16 Şubat 2002
Büyük derbi geldi çattı... <B>Lucescu'</B>nun en belirgin sıkıntısı takımda ritmi ayarlayacak futbolcunun olmaması. Orta sahadaki sakatlıklar onu üzüyor ve düşündürüyor. Rumen hoca, F.Bahçe'yi çok iyi etüt etti. Kafasındaki yeni isimleri F.Bahçe'ye göre oynatacak. İşte ilk yeni isim Fleurquin... Ona, orta sahanın ortasında kesici görev vermeyi düşünüyor.. Mücadeleci ve iyi bir kesici olan Bülent Akın, Lucescu'nun bir diğer silahı.
G.SARAY AYAKTA KALIR
Hücumda tek olarak Murat Sözkesen'i düşünürken, Arif'i de onun arkasında gizli bir silah gibi hazırlıyor. G.Saray'ın bu maçtaki avantajı fizik üstünlüğü ve futbolcuların güç bakımından formda olmaları. Bu nedenle de önemli bir bölümü kıran kırana geçecek oyunda, ayakta kalan takım büyük bir olasılıkla G.Saray olacak. G.Saray'ın dezavantajı ise, orta sahada arabayı kullanacak, vites değiştirecek oyuncunun olmaması. Sonuçta, G.Saray fizik olarak hazır. Ama asıl sorun taktiksel değişikliklerde, yeni bölgelerde yeni isimlerin ne kadar randıman sağlayacağı... Herkesten çok Lucescu düşünüyor... Bu takımı sahada kim kontrol edecek diye...
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2002
Hani bir deyim vardır,<B> ‘‘Aç kurt</B> <B>aslana saldırır</B>’’ diye. İşte öyle bir maç izledik. Antalya yaralı, yaşam savaşı veriyor. Aslan da hedefe gitmek için, rakibini yemek istiyordu. Kıyasıya mücadele ediyordu, aslan ve kurt. Böyle bir savaş vardı, kurt ile arslan arasında. Antalya defansını sağlam tutuyor, geçit vermek istemiyordu. Sık sık kontratak yapıp, ‘‘bir gol atayım'' diye savaşıyordu. G.Saray ise, bir çorba gibiydi. Doğru dürüst oyun kalıbı içinde gözükmüyordu. Kimin ne yaptığı belli değildi. Hele hele Ümit Karan ile Arif birbirlerine nazire yaparcasına, hata üstüne hata yapıyorlardı. Pozisyonları harcıyorlardı.
Hasan Şaş, kendi kendine kavga ediyor. Kalabalığın içine giriyor. Salçaladıkça salçalıyordu. Hasan, kendine gel. Kendinle kavga etmekten vazgeç.
AĞLAMAK YOK II
Geçtiğimiz hafta yazmıştım, rakipler puan kaybediyor. ‘‘Ah şu maçı kaybetmeseydik'' diye futbolcular, kendi kendisini dövüyor. Şimdi aynı uçakla döneceğiz ve ben yine aynı şikayetleri dinleyeceğim. Olur mu? Sen koskoca G.Saray'sın. Son dakikalara geliyorsun, oyunu götürüyorsun, bir kademe hatasından, alacağın puanı yok ediyorsun. Ya biz anlatamıyoruz, ya siz anlamıyorsunuz.
Ben dün gece G.Saray'da bir tek adam gördüm. O da Batista'ydı. Arı gibi gidiyordu. Helal olsun bu çocuğa...
Artık bundan sonra her puan, aslanın ağzında. Küçük takım, büyük takım yok. Herkes ayakta kalmak istiyor. Ama benim anlayamadığım şey G.Saray gibi bir takımın, hırsından yoksun olması. En yakın rakibin puan kaybediyor. Sen onu değerlendiremiyorsun. Önümüzdeki haftalarda öyle bir trafik var ki, o trafikte yola devam etmen zor. Sen burada işi bitir arayı aç, rahatla. Ama olmadı. Ben de sizlere bunun önemini anlatamadım.
