İsmet Berkan

Çözüm sürecini unutmaya başladık galiba

20 Ağustos 2013
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, ‘Daha çekilmeyi tamamlamadılar, hala yüzde 20’lerdeler’ diyor.

Abdullah Öcalan, hükümetle yürütülen görüşmelerde kendi statüsünün yükseltilmesi gerektiğinden söz ediyor. BDP Eş Başkanı Demirtaş, ‘15 Ekim kritik tarih’ diyor.
Bütün bunları kamuoyu gözucuyla izliyor; bundan sekiz ay öncenin heyecanı ne medyada var ne sokaktaki insanda. Terör haberi, ölüm haberi gelmeyince, yani bir anlamda ‘normal’e dönülünce geri kalan her şey de ‘normal’ oldu sanıyoruz herhalde.
Oysa durum öyle değil. Hatta ‘Çözüm süreci’ açısından son derece kritik günlerden geçmekte olduğumuzu bile söyleyebiliriz. Çünkü, hükümet ile PKK arasındaki karşılıklı güvensizlik her geçen gün biraz daha büyüyor.
Başbakanın verdiği ‘Yüzde 20’ rakamı doğruysa, (ki şu aşamada doğruluğundan şüphelenmek için bir sebep yok; çünkü ‘Hayır yüzde 20 değil 60’ diyen yok) PKK’nın Türkiye’yi terk etmeyi neden ağırdan aldığını, hatta sallantıda bıraktığını bilmek gerekiyor.
Baştan söyleyeyim, PKK’nın neden ağırdan aldığına dair bir bilgim yok. Bu bilgiye sahip olan insanlar da onu kamuoyuna açıklamıyorlar. O yüzden PKK’nın ağırdan alma sebepleri konusunda ancak spekülasyon yapabiliriz.
Öte yandan PKK’nın ve Kürt siyasi hareketinin hükümetten bazı beklentileri olduğu ve onların da hükümeti ‘Ağırdan almak’la suçladığı biliniyor.
Bu durumda yapılabilecek en iyimser spekülasyon, karşılıklı güvensizliğin arttığı olabilir.

Yazının Devamını Oku

Kilo vermenin sırrı kuvvetli kahvaltıda...

18 Ağustos 2013
GELİŞMİŞ batının da, ülkemizin de aslında en büyük iki sağlık sorunundan biri, obezite, yani şişmanlık.

Obezite büyük bir sorun; çünkü çok sayıda sağlık sorunu o yaratıyor. Kanserle obezite arasında ciddi bağlantılar hergün bulunuyor; obezitenin Tip 2 diyabete yol açtığı, kalp ve damar hastalıklarına sebep olduğu çoktan beri biliniyor.
Aşırı şişmanlık, sağlık sistemine getireceği inanılmaz mali yükler nedeniyle bir yandan büyük bir sosyal sorun; kişilere doğrudan etkileri nedeniyle aynı zamanda büyük bir bireysel sorun da.
Bu bireysel sorun farklı farklı derecelerde neredeyse herkesi ilgilendiriyor. Çünkü hepimiz, kilo vermeye çalışıyoruz. Kendimi örnek vereyim: Son 15 yıldır fazla kilolarımdan kurtulmaya çalışıyorum ve başarılı olduğumu söylememe de imkan yok.
Etrafımdaki pek çok kişi gibi ben de, zayıflamak için hayat tarzımı kökünden değiştirmek dışında hemen hemen her yolu denedim. Ben bu denemeleri yaparken, denediğim bazı yolların yanlış olduğu bilimsel olarak ortaya çıktı, bazılarının sakıncalı olduğu yine bilimsel olarak kanıtlandı, bazılarının sakıncalı olduğu konusunda ise senelerdir bitmeyen tartışmalar var.
Esasen gerçekten kilo vermek isteyenler için en doğru yöntemi Dr. Osman Müftüoğlu yıllardır söylüyor, yazıyor, çiziyor: Ne yiyorsanız yarısı, ne kadar hareket ediyorsanız iki katı.
İlke olarak, daha az kalori tüketmeden kilo vermek mümkün değil. Daha az kalori tüketmeyi de aynı anda hem daha az kalori alarak hem de daha fazla kalori yakarak yapmak en doğrusu.
Bu genel ilkeler doğru ama, geçenlerde okuduğum bir araştırma sonucu, kalori alma meselesine bakışımı kökünden değiştirdi.

