12 Ağustos 2011
ASMALIMESCİT, Cihangir’deki kaldırımlardan masaları kaldırılan esnaf, önceki gün Beyder’in (Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği) çağrısını üzerine Galata Meydanı’ndaki gösteride “Hayalet Şehir” istemiyoruz diye pankart açmış. Asmalımescit gerçekten “hayalet mahalle” olmuş.
Masaların kaldırılmasından o kadar yazılıp çizilen Asmalımescit’i epeydir merak ediyordum.
Hafta ortasında İKSV binasındaki bir buluşmadan sonra oraya uğradım.
Sofyalı sokağına gelinceye kadar in cin top oynuyor. Günün o saatinde turistlerin oturduğu kafeler, lokantalar bomboş.
Güneşli bir havada kim içeri girmek ister?
Tam Sofyalı’nın başında baktım Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan esnafla sohbette.
Tesadüfün böylesi.
Demircan’ın masaların kaldırılmasından sonra işlerin bıçak gibi kesildiği Asmalımescit esnafının dertlerine kulak vermesi güzel.
Bilmiyorum belki daha önce de uğramıştır.
Ancak Belediye Başkanı ile esnaf arasındaki konuşmadan izlediğim kadarıyla soruların çoğu cevapsız.
NEDEN CEZA KESİLMEDİ?
1- Esnaf ısrarla masaların kaldırımlara ne zaman döneceğini merak ediyor.
Bu önemli zira Beyder’e göre, belediyenin uygulamasından sonra şimdiye kadar üç bin kişi işsiz kalmış.
Asmalımescit Balıkçısı’nın örneğin uygulamadan hemen sonra bir süreliğine kepenklerini indirdiğini biliyorum.
Dahası bölgeye daha yeni yeni yatırım yapanlar var.
Demircan masaların ne zaman yerlerine döneceğine ilişkin kesin bir tarih vermiyor. “Bana biraz müsaade edin, çalışmalarımız devam ediyor” diyor sadece.
2- Beyoğlu Belediye Başkanı esnafın kaldırımlarda izin verilen sınırı çok aştığını söylüyor. Buna çoğunluk katılıyor ancak masalar bir gece ansızın toplatılmadan, oturanların altından sandalyeler hoyratça alınmadan önce uyarı yapılamaz mıydı?
“İşgaliye bedeli ödeniyor. Zabıtalarınız bu radikal uygulamadan önce ceza kesebilirdi” diye sitem eden esnaf haksız mı?
3- Uygulama neden tam Ramazan dönemine tesadüf etti?
4- Beyoğlu’nun, örneğin İstiklal Caddesi’nin tam göbeğinde kaçak katlarıyla yükselen Demirören AVM, emektar Emek Sineması, kapatılan galeriler gibi sorunları varken neden projektörler Asmalımescit’e yöneldi?
YAYALARA 1.60 METRE
Tabii cevap bekleyen sorular bunlar.
Sadece bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Esnafla sohbetten sonra Demircan ile birlikte İstiklal Caddesi’ne doğru yönelirken Asmalımescit’te oturan bir kadın yanaşıp Belediye Başkanına teşekkür ediyor.
Demek ki, Asmalımescit’te oturanlar kaldırımlara fazlasıyla taşan masalardan, kontrol altına alınamayan gürültüden rahatsız.
Esnaf geleceği için kaygılı, işlerini kaybedenler var, işyerlerini kapatmak zorunda kalanlar da.
Öte yandan mahallede oturanlar rahatsız.
Peki bunun bir orta yolu bulunamaz mı?
Meğer Paris de “kaldırımların işgali” sorunu tartışıyormuş bir süreden beri. Le Monde Gazetesi’nin temmuz sayılarını karıştırırken gözüme ilişti.
Paris Belediyesi, kaldırımları işgal eden iş yerleriyle mahallelinin arasını bulmak için yeni uygulamalar başlatmış. 1 Haziran’dan itibaren yürürlüğe giren kaldırımlarda 1.60 metre yayalara ayrılıyor.
Tabii Paris’in geniş kaldırımlarıyla İstanbul’un dar, eğri büğrü kaldırımları karşılaştırılamaz.
Fransız polisi bu kurala uyulmadığı takdirde ceza kesebilecek.
