22 Nisan 2002
<B>BEN </B>müziğin hastasıyım. Her türlüsünü dinlerim. Sanat Müziğini de bir başka severim. Hele aşk içeren şarkılara bayılırım. Öyle mısralar vardır ki, ‘‘Aşk nedir, nasıldır bilen var mı. Hadi öl desem ölen var mı...’’gibi. Aşk güzel şey. Kimi formasını, kimi sevgilisini, kimi takımını sever durur. Kişiye göre değişir. Aşkın başka tarifini yapan kişiye rastlamadım. Bu geçici duygu der. Izdırap çeker, sonra düzelir. Bu sürer de gider.
Dün bir aşık gördüm, o da Emre Aşık. Adam hem kaptan Bülent ile beraber defansını koruyor, hem de gol atıyor ve arıyor. Diğer aşıklar var. Hasan, Arif, Ümit Karan. Ancak onlar sevgilileri olan topu bir türlü rakip filelerle gönderemeyip, bu aşkı yeterince süsleyemiyorlardı. Oysa bu coşkuyu yaşamak için, fırsat defalarca ayaklarına gelmişti, ama onlar bu şansı kendilerine tanımıyorlardı. Vuruşlarda mı, son haraketlerde mi, bir tutukluk vardı işte. Kolay değildi elbet bu baskı altında oynamak.
SÜPER HAKEM
Ankaragücü de öyle bir oynuyordu ki, defansta kapanıyor, orta saha ve hücumda yelpaze gibi açılıyordu. Ama G.Saray inanmıştı bir kere işi bitireceğine. Ergün, orta sahada harikalar yaratıyordu. Victoria, solda bir gelişim içindeydi. Perez de hücumu düşünüyor, işine fazlasıyla sarılıyordu.
Hakem için bir bardak su içinde fırtınalar yaratılmıştı. Her şeyi adım adım izledi. Futbolcu kadar koştu, oyunu takip etti. En ufacık hataya bile mahal vermedi. Bana göre hakem dört dörtlük bir maç yönetti. Artık hakem şunu yapmış, bunu yapmış gibi şeyleri geçelim. Bunun kimseye faydası yok, zararı var. Bu zararın en büyüğü de Türk futboluna.
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2002
<B>G</B>ALATASARAY'ın dünkü oyununa bayıldım. Hatlar arasındaki iletişim nefisti. Hele orta sahada bir Fleurquin vardı ki... Gitti, geldi, adam markajı yaptı, hücuma katıldı. Bir Batista vardı, attığı öldürücü toplarla gol pozisyonları yarattı. Forvet ise canını dişine taktı, bu topları değerlendirmeye çalıştı.
Şaka yaptım, şaka. Saydığım adamlar oyunun içinde hiç yoktu. Söylediklerimin hiç birini sahaya yansıtamadılar.
Fleurquin'i hangi mantıkla sen sağ kanatta oynatıyorsun. Diyarbakır'da da yazmıştık, ‘‘patlama gücü yok’’ diye. Çok şey beklenilen Batista sahada yok olup gitti. Tribündekilerin bir kısmı isyan ederken, sahada da Hasan Şaş haklı olarak arkadaşlarına isyan etti. Hasan oyunun ilk bölümünde İstanbulspor'u rahatsız eden tek adamdı. Devamlı bindirmeler yaptı, cezaalanına ortalar yaptı. Bereket versin Saffet topu istemeden kendi kalesine attı. Tecrübeli kaleci Zdravkov elle oynama avantajını bile kullanmayıp, zaman ayarlamasını iyi yapamayınca, hem takımını 9 kişi bıraktı, hem de penaltıya sebebiyet verdi.
ÜRKEKLİK
Aslında G.Saray'ın gol atmaya niyeti yoktu. Lucescu bir çılgınlık daha yaptı. Sanki takım mağlupmuş gibi, ikinci yarıya 3 oyuncu değişikliği ile birden başladı. Perez ve Hasan sakat sakat oynarken, bunu hiç düşünemedi herhalde. Futbol adına sıfır bir oyun. İstanbulspor daha oyunun başında G.Saray defansını tehdit ediyordu. Ama devamını getiremedi.
