16 Eylül 2011
İSTANBUL’un yüreği bugünlerde sanat ile atıyor.
İyi bir sanatseverseniz durumunuz oldukça zor.
Yarın başlayacak 12. İstanbul Bienali nedeniyle müze, galerilerdeki sergi açılışlarına katılmak, Lütfi Kırdar’daki çağdaş sanat fuarı ArtBeat’i ve şehirdeki diğer sanatsal faaliyetleri izlemek için dakikalarla yarışmak durumundasınız.
Bienal nedeniyle İstanbul’a binlerce yabancı sanatseverleri, koleksiyonerlerin akın ettiği günlerde Boğaz kıyılarında yepyeni bir müzeye de kavuştuk.
Borusan Holding’in birkaç yıl önce taşındığı Perili Köşk hafta arası ofis, hafta sonları ise ziyaretçilere açık çağdaş sanat müzesine haline dönüştürüldü.
Belki dünyada ilk kez bir ofis-müze İstanbul’da kapılarını açtı.
Borusan
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2011
HONEYWELL yıllar öncesi, dış haberler günlerinden iyi hatırladığım bir şirket.
1990’lar başı, İran-Irak Savaşı’nın hemen ertesinde Batı’nın Irak’a silah satışları ajanslara sıklıkla düşen haberler arasındaydı.
Honeywell, ABD’nin Irak’a konvansiyonel silah satan şirketlerinin başında geliyordu.
ABD’nin “ulusal çıkarları” doğrultusunda hareket eden şirket denince Honeywell akla gelen ilk isimlerden.
Dün Honeywell Bina Çözümleri Başkanı Paul Orzeske ile sohbet sırasında eski günlere döndüm.
Honeywell, son dönemlerde savunma sanayinden ziyade sivil havacılık ve uzay ile enerjide faaliyet gösteriyor.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2011
Her yıl kasım ayında düzenlenen Contemporary İstanbul bu yıl Körfez ülkelerinden galerilerin büyük ilgisini çekiyor. Bu gidişle Contemporary İstanbul önümüzdeki yıllarda Louvre, Guggenheim gibi dünyaca ünlü müzelerin kapılarını açacağı Abu Dabi ile bir sanat köprüsü oluşturabilir Küresel ekonomik krize rağmen işler lüks tüketim ve sanat sektörlerinde iyi gidiyor. Sadece iki rakam vereceğim: Lüks tüketim deyince akla gelen ilk isim Louis Vuitton’un dünyadaki satışları 2010’da ilk kez 20 milyar Euro’nun üzerine çıkmış. Müzayede evi Christie’s’in 2011 yılı ilk altı yıllık satışı ise 3.2 milyar dolar.
Sanat piyasası dünyada tüm olumsuzluklara rağmen çok sağlıklı bir yol izlerken Türkiye’de durum ne?
Bu yıl 25-28 Kasım tarihlerinde altıncısı yapılacak çağdaş sanat fuarı ‘Contemporary İstanbul’un Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile bunu tartıştık.
Sanat sektörünün ve özellikle çağdaş sanatın Türkiye’de nasıl hızla geliştiğinin bir kanıtı ArtBeat İstanbul gibi yeni çağdaş sanat fuarlarının ortaya çıkması ise diğeri Contemporary İstanbul’un altı yılda geldiği nokta.
Tabii bu arada dünyada giderek daha fazla ilgi çeken İstanbul Bienali’ni de unutmayalım.
Geçen yıl Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde 7 bin metrekarelik bir alana yayılmış Contemporary İstanbul bu yıl hemen yanı başındaki İstanbul Kongre Merkezi de dahil 12 bin 500 metrekarelik bir alan kapsayacak.
KÖRFEZ ÜLKELERİNDEN YEDİ GALERİ KATILACAK
Geçen yıl fuara katılan galeri sayısı 74 iken bu yıl 92’e çıkmış. Üstelik bunların yüzde 52’si yurtdışından Contemporary İstanbul’a katılan galeriler.
Bu yıl fuar Körfez ülkelerine bir ‘açılım’ yapmış. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerden geçen yıl sadece bir galeri katılırken bu yıl yedi tanesi İstanbul’a geliyor.
