Prodom şarapseverler arasında efsane bir marka. Diğer şarap markalarına göre pek yeni. Latincede anlamı, sıkılmış üzümden ilk çıkan kaliteli su.
Prodom markasının arkasındaki isim Aydın’da tam 102 yıldan beri kömür madenleri işleten Atay ailesinin dördüncü kuşak üyelerinden Mehmet Atay. Nereden nereye diyecekseniz?
Atay Holding Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Atay da zaten, “102 yıldır madencilik yapıyoruz kimsenin haberi yok. Yedi yılda şarap markamızı dünya tanıdı” diyor.
Atay ailesi, Aydın’da İngilizlerin terk ettiği kömür madenlerini işletme hakkını 1910’da almış. Ailenin elinde hâlâ Osmanlı Sultan Reşat’ın mührüyle verilmiş ‘işletme hakkı’ belgesi duruyor.
Atay ile geçenlerde Alaçatı’da buluştuk. Balıkesir’den Antalya’ya uzanan bir hat üzerinde kömür tedarikçisi olduklarını anlatı, Sibirya’dan da kömür ithal ettiklerini söyledi. Meğer Sibirya’nın kömürü Türkiye’dekinden çok daha kaliteliymiş. Kömür almaya sık sık Sibirya’ya giden Atay, kömürün tren ve yük gemisiyle Karadeniz’e ulaştığını, Trabzon ve Aliağa’daki tesislerde işlendiğini anlatıyor.
Şimdi şarap bu hikâyenin neresinde diyeceksiniz?
KÖMÜR MADENİ BAĞA DÖNÜŞTÜ
Mehmet Atay kömürü çıkarttıktan sonra maden sahalarını çıkan topraklarla yeniden kapatıyor ve üzerlerine zeytin ve incir ağaçları dikiyor. Sonra hızını alamıyor aynı bölgeye bağ kuruyor. “Doğadan aldığımızı doğaya vermek istedik” diyor Mehmet Atay.
Eti markasının alt başlığının “Lezzet Uygarlığı” olması da zaten bunun ipucunu veriyor.
Dolayısıyla Eti’nin Çekül Vakfı’yla birlikte Anadolu’nun “yerel lezzetlerini” ilköğretim çağındaki çocuklarına aktarmak istemesinden daha doğal ne olabilir?
Eti Şirketler Grubu Yönetim Kurulu üyesi Gülden Kanatlı Derbil ile Gaziantep’teyiz.
Dört günde, 65 bin kişinin ziyaret ettiği dünyanın en önemli çağdaş sanat fuarı Art Basel’i ziyaret bunu anlamaya yetti.
Sanat neden krizde değil diye soranlara uzmanlar kısa ve net bir cevap veriyorlar.
“Gelişmekte olan ülkeler çağdaş sanatın can simidi”.
Hong Kong üç yılda sanatın en önemli üçüncü pazarı haline gelmiş.
2011 yılında Çin müzayede açısından ABD’nin önüne geçmiş.
Asya’nın yanı sıra Körfez’den sanata büyük yatırım görüyoruz.
Örnek vermek gerekirse Katar son iki yılda çağdaşın en önemli alıcısı durumuna geldi
Sanat açısından şanslı yılımdayım. Dünyanın iki önemli büyük sanat fuarını kaçırmadım. Sonbahar aylarında Londra’daki Frieze ve 14 Haziran’da başlayıp dün sona eren 43’üncü Art Basel. Arada Contemporary İstanbul’u da unutmayalım.
36 ülkeden 300 galerinin 2 bin 500 sanatçıyla katıldığı Art Basel’da üç gün boyunca fuar alanını karış karış gezdim, Basel’daki diğer etkinlikleri de kaçırmadım elbette.
Tek üzüntüm Art Basel Fuarı’na bu yıl Türkiye’den hiçbir galerinin katılmamasıydı.
Yan etkinlik olarak düzenlenen Scope Fuarı’nda iki Türk galerisi vardı: X-İst ile Nişantaşı’ndaki çiçeği burnunda Linart.
Peki Art Basel’da bu yıl en çok ne konuşuldu? İngilizlerin ünlü galerisi Marlborough’un satışa çıkarttığı Rus asıllı Amerikalı sanatçı Mark Rothko’nun sarı ve turuncu renkli ‘İsimsiz’ tablosu en fazla konuşulan sanat eseriydi.
