3 Aralık 2003
<B>RAHMETLİ Abdullah Yüce</B>'nin bir şarkısı vardı, <B>‘‘Bu ne sevgi ah’’</B> diye. Futbol, dünyada en sevilen oyun. Zaman zaman bir sevgiliden bile yüce bir sevgi. Hele, bir takım tutuyorsanız, mesafeler bile kısaltan, ülkeden ülkeye sizi göçe zorlayan, her türlü fedakarlığa katlandığınız bir sevgi.
Stat, sanki Ali Sami Yen'di. Onbinlerce gurbetçi metroları, otobanları, tramvayları doldurmuş, akın akın Almanya'ya geliyordu. Tek bir dilekleri vardı, ‘‘Galibiyet’’
Juve pes ediyor
Mondi, Mondi, Mondi... Kaç gol kurtardığını saymadım. 1, değil, 3, değil, 7 değil... Kurtardığı gollerle takımı ateşledi. Arkadaşları baktılar, Mondi bir görev yapıyor, ‘‘biz de sahneye çıkalım’’ dediler. Aslında kötü oynamıyordu G.Saray. Top yapıyor, hücuma çıkıyor, ama olmuyordu. İlk yarı böyle geçti.
İkinci bölümde sahneye kulübede paslanan Berkant çıktı, Hakan Şükür çıktı. Sadece bu iki isim mi? Elbette hayır. İkinci yarıda sahneye G.Saray çıktı. Hele Hakan Şükür, en kritik durumda golleri atarken, ‘‘İşte ben böyle futbolcuyum’’ dedi. Juventus'u pes ettirdi.
Herkes tıkır tıkır çalışıyordu. Hata yapan futbolcu bulamıyordum. Mondragon bu üç puanın mimarıydı. Her uluslararası maçta bir panter çıkar, o panterin adı dün gece Mondragon'du. Terim, Prates'i oyundan alıp, Hasan Şaş'ı koyarken, doğru bir seçim yapmıştı. Genç Sabri de hem sağ kanadı kontrol ediyor, hem de ikinci bölümde Juventus'u sahadan siliyordu.
Doyumsuzluk
G.Saray öyle bir top oynadı ki, İtalya'nın, Juventus takımına özellikle ikinci yarıda nefas aldırmadı. Ben onu bunu bilmem, G.Saray her maçını Almanya'daki bir kentte oynasın. Çünkü gurbetçilerimizde öyle bir hasret, öyle bir doyumsuzluk var ki. Takımlarını hem maddi hem de manevi, destekleyebilicekleri her olanakla destekliyorlar.
Galibiyet sonrası sahanın içini görmenizi isterdim. 19 Mayıs Bayramı'nı andırıyordu. Dedim ya, hasret bu işte. G.Saray, oynadığı futbolla, inancıyla, kazanma arzusuyla onlara ayrı bir zevk verdi. Dün gece saha içinde ve dışında görevini yapmayan G.Saraylı yoktu. Başta, Mondragon, Hakan Şükür ve Berkant olmak üzere herkese bravo.
Yazının Devamını Oku 29 Kasım 2003
Elindeki malzeme bol ve çeşitli ise, istediğini yaparsın. Beğenmediğini diğerleri ile değiştirirsin. Fatih Terim, Denizlispor maçından sonra takımda birtakım değişimler olacağını söylemişti. Ve dediğini de yaptı. Teknik direktörler arasında ilginç benzetmeler yapılır. Derler ki: ‘‘Siz bir orkestra şefisiniz! Elinde kullanabileceğin bir sürü enstrüman var.’’ Terim de enstrümanlarını değiştirdi.
Sazlar değişince
Baş kemancı Frank de Boer, yıllarca saz heyetinde ud sanatçısı olarak ön planda yer alan kaptan Bülent sahnede yoktu. Terim, belli ki, yeni bir orkestra kurmak istiyordu. Ancak, sazları değiştirmenin hiçbir fayda getirmediği dün akşamki konserde ortaya çıktı. Çünkü, bu saz heyetinin nefesi tükenmiş.