Yazının Devamını Oku

Başbakan sahiden Bodrum’u kurtarmak istiyorsa...

17 Ağustos 2013
Hep birlikte öğrendik ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ramazan Bayramı ertesinde iki üç günlük bir Bodrum kaçamağı yapmış; ama tatilde de boş durmamış, Bodrum Yarımadası’nın Güllük Körfezi’ne bakan tarafında çıktığı bir tekne gezintisinde yapılaşma felaketini görmüş, bunun üzerine bakanlarını Bodrum’a çağırıp bu felakete çözüm yolları aramışlar hep birlikte.

Başbakan’ın Türkmenistan dönüşü uçakta gazetecilere söylediklerinden anladığımız, öncelikle ‘kıyı kenar çizgisi’ne yapılan tecavüzlerin önlenmesi için Bodrum Yarımadası sıkı bir denetimden geçirilecek.
İşin aslına bakarsanız, devletin şu aşamada Bodrum’da gerçek bir felaket boyutlarına erişmiş olan yapılaşma patlamasına karşı yapabileceği sınırlı şeyden biri bu. Ama şunu da unutmayın, daha birkaç ay önce çıkan bir torba kanunda ‘kıyı kenar çizgisi’ yarı yarıyadan fazla azaltıldı, yani binaların denize veya göllere daha fazla yaklaşabilmesine olanak sağlandı.
Bodrum Yarımadası, Gökova ve Güllük körfezleri, Marmaris ve Hisarönü Körfezi, Fethiye ve Göcek Körfezi, bu bölgeler esasen birer ‘ulusal hazine’.
Bu ‘hazine’ olma hali bu saydığım geniş bölgenin hem doğasından hem de taşıdığı iç-dış turizm potansiyelinden kaynaklanıyor.
Ve Başbakan’ın Bodrum Yarımadası’nda yaptığı sınırlı bir tekne turunda bile gözlemleyebildiği gibi biz bu hazineyi har vurup harman savurmaktayız.
Başbakan’ın ve devletin bu bölgeyi ‘kurtarmak’ konusunda yapabilecekleri sınırlı; çünkü felaketin esas müsebbibi olan yapıların tamamı özel mülkiyet.
Ulusal hastalığımız olan imar plansızlığı, tarım arazilerinin küçük yerel belediyelerin kısa vadeli kazanç hesaplarıyla imara açılması vs son 30 yılda bu felaketi yarattı. Ve yaratmaya devam da ediyor.

Yazının Devamını Oku

Halkı olmayan cumhuriyet devri kapanmadı mı?

16 Ağustos 2013
Bir yönetim biçimi olarak cumhuriyetin galiba iki türü var dünyada: Halkı olan cumhuriyetler ve ordusu/gizli servisi/polisi olan cumhuriyetler.

Mesela bizim ‘Kuzey Kore’ dediğimiz ülkenin adı Kore Demokratik Cumhuriyeti. Halkı olmayan ama ordusu/gizli servisi/polisi olan cumhuriyetlere bir örnek. Veya ‘Çin Halk Cumhuriyeti.’ Aynı şekilde.
Mısır Halk Cumhuriyeti. Halkı olmayan bir başka cumhuriyet. Kısa bir süre için halkın varlığı hatırladı cumhuriyet ama bugün yine sadece ordusu/gizli servisi/polisi olan cumhuriyet oldu.
Halkı değil de ordusu olan Mısır Cumhuriyeti önceki sabah yüzlerce insanı hedef gözeterek öldürdü.
Peki ama ‘Arap Baharı’ bu bölgede halkı olmayan cumhuriyetlerin devrinin kapandığını göstermiyor muydu? Evet, gösteriyordu. Bana soracak olursanız hala göstermeye devam ediyor.
Şimdi tanık olduğumuz vahşet, ordunun, gizli servisin ve polisin ümitsizce iktidarda kalmaya çalışmaları. Yüzlerce insanın canı pahasına. Milyonlarca insanın özgürlüğü pahasına.
Sanıyorlar ki ‘Halksız Cumhuriyet’e geri dönmek mümkün.
Hayır değil. Zaman onlardan yana değil, halktan yana. Şişeden çıkan o cini yeniden şişeye sokmak imkansız.