Son sözüm de şu, alacağın maçı alamadın. Farkı açamadın, uyarılara kulak asmadın; Gördün mü, gördün mü...
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2002
Hani bir deyim vardır, ‘‘Aç kurt aslana saldırır’’ diye. İşte öyle bir maç izledik. Antalya yaralı, yaşam savaşı veriyor. Aslan da hedefe gitmek için, rakibini yemek istiyordu.Kıyasıya mücadele ediyordu, aslan ve kurt. Böyle bir savaş vardı, kurt ile arslan arasında. Antalya defansını sağlam tutuyor, geçit vermek istemiyordu. Sık sık kontratak yapıp, ‘‘bir gol atayım'' diye savaşıyordu. G.Saray ise, bir çorba gibiydi. Doğru dürüst oyun kalıbı içinde gözükmüyordu. Kimin ne yaptığı belli değildi. Hele hele Ümit Karan ile Arif birbirlerine nazire yaparcasına, hata üstüne hata yapıyorlardı. Pozisyonları harcıyorlardı. Hasan Şaş, kendi kendine kavga ediyor. Kalabalığın içine giriyor. Salçaladıkça salçalıyordu. Hasan, kendine gel. Kendinle kavga etmekten vazgeç. AĞLAMAK YOK IIGeçtiğimiz hafta yazmıştım, rakipler puan kaybediyor. ‘‘Ah şu maçı kaybetmeseydik'' diye futbolcular, kendi kendisini dövüyor. Şimdi aynı uçakla döneceğiz ve ben yine aynı şikayetleri dinleyeceğim. Olur mu? Sen koskoca G.Saray'sın. Son dakikalara geliyorsun, oyunu götürüyorsun, bir kademe hatasından, alacağın puanı yok ediyorsun. Ya biz anlatamıyoruz, ya siz anlamıyorsunuz.Ben dün gece G.Saray'da bir tek adam gördüm. O da Batista'ydı. Arı gibi gidiyordu. Helal olsun bu çocuğa...Artık bundan sonra her puan, aslanın ağzında. Küçük takım, büyük takım yok. Herkes ayakta kalmak istiyor. Ama benim anlayamadığım şey G.Saray gibi bir takımın, hırsından yoksun olması. En yakın rakibin puan kaybediyor. Sen onu değerlendiremiyorsun. Önümüzdeki haftalarda öyle bir trafik var ki, o trafikte yola devam etmen zor. Sen burada işi bitir arayı aç, rahatla. Ama olmadı. Ben de sizlere bunun önemini anlatamadım. Son sözüm de şu, alacağın maçı alamadın. Farkı açamadın, uyarılara kulak asmadın; Gördün mü, gördün mü...
button
Yazının Devamını Oku 28 Ocak 2002
Galatasaray takımıyla deplasmanlardan birlikte dönüyorum. Hedefe giden diğer rakipleri puan kaybettiği zaman futbolcular gelir, ‘‘Ah keşke şu maçı şöyle bitirmeseydik’’ diye iç çekerlerdi. Bu bir değil, iki değil, üç değil... Ben de onlara diyordum ki ‘‘Ağlamak yok gülmek var. Bu maç böyle bitti, bundan sonraki maça bakın.’’ Ama sonra aynı tas aynı hamam giderdi. Hep hüsran olurdu. Dün Beşiktaş puan kaybettikten sonra kendi kendime ‘‘Acaba’’ dedim, aynı senaryo ile karşılaşacak mıydım?