Terim, işe bozuk olan akortları düzene sokmakla başlamayı planlamıştı. Nağmeler inceydi, fazla ses çıkmıyordu. Önemli olan sazların aynı ritmde çalmasıydı. Başlangıçta onu da gördük. Çünkü, yedek sazlar bu orkestrada yer bulmak istiyordu. İnançlı ve doyumsuzdular... Yeteneklerini ortaya çıkarmak istiyorlardı. Ahenk bozuk olmasına rağmen, yardımlaşma üst seviyedeydi. Ritmi ayarlamak istediler, ellerinden geldiğince bunu yapmaya çalıştılar.
Hatayı kendinde ara
Ancak, ortada bir yanlışlık vardı. Orkestranın şefi ortada yoktu. Takıma yön verecek maestronun eksikliği büyük ölçüde hissediliyordu. Şefi olmayan, maestrosu bulunmayan orkestranın ahenkli müzik yapması da imkansızdır. Akortlar birbirini tutmazsa, işin en önemli kısmı olan final bölümünde ortaya gürültüden başka bir şey çıkmaz.
Terim, baktı ki, orkestra zevk vermiyor, ustaları sahneye çağırdı. Ancak, iş işten geçmişti. Düşündüğünü yapamıyorsan, hata sendedir. Çünkü sen, bu orkestrayı oluşturan kişisin. Kimi denediysen olmadı. Bir yere varamadın. Başarılı olamayınca da yeni bir orkestra kurmaya çalıştın. Sazları değiştirdin ancak ritm hala bozuk.
Malatyaspor haddini bilerek oynadı. Elindeki malzemeyi G.Saray'a göre ayarladı. Maça tedirgin başladı, açılmayı düşünmedi. Baktı pabuç pahalı, ‘‘Benim neyim eksik?’’ deyip G.Saray'ı zorladı. Ve istediği puanı da alıp gitti.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2003
<B>BİR</B> takım düşünün, <B>Mondragon</B> degaj yapacak, <B>Bratu</B> kendi hüneriyle gol atacak. Başka... Başka hiçbir şey yok. Ne oyun kurgusu var, ne oyun felsefesi, ne de disiplin. Şaşılacak şey. Denizlispor oyunun ilk bölümünde pozisyon zenginliği yakalıyor, devamlı sağdan ataklar yapıyor, G.Saray'ı abluka altına alıyordu. G.Saray şaşkındı. Neden şaşkın olmasın? Hatlar arasında hiçbir bağlantı yok. Orta sahadan bitirici bir top çıkmıyor, orta sahanın bütün hakimiyetini Denizlispor'a bırakıyorlardı.
Rakip, sağdan soldan bindirme yapıyor, G.Saray yine şaşkın. Uzun zamandır oynamayan Hakan Ünsal, bölgesinde gidip geldi. G.Saray, dalgalandı, durdu. Fatih Terim baktı olmayacak, oraya bir tampon yapmaya çalıştı ve Hakan Ünsal'ın önüne ağır olan Abdullah'ı soktu. Biraz dengelemişti sanki. Ama dedim ya, bir takımın beyni olmazsa, saha içi yönetmeni olmazsa hiçbir şey yapamaz. Sezon başından beri söylüyorum. Bu takımın orta sahasında oyunu okuyacak adamı yok.
Tam teslimiyet
Yok işte yok. Fatih Terim de bunu görüyor ama bir şey yapamıyor.
Ersen Martin, kanatlardan gelen ortalarda her topu alıyor, G.Saray'ın göbeğini adeta delik deşik ediyordu. Öyle ki, G.Saray defansı her atılan ara toplarda sallantıya uğruyordu. Öyle bir top da geldi, kaleci Mondragon'un da yapacak bir şeyi yoktu. Ceza sahası dışında eliyle topu kesti ve kırmızı kartı gördü. Ve G.Saray işte bu dakikadan sonra teslimiyeti kabul etti. Bir takımda hırs olmazsa, bir takımda oyun kurgusu olmazsa olacağı budur.
Galatasaray ruhunu teslim etmiş gibiydi. Arzu olmayınca kazanmak da olmaz. Galatasaray nasıl toparlanır? Onu bilemem. 15 günlük aradan sonra Galatasaray'da bir değişim bekliyorduk ama hüsranla sonuçlandı. Galatasaray'ın bu gidişi iyi değil. Adeta bir depresyon içine girdiler. Bu depresyondan nasıl çıkarlar onu da ben bilmem. Onu bilecek olan teknik adamdır.