Contemporary İstanbul’un önümüzdeki iki, üç yıl zarfında Louvre, Guggenheim gibi dünyaca ünlü müzelerin kapılarını açacağı Abu Dabi ile bir sanat köprüsü oluşturması önemli.
Şimdi böyle hızla gelişen bir sektörün altyapısı yeterli mi?
Ali Güreli, hem Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı hem de Maliye ve Gümrük ve Ticaret bakanlıklarını ilgilendiren bazı sorunları sıralıyor. “Geçen yıldan beri ilgili bakanlıklara sanat sektörünün bazı taleplerini iletiyoruz. Bazılarında yol aldık, bazıları ne yazık ki uzun zaman alıyor” diye konuşuyor Güreli.
SEKTÖRÜN ANKARA’DAN TALEPLERİ VAR
Sektörün taleplerinden bazıları şöyle:
1- Sanat galerilerinin KOBİ kapsamına alınması. Sektör bunu başarmış.
2- Sanatın ‘el değiştirmesinde’ uygulanan yüzde 18’lik KDV’nin kaldırılması.
Bu oran Avrupa ülkelerinde yüzde 6-7. Maliye Bakanlığı vergi indirimine yanaşmıyormuş.
3- Sanatın uluslar arası dolaşımıyla ilgili mevzuatın düzenlenmesi.
Bu nokta özellikle önemli. Zira hem fuara katılan yabancı galeriler hem de yabancı galerilerden sanat eseri alanlar gümrüklerde bayağı ter döküyor. Yabancı sanat eserleri Türkiye’ye ‘geçici ithalat’ izniyle giriyormuş.
Güreli’ye şöyle bir öneride bulundum: Hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i, hem Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’yı Contemporary İstanbul’a davet etsin. Bakanlar bu sektörün nasıl bir potansiyel taşıdığını kendi gözleriyle görürlerse belki mevzuatlar değişir.
İstanbul olması gereken yerde mi?
Contemporary İstanbul, Türkiye’nin sanat ve kültür yaşamında sadece yukarıda sözünü ettiğim fuarla değil, bir süreden beri yurtdışında ve Anadolu’da düzenlediği konferanslarla, yayınlarıyla söz sahibi olma iddiasında.
Ali Güreli, “İstanbul’un uzun vadede kültürel ve sanatsal bir çekim merkezi haline gelmesine katkıda bulunmak istiyoruz” diyor.İstanbul Bienali kapsamında Contemporary İstanbul’un 19 Eylül’de düzenlediği önemli bir konferans var: Kent ve Kültür.
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti faaliyetleri nedeniyle hayatımıza daha çok giren kavramlardan biri kültür ekonomisi ise, diğeri kent-kültür ilişkisi. Benzersiz kültürel mirasıyla, tarihiyle, patlama yaşayan sanatsal faaliyetleriyle acaba İstanbul bugün olması gereken yerde mi?
En basitinden, Paris’in yılda çektiği 60 milyon turiste karşın İstanbul hâlâ 10 milyon rakamına ulaşamadı.
Kent-kültür ilişkisinin ele alınacağı konferansta, bir kentin nasıl kültür merkezi olacağı, mimarlığın kent kültüründeki rolleri üzerinde durulacak. Yerel yöneticiler bu konferansı kesinlikle kaçırmamalı.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2011
GEÇEN gece, anlattıklarıyla beni şaşırtan bir Japon bilim insanıyla sohbetteydim.
Kyoto Üniversitesi Rektörü Hiroşi Matsumoto.
Kyoto Üniversitesi Japonya’nın en ünlü araştırma üniversitesiymiş.
Koç Üniversitesi’nin Kyoto Üniversitesi’yle ortaklaşa düzenlediği “İnovatif ve Sürdürülebilir Gelişim” semineri nedeniyle İstanbul’a gelen rektör kartını uzattığında ilginç bir şey yapıyor.
Kartındaki soyadının son yedi harfini eliyle kapatarak “Adım Hiroşima da olabilir” diyor.
Hiroşima Japonların hafızalarından asla silemeyecekleri bir felaket.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2011
DÜNKÜ gazetelere bakılırsa aile içi şiddet ve özellikle kadına yönelik şiddet bayramda da hız kesmemiş.
Yine kadına dayak, yine kadın cinayetleri.
Bayram sonrası dün Antalya’da katıldığım ilk toplantı tam da aile içi şiddetle ilgiliydi.