PARİSLİ ESNAFA İKİ YIL SÜRE
Paris Belediyesi ayrıca kafe, barların sigara içilmesi yaptıkları uyduruk çadırları, gazlı ısıtıcıları da yasaklıyor.
Ama esnafa bu yeni uygulamalar için 2013’e kadar hazırlık süresi veriyor.
Yani Asmalımescit’teki gibi “şok uygulamalar” yok.
Le Monde’un haberinde, esnaf ile Paris Belediyesi arasındaki müzakerelerin, ticaret, zanaatkar ve serbest mesleklerden sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Lyne-Cohen Solal tarafından yürütüldüğü belirtiliyor.
Demek ki, esnaf, çeşitli STK’lar ve belediye arasında sürekli bir diyalogu sağlayan bir yardımcı ve bir birim var.
Haberde Lyne-Cohen Solal’ın şöyle bir cümlesi dikkatimi çekiyor:
“Ruhsatların iptal edilmesi söz konusu olamaz. Zira bu bir sineği ezmek için elimize çekiç almak anlamına gelir. İşsizliğe neden olmak da istemiyoruz. Kaldırıma fazlasıyla taşanlara ceza kesmek en iyi çözüm yolu” diyor.
Beyoğlu Belediyesi neden böylesine makul bir görüşü benimsemez?
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2011
BELEDİYELER paralarını nerelere harcıyor?
Hepimizin pek merak ettiği sorunun cevabı öyle pek kolay değil.
Zira yerel yönetimlerin çeşitli bütçeleri var.
Örneğin nedense sürekli en feci şekilde yenilenen kaldırımların (Bkz-Beyoğlu’nun kırık dökük taşları) bütçesi ayrı, “sosyal harcamaların” bütçesi ayrı.
“Sosyal harcamanın” ne olduğu da önemli.
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2011
İKSV konserleri sayesinde yine unutulmaz bir yaz geçiriyoruz. Herkes gibi önümüzdeki hafta Venezüella’nın Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrasını heyecanla bekliyorum.
Ünlü genç şef Gustavo Dudamel yönetimindeki orkestranın dahil olduğu El Sistema’nın hikâyesini geçtiğimiz mart ayında yazmıştım.
Yeniden özetleyeyim.
Venezüella’lı ekonomist, piyanist, kompozitör ve politikacı Jose Abreu Antonio, 1975 yılında gecekondularda yaşayan, suça bulaşmış gençleri müzikle tanıştırmak istiyor.
Abreu yoksul kesimlerden gelen gençlerin müzikle kendilerini daha iyi hissettiklerine inanıyor.
Müziğin hayatlarına bir anlam katacağına da.
Neticede, gecekondudan çıkan çocukların da keman çalabileceklerini kanıtlıyor Abreu.
Toplumsal dönüşüm için müziğin gücüne güveniyor.
Venezüella’nın her eyaletinde, yoksul aile çocuklarının oluşturdukları senfoni orkestraları kurarak “El Sistema” Projesini hayata geçiriyor.
El Sistema bugün Venezüella’da 200 kadar gençlik senfoni orkestrasını kapsıyor.
Abreu’nun hedefi bugün 350 bin çocuğun dahil olduğu bu dev klasik müzik ağının beş yılda
1 milyon çocuğa ulaşması.
Bu çocukların yüzde 75’inin de yoksul kesimlerden geldiğini not edin.
GALATA MEYDANINDA BULUŞUYORLAR
8-9 Ağustos günleri İstanbul’da dinleyeceğimiz Dudamel yönetimindeki Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrası El Sistema’nın en ünlü orkestrası.
Berlin Filarmoni Orkestrası’nın şefi Sir Simon Rattle’ın Nobel Barış ödülüne aday göstermek istediği için Abreu da İstanbul’a geliyor.
İKSV, müzik dünyasının en çok konuşulan projesi El Sistema’yı getirtmekle kalmıyor, bu projeyi Türkiye’de uygulanması için çaba harcıyor.
Bunun için iki şey yapıyor İKSV.
Birincisi yarın, pazar ve pazartesi günleri yani 6-7-8 Ağustos tarihlerinde Galata Meydanı’nda Simon Bolivar Orkestrası ile bizim gençlik orkestralarını buluşturuyor.
İKSV’den Ayşe Bulutgil’in göndermiş olduğu e-posta sayesinde fark ettim.