G.Saray kendi evinde oynuyordu. Bakıyordum bir telaş, bir heyecan sürüp gidiyordu. Tempo var, çabukluk var, maç kazanma arzusu var, ama G.Saray sahada yönlendirecek kişiyi arıyordu. Lucescu'nun dediği gibi, oyun içinde bu tempoyu ayarlayacak kişiyi göremiyordum. Her futbolcunun hırsına bayılıyordum. Acaba ne yapacaklar diye merak ediyordum. Ve penaltıdan gol oluyordu. Hakemin kararı doğruydu, ama pozisyon ofsayttı. Arkasından bakıyorum, hakikaten penaltı olması gereken Hasan'ın pozisyonunda hakem ‘‘devam’’ diyordu. Yine uzun zamandır oynamayan Kerem'in gevşekliğine şahit oluyordum. Allah Allah diyordum.
DÜŞÜK ÇORAPLI SİVORİ
Galatasaray'da bir oyuncu var; Batista. Arjantinli Sivori gibi. Sivori yıllarca İtalya'da forma giydi, düşük çorapla oynardı. Batista da öyle oynuyor. Ama o yıllarda öyle kasıtlı tekme atmalar ve fazla birebir mücadele yoktu. Ayakta kaldı. Bizim Batista ise çorapları düşük oynuyor. Bu konuda en büyük hata maçları yöneten hakemlerde. Hiçbiri de bu futbolcuyu yanına çağırıp, ‘‘konçunu çek’’ demiyor. Allah korusun, bir gün gelir, o çekilmeyen konç olmayacak sakatlıklara yol açabilir. O zaman da ayıkla pirincin taşını.
Ç.Rizespor'u tebrik ederim. 10 kişi kalmasına rağmen oyundan kopmadı, canla başla mücadele etti. Ancak güçleri bu kadardı.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2002
Galatasaray'ın son oynadığı iki maçtaki güzel futbolundan dün Denizli'de eser yoktu. Oyunun üçte ikilik bölümünden fazlasında ben G.Saray'ın ne yaptığını anlayamadım. Acaba oynayanlar anladılar mı? Sergen'i tutuyor, sakat diye oynatmıyorsun. Sonra da oyuna sokuyorsun. Allah, Allah... G.Saray oyunda 3-4 top yapamadı. Destek yoktu, hatlar arasında bozukluk vardı. Ama bir Denizlispor vardı ki sahada, haklarını teslim etmek gerekir. Orta sahada daha çok mücadele ediyorlar, oyunda pes etmiyorlardı. Hele bir Emre Aşık ile Veysel'in kapışması vardı ki, tatlı sertti. Emre marke etmekten, Veysel de hücum etmekten yılmıyordu. İkisini de kutlarım, dün futbolun güzelliğini sergilediler. Kaptan Bülent de öyleydi. Türk futbolunda ne olursa olsun takımlar arasında öyle ahım şahım fark yok. Maçta öyle bir tempo vardı ki, futbolun lezzetini ortaya koydular.
SANTRFOR GEREK
Galatasaray ‘‘Ben gol atmak istemiyorum’’ diyordu, golü de yiyince ‘‘Eyvah yandık’’ demeye başladı. Sonra kontrollü hücumlar değil de gelişigüzel ataklarla yüklendi. Galatasaray'ın attığı gol pozisyonunun gelişimi öncesi yan hakem ofsayt bayrağı kaldırdı. Hakem ‘‘gördüm’’ dedi ancak top G.Saray'ın kontrolüne geçti ve o akın golle sonuçlandı. Şayet G.Saray gol atma düşüncesini oyunun başlarında uygulasaydı, bu kadar ızdırap çekmezdi. Bana göre G.Saray'ın savaşan bir santrfora mutlaka ihtiyacı var. Bakıyorum eldekilerle olmuyor. Deplasmanlarda Galatasaray ürkeklikten midir bilmiyorum, kaleyi hiçbir zaman düşünmüyor.