Hürriyet’in “Aile İçi Şiddete Son” kampanyasından sonra şimdi Ayşen Özyeğin başkanlığındaki AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) aynı konuya el atmış durumda.
Yıllardan beri okul öncesi eğitim ile annelerin eğitimine yönelik çalışmalar sürdüren AÇEV 1996 yılında babaları da programına dahil etmişti.
AÇEV’in, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenen “Baba Destek Programı”na şimdiye kadar 41 ilde 40 bin baba katılmış.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2011
Uluslararası iş arama portalı Monster’ın verilerine göre çok sayıda yönetici ve uzman Türkiye’de çalışmak istiyor. “İstanbul’da ofisim olsun” hayalini kuranların çoğu ABD, Fransa, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerden. Sadece ABD’den Türkiye’de çalışmak isteyen yaklaşık 35 bin aday var Monster, internet ortamında dünyanın en büyük iş arama portalı.
Günde ortalama 10 milyon iş arayan kişi tarafından ziyaret ediliyor ve veritabanında 90 milyon özgeçmiş var.Bir anlamda, işverenlerle iş arayanları buluşturuyor.
Geçenlerde Monster.com Türkiye Genel Müdürü Ebru Çapa ile sohbet ediyorduk.
Monster.com’un yeni yaptırmış olduğu ilginç araştırmasından söz etti.
Buna göre, 2011 yılında Türkiye’de çalışmak isteyen yabancılarda ciddi bir artış gözlenmiş.
İstanbul’u merkez alan küresel şirketlerin sayısı son 10 yılda hızla artarken, dünyanın farklı ülkelerinden adaylar Türkiye’deki iş pozisyonları için başvuruda bulunuyor. Türkiye derken, tabii en başta İstanbul var.
Ebru Çapa’nın elinin altındaki araştırmaya göre, daha çok üst düzey yönetici ve uzman konumundaki kişiler Türkiye’de çalışmak istiyor.
EN ÇOK AMERİKALILARIN GÖZÜ BURADA
Peki Türkiye’de çalışmak isteyen adaylar hangi ülkenin vatandaşları?
İşte bu nokta ilginç. Zira ‘İstanbul’da ofisim olsun’ hayalini kuranların çoğu ABD, Fransa, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerden.
Monster’ın veritabanına göre, sadece ABD’den Türkiye’de çalışmak isteyen yaklaşık 35 bin aday var.
Araştırmanın bu sonuçları, Türkiye’nin rekabet gücü açısından iyi haber. Zira ekonomistlere göre, önümüzdeki yıllarda ülkeler çekmeyi başardıkları ‘insan sermayesi’yle rekabet güçlerini artıracak.
ABD’de 1999’da kurulan ve Türkiye’de iki yıldır faaliyet gösteren Monster.com için 35 milyon internet kullanıcısıyla Türkiye önemli bir pazar.
Zaten isminden esinlenerek ‘canavar’ logosunu kullanan şirket birkaç yıldan beri Türkiye, Meksika, Brezilya, Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan pazarlara odaklanıyor daha çok.
Bu ülkelerdeki ‘yetenek havuzunu’ genişletmeye çalışıyor.
Ebru Çapa’ya, insan sermayemizin ne durumda olduğunu soruyorum.
İşsizliğe rağmen ‘yetenek açığımız’ varmış.
İşverenler işin uzmanını bulmakta bayağı zorlanıyor.
İnternet ortamında eleman açısından yükselen sektörler turizm, inşaat ve bilgi teknolojileri.
Rus turistler Antalya ’dan Cote d’Azur’e mi kaçıyor
Rus turistlere önce ‘Nataşa’ gözüyle baktık.
Rusların ülkemize gidip gelmeye başladığı 1990’lı yıllardan itibaren Nataşalar dilimizden düşmedi.
Rus ekonomist Anjelika Anzhela’ya bakarsanız ‘Nataşa’ imajı ancak yeni yeni değişmiş. Neyse...
Yaz başında, genç Rus tur operatörlerinin üçü Bodrum’da tekne gezisinde sahte içkinin kurbanı oldu.
Yetmedi, önceki günkü haberlere bakılırsa Antalya civarında rafting yapan genç bir Rus çift tacize uğramış.
