Komşunuz olsa kibarlığından, güvenilirliğinden şüphe etmezsiniz. Ama evinizi emanet ederseniz musluğu açık unutabilir veya kapıya “Temizlikçiyim” diye gelen hırsıza kanabilir. Yani “Becerebilir mi” sorusu kafanızın köşesinde sallanıp durur. CHP’nin sorunu da tam olarak budur
Canım CHP ya. Ülkenin en içi dışı bir, en naif partisi. Vallahi. Bana verdikleri intiba böyle.
Zira AKP, MHP, HDP kurt kurt! Binbir türlü enformasyon kaynakları, B ve C planları sıkı örgütleri, agresif bir tutumları var. En azından sundukları resim bu. CHP ise ne bileyim, sanki alt kat komşunuz eczacı beyefendi gibi takı tasarımı yapan kuzeniniz gibi. Hani tertemiz bir insandır, eğitimlidir, aydınlıktır, oturmasını kalkmasını filan bilir de iş halletmeyi, bir sorunu hızla çözmeyi, sokak çocukluğunu bilmez ya.
Mesela tatile giderken evinizi emanet edebilirsiniz. Çok güvenilir biridir ve elinden geleni yapar. Ama sular kesikken musluğu açık bırakırsa, balkon kapısını aralık unutur da eve kediler dolarsa veya kapıya “Ben temizlikçiyim” diye gelen tipi eve alır da soyulursanız, şaşırmayın. Afra tafra da yapmayın. Çünkü aynı CHP gibi iyi gitmemiş işlerde muhakkak kulağa gayet haklı gelecek çook uzun bir açıklaması vardır. Vardır ama evin hali de haraptır işte.
Şöyle efenim: Bu sabaha karşı itibariyle, Amerika’daki araseçimin sonuçlarını heyecanla idrak etmiş olacağız. Peki, tekneyle iki saatte varılan komşu Yunanistan’ın seçimlerini bile takip etmezken, uçakla 10 saatlik Washington’dan bize ne, değil mi ama?
Değil.
Erdoğan’ın son zamanlarda Obama’ya afra tafra yapması da tesadüf değil. Magazin dili her konuya nüfuz ettiği için Erdoğan’ın son dönem kabadayı çıkışlarını “Kasımpaşalı”lığa filan bağlıyoruz ama bambaşka bir plan var.
Çikolata renkli başkan Obama, esasında halk desteğini büyük ölçüde kaybetti. İki sene sonra genel seçimler var ve Obama’nın başkanlığı, Ferhan Şensoy’un deyimiyle “dingildiyor”! Dış politika olsun, ekonomideki sessizlik olsun, hatta kimine göre Ebola konusundaki tedbirsizlik olsun, birçok sebep yüzünden oldu bu. Ayrıca halk nankör anacım. Adam, vatandaş sağlık sigortası alsın diye “Obamacare” ismini verdiği sağlık reformu işini çıkarttı, ama birçok sebepten hem işverenler, hem sigortacılar, hem sağlıkçılar memnun değil. Bir homurdanmadır gidiyor. Obamacare kimine göre “büyük patladı”.
Signal gülümsemesini asla bozmayan, kanımca star kumaşı bulunan karizmatik Barack, cool duruşunu bozmasa da, aslında 2010’da Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu yitirmişti. Bu yazı yazılırken sonuçları meçhul olan seçimlerde de, tahminler, senatodaki 9-10 sandalyeyi ve böylece çoğunluğu Cumhuriyetçilere kaptıracağı yönünde!
Hayati tehlikeye sebep olabilecek bir sürü eksik için kesilen 9000 TL ceza, bir kömür madenini bırakın, merkezi bir yerde tost satan büfe için bile caydırıcı değil. Türkiye’de farklı suç ve kabahatler için verilen para cezalarını bu 9 bin TL ile karşılaştıralım mı?