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2003
Aha oyunun başları, Almanya kalesine yerleşmişiz. Vursan gol olacak ama sen ayakta duramıyorsun be Halil'im. Atsan, arkası gelecek. Takım rahatlayacak, böyle ıstırap çekilmeyecekti. Ümitlerimiz, 2.5 yıllık bir sefere çıkmıştı. Dağları, bayırları, denizleri aşmış, tam ganimetleri toplamıştı ama gelgelelim Almanya durağında bütün herşeyi olduğu gibi bıraktı. Yazık oldu, hem de çok yazık.
Bu maç, ocak ayından sonra olsaydı belki sonuç daha farklı olurdu. Çünkü futbolcularımızın birçoğunun kafasına transfer yerleşmiş, kendilerini bırakmış gibiydi. Raşit Çetiner orta sahaya, liderlik görevi yapmaları için Selçuk ve Uğur'u koymuştu. Ama ikisi de, al birini vur ötekine misali. Ne bir tane gollük pas, ne de kanatlara atılan doğru dürüst bir top... Ya Serkan ile Kemal'e ne demeli? İlk bölümde ikisi de sol kanatta oynuyor ama birbirlerini tamamlamıyorlardı. O kanat felç olmuştu. Kemal top yerine hakemle oynuyordu. Sonradan bunu gören Raşit Çetiner, Serkan'ı sağ kanada aldı. Serkan'ı biraz diriltmek istiyordu ama olmadı.
Raşit ne yapsın!
Sonradan oyuna giren Sinan, tecrübeli bir takımda oynuyor hesapta. Bir adam geç be mübarek! Aslında Raşi 'in yaptığı bu değişiklikler mantık olarak doğruydu ama, sahaya koyduğu adam iş yapmayınca o ne yapsın! Dün, görevini eksiksiz yapan bir futbolcu vardı, o da defanstaki Suat'tı.
Bir takım top kullanmakta gecikirse, kimse ona fırsat vermez. Hele hele rakibin makineleşmiş bir Alman takımı olursa hiç şansın yok. Hakem de maçın kaderini belirleyen pozisyonda öyle bir faul kararı verdi ki, faulle uzaktan yakından alakası yok. Hadi o yanlış karar verdi, son dakikadasın be kardeşim. Bir an önce sahaya yerleş, adam paylaşımını yap. İki tane adam en arkada sivri bir şekilde duruyor. Herkes görüyor ama siz göremiyorsunuz.Yanarım yanarım, bunca yıl verilen emeklere yanarım.
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2003
GALATASARAY'ın transferde aldığı en büyük yıldız <B>Frank de Boer</B>. Ama ne yıldız... Rakip ekspres tren gibi yanından geçiyor, o hala yerinde sayıyor. O kadar ağır ki, Ankaragücü pozisyon bulamazken, o pozisyon yaratıcısı oluyor. Frank artık ununu elemiş, eleğini de duvara asmış. Bu zamana kadar futbol oynamış ve yapacağını da yapmış. G.Saray'dan da parayı kapmış, emekliliğe hak kazanmış. Tebrikler.
Frank şimdi gitmek istiyormuş. Ben olsam bir dakika tutmam, veririm pasaportu gitsin. Emekliliğini de Hollanda'da da geçirsin.
G.Saray ‘‘Ne olacak?’’ diye hep tedirgin. Bir çok futbolcu sahaya çıkarken ‘‘Bu maç nasıl olacak?’’ diye kendi kendine sorup, strese giriyor. Hani bir yerde kendilerine itimatları kaybolmuş.
Birinci sahnede G.Saray rakip sahada, ama organize bir atak yok. Çünkü Ankaragücü defanstan çıkmayı reddediyor. Yan tarafta Tevfik Lav ‘‘Çıkın’’ diyor ama futbolcuları oralı bile değiller, dinlemiyorlar. Başkent ekibinin attığı gol de De Boer'in hediyesiydi.