G.Saray kötü oynadı ama maçı kazanmayı da bildi. Çünkü yapılacak en ufak bir hatada şampiyonluk yolunda büyük darbe alacaklardı. Lucescu da öyle düşünmüş olacak ki, ne geri dörtlüyü ileri çıkardı, ne de orta alandaki kalıbı değiştirdi. ‘‘Ölü toplarla gol arayın’’ demişti herhalde. Bu da bir oyun anlayışıdır, ama bana göre ürkekliktir. Ne yapalım, bu da Lucescu'nun takdiri. Gelelim kırmızı kartlara... Hakem Orhan Erdemir'in, Ferdi'ye gösterdiği kırmızı kart çok ağırdı. Ama ikinci kırmızı tamamen doğru. G.Saray bu 3 puan ile hedefe iyice yaklaştı. Şimdi önünde 3 maç kaldı. Lucescu bazı oyuncularda ısrar ediyor, bence yanlış yapıyor. Çünkü G.Saray'ın önümüzdeki haftaki rakibi Ankaragücü, İstanbulspor gibi tuzağa düşmez.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2002
<B>GALATASARAY</B> bir final virajındaydı. Samsun'dan alacağı üç puanla bu virajı dönmüş olacaktı. İlk bölüme bakıyorum, ızdırap çekiyor. Bloklar, hatlar kopuk. Kaptanlar, gemiyi iskeleye yanaştırmak için ne makine dairesiyle, ne de halatı atan çımacı ile bir türlü bağlantıyı kuramıyor. Gemi, lodosa tutulmuş gibi dalgalanıyor. Sarı kırmızılılar bir manevra yapıp, tekrar iskeleye yanaşmak istiyordu.
Arif ile Ümit Karan ileride yapışık kardeş gibi oynuyor, hiçbiri bir boşluk yaratmaya çabalamıyordu. Arif ‘‘Yalnız ölü toplar benim, bana bırakın’’ diyor, herşeye maydanoz oluyordu. İdmanlarını izlediğim G.Saray'da, Lucescu, kimin nerede serbest top kullanacağının, kimin frikik atacağının tatbikatını yaptırmıyordu. Arif de tabii ki her topun başına geçiyordu. Bir bölüm de böyle kapanıyordu. Lucescu ikinci bölümde gemiyi kıyıya yanaştırmayı kafasına koymuştu. Nasıl olduysa akıl etti ve önce yan toplar için Radu Niculescu'yu, arkasından da Fleurquin'i oyuna aldı. Bu akıllıca bir hareketti. G.Saray bu sefer uzun toplara başladı. Çünkü yapacak başka birşey yoktu. Bitirici adamlar kalmamıştı. Hasan, Trabzon'daki Hasan değildi. Liverpool maçında gol atıp G.Saray'a Şampiyonlar Ligi'nde puan kazandıran Radu, dün de sarı kırmızılıları hayata döndüren kişi oldu. Durdu, durdu turnayı gözünden vurdu.
ALTIN DEĞERİNDE
Bu arada kaptan Bülent'i tebrik etmek lazım. Baktı maç bitiyor, arkadaşlarını ‘‘Gidin, ne yaparsanız yapın. Bize mutlaka gol lazım’’ diyerek rakip kalede çoğalmaya çağırdı. Suat'ın sakatlanıp, erken çıkması G.Saray'ın oyun kalıbının aksamasına yol açtı. Ancak Ayhan da onu aratmadı. Bitirici golün pas ikramını yapan kişiydi. G.Saray'ın, beğenmediğim futboluna rağmen hanesine üç puan yazması, herşeyin puana endekslendiği son haftalar için oldukça sevindirici.
Serdar Tatlı çok tatlı bir maç yönetti. Her pozisyonun yakınındaydı. Hiçbir şey sektirmedi. Tebrik ederim.
G.Saray'ın bundan böyle, ‘‘Şampiyon olacağım’’ diye maçlarına stresle değil, ‘‘Ben kazanacağım’’, ‘‘Ben hedefe gideceğim’’ diye çıkıp, savaşım yapması gerek. Buraya kadar tamam, bundan sonra da herşey onların elinde.
