Paylaş
BİR hafta süreyle ilk önce Floransa'da, sonra da Stockholm'deydim. Her iki yerde Türkiye'nin AB üyelik sürecinin çeşitli yönlerinin irdelendiği ve tartışıldığı toplantılara katıldım. Doğal olarak Türkiye'deki siyasal, ekonomik ve toplumsal çalkantılardan bir hayli söz edildi. Türkiye'nin imajının parlak olmaktan çok uzak bulunduğu ve son zamanlarda daha da kötülediği, Türkiye hakkında karamsarlığın arttığı izleniminden kaçmak mümkün değildi. Avrupa basını da zaten Türkiye'ye ağır eleştiriler yöneltmekten geri kalmıyor. Son on gün içinde Avrupa'nın global gazetesi sayılan ‘‘International Herald Tribune’’de Türkiye'de işkence uygulamaları, insan kaçakçılığı yapan çeteler, illegal böbrek ticareti ve organ nakli hakkında yazılar birbirini izledi. Thomas Friedman'ın aynı gazetede 6 Haziran'da yayımlanan makalesinde ise Kemal Derviş çok övülmekle beraber, yine karamsar bir tablo çiziliyor. Financial Times, Türkiye'deki yolsuzluklara bütün bir sayfa ayırdı. Sadettin Tantan'ın görevinden alınmasını, yolsuzluğa karşı savaşta öncülük yapan bir bakanın azli şeklinde yorumladı.
***
Stockholm'deki toplantı, İsveç'in haziran sonuna kadar Avrupa Birliği dönem başkanı olması nedeniyle önem taşıyordu. İsveç, Türkiye'nin AB üyeliğine en sıcak bakan ülkelerden biri. Nitekim dönem başkanlığı sırasında yapıcı bir tutum takındı. Türkiye'yi diğer aday ülkelerle aynı düzeyde değerlendirdiğini gösterdi. Ne yazık ki Türkiye'deki siyasal bunalımlar, işleri savsaklama ve erteleme kültürü ile AB programının arkasında politik bir güç ve iradenin bulunmayışı gibi nedenlerle adaylık sürecinde mesafe alınamadı. ‘‘Ulusal Program’’ın siyasi kriterler alanında AB Katılım Ortaklığı belgesinin bir hayli gerisinde kalması, Kıbrıs konusunda en ufak bir ilerleme kaydedilmemesi de ivmeyi yavaşlatan unsurlar arasında. AB ülkelerinin Ulusal Program'a fazla tepki göstermemelerini ve eleştirmemelerini kimse yanlış anlamasın. Haziran sonunda toplanacak Ortaklık Konseyi'nde ve yıl sonunda komisyonun konseye sunacağı ilerleme raporunda AB'nin pozisyonu daha belirgin hale gelecek. Kaldı ki AB ülkelerinin Türkiye'yi bir an önce AB üyesi yapmak gibi bir kaygıları yok. Türkiye işi ağırdan alırsa onlar neden ‘‘kraldan fazla kral taraftarı olsunlar?’’ İçlerinde Helsinki'de Türkiye'nin üyeliğine yeşil ışık yakılmış olmasından pişmanlık duyanlar da yok değil.
***
Evet, Türkiye'nin ekonomik ve politik istikbali hakkında zihinlerde çok tereddütler var. İmajı hiç iç açıcı değil. Türkiye, çok uzun senelerden beri olumlu bir imaj yaratmak için kesenin ağzını açtı, büyük masraflara katlandı, fakat sonuç alamadı. Bunun nedeni basit: Bir ülkede işler kötü gidiyorsa, dışarıda imajı iyi olamaz. Türkiye'de medya her gün vatandaşları kasvete boğan haberlerle dolu ise, dışarıya farklı bir mesaj verilemez. Şimdi Almanya'da AB üyeliğimize direnişi kırmak için ‘‘müthiş bir lobi şirketi’’ ile anlaşma yapılıyormuş. Umarım yeni bir israf kapısı açmıyoruz. Sorunların özünü çözümlemeden etrafı toz pembe göstermeye çalışmak, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.
***
Unutmayalım ki iyi gelişmeler dışarıda derhal yankı buluyor. Bunun en güzel örneği, Kemal Derviş. Nasıl Türkiye'de çok büyük bir çoğunluk onu destekliyorsa, uluslararası alanda da kişiliğine ve programına güven duyuluyor. Floransa'daki toplantıda yaptığı konuşma, bazı yönleri eleştiriye açık olsa bile, son derece etkileyici idi. Sağlam mantığı, entelektüel kapasitesi, kavramlaştırma yeteneği ve köklü ekonomik bilgisi ile Derviş derhal Türkiye hakkında olumlu bir imaj oluşturuyor. Tanıtma için oluk oluk para harcanacağına, Bakanlar Kurulu Derviş ayarında olmasa bile ona yakın yeni simalarla takviye edilsin, o zaman hem işler ve hem de imajımız düzelir. Oysa son hükümet değişikliği tersine bir sonuç yarattı. Anlaşılan iktidarı elinde tutan ‘‘Triumvira’’nın öncelikleri çok farklı.
Paylaş