Bratu'ya dikkat
İkinci sahnede G.Saray Cihan'ı oyuna alınmasıyla daha iyi ve olumlu ataklar organize etti. Cimbom sağ kanatta Sabri'yi, diğer kanatta da Hasan'ı kullanıyordu. Kanatları çalıştırırken, orta alanda verkaçları iyi yaptı. Dün genç Sabri'nin çalışkanlığını gördüm. Bir de az maliyetle alınan Bratu'nun gelecekte G.Saray'a çok şeyler vereceğini. Çabuk ve golü koklayan bir futbolcu. Üstelik genç. Sürekli oynarsa, daha çok şeyler kazanır, kazandırır. Hakan dün tutuktu. Gol yapacağı pozisyonlar yakaladı, ama bunlarda o vuruşları yapamadı.
Ankaragücü teslimiyeti kabul etmişti. G.Saray ise son günlerdeki arızaları gidermek istiyordu ve puana ihtiyacı vardı. Bunu da aldı.
Dünkü maçta tartışılan iki tane penaltı pozisyonu vardı. Bana göre bunlardan Bratu'nun ceza alanında düşürülmesi penaltıydı. Hakem bu pozisyonda es geçti veya görmedi, göremedi.
Yazının Devamını Oku 6 Kasım 2003
TEHLİKE, bağıra bağıra, <B>‘‘Geliyorum’’</B> diyordu. Oyun başlar başlamaz, hem <B>Prates,</B> hem de <B>Frank De Boer</B> attıkları geri paslarla, Olympiakos'un ekmeğine yağ sürüyorlardı. Ve nihayet korktuğumuz başımıza geldi. Frank öyle bir hata yaptı ki, rakibe evlere şenlik bir ikramda bulundu. Bu ikramla da yetinmedi. Maçın başından sonuna kadar hata üstüne hata yaptı. Böylesine tecrübeli bir oyuncu böylesine önemli bir maçta, nasıl böyle oynar?
İnanmak güç.
Fatih Terim, ‘‘Şablonu oturttum, Bu kadroyu korurum’’ diye düşündü ve sahaya sadece tek değişiklikle takımını sürdü. Sabri'nin yerine Petre oynadı. Terim'in isteği defansın ortasında bir güvence sağlamaktı. Ama olmadı. Cihan, sağ kanatta, ‘‘Var mıydı, yok muydu’’ belli değildi. Çünkü, rakip Djordjeviç oradan ha bire gitti, geldi tehlike sinyalleri verdi. Beşiktaş maçında bunlar olmamıştı ama, Olympiakos yakaladığı fırsatları değerlendirdi.
Hırs yoktu
İlk bölümde 5-6'dan fazla mutlak gol pozisyonuna giren Olympiakos ikisini değerlendirdi. Koca oyun boyunca bir tek Hasan'ın yüzde yüzlük pozisyonunu gördük, o kadar. Şaşılacak şey. Aslında Olympiakos ahım şahım bir takım değil ama maçı kazanmasını bildi.
Dün, ‘‘Kim iyi oynadı’’ diye aradım, bulamadım. Hepsi birbirinden kötüydü. Aslında G.Saray daha cesur oynasa, rakip defansı allak bullak ederdi. Ama ne sağ kanattan giden vardı, ne de sol kanattan? Orta sahası yok gibiydi. İki pası birarada, hele ilk bölümde hiç göremedik.
Bu iş bitti
İkinci bölümde, Olympiakos işi garantiye almıştı. Kontrataklarla gole gitmek istediler, oyunu yavaşlattılar. Fatih Terim de, ‘‘Artık her şey bitti’’ diye düşünmüş olmalı ki, Lukunku'yu, Baliç'i ve Sabri'yi oyuna aldı. Ama iş işten geçmişti. Çünkü dün hiçbir G.Saraylı oyuncuda kazanma hırsı, duygusu ve isteği göremedim.
Bundan sonra ne olur? G.Saray, UEFA Kupası'na katılabilir mi?
Hiç sanmıyorum.
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2003
<B>KOCA </B>bir bölüm geçti. Düşündüm düşündüm Trabzonspor bu bölümde neler yaptı? Merak ettim, aradım kafamda hiçbir şey bulamadım. İki pası bir arada yapamayan bir orta saha, verkaç denemesinden yoksun, kanatları kullanamayan gelişigüzel hücum teşebbüsünü arayan bir takım görüntüsündeydi.
İstanbulspor, adeta Trabzonspor'un onsekizi içine girmiş, pingpong topu oynuyor, servis atıyor ama gol yapamıyordu. Sol kanatta Faruk'un her yaptığı orta, Trabzon defansını karıştırıyor ama hücum adamları Bushi, Boliç golü bulamıyorlardı. İstanbulspor bu hücumları yaparken, Trabzonspor adeta izliyordu onları ne yapıyor diye.