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2002
<B>S</B>ONBAHARIN sonu... Devamı kış... Vee güzel bir şarkı var: <B>‘‘Baharı bekleyen kumrular gibi.’’ </B>İşte G.Saray bir bahar gününde, bu mevsimlerden sonra ilk kez deplasmanda iki golle hasret giderdi. Gördün mü Lucescu, ortayı kalabalık tutunca, rakibe oyun fırsatı verilmiyor. Ve topa daha çok sahip oluyorsun. 1.68'lik bir adam vardı dün sahada. Diyarbakır'da hayata dönen, kalesinin önünde en az 3-4 pozisyonu bertaraf eden. Sonra oyunu kontrol altına alan. İşte yılların mahsende sakladığı şarap gibi bir Suat. Takımda eksik olan liderlik vasfını sahaya taşıyan oyuncuydu. Gayet sakin, oyunun ritmini ayarlayan, zaman zaman tek, zaman zaman uzun toplarla takımını rahatlatan Suat. Bravo Suat.
ARİF'E SORU
Gelelim her zaman beğendiğim Arif'e. Ona bir sorum var. Topu kaybediyorsun, sonra da, sakin sakin geri geliyorsun. Biraz acıma duygun olmalı Arif. Neden mi? Senin kolayca kaybettiğin o topları, orta sahadaki arkadaşların binbir zahmetle mücadele edip kazanıyor. Sana ve Ümit'e servis yapmaya çalışıyor. Sadece orta alandaki arkadaşların değil, kaptan Bülent ve Emre de canını dişine takıyor. Bunları düşünmen gerekir. Bülent ve Emre, Trabzonsporlu Hami ve Da Silva'ya nefes aldırmadı. Hava toplarını da bırakmadılar, yerden de geçit vermediler. İkisine de bravo.
DERİN DONDURUCU!
Hasan hırsını ve futbol oynama arzusunu golle süsledi. Yeteneğini, hünerini gösterirken teke tek rakibini nasıl geçtiğini gösterdi. Kayak yapan sporcu gibi bir sağa, bir sola slalom yaptı. Ondan sonra hedefe gitti. En kritik anda takımına nefes aldırdı, galibiyeti perçinledi. Sakat sakat oynayan Ergün'ü tebrik ederim. Ara sıra tekme yedi ama gık bile demedi. Ergün bana göre Türkiye Ligleri'nde fair-play'e tek aday futbolcu. Adamın bir de sesi çıksın be kardeşim. Canı acıdığı halde kimseye, tek bir kelime söylemiyor. Adeta derin dondurucu gibi.
Şimdi G.Saray bir adım önde. Herkes geri adım atacak mı, diye bekliyor. G.Saray’ın bu fırsatı yakaladıktan sonra geri adım atmayacağını tahmin ediyorum.
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2002
<B>HEY </B>gidi günler hey. G.Saray bu mu? Eskiden keyif alırdık. Yazacağımız çok şeyler vardı. Bir maçta o kadar çok oyun kalıbı değiştiriyorlardı ki, biz de şaşkına dönerdik, rakip de. Ama gelin görün ki, G.Saray'ın dünkü oyun kalıbında kavak yelleri esiyordu. Orta alanda sağ tarafta Fleurquin, diğer kenarda Hasan. Ortada da Batista ile Suat. Suat denince, aklıma bir şey geldi. Bu futbolcu uzun zamandır ilk 11'de oynamıyordu. Niye oynamıyor diye her zaman merak ederdim. Kendi kendime sordum, acaba eski yönetim Lucescu'ya baskı mı yapmıştı, ‘‘oynatma’’ diye. Dün ilk 11'de görünce şaşkına döndüm. Sahanın en iyisi Suat'tı.
Her takımda olduğu gibi G.Saray da bir komutan arıyor. Bu komutan eksikliğinin sıkıntısını G.Saray sezon sonuna kadar da çekecek. Hasan, ilk bölümde hiç top alamadı. Topu alabildiği zaman da rakibin markajındaydı.
