Bram Stoker adlı bir İngiliz vatandaş 1890 yılında, gündüzleri tabutunda yatan,geceleri sokaklarda fink atıp elalemin kanını içen bu anti kahramanı yarattığı zaman başımıza bu kadar bela olacağını biliyor muydu acaba... Gerçi ben hiç karşılaşmadım ama bir ara o kadar çok vampir filmi izlemiştim ki neredeyse yanımda sarımsakla dolaşmaya başlayacaktım.
Efendim bizim Drakula Bey’in aslı, malumunuz gerçek bir şahsiyet… 1431-1476 yılları arasında Transilvanya’da yaşayan bu arkadaşa tarihte Kazıklı Voyvoda adı verilmiş. Kan içip içmediğini bilemem ama gelmiş geçmiş en zalim insan olarak tanınır.
Şimdi gelelim zurnanın ilk deliğine... Kont Drakula’nın Fatih Sultan Mehmet’in kankası oluğunu biliyor muydunuz? Gazetelerde Ekim 2014’te vizyona girecek ‘Dracula Untold’ filminin haberlerini görünce bu konuda bir yazı yazmak geldi içimden, internette ‘surf’ yapmaya başladım. Fatih Sultan Mehmet başlığı altındaki binlerce bilgi arasında bu konuya rastlayınca ‘oha’ dedim kendi kendime “Doğru mu acaba?”. Sonra aradım, taradım… İşte okuduklarım…
Efendim hikayemiz 1400’lü yıllarda başlıyor. O dönem Osmanlı, ele geçirdiği her ülkeye, o topraklarda büyümüş sadık yerel liderler tayin ediyordu. Sultan II. Murat da Romenlerin o güne kadar Wallachia adıyla andıkları bu toprakları Eflak Boğdan olarak kendisine bağlayınca bu ülkenin başına geçecek bir lider aramaya başladı. Bu iş için en iyi aday küçük prens Vlad Dracul’du. Vlad, Başkent Edirne’ye getirildi, seçkin çocuklara verilen özel bir eğitimden geçirildi. Bu arada Sultan Murat onun yanına bir de arkadaş verdi. Bu arkadaş, sevgili oğlu ve daha sonra Cihan İmparatoru olarak anılacak Fatih Sultan Mehmet’ten başkası değildi...
2000 yılının 2 Temmuz gecesi, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Halil Ergün, Kemal Sunal gibi Çiçek Bar’ın ağır toplarının oturduğu en dip masada telaşlı bir muhabbet almış başını gidiyordu. Ali Özgentürk, Kemal Sunal ile çekeceği ‘Balalayka’ filminin bütün hazırlıklarını bitirmişti ve ertesi sabah ekip olarak Trabzon’a hareket edeceklerdi. Uçaktan çok korkan Kemal Sunal için bu yolculuk kabustan farksızdı. Ama ardarda kalkan kadehlerin verdiği cesaret ve dostların yüreklendirmesi sonucunda ikna olmuştu Kemal. Sabah havaalanının yolunu tutacaktı.
3 Temmuz sabahı saat dokuzda İstanbul’dan Trabzon’a hareket edecek olan uçağın kapıları, Kemal Sunal’ın üzerine bir mezarın karanlık kolları gibi kapanmıştı adeta… Yolculuğun hemen ilk dakikalarında Kemal, fırtınada sallanan bir ağaç dalı gibi çırpınmaya başlamış; bir daha da kendine gelememişti. Konulan teşhis çok netti; kalp krizi… Ölümünden birkaç gün sonra yakın dostu Zeki Alasya “Kemal’in kalp krizi geçirmesini uçak korkusu tetikledi” diyecekti.
Aradan koskoca 14 yıl geçti. Ama Kemal Sunal, o kocaman gülümsemesi ile hayatımızın tam ortasındaki yerini koruyor. Filmleri defalarca ekrana gelmesine rağmen hala içimizi ısıtıp reyting rekorları kırıyor.
Elif, annesinin pişirdiği keşkek çorbasının öyküsünü anlatıyor:
Sevgili annem Şafak Hanım yemek pişirmenin y’sini bilmez. Çocukluğumda anneme dair beni en çok şaşırtan iki husus vardı. Birincisi, Ankara'da yaşadığımız mahalledeki tüm anneler evli ve ev hanımı iken benim annem dul ve çalışan bir anneydi. İkincisi, etraftaki tüm anneler birbirinden leziz yemekler pişirirken, benim annem en basit yemek tarifini bile sağolsun beceremezdi. Bu konu evde sürekli konuşulurdu. Hatta anneannemler beni kızdırmak için “annen çorba bile yapamıyor” derdi. Bir keresinde, ilkokul öncesi yaşlardayım, annemi şöyle savunduğumu hatırlıyorum: “Olsun yemek yapamıyor ama salata yapabilir.” Oradaki “yapabilir!” vurgusu önemli. Annem sabah erkenden işe gider, akşam geç vakitte işten gelirdi. Salata yapmaya vakti de takati de olmazdı açıkçası. Ben bu durumun farkına varmış olmalıyım ki “salata yapabilir!” diye savunuyordum onu; hani bir potansiyele, gözardı edilen bir ihtimale dikkat çekercesine, belki bir gün manasında…
Fetih stratejileri üzerine konuşmak için tüm kurmaylar toplanmış...
Hepsinin gözü Rusya'nın kalbinde…
Tam o sırada İmparator Napolyon'un ağzından tarihe geçen şu sözler çıkmış: "Esas soru, İstanbul'a kimin sahip olacağıdır…"
İşte böyle bir şehir İstanbul…
Hepimizin elinde 'akıllı' telefonlar (sizden akıllı olmasın), tabletler, dizimizin üstünde bilgisayarlar...
