Paylaş
Son yıllarda çokça konuşulan kuantum düşünce kavramıyla yakın bir akrabalığım yok... Hatta itiraf etmem gerekirse “kuantumcahili” de denilebilir bana. Ama her alanda olduğu gibi, burada da bünyemi saran merak duygusu bendenizi R. Şanal’ın kapısına kadar götürdü. Gerçekten kuantum düşünceyle mutluluğa ulaşmak mümkün müydü? Bu sorunun yanıtını ararken laf lafı açtı, kuantumun Kuran’daki ip uçlarından, 2012’deki meşhur kıyamete kadar pek çok merak edilen sorunun peşine düştük.
Önce kuantuma bilimsel olarak bakalım. Kadınların “Kıvanç Tatlıtuğ benim olsun” diye evrene sinyal göndermeleri kuantum sayılır mı?
Elbette öyle bir şey yok ama her disiplin bilimselliği kendi tarifleri içinde sınırlandırabilir.
Peki ya sizin tarifiniz?
Biz kuantumla ilgili olduğumuz için bilimseliz ama bir o kadar da değiliz.
Hoppala, daha başından ikileme düşürüyorsunuz beni.
İşin içinde düşünce olduğundan kuantum bilimsellik çerçevesine hapsedilmiş oluyor. Ama ben o kısıtlamalarda olmak istemem.
Çekinmeden söyleyin, bilimselmisiniz değil misiniz?
Bilimsel olacağım diye bir iddiam yok. Kuantum düşüncede, olaylarla düşünceler arasındaki ilişkiyi
inceliyoruz.
Daha kolay bir soru sorayım. Kimdir R. Şanal?
Kendimi daha çok düşüncelerim ve yaptıklarımla anlatmayı seçerim. Bildim bileli okumayı, düşünmeyi, sonuç çıkarmayı tercih etmişimdir. Bu yanımı kafaya taktığım dönemler de oldu. 24 yaşında kendimi spiritüel bir ortam içinde buldum ve sorularıma yanıt oradan geldi.
“Vah benim giden gençliğime” mi dediniz?
“Neden ben de herkes gibi okula gidip kız arkadaşımla gezip tozmuyorum” diye düşünürdüm. Birçok arkadaşım asosyal olduğumu düşünürdü, şimdi de “B-sosyal” oldum sanırım.
Ne zaman yalnız olmadığınızı anladınız?
45 yaşında.
İnsanın 21 yıl kendisiyle savaşması kolay olmasa gerek...
Devamlı okuyor ve çok düşünüyordum. Bir ara solcu bile oldum, hep bir arayış içerisindeydim.
Ne kadar sürdü solculuk maceranız?
Bir hafta. Bana göre olmadığını fark ettim.
Bir haftamı? Marx’ı bir haftada okumak bile başlı başına bir rekor!
Marx’a göre din bir afyondu ve insanın bastonuydu. İnsanı sadece beden ve yiyecek gibi gören bir görüşü onaylamam mümkün değildi.
O zaman bu fikir Türkiye’de yüz binleri nasıl peşinden sürükledi?
Bunun sebebinin aydınlarımızın İslam hakkındaki bilgisizliği olduğunu düşünüyorum.
Koca Marksizm’i 1 haftada geçtiniz biz de başka soruya geçelim: Gençken de mi böyleydiniz?
Evet. 19 yaşında teyzemle ilgili bir tespit yapmıştım. Yıllar sonra yaptığım tespit sayesinde telefonda terapiyle teyzemi iyileştirdim.
‘Ben mutluluk aracıyım’
Nasıl yani, ilahi bir yanınız mı var o zaman?
Herkes ilahidir zaten, çünkü O’nun halifesidir. Eskiden doktorlar MR olmadan hastaların dertlerini nasıl anlayabiliyorsa, ben de 2-3 cümlesinden birinin karakteri, hatta ileride yaşayacakları konusunda bilgi sahibi olabilirim.
Bu her insanda olan bir yetenek gibi görünmüyor ama neyse. Bu durumda siz de bir nevi doktor musunuz, kaderlerin MR’ını çeken?
Bilgiyi seven bir insanım ve kuantum düşünce uzmanıyım. Bilgiyi başka insanlara aktararak, onları mutlu etmeye çalışan, bir mutluluk aracıyım.
Mutluluk aracılığı için kuantumu mu kullanıyorsunuz?
Evet çünkü yönün mutluluksa,mutluluk geliyor. Her şey yıllardan beri duyduğumuz sebep sonuç ilişkisinden başka bir şey değil.
Kuantumun özü bu kadar basit mi yani?
Evet, sebebi değiştirince sonucu değiştirmiş olursun. Benim keşfim budur; düşünce ve inançların sonuçlar yaratacak güçte olması.
Peki, istemediğimiz sonuçların sebebi nedir?