Meğer İstanbul’da, özellikle yoksul kesimlerden gençlik orkestralarının sayısı hiç de az değil.
Galata Meydanı’nda Venezüella’lı genç müzisyenlerle birlikte sahneye çıkacak orkestralara göz atalım.
Beyoğlu Belediyesi Gençlik Orkestrası, engelli ve sosyal dezavantajlı gençleri bir araya getiren Düşler Atölyesi, Barış için Müzik-Çocuk Atölyesi, Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi, Genç Klasikçiler Festivali.
Sulukule’nin dokusunu, Roman aileleri allak bullak eden “kentsel yenileme” den sonra 2010 İstanbul Ajansı’nın desteğiyle kurulan Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi’ni iyi biliyorum.
Ancak Barış için Müzik, Genç Klasikçiler Festivali ilk kez duyduğumu itiraf etmeliyim.
GENÇLERE KONSERİ İZLEME ŞANSI
Barış için Müzik, kırsal kesimlerden şehre göç eden yoksul kesimlerin gençleri için 2005 yılında mimar Mehmet Selim Baki tarafından kurulmuş.
Genç Klasikçiler Festivali ise özellikle Seyrantepe Sanayi bölgesiyle ve Kağıthane sakinlerine yönelik, Türk ve yabancı genç yetenekli buluşturan, tüm müzikseverlere açık bir oluşum. Bu örneklere bakınca İstanbul’da El Sistema’nın kurulması için uygun ortamın olduğu bal gibi ortada.
Mesele bunun kurumsallaşması ve tüm Türkiye’ye yayılması.
Abreu’nun da katılacağı bir panelde zaten bu tartışılacak.
İKSV’nin ikinci önemli girişimine gelince,
Önceki yılların “Bir Tam, Bir Öğrenci” uygulamasının benzerini Simon Bolivar Orkestrası için uyguluyor.
Simon Bolivar Orkestrası’nı dinlemek için bilet alanlar, belirli bağışlarla 5,10, 20 ya da 100 çocuğun konseri dinlemesini sağlayabilecek.
İKSV, yukarıda saydığım gençlik orkestraları müzisyenlerinin yanı sıra TOG; TEGV, Nesin Vakfı Matematik Köyü’nden de gençler için konserde kontenjan ayırmış.
Gençlerin, dünyaca ünlü bir şefi Dudamel’i ve Simon Bolivar Orkestrasını dinleme şansını yakalamaları müzikseverlerin elinde.
Gençlere bu şansı verelim.
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2011
İSTANBUL kültür, sanat ve eğlence alanında artık dünyanın önde gelen şehri.
Yurt dışından gelen arkadaşlarım İstanbul’un bir çok başkentin önüne geçtiği konusunda hem fikir.
İstanbul’un en yakın rakibinin ise Barselona olduğu söyleniyor.
Kültür ve sanatın böylesine ağırlık kazandığı bir dönemde insanın aklına bu sektörün hacminin ne olduğu geliyor.
Bu sorunun cevabına şimdi geleceğim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2011
İki bin yıllık Kolezyum’un yüzyıllara direnen taşları Roma’nın kirli havasına dayanamamış. Neyse ki Roma’nın bu eşsiz mücevherinin imdadına Tod’s markasının sahibi Diego Della Valle yetişiyor Yapımına milattan önce 72 yılında başlanan ve son halini milattan sonra 80 yılında alan Roma’daki Kolezyum’u yılda tam beş milyon kişi ziyaret ediyor.Ne ki, bu tarihi yapı ağır hasta. Yüzyıllara direnen taşları Roma’nın kirli havasına dayanamamış.
Uzmanlara göre, hava kirliliği taşlarda kimyasal bir etki yaratmış. Kalsiyum karbonat kalsiyum sülfata dönüşmüş. Neticede ‘Kolezyum’un taşları simsiyah, çürük dişler gibi sallanıyor.
Kolezyum için bütçesinde yılda ancak 500 bin Euro ayırabilen Roma Belediye Başkanı Gianni Alemanno nicedir bir kurtarıcı arayışındaydı.
Geçtiğimiz günlerde imdadına ayakkabı, çanta ve deri aksesuvarlar üreten ünlü Tod’s markasının sahibi Diego Della Valle yetişiyor.