Bir televizyon dizisinde küfür veya erotik sayılabilecek bir içerik olsa, kanalın aylık reklam gelirinin yüzde 1 veya 2’sine varacak oranlarda para cezası kesilebiliyor.
Aynı kuralı madenlere uygulayalım: Mayıs ayında o büyük felaketin yaşandığı Soma madeninin aylık geliri 170 milyon TL hesaplanıyordu. Ermenek’teki çok daha ufak bir maden. Basit bir matematikle, Soma’da bir vardiyada 600, Ermenek’te 34 işçi çalıştığını düşünürsek, diyelim ki Soma’nın 20’de biri. Yani aylık gelir 8.5 milyon TL civarı olmalı. Demek, bir televizyon kanalında yayımlanmış uygunsuz birkaç saniyeye kesilen ceza oranı, madenlerdeki eksiklere uygulansa, Ermenek’teki maden 85 bin TL ceza ödemiş olacaktı. 9 bin değil!
Tabii televizyonda edilmiş bir küfürü çocukların duyup kötü etkilenmesiyle onlarca insanın ölme ihtimali, eşdeğer bir tehlike değil! Bu mantıkla denetimde para cezası oranını azıcık daha arttır, gelirin yüzde beşine çık, bak bir daha eksik gedik kalır mı! Mum olurlar mum. Daha çok kâr için işçiye öğle yemeği vermeyen bir işletme burası. 34 işçinin yemeği ne tutar? En kral catering şirketi haftalık 8 liraya beş çeşit yemek veriyor. 34 işçinin yemeği aylık 1088 TL eder. Adam bundan kaçmış. 400-500 bin TL ceza ödemeyi göze alabilir miydi?
Sosyal medyada, televizyonda, mahallelerde insanlar birbirine bağırıyor. Cümleler “Siz zaten...” diye başlıyor. Yılların birikmiş kini, önyargıları, barışa en yakın andayken öyle bir alevlendirildi ki, 90’lardan beter “Sizli-bizli” olduk. Bağırıp çağırmanın, kırıp dökmenin sebebi de hazır: “Duygusal kırılma yaşanıyor!” Ülke duygusal kırılmadan, fillerden oluşan turist kafilesinin gezdiği zücaciye dükkânı gibi. İyi de, güzel kardeşim, hangimiz duygusal kırılmalarımızı birbirimizle yarıştırsak ki bu topraklarda? Irkı, dini, dili, mezhebi, yaşam tarzı, milli lideri, adalet duygusu, manevi değerleri, milli değerleri hakarete uğramayan, incinmeyen var mı? Peki bu incinenler pür-i pak günahsız mı? Ötekileştirmeyen, öteki olup berikini ezmeyen taraf kaldı mı? Birbirimizi taş yağmuruna tutmadan, bir duralım ve ilk taşı masum olan atsın! Kim olursan ol, kendini nasıl tanımlarsan tanımla, duygusal kırılmanın tillahını da yaşasan, şunu hatırla: İçsavaş varsa gelecek yoktur! İçsavaşta paranız pul, eviniz yıkıntı, çocuklarınız en iyi ihtimalle göçmen olur. Üstelik ancak çok şanslıysanız hayatta kalıp bunları görürsünüz!
AKBABALAR BEKLEMEDEHep birlikte duygusal kırıklarımızı aldıralım! Bu kritik günler duyguların değil, aklın peşinden gitme zamanı. Kininizi, haklı da olsa öfkelerinizi, hatta acılarınızı bu ara dolaba kaldırın. Şimdi bu ülkede, barışı ve çözümü istemek, aklıselim olmak, vergi ödemekten daha önemli bir vatandaşlık görevi.“El âlem” kurmaca savaşları, her gün çizdiği yeni haritalar, nevzuhur terör örgütleri, binlerce istihbarat elemanı ve provokatörüyle akbaba gibi etrafta. Bu topraklarda barış bugün artık su gibidir. Ve biz su kaynağımızı kurutursak, Türk-Kürt, ortak geleceğimiz kuraklıktan ölecek. Bekleyen akbabalar da afiyetle geleceğimizin cesedinden beslenecek!Çözümün siyasi taraflarına da sesleneceğim haddim olmayarak: Şu aralar tabanınızı gazlamak ve safları sıklaştırmak için bağırıp çağırmaya, sivri laflar etmeye hakkınız yok kardeşim. Millet sizi oraya duygulanın, çığlık atın diye seçmedi. O biziz, biz. Sanatçılar. Hikâye anlatıp hisleri coşturma işini bize bırakın.
