlam, oyunun ilk 20 dakikasını asık bir suratla seyretti. Yerinden hiç kalkmadı, kımıldamadı bile. Korkularında haklıydı... Oyunun hemen başında Sivok, Farfan’ı kaçırırken ve birkaç dakika sonra Kuranyi altı pas üzerinden kafayı vururken... Tribünlerin duyduğu endişelerin bir benzerini de Ertuğrul Sağlam yaşıyordu...

Ancak, 20. dakikadan sonra tüm korkulardan sıyrıldı Beşiktaş. Ardı ardına 2 pozisyon ve 2 dakikalık kısa bir zaman dilimi, Beşiktaş’ta bazı şeylerin değiştiğinin habercisiydi.

Delgado, şık bir çalım ve kısa bir driplingden sonra Holosko’ya nefis bir pas attı. Holosko, bu pozisyonu eline-yüzüne bulaştırdı. Gidip topu kaleciye nişanladı.

Ve dönen top, bir anda Beşiktaş ceza alanına yöneldi. Net bir gol pozisyonu idi...

Biri gerilerden hırsla koşarak geldi. Kuranyi’nin pozisyonunu bozarak olası bir golden kurtardı Beşiktaş’ı.

Bu, bir yardımlaşma, özveri ve takım disiplininden çarpıcı bir örnekti. Ve, Beşiktaş için önemli değerler taşıyordu.

Holosko’nun attığı deparı şöyle bir ölçtüm, biçtim... En azından 40-45 metreyi geçiyordu. Bravo be Holosko!

* * *

Sahada kaldığı sürede gözlerim hep genç Aydın Karabulut’un üzerindeydi. Sol kulvarı gerektiği gibi kullandı. Direkt rakip kaleyi hedefledi. Süratli ve hareketliydi.

Sanki, yeni ve değerli bir transfer gibiydi!

Zapotocny’
yi beğenmeyenler için "Erken infaz" demiştim. Dün gece tehlikeli bir pozisyonda Tello’nun kademesine girerken... İlk yarıda birlikte oynadıkları Sivok’un her hareketini kontrol ederken... Ve Tello’nun kornerine nefis bir kafa vururken... Sadece tribünlere değil, onu transfer edenlere de rahat bir nefes aldırdı.

Ertuğrul Sağlam ve Sinan Engin’in kulakları çınlasın!

Yenilerden Uğur İnceman’ın uyum sürecini kısa tutacağına inanıyorum. Adeta, daha önce Beşiktaş’ta oynamış gibiydi.

Biraz daha güçlenirse, giydiği formayı bir daha çıkarmaz.

* * *

Bobo’nun golü sezon öncesi bulunmaz bir moraldi. Goldeki inatçılığı, sürati ve kaleciye attığı çalım Ertuğrul Sağlam’ı sevindirdiği kadar düşünmeye de zorlayacak.

Merakla bekliyorum. Acaba hangi ikiliyi kullanacak...

Holosko’nun yanında Bobo mu, yoksa Nobre mi?

Kadro zenginliği zaman zaman Sağlam’ı benzeri tercihlere sürükleyecek...

Dünkü maç, bir hazırlık oyunuydu. Beşiktaş, 90 dakikanın her anını ciddiye aldı. Ancak oyuncu değişiklikleri Beşiktaş’ın performansını etkiledi.

Yine de dünkü görüntüsüyle bir şeylerin ışığını yaktı.

Yeni sezonda daha farklı ve daha etkili bir Beşiktaş!
Yazının Devamını Oku

Ne yaptın Volkan

21 Temmuz 2008
SİVASSPOR, 41 yıllık tarihinde hep bir özlemin peşinde koştu.

Gönlü, bir Avrupa Kupası'nda oynama isteğiyle doluydu. Başarıyı yakalamak, adını duyurmak ve alkışlanmak... Böylesine bir duygularla geldi bugünlere. Dün, Intertoto Kupası 3. Tur ilk ayağına çıkarken tek düşünceyi paylaştılar...

Rövanş için avantajlı bir skor!