Tod’s’un patronu restorasyon için 25 milyon Euro vereceğini ilan ediyor. Çekle birlikte önemli bir taahhütte bulunuyor: Tod’s restorasyon çalışmalarını reklam aracı olarak kullanmayacak.
Ama reklam olsun olmasın, zihinlerde artık Tod’s markası Roma’nın simgesiyle bağdaşacak.
Diego Della Valle’nin bu büyük destekle ilgili yaptığı bir söyleşiyi okudum. “İyi iş yapan ve İtalya’nın imajıyla beslenen bir grubuz. Bu kriz döneminde ülkemize yardım eli uzatmamız gerektiğini düşünüyorum” diyor.
Diego Della Valle, Berlusconi’nin ‘bunga, bunga’ partileri yüzünden politikacı imajının yerle bir olduğu günlerde medyanın yücelttiği iş insanlarından.
Kolezyum’a verdiği 25 milyon Euro’luk destekse neredeyse onu milli kahramana dönüştürmüş.
Düşünüyorum da... Türkiye’de Kolezyum gibi restore edilmeyi bekleyen simgesel tarihi yerlerin sayısı az değil.
Haksızlık etmeyeyim.
Arada sırada bir çeşmenin ya da başka tarihi bir eserin restorasyonunun bir şirket tarafından üstlendiğini duyuyoruz.
Ama 25 milyon Euro’luk gibi uçuk bir meblağ asla söz konusu değil.
Diego Della Valla örneği birilerine ilham verse ne iyi olurdu.
III. Ahmet Çeşmesi’ne Berlusconi öpücüğü
Sultanahmet’teki III. Ahmet Çeşmesi’ni mutlaka bilirsiniz.Geçen akşam bu eşsiz yapıtının önünde yapılan küçük bir törenle ilk kez yeni aydınlatma sistemi devreye girdi. III. Ahmet Çeşmesi’nin aydınlatma işini İtalyan Ticaret Merkezi yani İtalyan Hükümeti üstlenmiş. İtalyan Ticaret Merkezi Direktörü Ferdinando Pastore, çeşmenin aydınlatılmasının üç ayaklı bir projenin parçası olduğunu anlatıyor: Dolmabahçe Saat Kulesi, Sadrazam Sait Paşa Konağı ve nihayet III. Ahmet Çeşmesi aydınlatması. Projenin toplam maliyeti 400 bin Euro.Tabii proje kararı İtalya’nın ekonomik krizinden önce alınmış. Şimdi olsa Berlusconi Hükümeti’nin bu işe kalkışacağını hiç sanmam.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2011
ÜNİVERSİTE adaylarının tercihlerini yaptıkları günlerde Koç Üniversitesi Rektörü Profesör Dr. Ümran İnan ile buluştuk.
İki yıl önce Stanford Üniversitesi’nden Koç’a transfer olan İnan’ın bölüm ve üniversite seçme telaşındaki gençlere tavsiyesi var.
“Hayallerinizi, heveslerinizi takip edin” diyor.
Geçenlerde Koç Üniversitesi’nde tıp bölümünü seçen bir gençle konuşmasını aktarıyor:
“Doktor olmayı meslek garantisi var diye seçmiş. Bence yanlış. Çocuklar hiçbir baskı, zorlama olmadan kararlarını versinler”.
İlk 200 arasına girmeyi başardığı ve her bölüme girme şansı olduğu halde tarih ya da edebiyat seçen öğrencilerin de olduğunu söylüyor.
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2011
GEÇENLERDE Doğan Organik Ürünler Genel Müdürü İlhan Başaran aradı.
Gümüşhane Üniversitesi, Aydın Doğan Meslek Yüksekokulu’nda düzenlenecek olan organik tarımla ilgili panele davet etti.
Başaran ile tanışıklığımız 2006 yılına dayanıyor.
Gümüşhane’ye yaptığım bir ziyaret sırasında Kelkit’te Doğan Organik Ürünlere ait “organik süt tesislerini” ziyaret etme fırsatını bulmuştum.
1500 metre yükseklikte yapılan organik tarım etkileyiciydi gerçekten.