Şimdi G.Saray kaybettiği 2 puan sonrası ‘‘Ben ne yaptım?’’ diyecek. Ama onu önceden düşüneceksin. Böyle maçları her zaman üç puan garanti gözüyle görmeyeceksin. Çünkü bütün takımlar savaşım içinde. Sonra bu puanları çok arayacaksın.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2002
Yufkayı açarsınız, üstüne kaymağı sürersiniz, daha sonra da üstüne fıstık serpersiniz. Bu üçgen şeklinde olur. İşte G.Saray'ın ikinci golündeki oyun tarzı tarifini yaptığım şöbiyet tatlısı gibiydi. Hem göze hoş geldi, hem de damaklara tat verdi. Maç başlıyor, Cimbom tempoyu yükselttikçe yükseltiyor. Orta alana hakim olmak istiyorlar. Aralarında üçgenler kuruyorlar. G.Antep ‘‘kısasa kısas’’ diyor, G.Saray bu kez kendini kanatlara veriyor. Antep ‘‘açmam, açtırmam’’ diyor, ama Ergün mükemmel bir kanat çalışması yapıyor, Ümit Karan'ın bitirici vuruşuyla Cimbom rahatlıyor.
G.Saray özlediğimiz futbolunu sergiliyordu. Capone ve Bülent Korkmaz'a hayran oldum. Dün sökülen yerlere yama yapan isimdi Bülent Korkmaz. Sol kanatta oynayan Ergün'ün zaman zaman boşalttığı alanı anında dolduruyordu. Sadece savunmada değil, hücumda da koşuyordu. Bravo Bülent.
Dün Sergen'i dikkatle izledim. Düşüncesini topa yansıtamadı. Topu bitirici yerlere atmak istiyor ama kısa kesiyordu. Pasları kısa kalınca da sinirleniyordu. Herhalde kafası karışıktı.
KALEYE DİKKAT
Ümit Karan'a da bravo. Hakikaten iyi şeyler yaptı. Diri olduğu zaman daha çok şeyler yapacak yapıya sahip. Berkant hiç oyundan düşmedi. Hem orta alanın işbirliğini yaptı, hem de hücumlara destek çıktı.
Kalesinde fazla bir pozisyon görmeyen Mondragon'a bir-iki lafım var. Daha ciddi olmalı. Defansın da ona yardımcı olması lazım. Mondragon'a geri pas verilirken hiçbir zaman sol ayağına top atmamalılar. Çünkü sol ayağı resmen tahta, topa vuramıyor. Bu maçta belki ciddi hata yapmadı ama öyle bir maçta yapar ki, ayıkla pirincin taşını.
Hakem Metin Tokat ve yardımcılarının mükemmel işbirliğini gördüm. Yan hakemin uyarılarına Tokat, ‘‘evet’’ diyordu. G.Saray'ın kaderi mi ne, ‘‘yağdır mevlam su’’ gibi her maçı yağmur altında ve ağır sahada oynuyor. Bu nedenle de her iki takımın oyuncuları da istemeyerek çeşitli hatalar yaptılar. Birinin ayağı kırılıyor, birinin kulağı kopuyor.
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2002
Önceki gün gazetemde, 'Galatasaray dikkat' diye yazıp, sarı kırmızıların artılarını ve eksiklerini belirtmiştim. Artıların en başında da Batista'yı söylemiştim. İşte Batista... Sahanın her parselinde o vardı. Nerelerde mi, sayayım... Defansın sağında, göbeğinde.. Orta sahanın ortasında.. Hücumun sağında, solunda... İşte böyle bir futbolcu Batista. Bütün açıkları kapatıyor, bütün noktaları biliyor. Enine, dikine kısacası oyunu her şekliyle oynayabiliyor. Nerede bir problem var, hemen oraya koşuyor. Defansta sıkıldığı zaman da hücuma koşuyor. Attığı gol şahaneydi. Neredeydi, nereye gitti, nasıl vurdu, anlayamadım gitti. Batista hakikaten G.Saray'ın bir noktası.
