Hande Fırat

İsim konuldu: ‘NATO ortağı ve stratejik müttefik’

1 Haziran 2021
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden ile yapacağı görüşmeye az bir süre kaldı. İki ülke ilişkileri, tarihinin en sıkıntılı ve sorunlu süreçlerinden birinden geçiyor. Yeni dönemde belirleyici unsurlardan olacak Erdoğan-Biden zirvesi öncesi; ABD’nin Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman Ankara’da temaslarda bulundu. Hürriyet Daily News Ankara Temsilcisi Serkan Demirtaş’a konuşan Sherman’ın açıklamalarından yola çıkarak şu tespitleri yapabiliriz:

Gelinen noktada iki ülke arasındaki ilişkinin adı Sherman tarafından “NATO ortağı ve stratejik müttefik” olarak konuldu.

NATO ortağı ifadesi Sherman tarafından öylesine kullanılmadı. ABD yönetimi Sherman’ın deyimiyle NATO üyesi olarak Türkiye’nin Rus sistemlerini (S-400’ler) almasının NATO’ya karşı bir eylem gibi göründüğünü bilmesini istiyor.

ABD’nin insan hakları ve demokrasi konusunda kaygıları var.

ABD’nin bu kaygısı ekonomi ile de bağlantılı. İki ülke açısından potansiyel yüksek ama ABD’ye göre iş dünyası öngörülebilirlik, kuvvetli parasal politikalar ve hukukun üstünlüğünü de görmek istiyor.

ABD, DEAŞ’a karşı gördüğü terör örgütü YPG ile yaptığı işbirliğini belli ki sürdürecek.

Sorunlu alanlardan çok ilk etapta işbirliği alanlarına odaklanılacak.

Türkiye de zirveye ABD’nin terör örgütü YPG ile işbirliğinden, FETÖ konusundaki vurdumduymazlığına kadar haklı eleştiri ve taleplerini taşıyacaktır. Tam 14 gün sonra iki liderin yapacağı görüşmede, iki ülkenin önce işbirliği alanlarına odaklanıp, sorunlu alanları yöneterek yeni bir dönemi başlatıp başlatamayacakları belli olacak.

Yazının Devamını Oku

Son gelişmelerin hatırlattıkları...

28 Mayıs 2021
“AMA hangi nedenle hareket etmiş olursa olsun, Mario Puzo yapıtıyla Mafia’ya yardım etmiştir. Çünkü Mafia’yı ayakta tutan, terör örgütüne duyulan hayranlıktır ki, bu da Puzo’nun da yaptığı gibi bir mistik yiğitlik havasının yaratılmasıyla sağlanmaktadır. Mafia’yı ayakta tutan gerçekle ilişkisi olmayan bu söylencedir. Nitekim bir zamanlar Sicilya’da “yoksulların babası” olarak dünya çapında bir ün yapmış olan eşkiya Guillaro da varlığını yıllarca adına uydurulmuş olan bu söylenceye dayandırmıştı.”

Bu sözler rahmetli Uğur Mumcu’nun yarım kalan ‘Kürt Dosyası’ kitabına Ali Sirmen’in yazdığı önsözden... Önemli bir uyarı olduğu için yazıma bu alıntıyla başlamak istedim. Özellikle son gelişmeleri takip ederken aklımızın bir yanında dursun istedim.