Açıkçası, bu işi 4 Eylül Stadı'nda bitirmek istiyorlardı. Teknik direktör Bülent Uygun da demeçleri ve söylemleriyle futbolcuların duygusal değerlerine yükleniyordu...

Sivasspor, moral açıdan maça hazırdı. Şimdi işin bir de diğer yüzüne bakalım. Teknik ve taktiksel açıdan neler yaptı Sivasspor?

Öncelikle ilk yarıda şanssız dakikalar yaşadı. Yediği ilk gol Volkan'ın hatasından kaynaklandı. Oysa, oyunun hemen başında yaptığı bir kurtarış, bulunmaz bir moraldi Volkan'a...

Musa Aydın, ilk 45 dakikanın en konuşulan adamıydı. Balili'ye hazırladığı bir pozisyon... 29 ve 38. dakikalarda yakaladığı iki fırsat... Her biri oyunun skorunu değiştirecek pozisyonlardı.

İlk yarıda rakip ceza alanına 20'nin üzerinde orta gönderen Sivasspor'un kısır bir skorda boğulmasını sadece şanssızlığa ve kadere bağlayanlara karşıyım.

Sivasspor kalesine sadece 10 orta ile gelen ve tek pozisyonda kalan bir rakibe karşı daha etkili bir 45 dakika bekliyordum.

Yazının Devamını Oku

Yanal'ın prensi

18 Temmuz 2008
Hiç kaprisi yoktur. Ne görev verilirse yapar. Ancak, ön libero onun tercihidir. "Ersun Yanal beni en verimli olacağım yerde oynatır. Buna inanıyorum" diyor. AKRANLARI şimdi birer şöhret... Dünya onları konuşuyor ve izlemek için kuyruklar oluşturuyor.

Fabregas, Arsenal orta sahasını yönetiyor. Obi Mikel, Chealse için savaşıyor. Ve Messi, Barcelona’da harikalar yaratıyor.

Selçuk İnan, bunların her biri ile 2005 Dünya Gençler Şampiyonası’nda karşılıklı oynadı. Onlara rakip oldu. Ve daha sonra yine o gençlerin inanılmaz yükselişini imrenerek izledi.

O da bir şeyler yapmalıydı. Hayallerinde hep büyük bir takımda oynamanın özlemi gizliydi. Öncelikle bu özlemini gidermeliydi.

O gençler aklına geldi. Her biri yetenekliydi. Bunun da ötesinde herbirinde ortak bir özellik vardı.

Özgüven doluydu her biri!

Sanki, dünyayı onlar yaratmıştı. Tüm korkulara ve endişelere kafa tutuyorlardı.

O da bunu denedi. Özgüvenle sarıldı işine. Genç ve Ümit milli takımlarında geçirdiği 7 sezon sonunda A milli takım formasını giydi. Çanakkalespor’da oynadı, Manisaspor formasını giydi. Beğenildi, alkışlandı ve 2008’in Haziran ayında Trabzonspor’a imza attı. Artık bir büyük takım futbolcusuydu!

BİRAZ gerilere dönüyorum. Daha doğrusu bir-iki sezon öncesine. Vestel Manisaspor yönetimi 2005-2006 sezonu devre arasında Selçuk İnan’ın transferi için 4 futbolcuyu gözden çıkardı.

Mithat Yavaş, Özgür Vurur, Mehmet Akdemir ve Ahmet Kolcu’yu Çanakkale Dardanel’e verdi. Selçuk’u aldı...

Bu transferde, o dönemler Manisaspor’u çalıştıran Ersun Yanal önemli bir rol oynadı. İnatla ve ısrarla istedi Selçuk’u.

Hani, karşı taraf 5 futbolcu daha istese, verecekti Ersun Yanal!

Manisaspor’da toplam 74 maç oynadı Selçuk. 11’de gol attı... Ancak, geçen sezon G.Saray’a iki maçta attığı üç gol uzun süre akıllarda kaldı. Her biri birbirinden güzeldi. Ve Selçuk üzerindeki bakışları yoğunlaştırdı.

Ve her geçen hafta bir büyük takıma doğru yol aldı!