Siz, siyasetçiler, bilakis, öfkeyi, ateşi, akılla sakinleştirecek, ortalığı soğutacak, konudan ekonomik bir sorun gibi sakin bahsedeceksiniz. Gerekirse yüzünüze bıyık gibi bir gülümseme yapıştırıp, kan kusup “Kızılcık şerbeti içtik” diyeceksiniz.
Şu veya bu şekilde, çatışmadan ekmek yiyen ve bu sürece elini daldıran, barış olursa işsiz kalacak silahlı örgütleri meselenin dışında bırakmayı, şiddeti kınamayı bileceksiniz. Anladınız siz onu!
Çünkü, tüm partilerden sayın siyasetçiler, ateşkes ve barış olmazsa, başta siz, hep birlikte bir yıkıntının altında kalacağız. Barış olursa, ha işte o zaman tarihe geçeceksiniz!
Elbette bizdekiler kadar devasa ve gösterişli değil canıım. Sonuçta Türkiye, işçi ölümleri ve AVM alanında bu çevrede rakip tanımıyor. Bu vesileyle Soma’da maden işletmesi kurmak için zeytinlikleri katleden yetkililere ve “Zeytin ağaçlarımızı kesmeyin” diye arıza çıkaran köylülerin eline kelepçe takan özel güvenliklere teşekkürü borç bilirim! Zeytin tehlikeli bir bitkidir, çekirdeği insanın boğazına kaçabilir. Oysa ülkemizde madenler büyük sorumluluk duygusuyla işletilen, insan ve doğa dostu fevkalade yerlerdir. Özellikle Soma için çok doğru karar olmuş! İşçi ölümünden bahsedince aklıma gelmedi bu konu, iftira atmayın! Özel güvenliklere zorluk çıkarılması bana çok dokundu, ve fikrimi belirtmeden geçemedim!
Dönelim AVM’lere. Suriye’nin yeni Tartus AVM’si, bizimkiler kadar olmasa da fena bir yer değil gibi. Akmerkez’in ilk yıllarını anımsatıyor. Hatırlar mısınız o AVM’lerin yeni filizlendiği, ve olması gerektiği gibi şehirde sadece birkaç tane olup “Büyük kolaylık” diye nitelendirildiği masum yılları?
Yanan yıkılan Suriye’de Kürtler, Araplar, Türkmenler, Yezidiler, Esad taraftarları, hatta Işid bile büyük kayıplar verdi. Ortalık perişan. Eğitim ve sağlık hizmetleri Allah’a emanet. Gelecek meçhul. Dimdik ayakta olan tek şey var: AVM olayı!
LABORATUVARDAN KAÇAN LANETLİ ÇİMENTO
Bir yönden baktığımızda, insanlara ümit ve “Hayat devam ediyor” duygusu verebilir. Ama birkaç saat ötede, birkaç hafta önce çocukların susuzluktan öldüğü bir coğrafyadan bahsediyoruz! Demek Ebola gibi, Mers gibi, AVM’leri de savaş dahil hiçbirşey yok edemiyor. Suriye dediğimiz koskoca ülke yıkılıyor, AVM dimdik ayakta arkadaş!