Bununla birlikte aklımızda tutmamız gereken en önemli unsurlardan biri, adalete susamışlıkta gözümüzün asla doymaması gerektiğidir. Adalete susamışlıkta gözümüz ne kadar doymazsa adalet mücadelesi o kadar güçlü, kalıcı ve sonuç getirici olacaktır. Bir vatandaş olarak insanı en çok üzen ya da kıran; ne yazık ki bazen dönüp dolaşıp aynı şeyleri yeniden yaşamamız, kurtulmak için yıllarca çaba gösterdiğimiz noktaya yeniden geri dönmemiz ya da geri dönüyoruz hissinin ortaya çıkmasıdır... Bu ülke geçmiş tecrübeleriyle ve hâlâ kendi toprakları ile bölgesinde yaşanan gelişmeler nedeniyle “Terör örgütü terör örgütüdür. Senin terör örgütün benim terör örgütüm olmaz. Terör bumerang gibidir, kullanana geri döner” haklı görüşünü tüm dünyanın önüne cesaretle koyan ülkedir. Evrensel tanımlama ve değerler adı üstünde evrenseldir. Evet eğer ulusal ya da uluslararası düzeyde adalet kurumu kararını vermişse; terör örgütü terör örgütüdür, suç örgütü suç örgütüdür, mafya mafyadır. Senin terör örgütün, benim terör örgütüm, senin suç örgütün, benim suç örgütüm, senin mafyan, benim mafyam olmaz. Türkiye geçmişte ordu, istihbarat, mafya gibi örgütlerden oluşan yapıdan; terör örgütlerinden, karanlık dehlizlerdeki karanlık ilişkilerden çok çekti. Sorun geçmiş karanlıkların aydınlatılmamasından, yeniden benzer karanlıkların oluşturulma hevesinden, üst akıldan, hesaptan kitaptan, çıkardan, neden kaynaklanırsa kaynaklansın bugün hepimizin yapması gereken bellidir. Çocuklarımıza bizlerin yaşadığı travmaları yaşatacak ortamı bırakmamak, 20-30 yıl arayla onlara “Yine mi?” dedirtmemektir. Bunun için yola önce geçmişten çıkmak gerekiyorsa öyle yapılmalı, geçmişten başlayarak karanlıkları aydınlatmak gerekmektedir. Ama mutlaka akılla, oyuna gelmeden, hukuk ve demokrasinin sırtımızı yaslayacağımız güvenli çınarlar olduğunu bilerek...

Yazının Devamını Oku

Ortaklık yok... Peki iyi bir başlangıç olur mu?

25 Mayıs 2021
İdeolojik kutuplaşmaya dayalı soğuk savaş döneminde “Stratejik ittifak” olarak tanımlandı.

Özellikle Clinton yönetimi ile bölgesel konjonktüre dayalı “Güçlendirilmiş ortaklık” ve “Stratejik ortaklık” adını aldı.

Obama’nın açıklaması ile “model ortaklık” oldu...

Bugün ise bir adı yok... Yok çünkü Türk-ABD ilişkileri artık yukarıdaki isimlere ait modellemelerin hiçbirine uymuyor. Kimilerine göre ilişkiler tarihin en kötü seviyesinde, kimilerine göre 15 Temmuz darbesinin sorumlusu olan ABD, “üst akıl” kimliğiyle Türkiye’ye daha nice kötülükleri yapmaya hazırlanıyor. Bu görüşlerin aksine iki ülkenin birbirinden vazgeçemeyeceğini, işbirliği alanlarına odaklanarak, kazan-kazan anlayışı ile mutlaka bir çözüm yolu bulunacağını söyleyenler de var. Zaman ve gelişmeler hem gerçeği ortaya çıkaracak hem de iki ülke ilişkilerine yeni bir isim konulup konulamayacağını...

KRİTİK GÖRÜŞMEYE DOĞRU

İki ülke arasında çeşitli seviyelerde görüşmeler sürse de; hiç şüphesiz bu süreçte en kritik tarih 14 Haziran yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın bir araya gelecekleri gün. Bu görüşmenin hazırlıkları ise bu hafta yapılacak. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman cuma günü Ankara’da olacak. Bir yandan iki liderin yüz yüze görüşmelerinde ele alabilecekleri konular değerlendirilecek, bir yandan da iki ülke arasındaki sorunlar konuşulacak. ABD Bakan Yardımcısı Sherman hem hükümet yetkilileri ile hem de sivil toplum örgütleriyle görüşecek. Bu ziyaret öncesinde artık stratejik ortak, güçlendirilmiş ortak, model ortak olarak adlandıramayacağımız Türk-Amerikan ilişkilerinde durum tespiti yapacak olursak:

FETÖ hâlâ ABD’de... İade sürecinin başlaması için Türkiye’nin gönderdiği koliler ise muhtemelen ABD’nin Adalet Bakanlığı’nın deposunda unutuldu.

ABD’nin YPG/PYD/PKK ile yakın bağı sürüyor. Türkiye’nin ise terörle mücadelesi... Bir yanda Türkiye kararlılıkla operasyonlarını sürdürürken diğer yanda ABD’li komutanlar terör örgütüne ziyaretlerde bulunuyor.

Halk Bankası davası sürüyor. Türkiye’deki algı, ABD’nin davayı bir koz olarak elinde tuttuğu ve isterse kullanabileceği yönünde.

Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği’nin değerlerine yönelmek...

21 Mayıs 2021
Küresel güçler, dış güçler, asimetrik savaşlar, vekâlet savaşları...

Türkiye’nin hak ve menfaatleri ile ilgili olarak, haklı politikalarına karşı zaman zaman uygulanan yöntemler olarak adlandırılıyor. Unutulmaması gereken, söz konusu yöntemler sadece Türkiye’ye yönelik olarak gündeme gelmiyor. Aktörler, hedefler değişse de ne yazık ki dünyada oyunun kuralı bu. Yine de bir yanda bu mücadele sürdürülürken diğer yanda devletlerin hedefi demokrasi, ekonomi, insan hakları gibi başlıca konularda ülkelerinin ilerlemesi, zaten ilerideyse bulunduğu noktayı kaybetmemesidir. Öyle ya da böyle Türkiye, Avrupa Birliği yoluna çıktığında; Türkiye birliği, birlik de Türkiye’yi tanıyordu. Yine de Türkiye ekonomik ve siyasi kriterleri yerine getirerek, AB Türkiye’yi tam üye yapmasa bile vatandaşlarını bir üst lige taşımayı hedefliyordu. Süreçte olumlu, olumsuz, hayal kırıklığına neden olacak çok şey yaşandı. 2005 yılında çıkılan katılım müzakereleri yolu Türkiye açısından zorlu, bitmeyen bir yol. Bunda, Avrupa Birliği’nin isteksizliğinin, hatalarının, terör gibi hayati konularda ikiyüzlülüğünün payı büyük. Ancak özeleştiri yapmak gerekirse Türkiye’nin de o nedenle ya da bu nedenle, eksiği, yanlışı var.

O RAPOR...

Türkiye bu yılın başından itibaren ilişkileri yeniden rayına oturtmaya hazır olduğunu söyledi. Temaslar başladı. Amaç Türkiye ile AB arasındaki makas ayrılırken, ilişkilerin yeniden canlandırılması ve makasın kapatılmasıydı. Tam da yeniden reform heyecanı yaşanır mı diye beklerken, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye hakkındaki son yılların en sert raporu tepki çekti. Raporda Avrupa Birliği’nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini askıya alması çağrısı ve rapor oylamasından 480 “evet”, 64 “hayır”, 150 “çekimser” oy çıktı. Karar bağlayıcı değil. Konu Avrupa Birliği Konseyi’ne gelse bile müzakerelerin tamamen durdurulması gibi bir kararın çıkması mümkün görünmüyor. Çoğu AB ülkesi çeşitli gerekçelerle ve kendi çıkarları için buna karşı. Konunun bu boyutunda sorun bulunmadığından hareketle, raporu soğukkanlı bir biçimde değerlendirmek gerekiyor... Ana hatları ile raporda:

Türkiye, AB değerleri ve standartlarıyla arasına mesafe koydu.

Türkiye, reform konusunda isteksiz.

Hukukun üstünlüğü, temel haklar, reformlarda gerileme var.

İfade, medya ve bilgiye erişim özgürlükleri alanında orantısız ve keyfi engellemeler endişeye neden oluyor.

Alt mahkemeler Anayasa Mahkemesi’ne riayet etmiyor.

Yazının Devamını Oku

Sonbahara kadar...

18 Mayıs 2021
Şimdilik kısmen açıldık... Şimdilik diyorum çünkü üç aylık yaz diliminde hem bireylerin hem de devletin yapacakları ve yapmayacakları, sonbaharda tekrar kapanmak zorunda kalıp kalmayacağımızı belirleyecek.

21 Nisan’da 61 bin 967 ile zirveye ulaşan koronavirüs günlük vaka sayısı, 20 günlük bir sürede 15 binin altına indi. Bu rakam yeterli mi, sonbahara kadar neler yapılmalı, sonbahar için olasılıklar neler, bu yaz nasıl geçirilmeli, ne gibi tedbirler alınmalı? Bu soruların yanıtları için Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ı aradım.

