11 yıl aradan sonra Kasım 2015’te Brüksel’de yapılan AB zirvesine Türkiye’nin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun davet edilmesinin ardından, 30 Kasım ve 2 Aralık’ta iki ayrı yazı yazarak bu soruya cevap aramıştım.
O yazılarda dile getirdiğim teori şuydu: 2004-05’te AB içindeki tartışmayı ‘Türkiye’yi üye alırsak Ortadoğu’daki sorunları AB’nin içine taşımış oluruz’ diyenler kazanmış, ‘Türkiye’yi alırsak Ortadoğu için AB’nin de söyleyeceği bir şey olabilir’ diyenler kaybetmişti.
Bugün Suriye ve Irak yüzünden, daha çok da mülteci sorunu yüzünden, 2004-05’teki tartışmada kaybeden görüş yeniden ağırlık kazanmaya başlamıştı, AB o yüzden Türkiye’yi hatırlamıştı.
Bu yazıyı, Türkiye’nin Avrupa Birliği Başmüzakerecisi ve AB Bakanı Volkan Bozkır’la beraber geldiğim Paris’ten trenle Brüksel’e doğru geçerken yazıyorum. Benim bu teorime karşı AB Bakanı Bozkır’ın da başka bir teorisi var.
Ona göre Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden ivmelenmesinin arkasında üç temel sebep var.
PKK ve büyük ölçüde Kürt siyasi hareketi bu kavramı o tarihten beri gündeminde tutuyor. Mesela 2011’de Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi, bu kavramı kendi bildirgesine dahil ediyor.
Benzer şekilde, ‘demokratik özerklik’ kavramı Halkların Demokratik Partisi HDP’nin parti programında hayli detaylı biçimde ele alınmış. Tabii KCK programında da bu var.
Peki altı-yedi aydır kimi ilçe merkezlerinde gördüğümüz ‘demokratik özerklik’ mi?
İlan edenlere bakarsanız, evet öyle.
Ama bu ‘yapay zekâ’ geçen gün 88 yaşında hayatını kaybeden Marvin Minsky’nin hayalini kurduğu, uğruna hayatı boyunca uğraştığı ‘yapay zekâ’ değil.
Neden değil? Çünkü Minsky ve yakın çalışma arkadaşı John McCarthy, taa 1959’da meşhur MIT’de ‘Yapay Zekâ Laboratuvarı’nı kurarlarken başka bir şey hayal ediyorlardı.
Onların hayalini filmlerden, romanlardan, TV dizilerinden biliyoruz: Her bakımdan insanı taklit eden, hatta insandan ayırt edilemeyen makineler yapmak.
Bu yazım üzerine sitem dolu bazı mesajlar aldım; bu mesajlardan üçü, sürücü destek sistemlerinden otonom arabaya kadar pek çok alanda çalışan şirketlerdendi.
Geçen hafta boyunca bu şirketleri tek tek ziyaret ettim; sağ olsunlar şirket sahip ve yöneticileri bana zaman ayırdılar, yapmakta oldukları işleri uzun uzun anlattılar.
‘ÖTEKİ TÜRKİYE’ ÇOK İÇ AÇICI
Eğer Türkiye daha müreffeh bir ülke olacaksa bunu bilimsel ve teknolojik gelişmelerle yapacak. Yani önce bilimimiz olacak; sonra o bilimi teknolojiye ve yeni ürün tasarımına çevirmeyi başaran mühendislerimiz; ve son olarak da o yeni ürün ve tasarımları pazara sunacak girişim sermayemiz.
Bu zinciri bazıları görmezden geliyor, bir-iki parlak çocuk çıksın Batı’daki teknolojinin bir benzerini Türkiye’de de gerçekleştirsin ve bu iş olsun bitsin diye düşünüyorlar. Oysa hayır, zincir bir bütün. Ve bilimle başlıyor her şey.
İRAN’LA BİLİMSEL KIYASLAMA
Maalesef epey bir süreden beri ‘Hayat başarısı’nı parayla ölçen bir kültürün etkisi altındayız. Pek çok kişiye göre, en çok parayı kazanan en başarılı.
Peki ama ya adınız Mustafa Koç’sa ve daha doğduğunuz gün torunlarınız dahil harcayıp bitiremeyeceğiniz kadar büyük bir servetiniz olduysa? O zaman başarıyı nasıl ölçeceğiz?
*
Sultan Abdülhamid’in istibdadı bitiyor, yerine özgürlük geliyor diye her etnik gruptan Osmanlı sokaklara dökülmüştü.
Bu gösteriler sırasında yaygın biçimde taşınan pankartlardan birinde, Fransız devriminin sloganı olan ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik’e Osmanlılar bir de ‘Adalet’i eklemişlerdi.
Evet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet...
Adalet ülkemizde 1908’den beri özlenen ve onu gerçekleştirme iddiasında olanları da iktidara taşıyan bir kavram.
Neden alınamıyor verim? Uzun tartışmaların konusu, bana göre, meseleye bütüncül bir vizyonla yaklaşılmıyor ve belli konularda odaklanılmıyor, o yüzden de verim alınamıyor.
Hükümet geçen hafta yeni bir teşvik paketi açıkladı. Bence tek tek çok sayıda yeni ve iyi uygulama var. Ama aynı eksik devam ediyor: Hükümet meseleye bir geniş stratejik plan çerçevesinde yaklaşmıyor, onun yerine sorun görünen
alanlardaki sorunları çözmeye odaklanıyor.
En başta başlayayım: Hükümet epey bir zamandan beri, Ar-Ge’ye harcanan paranın milli gelirin içindeki payının artmasını hedefliyor. Taa 2004’te, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir genelgeyle Ar-Ge harcamalarının 2010’a kadar
gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 2’sine yükselmesini istedi. Ama olmadı.