İki kişilik kanoya binen Rus çift hem tacize uğramış hem dayak yemiş.
İnanılır gibi değil.
Bu kadar eziyetten sonra Rus turistleri başka ülkelere kaçırtacağız diye düşünürken Le Monde Gazetesi’nde bir haber gözüme ilişti.
Bu yıl Fransa’da Cote d’Azur’ü ziyaret eden turist sayısı 5 milyona ulaşmış.
Sadece haziran-temmuz aylarında Rus turist sayısındaki artış oranı yüzde 30’un üzerinde.
Bu yıl Türkiye’yi ziyaret eden Rus turistlerin sayısı ise 4 milyonu bulacakmış.
Türkiye, Rusya’nın hemen burnunun dibinde.
5 milyon Rus kilometrelerce uzakta, Fransa’daki Cote d’Azur’un yolunu tutuyorsa oturup bir düşünmemiz gerek.
Fukuşima’nın maliyeti 175 milyar Euro
1 Eylül’de Japonya’da okullar açılmış.
Televizyonda Fukuşima felaketinin yaşandığı bölgede okula gitmeye hazırlanan minik Japon öğrencileri gördüm.
Hepsinin eline birer ‘radyasyon ölçer’ aleti verilmiş.
Fukuşima nükleer santralin sahibi Tepco firmasının sorumsuzluğunun kurbanları bu çocuklar.
Gencecik yaşlarında hayatlarına radyasyon ölçer aletleri girmiş.
Tepco şirketi geçenlerde zararının 7.4 milyar dolar olduğunu açıklamış.
Fukuşima felâketinin Japonya’ya toplam maliyetiyse 175 milyar Euro.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2011
GREENPEACE yine başarılı bir işe imza atmış.
Bu kez mesele çevre değil insan sağlığı.
Çevre örgütü bir süre önce, ünlü giyim markaları için üretim yapan bazı Çinli şirketlerin Çin’de nehirlerdeki zehirli atıklardan sorumlu olduklarını tespit etmiş.
Bu işin sorumlularını temmuz ve ağustos aylarında peş peşe yayımladığı “Kirli Çamaşırlar” adındaki iki raporunda deşifre etmiş.
Ardından ünlü markaları ürünlerinde zehirli kimyasallar kullanmamaya çağıran “Detoks” diye bir kampanya başlatmış.
Le Monde gazetesinin haberine göre, Greenpeace geçen hafta yayımladığı “Kirli Çamaşırlar” Raporu’nun ikincisinde, Türkiye dahil 13 ülkede üretilen ünlü markalara ait 78 ürünü inceledi.
Bunların üçte ikisinin “Nonilfenol Etoksilat” adında bir kimyasal madde içerdiğini tespit etti.
Hormonal dengesizliğe yol açtığı bilinen bu maddeye en fazla Filipinler’de üretilen Converse tişörtünde rastlanılmış.
ADİDAS, NİKE VE PUMA’YI İZLİYOR
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2011
BAŞLIK için esin kaynağım Milliyet Cumartesi ve Pazar eklerinin sorumlusu Deniz Alphan’ın yeni piyasaya çıkan “Mutfakta Erkek Var” kitabı. Deniz Alphan, aralarında Tuğrul Şavkay ile Arman Kırım’ın da bulunduğu 29 erkeğin mutfaktaki becerilerini kaleme almış.
Ortaya eğlenceli, harika bir kitap çıkmış.
Erkeklerin mutfakta hayal güçleri azımsanmayacak kadar geniş.
Ferhat Boratav’ın pancar çorbasını, Ferhan Özpetek’in sarmısaklı spagettisini mutlaka deneyeceğim.
Mutfakta erkeklere artık sık rastlıyoruz, şaşırmıyoruz ve hatta bayılıyoruz.
Gebze’de bir Ar-Ge merkezinin başında bir Hintli ise “mutfaktaki erkeğin” aksine pek sık rastlamadığımız bir şey.
O yüzden Bilim İlaç Genel Müdürü Dr. Erhan Baş, Gebze’de, 4 bin 500 metrekarelik laboratuvara sahip Ar-Ge merkezinin başında Dr. Chadrashekhar Mainde adında bir Hintli’nin olduğunu söyleyince ilgimi çekti.