* * *

SELÇUK, Manisaspor’da oynadığı sürece bazı şöhretli futbolcularla aynı evi paylaştı.

Manisaspor’da kiralık forma giyen G.Saraylı Arda ile bir süre beraber kaldılar. Arda Turan laf Selçuk’tan açıldı mı, her fırsatta onun yaptığı yemekleri anlatır. Hele, onun elinden yediği kebabları hiç unutmaz.

Daha sonra Caner Erkin ile aynı evde kaldı Selçuk. Caner, CSK Moskova’ya gitti, bu kez Beşiktaş’tan Burak Yılmaz geldi. Ve onunla da ev arkadaşlığı yaptı.

Boş bir zaman yakaladı mı, hiç durmaz. Hemen gezmeye çıkar. Üşenmeden sokak sokak dolaşır. Manisa’daki izinli günlerinde hemen İzmir’e kaçar.

Sinemayı sever, kitap okuma kültürünü yakalamıştır. Başucundaki radyo hep açıktır. Müziğe bayılır.

HOCASININ verdiği görevden hiç kaçmaz. Şurada veya burada oynarım gibi kaprisleri yoktur.

Ancak, en çok ön liberoda verimli olacağına inanır. Ona göre, özellikleri bu bölge için daha elverişlidir. Açıkça da söyler...

Ön libero’da oynarken bir başka keyif alıyorum!

Selçuk İnan, ülkemizdeki yerli futbolcuların zor koşullarda oynadıklarını söylüyor ve diyor ki...

Bir yabancı futbolcu, örneğin Alex veya Lincoln. Bir kaç maç gol atmayıp asist yapmasa da kimse bir şey söylemez. Ama bir Türk futbolcusunun bu lüksü yok.

Böyle söylüyor Selçuk. Şuna inanıyorum ki, Selçuk’un işi Trabzonspor’da daha da zor.

Taraftar ona değişik duygularla bakacak. Beklentileri de farklı olacak. Böyle bir futbolcudan da çok şeyler isteyecek tribündeki taraftar...

ZİDANE’A  HAYRANDIR!

ERSUN YANAL ile sanki baba-oğul... Bunu kendi için bir moral ve avantaj gibi yorumluyor. Ve diyor ki...

Ersun hoca, beni en verimli ve başarılı olabileceğim yerde kullanacaktır. Bundan hiç şüphem yok. Yine de ben, vereceği her göreve hazırım.

Selçuk, Zidane hayranıdır. Onun kasetlerini izleyerek çok şeyler öğrenmiştir. Manisa seyircisi keyifle izledi Selçuk’u. Hatta, özel seyircisi olduğu da söylenir. Bunun da ötesinde dengeli davranışları ve mütevazi kişiliği ile taraftarın gönlüne girdi.

Selçuk’a şöyle bir soru sorsanız...

Bir futbolcunun başarısında en önemli etken nedir? Kısa ve net bir yanıt verir...

Aç futbolcu kesinlikle başarılı olur!

Ve hemen şunu da ekler...

Kendini kabul ettirme egosu, Türk futbolcusunun performansını ikiye katlar.Bu arada özgüven her futbolcu için gereklidir.

Ve bir hatırlatma... Dardanelspor 2.lig A kategorisinde oynarken sarı fırtına Metin Tekin de teknik direktör olarak görev yapıyordu. Selçuk’u genç takımda gördü. Beğendi, alıp A takımda oynattı.

Selçuk’un bugünlere gelişinde Metin Tekin’in de emeği vardır. Hatırlatmak istedim...
Yazının Devamını Oku

Ne çıkarsa bahtına

17 Temmuz 2008
Panathinaikos taraftarları onun için "en kötü" futbolcu diyor. Hırvat gazeteciler "Beşiktaş onu neden transfer etti" diye soruyor. Ama F.Bahçe’nin eski futbolcusu Rapaiç, "Farklı ve kaliteli bir futbolcu" diyerek akılları karıştırıyor. BEŞİKTAŞ’a transferinden sonra Panathinaikos kulübünün internet sitesi adeta kilitlendi. Çılgınca yorumlar yaparak Seric’ten kurtulmanın sevincini yaşıyorlardı. Ve her bir yorumda da Seric’i yerden yere vuruyorlardı. Hele, biri çok çirkindi. Pervasızca ve düşünülmeden yazılmış bir yorum...
/images/100/0x0/55eb3ffef018fbb8f8b4ff2d
Onu havaalanında vurun. Böylece iyi bir sezon geçirirsiniz!