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2011
Zeynep Erkunt Armağan, traktör satmasına şaşıranlara aldırış etmiyor, daha verimli bir işleyişin temellerini atıyor. Amacı interaktif traktör üretimini gerçeğe dönüştürmek Erkunt Traktör’ün yönetim kurulu başkan yardımcısı Zeynep Erkunt Armağan ile ilk kez karşılaştığımda çok şaşırmıştım. Tarlaların vazgeçilmez aracını üreten kişi çok hoş, genç bir kadındı.
Armağan şaşkınlığımı görünce “Merak etmeyin. Herkesin tepkisi aynı oluyor. Bana ‘Zeynep Bey’ diye hitap edenler bile var” demişti.
Uzun bir aradan sonra tekrar buluştuğumuzda atmış olduğum başlığı hatırlattı: ‘Zeynep Bey’in traktörleri Afrika pazarında’...
Otomotive parça üreten aile şirketini 2004’te ilk Türk markası traktör üreten şirkete dönüştürmüş Zeynep Erkunt Armağan işine tutkuyla sarılanlardan.
Tek derdi “Erkunt traktörünü nasıl daha iyi üretirim? Müşteriye nasıl daha iyi hizmet verebilirim?”
Traktör işine ilk girdiğinde, ürettiği aracı TIR’lara bindirip tanıtım için iki yıl boyunca köy köy dolaşmış. Tam bir milyon kilometre yol kat etmiş.
MÜŞTERİYE ODAKLANDIK
Armağan son olarak bir başka büyük işe kalkışmış. Türkiye’de daha önce sadece Tofaş’ın almış olduğu ‘TS-İSO 10002 Müşteri Memnuniyeti ve Şikâyet Yönetim Sistemi’ belgesini almış. “Sadece traktör satmak yeterli değil benim için. Bu belgeyi almak için bir yıl boyunda tek hedefe kilitlendik. O da müşteri memnuniyeti” diyor.
Söz konusu İSO Belgesi’ni almak için şirkette ‘müşteri memnuniyetini’ ölçen bir sistemi geliştirilmiş.
Zeynep Erkunt Armağan “Sadece şikâyetler için 16 kişilik bir ekip kurduk. Şikâyet bize ulaştıktan sonra dört saat içinde şikâyetin nedenini tespit etmek ve traktöre parça gerekiyorsa 24 saatte göndermek zorundayız” diye anlatıyor.
Böyle bir sistem Erkunt Traktör’e önemli bir katkı sağlamış.
“Hem müşteriyi, hem tarımsal bölgeleri daha yakından tanıma fırsatını bulduk. Ama en önemlisi gelen şikâyetler doğrultusunda üretimde düzeltmeler yapıyoruz”.
Bir nevi ‘interaktif’ traktör üretimi diyebiliriz buna.
BEKLEME LİSTEMİZ VAR
Diyelim ki şikâyet ‘el gazı teliyle’ ilgili...
Derhal Ar-Ge bölümü devreye giriyor, daha etkili bir parça üzerinde çalışmalarına başlıyor.
Müşteriyle böyle bire bir ilişki kurma meyvelerini vermiş bile.
Zeynep Erkunt Armağan yılbaşından bugüne 3 bin traktör satmış.
Bekleme listesindeyse 5 bin traktör var.
“Geçen yılı satışı 3 bin 300 traktörle kapatmıştık. Bu yıl tam iki katı 6 bin 600 olacak. Siparişlere yetişemiyoruz zira motorları satın aldığımız İngiliz firma hızımıza yetişmiyor” diyor.
Dolayısıyla Armağan şimdi başka bir tedarikçi firma arayışında.
ÜRÜNDEN ŞİKAYETİNİ YAYMADA TÜRKLERDEN HIZLISI YOK
Zeynep Erkunt Armağan’ın elinde ilginç bir istatistik var: Herhangi bir üründen memnun olanlar bunu beş kişiye daha söylüyor. Ürün traktör de olabilir, televizyon da.
Üründen memnun kalmayansa mutsuzluğunu dokuz kişiye iletiyor. ABD ve Avrupa’daki istatistikler bunu söylüyor.
Ama bu oran Türkiye’de neredeyse iki katı. Türkiye’de aldığı üründen memnun olmayan kişi bunu tam 16 kişiyle paylaşıyor. Uzmanlara göre bunda bizim kahvehane kültürünün payı büyük.
Kahvehanelerde bir araya gelen erkekler gün boyunca neler konuşuyor sanıyorsunuz?
Yazının Devamını Oku