Korkularımız... Beynin içinde amigdala adında çekirdek gibi bir bölüm var. İşte orası korku merkezi. Yaşamla ilgili stratejilerimiz de orada saklanıyor. İnsan korkuyla kodlanmışsa orası negatif, korkudan arınmışsa pozitif oluyor.
“Korktuğun başına gelir” diyerek atalarımız farkında olmadan kuantumu özetlemiş galiba. Türk toplumunda korkuyla kodlanma yaygın mı?
Sadece Türklerde değil, bütün dünyada böyle. Dünya korkuyla, insanlar da korkutularak yönetiliyor. Bir kişiyi korkuttuğun zaman insani taleplerinden vazgeçmesini sağlarsın. Her devlet kendi insanını korkutur. Anne babalar da çocuklarını korkutuyor.
‘Kuantumu kullanan hayatının efendisi olur’
Peki, o zaman anne babamızdan alacağımızı aldık diyelim. Kuantum bize ne verecek?
Kuantum düşünceyi kullanan, kendi hayatının efendisi demektir. İnsan bu şekilde bir nevi kaderini yaratır.
Kadere inanmıyor musunuz o zaman?
Tabii ki inanıyorum ama tanımlamasını doğru yapmak gerek. Kader, Tanrı’nın evrensel yasaları demek aslında. İnsanlar düşünceleriyle bu evrensel yasaları etkiliyor. Sen isteklerini evrene gönderiyorsun, evrenden sana geri geliyor. İşleme tabi tutuluyor, orada senin kısmetin veriliyor. Kendisiyle barışık olan kaderiyle de barışık olur. Kaderiyle barışık olan da Tanrı’yla barışık olur.
Kuantum ve Kuran arasında bir bağlantı olduğunu söylüyorsunuz, hatta bu konuda kitabınız bile var. Bunu biraz açsak...
Spiritüel araştırmaların derinliklerine indikçe, öte dünya dediğimiz boyutla ilgili bilgilerin Kuran’daki bazı noktalarla örtüştüğünü gördüm. Kuran “Biz dünya alanını oyun ve eğlence olarak yarattık” diyor mesela.
“Oyun yeri” derken ne kastediliyor?
Dünya insanlar için deneme alanıdır. Sadece yaptıkların evrensel işleme konuyor ve sana sonuçları geliyor.
Cennet ve cehennemi burada yaşıyoruz öyle mi?
Hem dünyada hemde ahirette. Fatura bu hayatta da, diğerinde de devamlı kesiliyor. Faturan iyiyse cennette, değilse cehennemde olacaksın.
Sizin dinle tanışmanız nasıl oldu?
Babaannem tuhaf bir kadındı, oruç tuttuğu bazı günler iftara yarım saat kala orucunu açar,
“Mekke’de iftar çoktan olmuştur” derdi.
Süper babaanneymiş mübarek...
Annem onun bir çocuğunu kaybettiğini, bu yüzden biraz hasta olduğunu söylerdi.
Aileniz sizi yönlendirdi mi din konusunda?
Annem bize sık sık öğütlerde bulunurdu, günah olan şeyleri anlatırdı. “Bunları sana kim söylüyor” dediğimde de “Kadınlar” derdi. Anlayacağın, annemin referansı Kuran değil, kadınlardı. Ayrıca
küçükken Kuran kursuna da gitmiştim. Hatim bile indirdim. 20 yaşında da anlamını merak edip
okumaya başladım.
‘Evliyken başka birine âşık olunabilir’
Gerçek isminizi kullanmıyormuşsunuz. Neden?
Bir gün içimden bir ses “İsmini değiştir” dedi, ben de o sesi dinledim. Ne yapayım diye düşündüm. Sonra aklıma geldi, bir zamanlar bir yazımda Şanal ismini kullanmıştım. Onu seçtim. Şan-al aslında “ün al” demek.
Yani Şanal ismi size şöhret getirdi!
Getirdi, yolum açıldı resmen. Zaten isimler çok önemli.
Bugüne kadar hasbelkader koymuşlar isimlerimizi demek!
Aslında bu çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Peygamber isimleri, hayatlarını çok zor geçirmiş ya da ölmüş insanların adları yerine yenilerinin konması gerekir.
Peki neden ölmüş büyüklerin isimleri konmamalı?
Çocuğuna ölmüş birini ismini vermek, tekamülünü tamamlamamış birinin yükünü ona bindirir.
Ben yine aşka geleceğim.
Eş ruh olsan bile ayrılmayı seçebilirsin. İnsanlar ayrılıkları başarısızlık olarak değerlendiriyor. Kafamızda hep varsayımlar var. Mesela “evliyken başka birine âşık olamazsın!” Neden olamayasın ki? Elbette olabilirsin.
Ne diyorsunuz hocam, bu ihanet değil midir?
Âşık olabilirsin ama onunla birlikte olmak ihanettir.
O da beyin sadakatsizliği ama.
Beynen ihanet diye bir şey olur mu? Bunun gibi varsayımlar bizi esir alıyor. Ben artık “yemezler” durumundayım.
25 Aralık 2011
Paylaş