GERÇEK BERKANT SAHNEDE
O yazımda Berkant'tan da bahsetmiştim... Adam durmak bilmiyor, Arif ile Ümit'in arkasında bir sübap gibi, bir oraya, bir buraya koşuyor... Kafası hep oyunda... Tilki gibi bir oyuncu... Tam istim üstünde. Adeta emme basma tulumba gibi gidip geliyor. Galatasaray keşke onunla iki yıllık değil de beş yıllık sözleşme yapsaydı. Çünkü Berkant artık gerçek Berkant oldu. Ümit Karan'ı da tebrik etmek lazım. Agresifliği, çabukluğu ve savaşımıyla Galatasaray'ın galibiyetinde büyük pay sahibi oldu.
Eksikleri neydi Galatasaray'ın... Daha önce söylediğimiz gibi defanstaki problem sürüyor. Perez, Emre, Kaptan Bülent ve Ergün, dörtlü defansı kurmuşlar, yarım ay şeklinde olmuşlardı. Nedir yarım ay şekli? Sağdan ve soldan gelecek Kocaeli ataklarını kademeli bir şekilde savunma biçimiydi. İşte bu şekil, doğru bir şekil. Hücumdaki teşebbüsleri kademeli bir şekilde hallediyorsan problem kalmaz. Biri hata yaparsa, bir diğeri karşılar. Yenilen gol, defansın anlaşmazlığından kaynaklandı. Bu tür kişisel hatalar her zaman olabilir. Kocaelispor Teknik Direktörü Hikmet Karaman, Galatasaray'ın Antalya'da oynadığı iki hazırlık maçını da izlemişti. Ama yanılmış herhalde ki, istediği olmadı.
Yazının Devamını Oku 11 Ocak 2002
<B>GALATASARAY</B>, son hazırlık maçını da dün yaptı. <B>Lucescu</B>, elindeki malzemeyi gördü, nerede hata olduğunu herhalde tespit etti. Bana göre Galatasaray'ın en zayıf halkası oynadığı 3-5-2 oyun kalıbı. Neden mi? Öncelikle defanstaki kademe yanlışlığından bahsedeyim. Bir kere Perez, hücumu seven bir adam. Ancak hücuma gittiği zaman da arkasında boşluk bırakıyor. Şayet oyun içinde orta sahanın sağ kanadında oynayan futbolcu, o hattı kapatamazsa, rakibin geliştirdiği her kontratak büyük problemler yaratır. Hele hele rakip kanatlardan atak yapmaya yatkınsa ve defans da kademeye girmezse Galatasaray'ın başı her zaman ağrır.
FORVET MÜKEMMEL
Galatasaray'ın bana göre en güzel tarafı sahanın üçüncü bölümü olan forvet hattı. Sergen ve Hasan gibi iki ustanın yanı sıra sık sık ileri çıkan Batista'nın geliştirdiği akınlar, rakibi tam anlamıyla felç ediyor. Batista hakikaten Galatasaray'ın sigortası gibi. Enerjisi fazla olduğu için sahanın heryerine basmak istiyor. Ancak bu durum ister istemez bazı tehlikeler yaratıyor. Aslında onun oynayacağı yer, defansın önü olmalı. Hatlar arasındaki bağlantıyı sağlamalı. Berkant iyi futbolcu ama, o da sahanın heryerinde olmak istiyor, asıl görevlerini unutuyor. Bunun nedeni de futbol topunu çok sevmesi.
Bana göre Galatasaray dörtlü defansta ısrar etmeli. Çünkü elindeki malzeme bunu gerektiriyor. Galatasaray'da ne kadar usta ayak varsa, o kadar da yanlış ayaklar var. Ligde oynayan takımlar, Galatasaray'ın bu zaaflarından faydalanabilirler. Bence Galatasaray'ın garantili oynaması gerekir. Zira bundan sonra ligde bütün takımlar büyük bir savaşa girecekler. Puanlar aslanın ağzında. Lucescu'nun en zayıf halkayı görmesi gerekir.
Yazının Devamını Oku