Çözüm sürecini unutmaya başladık galiba

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, ‘Daha çekilmeyi tamamlamadılar, hala yüzde 20’lerdeler’ diyor.

Haberin Devamı

Abdullah Öcalan, hükümetle yürütülen görüşmelerde kendi statüsünün yükseltilmesi gerektiğinden söz ediyor. BDP Eş Başkanı Demirtaş, ‘15 Ekim kritik tarih’ diyor.
Bütün bunları kamuoyu gözucuyla izliyor; bundan sekiz ay öncenin heyecanı ne medyada var ne sokaktaki insanda. Terör haberi, ölüm haberi gelmeyince, yani bir anlamda ‘normal’e dönülünce geri kalan her şey de ‘normal’ oldu sanıyoruz herhalde.
Oysa durum öyle değil. Hatta ‘Çözüm süreci’ açısından son derece kritik günlerden geçmekte olduğumuzu bile söyleyebiliriz. Çünkü, hükümet ile PKK arasındaki karşılıklı güvensizlik her geçen gün biraz daha büyüyor.
Başbakanın verdiği ‘Yüzde 20’ rakamı doğruysa, (ki şu aşamada doğruluğundan şüphelenmek için bir sebep yok; çünkü ‘Hayır yüzde 20 değil 60’ diyen yok) PKK’nın Türkiye’yi terk etmeyi neden ağırdan aldığını, hatta sallantıda bıraktığını bilmek gerekiyor.
Baştan söyleyeyim, PKK’nın neden ağırdan aldığına dair bir bilgim yok. Bu bilgiye sahip olan insanlar da onu kamuoyuna açıklamıyorlar. O yüzden PKK’nın ağırdan alma sebepleri konusunda ancak spekülasyon yapabiliriz.
Öte yandan PKK’nın ve Kürt siyasi hareketinin hükümetten bazı beklentileri olduğu ve onların da hükümeti ‘Ağırdan almak’la suçladığı biliniyor.
Bu durumda yapılabilecek en iyimser spekülasyon, karşılıklı güvensizliğin arttığı olabilir.
Nitekim bu sebeple bundan iki ay kadar önce Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile BDP Eş Başkanı Demirtaş arasında önemli bir görüşme olmuş, bu görüşmede ‘Güven arttırıcı önlem’ olarak, daha önce gündeme BDP tarafından ‘Yol temizliği’ başlığıyla getirilmiş bazı yasal düzenlemelerin bir bölümünün yapılması için uzlaşma sağlandığı bilgisi dışarı sızmıştı.
Ama bu görüşmede bazı yasal düzenlemeler üzerinde bir takvim belirlendiyse bile Meclis’in tatile girmesiyle bu takvimin (şimdilik) en erken 1 Ekimde işlemeye başlayabileceği belli oldu.
Öte yandan taa Nisan ayında Adalet Bakanlığı tarafından Bakanlar Kurulu’na sunulmaya hazır hale getirilen ve çokça ümidin bağlandığı bir de ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ belgesi vardı; bugün bu belgeden söz eden kimse yok.
Yine Nisan ayına geri dönecek olursak, hükümetten iyi haber alan gazetecilerin o ay içinde birkaç kez ‘Çözüm süreci Kasım 2013’te tamamlanacak’ diye yazdığını da hatırlamalıyız.
Kasım 2013 öyle gökten düşme bir tarih değil. 2014 Mart ayında yerel seçim olacağı hatırlanırsa, milletvekillerinin seçim bölgelerine dağılmasıyla birlikte Meclis’in Aralık 2013-Nisa 2014 arasında pek verimli olmasını beklememek lazım. O yüzden Kasım kısa vadeli bir sınır.
Fakat Ocak 2013 ile Mayıs 2013 arasında çok hızlı gelişmelerin yaşandığı ‘Çözüm Süreci’nin Mayıs sonundan itibaren bir duraklamaya girdiğini de herkes gözlüyor.
Bazıları bu duraklamayla Gezi olayları arasında bağlantı kuruyor.
Şiddet kullanmadan dile getirilen demokratik taleplere hükümetin ve devletin sert muamelesinin bugün bile bittiğini söyleyemeyiz.
Bu muamele biçiminin tamamı esasen demokratikleşme ve insan haklarının yüzde 100 uygulamaya girmesinden ibaret olan ‘Çözüm süreci’ konusunda hükümete dönük bir güvensizlik yarattığı da ortada.
Ama yine de, PKK ve Kürt siyasi hareketiyle hükümet arasındaki güvensizliğin artmasının tek izahı bu olamaz. En önce, PKK’nın çekilmeyi neden ağırdan almaya başladığını öğrenmemiz gerek.
Tarih, bu gibi karmaşık durumlarda ilk taşı kimin attığına, ilk günahı kimin işlediğine pek bakmaz; onun yerine sonuca bakar. ‘Çözüm süreci’ndeki başarısızlık, herkesi töhmet altında bırakır, herkesi başarısız yapar.

Yazarın Tüm Yazıları