Hindistan ilaç Ar-Ge’sinin son derece gelişmiş olduğu bir ülke.
Dolayısıyla Türkiye’de ilaç sektörünün en büyük Ar-Ge merkezine sahip olan Bilim İlaç’ın merkezde çalışan 110 kişinin başına bir Hintli’yi getirmesi mantıklı geliyor.
Dr. Mainde’nin performansından son derece memnun olduklarını belirten Dr. Baş’a Bilim İlaç’ın kaç patent sahibi olduğunu sorduk.
16-17 civarında olduğunu öğrendik.
Küreselleşen ekonomide dünyanın neresine giderseniz gidin, Dr. Mainde gibi konusunun uzmanlarına daima ihtiyaç var.
Hem gelişmiş, hem gelişmekte olan ülkelerin kapıları Dr. Mainde gibilerine daima açık.
Sokaklarda işportacılık yapan Afrikalı göçmenleri ise kimse istemiyor.
Günümüzün acı gerçeklerinden biri de bu.
Samsun dünya üçüncüsü
GEÇENLERDE bu sütunda yer alan, “Sağlık sektörünün en büyük Ar-Ge Merkezi Hollanda”da yazım üzerine Samsun Makine Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Gürkan bir e-posta göndermiş.
Samsun ile ilgili önemli bir haber veriyor Gürkan e-postasında.
Meğer Samsun Makine Mühendisleri Odası iki yılda bir Samsun’da “Ulusal Tıbbi Cihazlar Kongresini ve Sergisi”ni düzenliyormuş.
Gürkan’ın verdiği bilgiye göre, kongrenin dördüncüsü bu yıl 23-24 Eylül tarihlerinde.
Niye Samsun?
Kadir Gürkan, “Samsun Türkiye’nin bir numaralı cerrahi aletler üretim üssü. Almanya-Tutlingen ve Pakistan-Sailkot’tan sonra dünyanın üçüncüsü” diyor.
Türkiye’de faaliyet gösteren 40 bin KOBİ arasında 181 tanesi tıbbi cihaz, hassas ve optik alet üretiyormuş.
Tüm okurlara mutlu ve huzurlu bayramlar diliyorum.
Alzheimer’a aşı yolda
BİLİM İlaç Genel Müdürü Dr. Erhan Baş ile bir öğle yemeğinde bir araya gelmemizin nedeni şirketin “sürdürülebilir kalkınma” adına yaptığı çalışmalar.
Son olarak “Küresel Raporlama Girişimi”nden (GRİ) sürdürülebilirlik ve kurumsal sosyal sorumluluk alanlarında “aferin” alan Bilim İlaç, 2010 yılı sonunda kutu başı elektrik tüketiminde yüzde 9.5, doğal gaz tüketiminde ise yüzde 9.95’lik bir azalma sağlamış.
Şirket, öğle yemeğine katılan biz gazetecilerin yarattığı karbon izini silmek için İsviçre merkezli “MyClimate” adındaki kurumun yenilenebilir enerji projelerine kaynak aktarmış.
Elimizde bununla ilgili bir sertifika var.
Yeni trend şu:
Araba ya da uçak yolculuğuyla dünyayı kirlettiğin anda bir şekilde bunun bedelini ödeyebiliyorsun.
Bana sorarsanız bedeli filan unutun en iyisi karbon izinizi ne yapıp yapıp en aza indirin.
Söz kurumsal sorumluluktan açılmışken Bilim İlaç’ın Alzheimer hastalarının yakınları için oluşturdukları çağrı merkezi 3. yılında.
Hastalarına nasıl davranacaklarını öğrenmek isteyenlere yol gösteren Alzheimer Çağrı Merkezi bir aşama sonra hastalara hemşire hizmeti de veriyor.
Çok sevdiğim kapı komşumun genç yaşında bu hastalığa yakalanması nedeniyle bu hastalığın hasta yakınları için ne kadar zor olduğunu biliyorum.
Bilim İlaç, 21 Eylül Alzheimer Günü nedeniyle Mersin Üniversitesi’yle birlikte yürüttüğü çalışmayı da duyuracak.
Dr. Baş bu arada iyi haberi de verdi.
Alzheimer aşısı büyük bir olasılıkla 2012 yılında da piyasaya çıkacak.
Yazının Devamını Oku