Daha ne yorumlar geldi siteye... Alay içeren, Seric’i karalayan sözler...

Taraftarlara göre Seric, Panathinaikos’un en kötü futbolcular listesinde "1" numaraydı.

Her neyse, bir yıldız değildi Seric. Beşiktaş savunmasını kurtaracak adam da olamazdı...

Öyleyse kimdi bu adam!

Beşiktaş onu hangi nedenlerle transfer etmişti. Neler bekliyordu bu Hırvat’tan.

HEMEN telefona sarıldım. Ve Hürriyet Atina muhabiri Yorgo Kırbaki ile bir telefon görüşmesi yaptım. Üç gün süre istedi. Seric ile bilgileri faksla geçeceğini söyledi. Söylediği gibi üç gün sonra faks elimdeydi. Yazının başlığı şöyleydi...

Üç yıl kaldı. Hiç bir iz bırakmadı!

Daha sonra Seric’in üç yıllık Atina macerasını şu satırlarla anlatıyordu. Yorgo Kırbaki...

Büyük bir reklamla geldi. Herkes umutla ona bağlandı. Ancak Seric, hiç bir şey vermedi.

Geçen sezon sonu sözleşmesi sona erdi. Panathinaikos kulübü yeni bir sözleşme için yanına bile yaklaşmadı. Ve o da Beşiktaş’ın teklifine hemen sarıldı.

Bunları okuduktan sonra notlarda Seric’in kariyerini içeren satırlara gözüm kaydı.

Hırvatistan’da şampiyon Hajduk takımında oynamış. İtalya’da Verona, Brescia, Parma ve Lazio gibi takımlarda forma giymiş.

Ve geçen sezon sonu İtalya İkinci Lig takımlarından Bologna ile görüşmeler yaparken araya Beşiktaş girmiş. Ve iş bitmiş...

Allah Allah... Yaklaşık 7 yıl İtalya’da top koşturmuş bir futbolcu, anlatıldığı gibi bu kadar kötü olabilir mi?

SERİC 29 yaşında ve 1.82 boyunda. Yunan takımında hiç golü yok. Savunmanın sol kanadında oynuyor. Yunan liginde ilk sezon 21, ikinci sezon 17 ve son yılında da 13 maçta forma giydi.

Panathinaikos’a transferinde teknik direktör Alberto Malezani’nin önemli rol oynadığı söylenir.

Malezani, Parma’da görev yaparken, Seric de aynı takımda futbolcuydu. Yunan takımına 1.1 milyon euro karşılığında gelmişti.

Seric, Avustralya Sidney doğumlu... Tam 16 kez Hırvatistan milli takımında oynadı. 1998’de Hırvatistan’ın Dünya üçüncüsü kadrosunda yer aldı. Ancak, oynamadı.

Benzeri şeyleri 2002 ve 2006 Dünya kupalarında da yaşadı. Ve Teknik Direktör Slaven Biliç ile tartıştığı için 2008 Avrupa Şampiyonası kadrosuna çağrılmadı.

***

EVET, Seric son Avrupa şampiyonası kadrosuna alınmadı. Teknik direktör Biliç ile bir tartışma Seric’in sonunu hazırladı.

Yorgo Kirbaki’ye onun bu yönünü sordum...

Nasıl huysuz mudur?

Öyle değil. Düşündüğünü söyler.

Arkadaşlarla arası nasıldır?

İyidir. Ama dediğim gibi haklı olduğu konularda pek sabırlı değildir.

Peki, Seric’in hiç önemli yönü yok mu?

Elbette var. Görev adamıdır. Hareketli ve süratlidir. Savunmanın solunda oynar. Ancak, orta sahanın solunda da görev yapabilir.