Diyorlar ya, “Nükleer felaket yaşansa hayatta kalan tek canlı hamamböceği olacak” diye. Bence bir de alışveriş merkezleri açılmaya devam edecek! Çünkü kanımca AVM’ler, artık zararlı otlar gibi, denizdeki yaşamı öldüren korsan yosunlar gibi kendi kendine yetişip büyüyecek güce eriştiler. Zira bazen, birkaç hafta geçmediğim bir caddeden geçerken, bakıyorum, anaa aniden yirmi katlı beton bir binanın sıvası başlamış! Ayrıca o kadar çirkin ki, bir mimar filan yapmış olamaz. Belli ki korkunç deneylerin yapıldığı bir laboratuvardan kaçıp kendi kendine yaşam alanı yaratıp hızla büyüyen lanetli bir çimento partikülü o! Ayrıca Suriye’nin şu halinde, alışveriş merkezi yatırımı yapacak kadar zihnisinir bir işadamı tahayyül edemedim. Dolayısıyla Tartus AVM de topraktan hüdayinabit fışkırmış olabilir.
Ben artık felaket senaryolu bir bilimkurgu filminde yaşamaktan yıldım arkadaş! Ebolaya meydan okuyorum. Gel! Domuz gribi de geldi, geldiği gibi geri kaçtı. Paniklersek şerefsiziz!
Bence en gerçekçi yorum Temel Kotil’den geldi. Zira adam konulara kuşbakışı bakmaya alışık bir insan. Büyük resmi gördü. Dedi ki: “Ebola görüldüğü kadar kötü bir hastalık değil, ama tabii Allah göstermesin bulaşınca öldürüyor.”
Katılıyorum. Vallahi şaka değil yüzde yüz katılıyorum. Özellikle ilk bölümüne. Ebola neymiş ya?
Ben bu ‘dünya çapında salgınlardan’ çok sıkıldım arkadaş! Kuş gribi geldi dediler, ne oldu? Yerli tavukları sürüleriyle telef ettik. Millet kendini ete vurdu, gut oldu.
Birkaç gün içinde 40 kişi hayatını kaybetti, müzeler, ambulanslar, okullar, dükkânlar yakılıp yıkıldı. Geçmişten hatırladığımız “sokağa çıkma yasağı”, “güvenlik güçlerine suikast” gibi rezil hatıralar ve şimdiye dek hiç görmediğimiz “talan” ortaya çıktı.
Olanlar, HDP’nin söylediğine göre “hükümetin sert tavrı ve provokasyonlar neticesinde”, kanımca “bu etkenlerin de bir miktar katkısıyla” yaşandı. Peki sonuç? Kürt siyasi hareketi ne niyetle olursa olsun, tarihinin en feci “halkla ilişkiler” hamlesine imza atmıştır!Geçen hafta “Kürt kardeşim dilini de konuşacak, kültürünü de koruyacak, anasının ak sütü gibi hakkıdır” diyen milyonlar “O kadar meraklılarsa gitsinler Kobani’de savaşsınlar” kafasına gelmiş durumda!
Geçen hafta “Gerekirse Kürtçe eğitim düşünülür, yerinden yönetimlere daha çok yetki verilebilir” fikirlerine yakın hisseden “genç demokratlar rahatsız”. Geçen hafta “Demirtaş ve HDP, tüm Türkiye’yi kapsarsa, geleceğin sosyal demokrat hareketi olup, hepimizin özgürlükçü ve laik sesini temsil edebilir” diyenler, bugün “Ya bırak şunları, renkleri belli oldu” hayal kırıklığı içinde.
‘VATANSEVERLİK’ ÜST BAŞLIĞINI İHMAL EDİNCE AK Parti’nin IŞİD’e yardım iddiaları, yanlış ve hayalci dış politika eleştirileri, Türkiye’de “kök salan köktendinci gruplar”, ilerlemediği söylenen çözüm süreci ve Erdoğan’ın malum sert söylemi, yaşanan yangın, kızgınlık ve PKK saldırıları yanında, eleştiri listesinde ikinci sıraya düştü!
