Paylaş
ABD'nin tartışmalı ‘‘Füze Savunması’’ (FS) projesine hemen destek veren birkaç NATO ülkesi arasında Türkiye de var. Bu tutum jeopolitik önemini daima kapitalize etmek isteyen Türkiye'nin geleneksel politikası ile uyum içinde. 1950'li yıllarda, daha sonra Küba krizinde ABD ile Sovyetler Birliği arasında pazarlık konusu yapılan Jüpiter füzelerinin Türkiye'de konuşlandırılmasını kabulde de hiç gecikmemiştik. Ancak yeni ABD girişimine bu defa verdiğimiz destek bu aşamada değişik nitelikte. Henüz FS sistemi operasyonel değil. Bu nedenle Türkiye daha çok sistemin dayandığı kavramı genel hatları ile benimsemiş oluyor. Yine de meseleye biraz daha yakından bakmakta fayda olabilir.
* * *
Uzayda konuşlandırılacak silah sistemlerine dayalı Başkan Reagan'ın meşhur ‘‘Yıldızlar Savaşı’’ projesinden sonra Başkan Clinton zamanında ‘‘Ulusal Füze Savunması’’ (UFS) gündeme gelmişti. Clinton'ın projesi çok daha sınırlıydı. Kuzey Kore, İran ve Irak gibi sorumsuz ve ‘‘serseri’’ addedilen devletlerin nükleer güç ve uzun menzilli füzeler geliştirmelerinin yarattığı tehlikeye karşı ABD topraklarında füzesavar füzeler konuşlandırılmasını öngörüyordu. Bu sisteme en büyük engel, Rusya'nın antibalistik füzeleri kısıtlayan 1972 Antlaşması'nı terk etmeye yanaşmamasıydı. Bush başkan seçilince, UFS'yi FS'ye dönüştürdü. Yeni kavram, ABD'nin bundan böyle, tek başına değil fakat müttefikleri ve Rusya ile ortaklık ve işbirliği içinde bir füze savunma yapısı arayışında olduğu anlamına geliyor. Başkan Bush, NATO zirvesinde ve Başkan Putin ile geçen hafta yaptığı görüşmelerde karşılıklı topyekûn tahrip konseptine dayanan Soğuk Savaş stratejik doktrininden artık vazgeçilmesi gerektiğini savundu. Bunun yerine, stratejik devrim olarak nitelendirdiği FS'yi de kapsayan yeni bir güvenlik mimarisi önerdi. Kıtalararası füzelerin de önemli ölçüde azaltılmasını içeren bu öneriye, özellikle Başkan Putin'in tepkisi, beklendiğinin aksine ılımlı oldu.
* * *
ABD'nin yeni füze savunması sistemi denizden, karadan, havadan ve aynı zamanda uzaydan balistik füzelerin tahribini amaçlıyor. Balistik füzeler, fırlatıldıktan sonra yörüngelerinde, ya yükseliş, ya alçalış veya uzayda seyir süreçlerinde antibalistik füzelerle yok edilecekler. Daha ileri bir aşamada bilimkurgu filmlerindeki gibi bu maksatla lazer şuaları kullanılacak. Yükseliş sürecinde tahrip yöntemi doğal olarak Türkiye'yi daha yakından ilgilendirir, çünkü İran ve Irak söz konusu olduğu ölçüde bazı sistemlerin civarımızda olması gerekecek.
* * *
Türkiye bakımından vurgulanacak bir nokta daha mevcut. İran ve Irak'ın balistik füze potansiyeli, bir tehdit olarak algılansa bile coğrafyası nedeni ile Türkiye'nin bunlara karşı kendi savunması için yeni sistemlere ihtiyacı yok. ‘‘Patriot’’ gibi kısa menzilli füzeler yeterli olur. Dolayısıyla Türkiye'nin FS'ye verdiği destek daha çok yeni bir stratejik oluşum içinde bugünden yer almaya yönelik. ‘‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’’nda olduğu gibi, Türkiye güvenlikle ilgili uluslararası yapılanmalarda daima ön planda olmak, aktif bir rol oynamak istiyor. Bu yaklaşım prensipte kuşkusuz yerindedir. Ne var ki güvenlik stratejisi alanındaki girişimlerin ekonomik güçle olduğu kadar etkin, yaratıcı ve gerçekçi bir dış politikayla desteklenmesi şarttır. Bir ülkenin güvenliğinin, ekonomisinin ve dış politikasının birbirini tamamladığı ve sürekli etkilediği unutulmamalıdır. Oysa, son zamanlarda geliştirilen bazı stratejik misyon kavramlarının, Türkiye'nin dış politikasının ve ekonomisinin parametrelerini bazen aştığı görülüyor. Aktif bir güvenlik politikası, yaratıcılıktan uzak hantal bir dış politika ve güçsüz ekonomi ile bağdaşmaz. Türkiye, ekonominin yanı sıra, dış politikada da darboğazlara saplanmakta olduğundan, bu üç unsurun ivedilikle ahenkleştirilmesine çalışılmalıdır.
Paylaş