HASTANE MERKEZLİ SALGIN DEĞERLENDİRMESİ

Günlük vaka sayısı binlere ya da beş binlere düşmüş değil. Kısmen normalleşmenin başlayacağı pazartesi gününden hemen önce yani 16 Mayıs Pazar akşamı itibarıyla, Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin günlük koronavirüs vaka sayısı 10 bin 512 idi. Yani kısmi normalleşme 10 bin 500’lük günlük vaka sayısı ile başladı. Pazartesi günü ise tüm Türkiye’den ekranlara yansıyan görüntülerden, vatandaşların sokakları, alışveriş merkezlerini, kuaförleri doldurduğunu gördük. Mehmet Hoca’ya kalabalıkları hatırlatıp, normalleşmeye başlamak için 10 bin 500’lük günlük vaka sayısının riskli olup olmadığını sordum. Mehmet Hoca, “Önemli olan hangi vaka sayısıyla, salgınla başa çıkabileceğinizdir” dedi. Ardından da Bakanlık tarafından açıklanan vaka sayısının zaten belirti göstermeyenleri kapsamadığını hatırlatarak, test politikasının değişmesi gerektiğine dikkat çekti:

“Biz belirtileri olanlara test yapıyoruz. Hastalığı hiç belirtisi olmadan geçirenler var. Üstelik yaş düştükçe bu oran yükseliyor. Bu yüzden tarama testleri öneriliyor. Bizdeki rakamlar sadece hastane yükünün azalıp azalmadığını gösteriyor. Buna hastane merkezli salgın değerlendirmesi diyebiliriz.”

MUTANT YAYILIM ENGELLENMELİ

Havaların ısınması bir avantaj olarak görünse de, hastalığı engellemediği biliniyor. Yaz gelse de bireylerin maske, mesafe, hijyen kurallarına uymaya devam etmesi gerekiyor. Diğer yandan elbette devletin de atması gereken adımlar var. Mehmet Hoca’ya göre bunlardan en önemlisi mutant virüslerin yayılımını engellemek:

“Mutant virüsün girmesini, yayılmasını engellemeliyiz. Birçok ülke, dışarıdan ülkelerine gelenlere kısıtlamalar uyguluyor. Bunu Türkiye’nin de yapması lazım. Hem turizm geliri olsun hem de salgını kontrol edeyim derseniz, bu çok zor. Üstelik süre de uzar. Ancak şu unutulmamalı, her şeyin temeli salgının kontrol altında tutulmasıdır.”

Salgın kontrol altında tutulmazsa diğer devletlerin kısıtlama uyguladıklarını yaşadık. 2021 UEFA Şampiyonlar Ligi finalinin İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda değil, Porto’daki Estadio do Dragao’da oynanacak olmasının nedeni de bu...

Yazının Devamını Oku

Acı bayram - Bu kriz bekleniyor muydu?

14 Mayıs 2021
“İYİ senaryo Filistin seçimlerinin yapılması ve birinin öyle ya da böyle seçilerek, idare etmesi. Kötü senaryo ise seçimin olmaması ve ortamın kaosa sürüklenmesi. Bu İsrail için de bölge için de kâbus olur.”

Bu sözler İsrailli bir kaynağıma ait... Bu sözleri söylediğinde İsrail seçimlerine çok az bir süre kalmıştı, Filistin’de ise seçimler ertelenmemişti. Gündemde Türkiye ve İsrail ilişkilerinin normalleştirilip, normalleştirilemeyeceği vardı. İsrailli yetkili konuşmasında Filistin’de taraflar yani Hamas ve El Fetih arasındaki mücadeleye de dikkat çekmişti.

İsrail ve Filistin’in amacının bunca acının ardından sadece “barış” olması gerekirken, hem birbirleriyle mücadele ediyorlar hem de iki ülke içinde de aktörlerin güç savaşı yaşanıyor. Bir de perdenin arkasındaki muhtelif güçler var... Barıştan çok kendi çıkarlarını düşünen ABD, Rusya, İran, Arap ülkeleri gibi muhtelif güçler... Böyle bir sahnede patlayan krizde, sonuç tam bir kaos. Çocuklar ölürken, yaralanırken, şiddet aralıksız sürerken, roketler atılırken, kara harekâtı hazırlıklarından bahsedilirken, bu bayram acı hem de çok acı. Bu acının sorumluları ise belli... Ramazan ayı boyunca gerginlikle, hukuksuzlukla Filistinlileri çileden çıkaran İsrail ve buna sessiz kalan, göz yuman, sesini yeteri kadar yükseltmeyen ABD başta olmak üzere diğer tüm ülkeler...

