Paylaş
Mesela bizim ‘Kuzey Kore’ dediğimiz ülkenin adı Kore Demokratik Cumhuriyeti. Halkı olmayan ama ordusu/gizli servisi/polisi olan cumhuriyetlere bir örnek. Veya ‘Çin Halk Cumhuriyeti.’ Aynı şekilde.
Mısır Halk Cumhuriyeti. Halkı olmayan bir başka cumhuriyet. Kısa bir süre için halkın varlığı hatırladı cumhuriyet ama bugün yine sadece ordusu/gizli servisi/polisi olan cumhuriyet oldu.
Halkı değil de ordusu olan Mısır Cumhuriyeti önceki sabah yüzlerce insanı hedef gözeterek öldürdü.
Peki ama ‘Arap Baharı’ bu bölgede halkı olmayan cumhuriyetlerin devrinin kapandığını göstermiyor muydu? Evet, gösteriyordu. Bana soracak olursanız hala göstermeye devam ediyor.
Şimdi tanık olduğumuz vahşet, ordunun, gizli servisin ve polisin ümitsizce iktidarda kalmaya çalışmaları. Yüzlerce insanın canı pahasına. Milyonlarca insanın özgürlüğü pahasına.
Sanıyorlar ki ‘Halksız Cumhuriyet’e geri dönmek mümkün.
Hayır değil. Zaman onlardan yana değil, halktan yana. Şişeden çıkan o cini yeniden şişeye sokmak imkansız.
Halkı olmayan demokrasi olur mu?
Peki ama bir cumhuriyetin ‘Halkı olan cumhuriyet’ olması yeterli mi? Sadece halkın varlığını kabul etmek, onun kararlarına boyun eğmek o cumhuriyette özgürlüklerin, eşitliğin, kardeşliğin garantisi mi?
Hayır değil.
Bizim cumhuriyetimizin de halkı yoktu. 14 Mayıs 1950’de serbest ve adil seçimlerin yapılması ve bu seçimin sonucuna boyun eğilmesiyle cumhuriyetimizin bir halkı da oldu.
Peki bu yeterli miydi? Bazılarına soracak olursanız, evet yeterliydi. Bana göre hayır, halkın varlığının ve gücünün kabul edilmesi, yani seçim sonuçlarına boyun eğilmesi ‘gerek şart’tır ama ‘yeter şart’ değildir.
Mısır’da da halkın varlığı kabul edildi, seçim yapıldı, seçim sonunda Mursi Cumhurbaşkanı oldu. Bu, o ülkede halkın varlığının kabul edilmesi bakımından ‘gerek şart’tı ama ‘yeter şart’ değildi.
Zaman verilse, zaman bırakılsa belki de o ‘yeter şart’lar da yerine gelecekti; ama Mısır’da cumhuriyet işini halksız görmeye o kadar alışmıştı ki, gereken sabır gösterilmedi.
Söylemeye çalıştığım gibi seçimlerin varlığı ve iktidarın seçimle el değiştirmesi demokrasilerde ‘gerek şart’tır ama ‘yeter şart’ değildir.
Türkiye’de de benzer bir tartışmayı onlarca yıldır yaşıyoruz. Halkı demokrasiden uzak tutmak, halkın yönetime katılmasını engellemek, halkın siyasete katılımını engellemek için yapılan bir sürü şey var ülkemizde. Siyasi Partiler Yasamızdan tutun da ifade özgürlüğüne, toplantı ve gösteri hakkından tutun da milletvekili adaylarının belirlenmesi yöntemine kadar...
Halksız cumhuriyetler nasıl bu bölgede zamanını doldurduysa, bizim ülkemizde de halksız demokrasi zamanını doldurdu.
Halktan korkmanın dereceleri
Mısır’da Enver Sedat da, Hüsnü Mübarek de halktan korkuyordu. O yüzden emirlerindeki devletin en güçlü organı gizli servisleri ve ordularıydı.
Mısır, tam anlamıyla ordusu/gizli servisi/polisi olan ama halkı olmayan bir cumhuriyetti. Bugün yeniden öyle oldu. Ama bu uzun sürmez.
Mısır’la Türkiye’yi bu bakımdan kıyaslamak hiç doğru değil. Ama Türkiye’de halktan korkulmadığını söylemek de doğru değil.
Gezi Parkı için yapılan barışçıl gösteriye iktidarın verdiği tepki tam olarak bu korkunun ifadesidir.
Halktan korkmayan iktidarlar, halkın temel insan haklarını inkar etmeyen, o hakların kullanımını destekleyen iktidarlardır.
Mısır’da bu hakların herhangi birinden söz etmeye imkan yok zaten. Türkiye’de ise o hakların yüzde 100 uygulanması hala bir siyasi pazarlığın konusu.
Paylaş