ZENGİNLİK YOK
G.Saray 4-5 pası birarada yapamıyor. Ancak vuruyor, uzun toplarla arayışa giriyordu. Hücumda Ümit ve Arif sıkı markajda oldukları için bir türlü topla buluşamıyorlar, topla haşır neşir olamıyorlar, rakip kaleye yaklaşamıyorlardı. Nedenini açıkladım. Gelen vuruyor, giden vuruyordu. Bunlar olunca da pozisyon zenginliği yok oluyordu. G.Saray oyun boyunca ‘‘ah, vah’’ dedirtecek ancak iki pozisyon buldu. Birnde Hasan rakipten gelen topta şans yakaladı. Diğerinde de Fleurquin altı pasta topa uzanmakta zorluk çekti ve tribünlere saç baş yoldurdu. Diyarbakırspor'a baktığımız zaman daha çok hücum teşebbüsü vardı.
Dünkü maçta anlatacak, yazacak çok şey olmadığından bizler de şaşkındık. G.Saray bu olmamalı. Deplasmanlarda yüzü gülmeyen G.Saray, artık başka ligde yoktu, buradan mutlaka 3 puan çıkarması gerekirdi. Çünkü, hedefe gidenler nefes nefeseydi. Ama olmadı. Lucescu, bir yanlış yapıyor, bu takımı toparlayamıyor, bu da Galatasaray'a pahalıya mal oluyor.
Yazıyı bir şarkıyla bağlamak istiyorum... Ararım, ararım seni her yerde. Sorarım eski günlerim nerde.
Yazının Devamını Oku 24 Mart 2002
<B>MUTFAKTA </B>usta olmayınca yemek yapmak zor olur. Yapamazsın da. Bir takımın mutfağı da orta alandır. Orada her şey hazırlanır. Sonra servise sunulur. Yapamazsan da yemek çorbaya döner. Çünkü maydonozu, havucu, patatesi falan soyamazsın. G.Saray da böyleydi. Uzun zaman oynamayan Batista'nın ne yaptığı belli değildi. Onun yerine giren Fleurquin de bir şey yapamadı. Ergün, tek başına kaldı. Berkant, çabuk oynayım, tek pas yapıp hareket getireyim dedi, o da olmadı. Hücumda Serkan ve Arif de salçalayıp durdular. Hele Arif, gol atmasına rağmen öyle laubali hareketler yaptı ki, bir değil, iki değil, üç olunca Lucescu ona kement atıp, ‘‘buraya gel’’ dedi. Sanki Arif çok becerikliymiş gibi isyan etmeye başladı çıkınca. Yanlış yapıyorsun Arif.
Yağmurlu bir gündü Bursa'da oynanan ilk maç. Bursaspor orada yağmur gibi gelip, akmıştı. Bildiğiniz gibi G.Saray'a da golleri yağdırmıştı. Dün de yağmurlu bir gündü. G.Saray'ın ilk perdedeki maça yanıt vereceğini bekliyordum. Ama nerde? İnancı yoktu G.Saray'ın. Defansta hata yapıyor, taraftarlarına aman çektiriyordu. Bu kadar çok top kaybı, oyun kalıbındaki yanlışlıklar G.Saray'ı rahatlatamıyordu. Golü yediği zaman da şaşırıp kalıyordu.
IZDIRAP VERİYOR
Bursaspor kalecisi Serdar iyi bir kaleci. Ancak, ceza sahası içinde Victoria'ya yaptığı hareket tecrübesizliğinin bir örneğiydi. Haklı olarak hareket penaltıydı. G.Saray biraz harekete geçmek istedi. İkinci bölümde Hasan Şaş, soldan getirip Arif'e al at diye pas vermese oyunda başka da bir hareket olmayacaktı.
Bu G.Saray'a şaşırmamak imkansız. İnsanı isyan ettiriyor. Avrupa maçları olunca seyrine doyum olmuyor, lig maçları gelince de izleyenlere ızdırap çektiriyor. Dün maçtan önce herkes G.Saray Lisesi'nde sandık başındaydı. Biz de oradaydık. Yeni başkanı seçmek için hareketli bir gündü. G.Saray yeni başkanını seçti. Hayırlı olsun. G.Saray'da yapılacak çok işler var. Yeni yönetime de kolay gelsin.
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2002
<B>BURAYA </B>kadarmış. Şampiyonlar Ligi'nde bütün rakiplerine kafa tutan, kazanacağı maçları veren, Barcelona maçına kadar namağlup gelen Galatasaray, dünya devleri arasında bulunan İspanyol rakibi karşısında hiç de haketmediği bir şekilde elveda diyordu. Üzülüyorum. Niye mi? Milyonlarca dolarlık rakiplerine kök söktürüp, finalde elvada denmesine üzülüyorum.