OBAMA YÖNETİMİNİN GERİSİNE DÜŞTÜNÜZ...

“Filistin’in her türlü kırmızı çizgiyi aştığını” düşünen İsrail’in başından beri amacı ise Müslüman dünyanın kırmızı çizgilerini yerle bir etmek. Nasıl mı? Kudüs ve civarının dini ve hukuki statüsünü değiştirerek. Bu amaca ABD’nin yakın zamandaki olağanüstü (!) katkılarını da hatırlayalım:

Trump başkanlığındaki ABD yönetimi,

6 Aralık 2017’de Kudüs’ü resmi olarak İsrail’in başkenti olarak kabul etti.

14 Mayıs 2018’de ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı.

25 Mart 2019’da İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’ndeki hâkimiyetini tanıdığına dair başkanlık beyannamesini imzaladı.

Yazının Devamını Oku

Kudüs, ey Kudüs!

11 Mayıs 2021
Tarih 11 Temmuz 2000... İkinci Camp David görüşmelerinin başladığı gün... Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat arasında şu konuşma geçer:

Clinton: Kudüs ile ilgili ne yapacağız bilemiyorum.

Arafat: Doğu Kudüs bizim, Batı Kudüs İsrail’in. İki devletin başkenti olacak.

Clinton: İsrail Doğu Kudüs egemenliğinden vazgeçmeyecektir.

Aynen dediği gibi oldu... Üstelik o günden bugüne İsrail’in emellerine ulaşmasında en çok ABD ve yönetimleri etkili oldu. Üstelik 2018 yılında dönemin başkanı Trump yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri tüm itirazlara rağmen; büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı, İsrail daha da cesaretlendi. İsrail ve Filistin arasındaki sorun bir kangrene dönüştü. O kangrende ölüm, acı, kavga, haksızlık hiç eksik olmuyor. En büyük suç ise Filistinli Müslümanlara hak tanımayan ve uzlaşmaz tutumunu her fırsatta sergileyen İsrail’de. Son olaylar da bunun en büyük göstergelerinden. Ramazan ayının başından beri Batı Şeria ve Kudüs’ün doğu kesimi zaten gergindi. Ancak, 7 Mayıs 2021’de yatsı ve teravih namazı sırasında “Mekke’ye en uzaktaki cami” yani Mescid-i Aksa’nın basılması gerginliği daha da artırdı. Mesele sadece Mescid-i Aksa’nın basılmasından ibaret de değil. İsraillilerin hak iddia ettikleri yerlerden Filistinlilerin çıkarılmaya çalışması, oturma alanlarının kapatılması da gerginliği tetikleyen unsurlar.

Cami basılması ne insanlığa ne hukuka sığar. Din ve ibadet özgürlüğü engellenmiştir. Acaba İsrail Devleti sorumlular hakkında gerekeni yapacak mıdır?

Diğer yandan olaylardan derin endişe duyduğunu ifade etmekle yetinen uluslararası toplum sadece endişe duymakla mı yetinecektir? Yoksa bu kez endişe duymanın ötesine geçebilecek midir?

İsrail ile İbrahim Anlaşmaları yapan Arap devletleri seslerini yükseltebilecekler mi?

İsrail’in haksız ve uzlaşmaz tavrı, İsrail’e karş cılız seslerle yapılan eleştiriler nasıl olacak da Ortadoğu barışı için bir zemin hazırlayacaktır?

Yazının Devamını Oku

Reel politiğin dayattığı normalleşme

7 Mayıs 2021
Tüm dünya zor bir dönemden geçiyor. Ekonomileri kırılgan ülkeler, sanayileri ve bilimleri daha az gelişmiş ülkeler ise süreçte doğal olarak daha da zorlanıyor.

Salgın bireysel ve toplumsal hayatın birçok dengesini değiştirdi. Devletler çıkış yolları arıyor. Ekonomi ve ekonomik ilişkiler artık daha da hayati. Hem bu durum hem de bazı kritik ülkelerdeki yönetim değişiklikleri ve bu değişimlere bağlı olarak ortaya çıkan yeni dengeler, ister istemez yeni duruma uyumu zorunlu kılıyor. Herhangi bir ideale veya kurama bağlanmadan tamamıyla mevcut gerçeklere uyum sağlamak gerekiyor.