Halkı olmayan demokrasi olur mu?

Yazının Devamını Oku

Ergenekon’un 25 yöneticisinin ilginç durumu

13 Ağustos 2013
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi geçen hafta Ergenekon davasıyla ilgili kararını açıkladı.

Bu açıklamadan beri de mahkeme kararını konuşuyoruz, kararı didik didik ediyoruz.
Mesela Cumartesi günü bu köşede, mahkeme kararındaki bir bulanıklıktan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ vesilesiyle söz ettim.
Bulanıklığı hatırlatayım:
İlker Başbuğ için (ve başka sanıklar için de) savcı TCK’nın 314/1 ve 312/1 maddelerinden ceza istemişti. 314/1, ‘Örgüt kurmak ve yönetmek’ suçunu düzenliyor, 312/1 ise ‘Cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirme’ suçunu.
Mahkeme İlker Başbuğ için 314/1’den bir karar açıklamayıp ‘Sanığın suçu bir bütün olarak 312/1’e uyuyor’ diyordu. Ben de cumartesi günü, Başbuğ’un ‘örgüt kurup yönetmek’ten beraat mı ettiğini sormuştum.
Birazdan isim isim sıralayacağım, başka pek çok sanık bu durumda.
Mahkeme, kararında herhangi bir Yargıtay kararına veya içtihadına atıfta bulunmuyor ama savcının daha önce mahkemeye sunduğu esas hakkında mütalaasında ‘Yargıtay içtihatları’ diye bir ifade geçiyordu bu konuda.

Yazının Devamını Oku

Nobel tartışması: Medrese neden üniversiteye dönüşemedi?

11 Ağustos 2013
GEÇEN gün Britanyalı genetik bilimci Richard Dawkins, sosyal paylaşım ağı Twitter’da Müslümanların az Nobel ödülü kazanmış olmasına işaret edince bizim Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek de anında cevap vermiş.

Türk basını da hazır bir ‘polemik’ bulunca üstüne atlamış. Ben de devam edeyim.
Bakan Mehmet Şimşek’in cevapları tek bir 140 karaktere sığmadığı için bunlar üçe bölünmüştü. Öncelikle Şimşek, Dawkins’in yazdıklarını ‘ırkçı’ bulmuştu. Herhalde Şimşek, Dawkins’in yazdıklarının Müslümanları aşağılama amacı güttüğünü düşünüyordu; bence öyle değil. Çünkü bir olgudan söz ediyor Dawkins. Ardından eğitime ve bilime daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini söylüyordu Şimşek, ki haksız değil. Ama benim ilgimi en çok, Şimşek’in Nobel ödüllerinin taraflı dağıtıldığına işaret eden cevabı çekti.
Richard Dawkins, ‘Nobel’ derken sanmıyorum ki Nobel Barış Ödülü ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü düşünüyor olsun. Hatta onun bu dallarda da Nobel verildiğini hatırlamak için özel çaba sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bilim dünyasından gelen biri, Nobel dediğinde temel bilimlerde verilen ve esasen neredeyse tartışmasız objektif kriterleri olan Nobelleri kasteder. Oysa Mehmet Şimşek’in aklına Nobel denince sahiden de subjektif ölçütlerle verilen ve her seferinde ödül komitesinin tarafgir olmakla suçlandığı Nobel Edebiyat ve Nobel Barış ödülleri geliyor en önce, Nobel Fizik, Nobel Kimya, Nobel Tıp, Nobel Ekonomi arka sıralarda.
Gerçekten de temel bilim dallarında Nobel almış çok az sayıda Müslüman kökenli bilimci var. Pakistanlı fizikçi Abdüsselam’ın Nobel’ini ve sonradan başına gelenleri (hala daha mezarının başına gelmekte olanları) Taha Akyol sık sık köşesinde konu ediyor.
Esasen ben bu tartışmayı hem yadırgıyorum hem de içine girmek, hakkında düşünmek ve yazı yazmaktan kendimi alamıyorum. Yadırgıyorum, çünkü bilim evrenseldir; bir ulusun veya bir etnik, dini, kültürel grubun değildir.
Bir Yahudi olan Albert Einstein’ın temellerini attığı kuantum mekaniği sayesinde ortaya çıkan bilgisayarları elbette müslümanlar da kullanıyor; aynı bilim sayesinde var olan tıbbi görüntüleme cihazları Suudi Arabistan’da da hastaların hizmetinde.
Ama öte yandan, dünya tarihine baktığımızda İslam uygarlığının (yanısıra başka uygarlıkların da) Yahudi/Hristiyan Batı uygarlığının gerisinde kalmasında bilimin varlığının veya yokluğunun önemi çok açık.