Barcelona akıllı bir oyun oynadı. ‘‘Aman açılmayayım. Defansımı sağlam tutayım, bir tek Kluivert ile gol arayayım. Arada bir fırsat bulur, hedefe giderim’’ diyordu. G.Saray aslında buraya kadar hep şanssızlıklar yaşıyordu. Aldığı maçı, 1 puana indiriyordu.
Kişisel güvence de önemliydi. Bir Ümit ilk bölümde kendine daha fazla güvense, ‘‘Ben bu golü atarım’’ deyip, o düşünce peşinde olsa, belki rakibi pes ettirecekti. Barcelona da açılmak zorunda kalacaktı. Yersiz top kayıpları olmasa, daha sonra Ümit ve Berkant'in şutları gol olsa, İspanyol takımı dağılacaktı. Ya Mondragon kucağına gelen topu sektirmese, bunlar olur muydu? Bir de Arif'in topu devamlı çignemesine ne demeli? Lucescu şayet Hasan'a bu kadar yük vermese, hücuma daha fazla salıp orada kullansaydı, bu futbolcu iş bitirirdi ama ağır yükün altından kalkamadı.
BURAYA KADARMIŞ
Aslında Galatasaray'ın oyun kalıbı akıllıcaydı. ‘‘Önce rakibi kontrol et, işi sağlam tut’’ felsefesine dayanıyordu. Sabırlıydı, ama o sabrın meyvesini yemek için biraz da şans ve kişisel beceri gerekirdi. Olmuyordu... Olmuyordu... Olmuyordu...
Ben yine de bu kadar maç izledim, herşeye zaman sevindirik oldum, Galatasaray'ın yaptığı işlerden. Çünkü bu grupta devler vardı. Kimisinin bir futbolcusu Galatasaray'ın bütçesine eşitti. Onlara kafa tuttu Galatasaray. Bugüne kadar ezilmedi. Bizi umutlandırdı. Bu umut da Galatasaray sevgisini taşıyanları devamlı yaşattı. Hedef çeyrek finaldi. Ama olmadı. Kimse üzülmesin. Sarı kırmızılı takımdaki futbolcuların inançları, hırsları, istekleri hep daha yükseklerdeydi. Ama onların da bir taşıma gücü vardı. Nereye kadardı? İşte buraya kadar... Onları canı gönülden kutlarım. Hiçbir zaman kendilerini küçük görmediler, ‘‘Biz başarırız’’ dediler. Başarmak için savaşım yaptılar, kaderin cilvesi, buraya kadarmış. Kaderde bir ofsayt golle devler ligini veda etmek varmış.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2002
Roma arenasındaki vahşeti, dakika dakika yaşadım. Olaylardan insanlık adına, futbol adına ve İtalya adına utandım. Ancak tüm bu çirkinliklerin arasında biri, göğsümü kabarttı. Fatih Altaylı'dan söz ediyorum, G.Saray İkinci Başkanı'ndan... İnanılmaz bir enerji, sabır ve bilgiyle saatler süren bir savaş verdi. Önce gazeteciler için koşturdu. Tutuklanan 3 gazetecinin peşinden polis merkezine gitti. Polis yetkilileri ile adeta kavga ederek gazetecilerin serbest bırakılmalarını sağladı.
Ardından soyunma odasına döndü. Roma Büyükelçimiz Necati Utkan ile birlikte diplomatik trafiğe başladı. Bir yandan İtalyan gazetecilere açıklamalar yaptı, diğer yandan polislerle diyaloğu sağladı. Takımı otele gönderdikten sonra stattan ayrılmadı.
Basın mensuplarının yanına koştu. Srı kırmızılı taraftarlarla ilgilendi. Her iki grubu da sağsalim otobüslere bindirmeden stattan ayrılmadı. Dahası güvenlikleri için polis görevlendirilmesini sağladı. Yazdıklarım, Altaylı'nın yaşadıklarının onda biri bile değil. Fatih, Altaylı bir yiğit gibiydi. İtalyanlar ile tek başına savaştı. Bravo sana Fatih Altaylı.
Yazının Devamını Oku