ONU bir de Milan Rapajic’ten dinleyin. Hani, bir dönemler F.Bahçe forması giyen Hırvat futbolcu...

Sakın ona karşı önyargılı olmayın. İzlemeden bir karar vermeyin. Bir-iki maç oynasın, nasıl bir futbolcu olduğunu herkes görecek.

Rapaiç de böyle konuşuyor. Hatta, Seric’in sol ayağını çok iyi kullandığını, onunla defalarca Hırvat milli takımında oynadığı belirterek, diyor ki...

Evet, onunla defalarca önlü-arkalı oynadık. Ve çok iyi işler yaptık. Bunu da herkes gördü.

Rapaiç de böyle konuşuyor. Bir de Hırvat gazetecilerin söylediklerini dinleyelim...

İçine kapanık bir kişiliği vardır.

Suya sabuna dokunmaz.

Ancak, damarına basarlarsa, aniden tepki gösterebilir.

Evden idmana, idmandan eve gidip gelen bir memur.

Adeta bir ev gülü.

Ve aynı kişiler bu transfere şöyle bir yorum getiriyorlar.

Beşiktaş niye Seric’i tercih etti. Anlayamadık!

Biraz bekleyeceğiz. Ve bakıp gözlerimizle göreceğiz. Nedir, bu Seric meselesi!

NOT: Seric ile yapılan bir röportajda okudum. "Sahada çılgının biriyim" diyor. İşe bak... Seric’in oynayacağı mevkide bir deli vardı.

Sevgili İbrahim Üzülmez ( Deli İbo). O gitti, yerine bir çılgın geldi!

YARIN: Selçuk İnan

(Trabzon)
Yazının Devamını Oku

Güçlü ve suçlu

16 Temmuz 2008
İki yıl daha oynayacak. Sonra bu alemden gidecek. Veda yıllarında Bursaspor tribünlerine iz bırakacak bir performans sergilemek için can atıyor. BİR GÖNÜL ADAMI... Ağzından çıkanı önce kendi dinler. Uyarsa sonra söyler. Kırmaktan ödü kopar. Kendine acımasız ve gerçekçi. Yaşamındaki suç dosyasını aralarken hatalarının üstüne gidecek kadar da yürekli.

Geçmişini eleştiriyor, yenilere ders vermeye kalkmıyor. Lafa sallayarak başlayanlardan değil. Diyor ki...

Yeni nesil zeki ve akıllı. Nasıl davranacaklarını biliyorlar.

Ve bir soru sordum sevgili Yusuf’a...

Özel seyircin var. Oynarken keyif veriyorsun. Yine de bir eksiklikten sözediyorlar. Nasıl söyleyeyim?

Hemen anladı derdimi. Lafın gerisini beklemeden yanıtladı...

Alt yapım yok. Bu da bizim neslin suçu değil. Galiba, erken gelmişiz bu aleme!

Yusuf ile yaklaşık yarım saatlik bir söyleşi yaptım... Her sorumu içtenlikle yanıtladı. İşe başkalarını karıştırınca sesi kısıldı araya laf karıştırdı.

Sevgili Yusuf, futbol sana nasıl davrandı. Nankörlük etti mi?

O, cömert davrandı da ben nankörlük ettim...

Paraları ne yaptın. Yiyip bitirdin mi bekarlık döneminde?

Yok canım... Bir yapsam, "Beş yaptı" dediler. Biraz da abarttılar.

Her neyse, para da senin zevk de...Geleceğin garantide mi?

Elbette, akılsız hovardalardan değilim.

Diyorlar ki, Yusuf nereye gitse kalbi-gönlü Fener’dedir?

Doğru. Fenerli’yim. Koyu bir Fenerli. Ama iyi de bir profesyonelim.

Nasıl yani?

Yani, F.Bahçe’yi gördüm mü, yelkenleri indirmem. Çıkar aslanlar gibi oynarım.

Peki, F.Bahçe maceran neden kısa sürdü?

Gençlik işte. Aklımız bir karış havadaydı.

Yine kendini suçluyorsun?

Kimse bana kötü davranmadı ki... Ben yanlış davrandım.

