21 Temmuz 2001
<B>AB</B> Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) çerçevesinde oluşturulan Acil Müdahale Gücü'nün (AMG) olası operasyonlarına Türkiye'nin hangi koşullar altında katılacağı uzun süreden beri tartışılıyor. Hasan Cemal, bu konudaki yazıları üzerine Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı yorumun ana noktalarına 11 Temmuz tarihli Milliyet Gazetesi'ndeki sütununda yer verdi. Bu yorumun ışığında bir değerlendirme yapmaya çalışacğım.
***
AMG'nin iki türlü operasyon yapması öngörülüyor. NATO kaynaklarından yararlanmak suretiyle yürütülecek operasyonlar veya sadece AB kaynakları ile yüklenilecek misyonlar. Birinci şıkta, AB'nin operasyonlardan önce NATO planlama kaynaklarından istifade edebileceği varsayımına Türkiye itiraz etti. Ancak NATO kaynaklarından ve kolaylıklarından planlama maksadı ile değil, fakat fiilen operasyonlara girişmek amacı ile istifade söz konusu olursa, kararların ittifakla alınması kuralının uygulanması zaten gerekecek. Başka bir deyimle, bu durumda Türkiye NATO desteğini bloke edebilir. Etmediği takdirde ise bu operasyonlara otomatik olarak katılabilecek.
***
AB'nin münhasıran kendi kaynakları ile yürüteceği operasyonlar konusu daha karmaşık. Türkiye bu alandaki pozisyonunu 1999 Nisan ayında NATO zirvesinde alınan kararlara dayandırıyor. Genelkurmay, bu kararların, Batı Avrupa Birliği çerçevesinde Türkiye'nin daha önce elde etmiş olduğu statünün aynen yeni Avrupa güvenlik mimarisine taşınması gerektiği anlamına geldiği inancında. Bu noktadan hareketle, Aralık 2000'de yapılan AB Nice Zirvesi'ni NATO kararlarını yok saydığı için eleştiriyor. Oysa benim görebildiğim kadar, sorun bu kadar açık seçik değil. Nisan 1999 NATO Zirvesi'nde kabul edilen Stratejik Konsept ile toplantı sonunda yayımlanan bildirideki ifadeler muğlak. Nice AB Zirvesi ise ‘‘AB'nin karar alma özerkliği’’nin altını çiziyor. Zirvenin sonuç belgesine göre AB'nin kendi olanakları ile yürüteceği operasyonlara diğer NATO ülkelerinin katılmaları AB'nin yetkili organlarının kararına bağlı. Bu daveti kabul eden devletler, operasyonların günlük yönetiminde eşit haklara sahip bulunacaklar, ancak stratejik kararlar yine AB'nin yetkisinde olacak.
***
Türkiye'nin Nice Zirvesi kararlarına itirazlarının arkasında ciddi bazı endişeler var. Türkiye öncelikle bölgesinde yapılacak operasyonların dışında kalmak istemiyor. Bu endişe yerinde olmakla beraber abartılı; çünkü Ortadoğu ve Kafkasya gibi bölgelerde AB'nin tek başına hareket etmesi imkánsız. Petrol olan yere ABD'siz, yani NATO'suz gidilemez. NATO işin içine girince de Türkiye'nin otomatik katılma hakkı var. Balkanlar'a gelince, bu bölgede zaten en kritik yerlerde NATO Kuvvetleri konuşlandırılmış bulunuyor. AB'nin müdahale edebileceği tek yer Makedonya kaldı.
***
Türkiye'nin bir başka kaygısı, AB'nin Ege'de manevralar yapması. Galiba bu konuda bir gelişme oldu ve AB'nin bu tip manevralara girişmeyeceği kararlaştırıldı.
***
Nihayet Türkiye'nin bir büyük endişesi AMG'nin Kıbrıs'a gönderilmesi. Bu nasıl olur? Akla gelen tek senaryo şu: Güney Kıbrıs tek başına AB'ye girer ve buna tepki olarak KKTC'deki Türk kuvvetlerinin güneye ilerlemesi tehlikesi belirirse, AB Türkiye'yi böyle bir tasavvurdan vazgeçirmek amacıyla, Güney Kıbrıs'a AMG'yi konuşlandırmayı düşünebilir. Çok uzak bir ihtimal; çünkü Güney Kıbrıs, AB'ye üye oldu diye Türkiye kuvvete başvurma opsiyonunu herhalde kullanmayacaktır.
***
AB ile müzakereler devam ediyor. Türkiye'nin kendi istekleri doğrultusunda sonuç almak için çaba harcamasından daha tabii bir şey olamaz. Bununla beraber her müzakerenin bir optimum noktası vardır. O noktanın kaçırılarak son zamanlardaki çok olumsuz, politik ve ekonomik gelişmeler nedeniyle Türkiye'nin gittikçe daha hassas hale gelen dengelerinin zedelenmesine meydan verilmemelidir.