1970’da 66 yaşında intihar eden Rothko’nun tablosunun fiyatı dudak uçuklatacak cinsten: 78 milyon dolar. Art Basel’ı gezerken yanında özel bir güvenlikçi gördüğüm tek eserdi. Rothko’nun ‘Turuncu, Kırmızı, Sarı’ isimli tablosu da geçen ay New York Christie’s’de 87 milyon dolara satılmıştı.
PARAM OLSA OFILI’Yİ ALIRDIM
Yine Marlborough’a satılan bir Picasso’nun fiyatını merak ettim. ‘Silahşör ve Kızı’ adındaki tablonun fiyatı 7.8 milyon dolardı. Yani Rotkho Picasso’yu tam 10’a katlamış. Fiyat sorma oyunu hoşuma gidince hızımı alamayıp çeşitli ressamların fiyatını sormaya başladım. Bakın nasıl fiyatlarla karşılaştım...
Sevilen Magnesia Şaraphanesi’ne doğru yola çıkmadan önce, 70. yılını kutlayan Sevilen’in üçüncü kuşak sahiplerinden Enis Güner ile İsa Bey bağ evinde buluştuk.
Dedenin adını alan bağ evinde yetişen üzümlerden elde edilen Sauvignon Blanc şarabı geçtiğimiz aylarda İngiltere’de Marks&Spencer’da satılmaya başlanmış.
Londra Şarap Fuarı’ndan yeni dönmüş olan Enis Güner, birkaç gün sonra ABD’de Aspen’deki Yiyecek ve Şarap Fuarı’na gitmeye hazırlanıyor.
Londra fuarıyla ilgili ilginç gözlemi şu;
İstanbul’a bir düğünde karşılaştığı ortak bir dostumuz vasıtasıyla beni buldu.
1945 yılında kurulmuş olan Argonne Laboratuvarı 1990’lı yıllara kadar nükleer reaktörlerin geliştirilmesi üzerine çalışmış.
1990’lı yıllardan sonra temel bilimlere yönelmiş.
Argonne bugün maddenin temel yapısının araştırıldığı dünyanın önde gelen laboratuvarından biri.
İstanbul’daki Dünya Ekonomik Forumu’nun en ateşli oturumlarından biri ‘Euro Bulmacasını Çözmek’ti. Euro’nun durumu bulmacadan ziyade zorlu bir cebir denklemi.
Yunanistan Euro’dan çıkar mı? Çıkarsa Euro bölgesi krize sürüklenir mi? Kriz önce İspanya’yı vurur mu?
Aralarında eski Yunanistan Maliye Bakanı Yorgo Papakonstantinu’nun da olduğu panelistlere üzülmedim değil. Çık çıkabilirsen bu karmaşık durumun içinden. Yunanistan felakete sürüklendi diyelim. Arkasından İspanya, İtalya, Portekiz ekonomileri patır patır dökülürse ne olacak?
Panelde siyasiler, bankacılar ve nedense medya topa tutuluyor. Siyasileri ve bankacıları anlayabilirim ama neden medya? İspanya’nın başına çorap örenleri ortaya çıkardı diye mi? Bu ülkenin iflasın eşiğine sürüklenmesinde büyük payı olan inşaat sektörü ve özellikle Valencia eyaletinde olup bitenler bir süreden beri medyanın dilinde.
AIRBUS YERİNE TAVŞANLAR
Valencia’da başrolde iki kişiyi görüyoruz: Biri Valencia bölgesel parlamentosunun 2003-2011 arasındaki başkanı Francisco Camps, diğeri iktidardaki Halk Partisi’nin Castallon de la Plana Başkanı Carlos Fabra.
Son noktayı koyan iki isim verebilirim.
Bunlardan biri Avrupa Bakanı Egemen Bağış, diğeri Tunus Başbakan Yardımcısı Ridha Saidi. DEF’in “Değişim Sürecindeki Bölgeler - İşbirlikleri” başlığı altındaki son panelinin konuşmacısı olan Bağış, Türkiye’ye “model” yerine “esin kaynağı” olarak bakılmasının daha uygun olacağını söylüyor.
“Arap Baharı’ndan Sonra - Yeni Jeopolitik Durum” panelinde Ali Babacan, Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir ile platformu paylaşan Saidi “model” iddiasıyla ilgili daha net konuşuyor.
“Biz Tunus’ta İslami entellektüalizmin yerleşmesine çalışıyoruz. Her ülke kendi koşullarına, kendi kültürüne göre yolunu bulur. Türkiye bizim için model olamaz. Ekonomi deneyiminde belki kendimize göre bazı şeyleri uyarlayabiliriz” diyor.