VE artık Bursaspor’da Yusuf... Önce Yunan takımı Xanthi ile anlaştı. Ön sözleşme de imzaladı. Sonra Bursaspor’un teklifi geldi.

Nasıl karşıladın bu teklifi?

Sayın başkanım İbrahim Yazıcı, "Bize gel. Mutlu olursun" dedi. Ancak, daha sonra sıkıntılar yaşadık. Yine başkanımız her şeyi çözümledi. Şimdi gerçekten mutluyum...

Denizlispor’dan kırgın mı ayrıldın?

Kesinlikle değil. Misyonumu tamamladım, bitti. 3 yıl Denizli’nin tadını çıkardım.

Avrupa’da oynayacak özelliklere sahipsin. Gitmediğine pişman mısın?

31 yaşından sonra pişmanlık neye yarar. Zamanında düşünmek gerek.

Bir şey soracağım. Kiminle yan yana oynamak isterdin?

Mesela, Sergen Yalçın...

Oynayabilir miydiniz?

Hem de nasıl. Ancak, sağımızın, solumuzun, güçlü, kuvvetli olması gerekirdi.

Ve bir şey söyledi Yusuf... Hep düşünürmüş. Ama kısmet olmamış.

Benim başka bir arzum vardı. Orta sahada Yusuf ve Ceyhun. Önde, yani santrforda Semih. Böyle bir beraberlik bir takıma çok şeyler kazandırırdı.

İKİ yıl daha oynamayı düşünüyor Yusuf. Yani, 33’ünde perdeyi indirecek. Onunla ilgili her şey yazıldı, çizildi.

Kimini saygı ile karşıladı kimini tebessümle... Ama kızarak okuduğu tek şey şu satırlar oldu...

Yine yorulunca, oyundan düştü!

Oysa, Yusuf bu konuda farklı konuşuyor...

Maç kasetlerine bir baksınlar. İncelesinler, yorulmuş bir futbolcu hali görecekler mi yüzümde!

Ve ekliyor sevgili Yusuf...

Ben, maç bittikten sonra yorulurum. Oynarken değil!

* * *
Ve Yusuf’a huyunu-suyunu sordum. Ağzından dinleyin ve onu daha iyi tanıyın...

 Huysuz bir insan değilim. Galiba biraz sinirliyim. Ama saman alevi gibi. Hemen söner.

 Öyle hobim filan yoktur. Hani, araba merakıymış, başka bir şeymiş. Hangi araba olursa binerim. Ne yakışırsa onu giyerim. 

Söylediğim gibi F.Bahçeli’yim. Ama İspanya’da oynamak çok isterdim. Hangi takımda mı? Herkes gibi Real Madrid veya Barcelona...

 Gezmekten, eğlenmekten hoşlanırdım. Şimdi ailemle beraber yaşamaktan zevk alıyorum. Bu arada arkadaşlarımla sohbet de hoşuma gidiyor. Dünü bugünü konuşuyoruz, gülüşüyoruz...

 Müzik hobim de yoktur. Ama iki sesi dinlemek beni duygulandırır. Biri İbrahim Tatlıses diğeri de Hakan Altun. 

Bursaspor’da çok başarılı olacağım. Çünkü, beni çok istediler. Kimseye borçlu kalmayı sevmem. Bana gösterilen ilginin karşılığını hemen veririm. Bu huyumu da çok beğenirim.

Bu sevda orda biter

BURSA seyircisi Yusuf’u çok sevecek. Onda bir zamanlar gönül verdikleri Elvir Baliç’in özelinden örnekler bulacaklar.

İnanıyorum böyle olacak. Ve Yusuf şimdiye dek hiçbir yerde görmediği sevgiye Bursa’da kavuşacak. Dostlarım söylerdi... Elvir Baliç, caddede yürürken ve karşıdan karşıya geçerken, trafik durur, arabalar ona yol verirdi! Yusuf da bu sevgiyi yaşayacak Bursa’da... Ve yine inanıyorum, bu sevda orada bir jübile ile noktalanacak!
Yazının Devamını Oku