Yazının Devamını Oku 14 Temmuz 2001
<B>TÜRKİYE</B> ve Ermenistan sivil toplumları ile Ermeni diasporası temsilcileri arasında bu hafta başında Cenevre'de yapılan toplantı sonunda bir <B>‘‘Türk-Ermeni Barışma Komisyonu’’</B> (TEBK) kurulduğunun açıklanması medyada geniş yankı buldu ve genellikle girişim olumlu karşılandı. TEBK'nın görev tanımından anlaşılacağı üzere gayet esnek bir süreç başlatılmıştır. Amaç, taban tabana zıt algılamaların konusu olan tarihi olaylar hakkında bir hükme varmak değildir. Buna zaten imkán yoktur. Tarih her zaman oldukça ağırlıklı bir sübjektif unsur içerir. Kendi içimizde yakın tarihimizle ilgili olarak sık sık yapılan tartışmalar bunun bir kanıtı değil midir? Uluslararasında ise milli belleklerde köklü bir biçimde yerleşmiş inançlar kolay kolay sökülüp atılamaz. TEBK'nın bu nedenle temel hedefi diyalog, karşılıklı anlayışı ve iyi niyeti geliştirmek, çeşitli alanlarda işbirliğini teşvik yolu ile iki milleti yakınlaştırmaktır. Komisyon bu çerçevede çeşitli alanlarda ortak projeler üretecek, tarih, hukuk ve psikoloji uzmanlarını çalışmalarına ortak edebilecektir. Gerekirse ilgili hükümetlere somut öneriler sunması da öngörülmüştür.
***
TEBK işlevinde ne kadar başarılı olabilir? Bunu zaman gösterecek. Ermenilerin hiç değilse önemli bir kısmı ‘‘soykırım’’ı Türkiye'ye kabul ettirmek emellerinden vazgeçmemişlerdir. Türkiye'de tarihi revizyona taraftar olanlara tek tük rastlanıyorsa da Ermeni tarihçiler aksine iddialarında her zamandan daha fazla inat etmektedirler. Washington'da bir ‘‘Ermeni Soykırımı’’ Müzesi açılması projesi uygulama aşamasına gelmiştir. Her ne kadar Ermeni muhataplarımız müzede tehcir sırasında Ermenileri himaye ederek çok sayıda insanın hayatını kurtaran Türk ailelerinin de anılacağından bahsediyorlarsa da ana tema ağırlıklı olarak yine ‘‘soykırım’’ olacaktır. ABD Temsilciler Meclisi'nde yeni bir Ermeni inisiyatifi olasılığı tamamen bertaraf edilmemiştir. TEBK, Türk-Ermeni tarihi tartışmalarını arka plana ittiği ve ilişkileri bunların gölgesinden kurtarabildiği ölçüde amacına doğru ilerleme sağlayabilecektir. Sürecin başarısı aynı zamanda hükümetlerin tutumuna da bağlıdır. Türkiye'nin Ermenistan'a karşı güttüğü siyaset, bu perspektif içinde ele alınmalıdır.
***
Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki kurulmasına başlıca iki engel mevcut: Ermenistan'ın özellikle Koçaryan başkan seçildiğinden beri sürdürdüğü ‘‘soykırım’’ı uluslararası alanda tescil ettirmek politikası ve Karabağ sorunu. Karabağ meselesinin hálá bir engel teşkil edip etmediği belli değil; çünkü Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki müzakereler tam sonuç alınacağı sırada birdenbire süresiz ertelendi. Bu durumda diplomatik ilişkiler kurulmasının devamlı Karabağ sorununa endekslenmesi doğru olmaz. ‘‘Soykırım’’ konusunda ise, Ermenistan'ın iddialarından ve uluslararası girişimlerinden peşinen vazgeçmesi isteniyorsa ilişki kurulması yine zorlaşır. Olsa olsa sınırların dokunulmazlığı, toprak bütünlüğüne saygı ve tarihi iddiaların politik alana taşırılmaması gibi bir formül bulunabilir.
***
Ne var ki, resmi ilişkiler bloke kalsa dahi, iki halk arasındaki temasları şimdiden kolaylaştırmak akıllıca bir siyaset olur. Geçen yıl ABD Temsilciler Meclisi'nden bir karar çıkması beklenildiği için Ermenistan vatandaşlarına sınır kapılarında vize vermek yöntemine son verilmişti. Temsilciler Meclisi'nden karar tasarısı geri çekildikten sonra bu önlem kaldırılmadı. Oysa diaspora Ermenileri ABD, AB veya Rus pasaportu ile istedikleri gibi ülkemize geliyorlar. Ulusal Meclisi'nin kabul ettiği kanundan sonra Fransa'ya uygulanan bütün kısıtlamalar da artık kaldırıldı ve isabetli olarak Türk-Fransız ilişkileri yeniden canlandırıldı. Benzer bir yaklaşımla Ermenistan vatandaşlarına vize kolaylığı tanınması ve kapalı olan sınırların açılarak Türkiye'nin de lehine olan ticaretin gelişmesi, iki halk arasında köprüler kurulmasına ve Ermeni sorununun aşılmasına özlü katkıda bulunacak bir ortam yaratır.
Yazının Devamını Oku