İkinci bölümde de fazla bir değişiklik yok gibi gözüktüğü anda biraz suskun, biraz buruk olan Gökdeniz orta sahanın biraz ilerisinden topu alıp kendi hünerleri ile İstanbulspor alanına indi. Topa öyle bir vurdu. Tıngır mıngır giden meşin yuvarlak kalecinin yatmasına rağmen köşeden ağlarla buluşunca her şey bir anda değişti.
İşte bu gol Trabzonspor'u bir anda uyandırdı. Kendilerine geldiler. Maxim Romaschenko uzaktan iyi vuruşla ikinci golü atınca, İstanbulspor da oyunu bıraktı. Yine pozisyon buluyorlardı ama onlar da artık sanki sahada bir ruh gibi olmuşlardı. Atsam ne olur, atmasam ne olur havasına girmişlerdi.. Uzun zamandan beri iyi oynamayan Trabzonspor böyle oynamaya devam ederse, seyircisini isyan ettirir. Kimsenin yüzü gülmez. Karadeniz ekibinin İstanbulspor'dan aldığı 3 puan bence bir sürprizdi. Bu sürpriz her zaman yakalanmaz. Yola devam etmek istiyorlarsa, bir an önce silkelenmeleri gerek.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2003
<B>DAHA </B>maç başlamadan tüm heyecanımı kaybettim. Düşünün, dostlukları ve rekabetleri yüzyıla dayanan iki büyük kulübümüz sahaya çıkıyor, ama tribünlerden, <B>Fatih Terim</B>'e küfür ediliyor. Dünyada, en saygı duyulacak varlık annelerimizdir. Onlara çok şey borçluyuz. Ne yazık ki, dün gece bunu bilmeyenler vardı. Fatih Terim'in annesine küfür edenleri kınıyor ve onlar adına utanıyorum.
Tam maça döndük, futbola kavuştuk derken, bu kez ‘‘Meşale savaşı’’ başladı. Meşaleler, mancınıkla atılır gibi, rakip seyircinin üstüne atılıyordu.
Bu meşaleler, tribüne nasıl girer aklım almıyor.
Hayret...
Nihayet maç
Beşiktaş maça iyi başladı. Sol kanattan akın akın geldiler. Prates ve Sabri, Tümer ile İbrahim'i tutamıyorlardı. Beşiktaş savunmanın arkasına adam kaçırıp net pozisyonlar buluyordu. Ama dakikalar ilerledikçe ve özellikle Beşiktaş golleri kaçırınca, G.Saray oyunu dengelemeye başladı. İlk yarının sonlarına doğru, iki kez Beşiktaş savunmasını boş yakaladı. Ama, G.Saray'da golü bulamadı.
Sarı kırmızılı takımda oyuna ağırlığını koyan isim Ayhan'dı. Ayhan, dinamik, çalışkan, hırslı ve arzuluydu. Oyunu yönledirdi. Yetmedi, İlhan Mansız'ı kontrol altına aldı.
İkisi de şah dedi
İkinci yarıda önce Lucescu hamle yaptı. Ahmed Hassan'ı, arkasından Sinan'ı, sonra da Okan'ı oyuna sokup, G.Saray'ın defansını abluka altına almak istedi. Fatih Terim de, kısasa kısas deyip Hasan'ı oyuna aldı. Hasan'ın sürpriz çalımlarıyla Beşiktaş savunmasında açık aradı. Ardından Batista ve Abdullah'ı oyuna sürdü.
G.Saray'da Beşiktaş kalesine şut atmak düşüncesindeki tek oyuncu Sabri'ydi. Sabri, kendi pişirdi, kendi yedi. Kaleye attığı hemen hemen her şutta pozisyonu kendisi hazırladı. Savunmada Bülent, Frank De Boer ve Orhan sabit oynadılar.
Bir büyük maç daha geride kaldı. Bana göre, ikisi takımda birbirinden ürkmüştü. Yenilecek bir golün korkusunu yaşadılar. Kısacası, ne Beşiktaş, ne de G.Saray dün 3 puanı haketmedi.
Yazının Devamını Oku