Yazının Devamını Oku

İlker Başbuğ neden mahkûm oldu?

10 Ağustos 2013
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başlangıçta ‘internet andıcı’ adı verilen belge nedeniyle suçlanıyordu.

Daha sonra bu suçlamaya ‘İrticayla mücadele eylem planı’ adı verilen belge de eklendi.
Yine başlangıçta İlker Başbuğ’un da aralarında bulunduğu bir grup için bu sözünü ettiğim suçlamalarla ayrı bir dava açılmıştı. Ama bu dava gitti Ergenekon ana davasıyla birleşti. Ve birden bire İlker Başbuğ kendini Ergenekon davasının içinde buldu.
Ergenekon davası, biliyorsunuz Bayramın hemen öncesinde sonuçlandı, geçen pazartesi günü mahkeme sanıklarla ilgili kararları açıkladı.
İlker Başbuğ’la ilgili verilen kararda şöyle deniyordu:
“Sanık, Mehmet İlker Başbuğ hakkında TCK 314/1. ve 312/1. maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması talebi ile Kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemleri bir bütün halinde TCK 312/1. maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından, sanığın eylemine uyan, ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek’ suçunu işlemiş olduğu sabit olduğundan, TCK 312/1. maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılması, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle, ceza indirimi yapılarak neticeten müebbet hapis cezası ile cezalandırılması”.
Şimdi burada ciddi bir karışıklık var.
Mahkeme İlker Başbuğ’u TCK 314/1’den cezalandırmıyor. Bu karar Başbuğ’un o ceza maddesinde yazılı ‘silahlı örgüt kurma’ suçunu işlemediği anlamına mı geliyor acaba?

Yazının Devamını Oku

Herkesin sorunu ortakken neden ortak çözümde buluşulamıyor?

9 Ağustos 2013
Ergenekon davasında ceza alanların bir bölümüyle KCK’dan yargılaması sürenlerin bir bölümünün, poşu taktığı için terörist olarak tutuklanan ve hala yargılananla Gezi eylemleri sırasında bayrak satarken kendini cezaevinde bulan adamın ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ortak noktası ne?

Hepsi, ifade özgürlüğünün olmamasının mağdurları.
Bu özgürlüğün ülkemizde bir türlü tam olarak olmamasının sayısız mağduru var. Ve bu mağdurlar siyasi yelpazenin sağını solunu, üstünü altını her yerini temsil eden genişlikte.
Daha spesifik olmaya çalışayım. Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin 4. yargı paketi sonrası şu hale geldi:
1- Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
2- Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
3- Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
4- Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur.

Yazının Devamını Oku