“Kobani düşerse Ankara düşer” talihsiz tehdidi ve sonraki olayların çirkinliği, birbirine fikren muhalif milyonları “Vatanseverlik” üst başlığı ve “Huzurseverlik” denen insani istek altında birleştirdi! Yıllarca orduyla PKK savaşırken olmayan şey, bu işler bitmiş, barışa niyet edilmişken oldu! Üstelik bir de, şimdiye dek bilmediğimiz pis bir salgının ucu göründü: Halklar arası gıcıklık! “Bunların derdi oradaki insanlar değil, bağımsız Kürdistan” cümlesi kahve sohbetlerinde yerini alınca, işler iyiye gitmiyor demektir.
“Kobani düşerse Ankara düşer”, bugüne kadar Kürtlerin taleplerini savunan birçok kişi için “Eh o zaman ben kalkayım” anı oldu. Zira, önce can, sonra canan. Yani önce Türkiye Cumhuriyeti, sonra başka ülkelerdeki akraba ve ırkdaşlarımız. Bu öncelik sırası unutuldu, ve ümitle baktığımız bir siyasi hareket “Kürtçülük” sınırlarına hapsedildi.
Farklı fikirlere sahip bütün toplum kesimlerinde uyanan (veya uyandırılan) öfkenin, düşmanlık duygularının derhal rafa kalkması gerek. Şimdi peşinden gitmemiz gereken tek şey var: Akıl ve soğukkanlılık
Son günlerde birinin ülkenin içme sularına bir şey karıştırdığını ve herkesin aklını kaybettiğini düşünüyorum! ‘Akıl tutulması’ filan dendi de akıl dediğin şey tutulsa bile yine rölantide çalışır kardeşim. Biz ne yaşıyoruz böyle?
Üç gün içinde sadece 120 bin kişi sokağa çıkmış ama 37 kişi hayatını kaybetmiş! 212 okula saldırı yapılmış, şehirler duman edilmiş, marketler, belediye binaları, ambulanslar yakılmış. Memleket, tarihinde ilk kez “Bizde olmaz öyle şeyler” dediğimiz ‘yağma’ kavramıyla tanışmış! Elâlem birbirini pompalıyla, Kalaşnikov’la vurmuş, polislere suikast yapılmış, bayrak yakılmış, Atatürk büstü parçalanmış. Sosyal medyada her kesimden, karşılıklı nefret, küfür, tehdit ve iç savaş çığırtkanlığı dışında sadece Justin Bieber hayranları var!
70’leri bilene sorun!
Ben bu filmi 70’lerin sonunda gördüm. Bir 1 Mayıs günü, camdan bakarken ve Barbaros Bulvarı’nda eylem varken, biri çekip bir başkasını çat diye öldürdü. Çatışma başlayınca annemler sesleri duyup beni apar topar camın önünden çektiler. 7 yaşındaydım Allah’tan, film gibi geldi. Serseri kurşun korkusuyla, bir daha da hiç 1 Mayıslarda salonda oturmadık. Şimdi “Asarız keseriz” diyen her fikirden coşku dolu salaklara tavsiyem: 70’leri yaşamış bir büyüğünüzden o günleri azıcık dinleyin!
Herkes aynı anda aklını mı kaybetti? HDP kendi seçmen kitlesini, bölgenin atmosferini tanımıyor mu? “Hadi sokağa çıkın” diye gaz vermek olur mu? Dev bir miting yap, söyleyeceğini söyle veya “Sokağa çıkalım ama tek bir cam bile kırılmasın, IŞİD şiddetine karşı eylemimizde şiddet kullanmayalım” diye ekle bir zahmet. “Kobani düşerse Ankara düşer” ne demek ki? Hayırdır inşallah? Bir kahve yapsam kafalar açılır mı?