İsmet Solak: Kıbrıs'ta bitmeyen sorunlar






İsmet SOLAK
Haberin Devamı

GEÇEN hafta Kıbrıs'ın hem kuzeyi ve hem de güneyi çok hareketliydi. Güney'de yeni siyasi oluşumlara yol açabilecek parlamento seçimleri yapıldı ve beklenildiği gibi Komünist Partisi AKEL birinci çıktı. Bazı gözlemciler AKEL'in kuvvetlenmesini kısmen Kuzey ile Güney arasında daha fazla diyaloğa taraftar olması ile izah ediyorlar. Seçimlerdeki başarısını takiben şimdiye kadar cumhurbaşkanı adayı çıkarmayan AKEL'in 2003 yılı seçimlerde ilk defa bir aday göstermesi bekleniyor.

***

Güneyde seçimler olurken kuzeyde ise tatsız gelişmeler birbirini izledi. Koalisyon hükümeti neredeyse kavgaya dönüşen şiddetli bir tartışma ortamında dağıldı. ‘‘Avrupa’’ gazetesi bombalandı: ‘‘Ulusal Halk Hareketi’’ diye bir örgütün kurulması gerginlik yarattı. Başbakan Derviş Eroğlu'nun bu oluşumdan haberdar olmadığı izlenimini vermesi zihinleri iyice karıştırdı. KKTC'deki ekonomik koşullar da tıpkı Türkiye'deki gibi halka kemer sıktırıyor. İstihdam olanakları az olduğundan gençler başka ülkelere göç etmek çabası içindeler.

***

KKTC'deki durum son derecede ciddiye alınmalıdır. Fakat her nedense gerek Türkiye'de, gerek Kuzey Kıbrıs'ta bir vurdumduymazlık var. Türkiye'de ekonomik krizin geleceği nasıl görülmediyse, Kuzey Kıbrıs'ta da birdenbire patlak verecek çok boyutlu bir buhranın unsurlarının bir araya geldiği fark edilmiyor. Bunun en güzel örneği Başbakan Ecevit'in Kıbrıs'taki hükümet değişikliğine tepkisi. Ecevit KKTC'deki hükümet sorununun demokratik nitelikte olduğunu, bunun Kıbrıs sorunu ile ilgisi bulunmadığını rahat rahat söyleyebiliyor. Birinci değerlendirmesinde tabii ki haklı, demokrasilerde hükümetler değişir, alternatifsiz demokrasi olmaz, fakat KKTC'deki buhranın Kıbrıs sorunu ile ilgili olmadığı ifadesi tamamen yanlış. Bizzat eski Başbakan Yardımcısı Akıncı, Kıbrıs sorunu konusunda Cumhurbaşkanı Denktaş ve Başbakan Eroğlu ile aynı görüşte olmadığını, müzakerelere yaklaşımı onaylamadığını ve bu yaklaşımın Kuzey Kıbrıs'ın istikbali için tehlikeli olabileceğini açıkça belirtti. Ecevit niye gerçekleri görmek istemiyor, anlamak mümkün değil. Şimdi de konfederasyon tezinin de ötesine giderek Kıbrıs'ın eski Çekoslovakya gibi iki bağımsız devlete ayrılmasını istiyor. İyi güzel de, 1974 Barış Harekátı'ndan sonra derhal kuzeyde bir bağımsız devlet ilah edilseydi ve politik çözüme gidilseydi belki böyle bir imkán yaratılabilirdi. Oysa 16 yıl federasyon ve 6 yıl konfederasyon tezi savunulduktan sonra, şimdi elimizdeki kozlar azaldığı halde, iki ayrı devlet tezini ileri sürmek çok göze batan bir tutarsızlık değil mi? Yine de bu tez gerekirse pazarlık konusu yapılabilir, kapsamlı toprak ödünlerinin verilmesi göze alınabilirse.

***

Denktaş'ın tartışmalarda Akıncı'ya verdiği cevap da hayret uyandırmaktan geri kalmıyor. Denktaş, ABD'nin, İngiltere'nin ve Avrupa Birliği'nin el ele vererek Kıbrıs Türklerini bir azınlık statüsüne mahkûm etmek istediklerini söylüyor. Doğru değil. Onların istedikleri federasyon. Elbette federasyon KKTC'nin istediği konfederasyon kadar cazip bir formül değil, ancak azınlık statüsünden bir hayli uzak. Papandreu, 23 Mayıs'ta Washington'da bir konferansta sorulara cevap verirken ‘‘azınlık’’ sözcüğünü kullandı diye herkes aynı sepete atılamaz. Kaldı ki Papandreu konuşmasında Kıbrıs AB'ye girdiği takdirde Kıbrıslı Türklerin Avrupa Komisyonu'nda, Bakanlar Konseyi'nde, Avrupa Parlamentosu'nda, Avrupa Toplulukları Mahkemesi'nde temsil edileceklerini ve Türkçe'nin AB'nin resmi dillerinden biri olacağını da söyledi. Azınlıkların bu gibi hakları yok ki.

***

Söylemlere bakarak niyet yargılaması yapmanın sonu gelmez. Türkiye'nin ve KKTC'nin de söylemlerine bakarsanız Kıbrıs meselesinin çözümlenmesine olanak yoktur. MGK'nın son açıklaması bunun en güzel örneği. İngilizlerin dediği gibi, ‘‘pastanın lezzeti tatmakla anlaşılır’’. Makul bir çözümün bulunup bulunmayacağı ancak ciddi müzakerelerde ortaya çıkar.

Yazarın Tüm Yazıları