Sürekli birilerini ya da bir şeyleri 'takip' halindeyiz...
Gün geçmiyor ki okuyunca şaşırdığımız bir habere rastlamayalım veya bir arkadaşımızla "Şundan haberin var mı?" diye muhabbete başlamayalım...
İşte ben de son günlerde rastladığım 5 ilginç ve 'şaşırtıcı' havadisi sizlerle paylaşmak istedim.
TAKSİCİLERİN YENİ KABUSU
San Francisco merkezli bir şirketin çıkardığı dünyanın en ilgi gören araç kiralama uygulaması Uber, 'taksi piyasasını' yavaş yavaş karıştıracak gibi görünüyor. En büyük başarısını New York'ta yakalamış olan bu 'telefonlu araba servisi' uygulamasıyla, istediğiniz modeli seçip kendinize 'makam arabası' kiralamanız mümkün. Anlayacağınız 'Alo taksinin' 'yeni sürümü'... Türkiye'de de kullanılmaya başlanan bu uygulama telefonunuzdaki GPS sayesinde bulunduğunuz noktaya seçtiğiniz aracı gönderiyor, arabanın içine 'kuruluyorsunuz', istediğiniz noktaya vardıktan sonra da sistemde kayıtlı olan kredi kartınızdan ödeme otomatik şekilde çekiliyor. Üstelik hemen hemen her bütçeye uygun bir araba seçebiliyorsunuz. İster Range Rover'la isterseniz daha mütevazi bir araçla 'ayağınızı yerden kesebiliyorsunuz'. Şirket Londra'da ilk servise başladığında, İngiliz taksiciler "İşimizi elimizden alıyorlar" diye grev yapmış ama nafile... Grevin olduğu gün o kadar çok insan Uber'i kullanmış ki, şirket müşterilere nasıl yetişeceğini şaşırmış. 17 milyar dolar değer biçilen Uber'in 'yaratıcıları' şimdi de Hindistan'da daha makul fiyatlı 'UberX' diye bir uygulamayı piyasaya sürmüşler bile. Yakında taksiler de makam arabasına benzerse şaşırmamak lazım...
Ayşe Anlatıyor:
Benim annem sizin bildiğiniz annelerden değil. Ahhh nerede o elde açılmış börekler, nerede anne poğaçaları, nerede tatlılar, kekler.... Annem için mutfaktan çıkan herşey ille de ‘sağlıklı’ ille de ‘hafif’ olmalıydı. Ben de evin tombik ve şirin kızıydım. Aklım fikrim o şahane lezzetlerdeydi. Anneannem, babaannem sağ olsunlar sayelerinde mutfaktan çıkmazdım.
O zamanlar ipadler, akıllı telefonlar, televizyonda binbir türlü çocuk kanalı, AVM’de turlamalar yoktu tabii. Ya bahçeye çıkacaksın top oynayacaksın, ya kız kıza Barbie dünyasına dalacaksın ya da benim gibi mutfağa demir atacaksın. Ah o çocukluğumun mutfak muhabbetleri. Sabahtan girer, akşam yemeğinden sonra çıkardım mutfaktan.
Anneannem, babaannem ne müthiş yemekler yaparlardı. Çorbalar, dolmalar, mantılar, pilavlar, zeytinyağlılar. Annemse bütün çocukluğum boyunca herşeyi blenderdan geçirdi. O zaman blender büyük bir olay mıydı, neydi bilmiyorum annemin verdiği her yemek tarifinin olmazsa olmaz cümlesi; ¨Blenderdan geçiriyorsun, mis gibi¨ydi.
Son yıllarda çokça konuşulan kuantum düşünce kavramıyla yakın bir akrabalığım yok... Hatta itiraf etmem gerekirse “kuantumcahili” de denilebilir bana. Ama her alanda olduğu gibi, burada da bünyemi saran merak duygusu bendenizi R. Şanal’ın kapısına kadar götürdü. Gerçekten kuantum düşünceyle mutluluğa ulaşmak mümkün müydü? Bu sorunun yanıtını ararken laf lafı açtı, kuantumun Kuran’daki ip uçlarından, 2012’deki meşhur kıyamete kadar pek çok merak edilen sorunun peşine düştük.
Önce kuantuma bilimsel olarak bakalım. Kadınların “Kıvanç Tatlıtuğ benim olsun” diye evrene sinyal göndermeleri kuantum sayılır mı?
Elbette öyle bir şey yok ama her disiplin bilimselliği kendi tarifleri içinde sınırlandırabilir.
Peki ya sizin tarifiniz?
Biz kuantumla ilgili olduğumuz için bilimseliz ama bir o kadar da değiliz.
Sosyal medyanın niye bu kadar popüler olduğunu sanıyorsunuz?
İletişim, globalleşme, sınırların ortadan kalkması gibi 'asil' sebeplerin yanında, atılan tweet’ler, paylaşılan fotoğraflar sayesinde tüm dünya kocaman bir 'dedikodu kazanı' haline geldi. İnsanlar birbirlerini merak ettikçe, sosyal medya da 'mahallenin herşeyi bilen teyzesi' oluverdi.
Neyse efendim, böyle bir 'analizle' başınızı ağrıtmamın sebebi, aylardır, köşemde yer vermemeye çalışmama rağmen, yine yeni yeniden bir 'dedikodu yazısıyla' karşınıza çıkıyor olmam.
Her şey Cihangir'e gitmemle başladı...
Malumunuz eski zamanların Yeşilçam Sokağı'nın yerini aldı Cihangir'in bilumum mekanları…