MISIR VE DİĞERLERİ

Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini normalleştirmek üzere istihbarat örgütleri arasında görüşmeleri başlattığı yıl 2020 idi. Yola Doğu Akdeniz için çıkılmış, Libya ile imzalanan anlaşmanın bir benzerini Mısır ile de imzalayabilmek için teklifler ortaya konulmuştu. Ancak süreçteki gelişmeler ve gelinen nokta konuyu salt Doğu Akdeniz’den çıkararak, iki ülke açısından da bir bütün olarak “normalleşme” arayışını zorunlu kıldı. 2020 yılında Mısır ile başlatılan görüşmelerin en büyük engellerinden biri olarak Birleşik Arap Emirlikleri görülüyordu. Reel politik zaman içinde bu ülke ile de arka kapı diplomasisini zorunlu kıldı. Mısır ile normalleşme arayışlarını Abu Dabi hükümetini dışarıda bırakarak sürdürmek gerçekçi değildi, tıpkı Esad rejimiyle arka kapı diplomasisi işletirken Rusya’nın da masada olduğunu kabul etmek gibi. Yeniden diyalog politikasında, ekonomi, ABD’deki yönetim değişikliği, salgının etkileri kadar Körfez ülkelerinin Katar ile uzlaşısı, İsrail’in Körfez ülkeleriyle İbrahim anlaşmalarını imzalaması da etkili oldu. Kısacası sürdürülen politika tıkandı, normalleşme zorunlu oldu, görüşmelerin kapsamı ve katılımcıları da genişledi. Kimilerine göre geç de kalsa Türkiye normalleşme ve yeniden diyalogla doğru yoldadır. Mısır özelinde, İhvan meselesi ciddi bir engel olarak yorumlanmaktadır. Mısır’ın onlara siyasi bir cemaat gibi davranacağı beklentisi, Türkiye’nin de onları terör listesine koyacağı ya da onlardan vazgeçeceği beklentileri gerçekçi değildir. Ancak gelinen noktada Mısır ve Türkiye’nin ilişkileri normalleştirme ihtiyaçları, bahsedilen meseleden daha ön planda bulunmaktadır.

Yeniden diyalog başlığı altında Türkiye açısından konuya bakarsak, sadece Mısır değil Körfez ülkeleri ve İsrail ile yürütülen arka kapı diplomasisi ya da normalleşme arayışlarının da bu dönemde olumlu neticelenmesi önemlidir.

HAZİRAN AYINA DOĞRU

Mısır ve Körfez ülkeleri ile ilişkileri iyileştirerek gerilimin azaltılması, Kuzey Afrika’dan Doğu Akdeniz’e bölgesel istikrarı teşvik edebilecek bir noktaya gelmek, Türkiye’nin hedefidir. Bu hedef ABD ve AB ile ilişkilerini daha iyi bir boyuta taşımak istediğini her fırsatta dile getiren hükümetin elini de güçlendirecektir. Bu durum, ilişkilerin artık “yakın müttefiklik, stratejik ortaklık” gibi tanımlardan uzak olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yapacağı görüşme açısından da önemlidir. 14 Haziran’da Brüksel’de toplanması beklenen NATO Zirvesi sırasında yapılacağı açıklanan görüşme merakla bekleniyor. Reel politik, masadaki tüm ağır sorunlara rağmen iki ülkeye de diyaloğu ve yöntem geliştirmeyi zorunlu kılıyor. İki liderin pragmatistliğinin yanı sıra iki devletin birbirine olan ihtiyacı ve çıkarlarından dolayı iki tarafın da kopmayı göze alamadığını ve alamayacağını da unutmayalım. Her ne kadar ve haklı olarak Türkiye, ABD’nin FETÖ ve PYD/PKK terör örgütlerine desteğini ulusal güvenlik tehdidi, beka sorunu olarak görse de; ABD de her fırsatta Türkiye’yi Rusya ekseninden uzaklaştırma ana hedefini güderek, cezalandırmayı da bir yöntem olarak elinde tutsa da iki ülke sorunları en azından yönetebilmek için bir formül bulmak zorunda. Kimsenin elinde sihirli bir değnek yok. Ancak krizin kontrolden çıkmaması unutmayalım ki iki ülke açısından da önemli.

 

Yazının Devamını Oku