“Nabucco out, Irak in” diye özetleyebileceğim mesaj yeni enerji boru hatlarının, yeni işbirliklerinin de ipuçlarını verdi.
İstanbul’daki DEF toplantılarının organizasyonunda emeği geçen Cüneyd Zapsu’nun moderatörlüğündeki panelde hem petrol ve doğal gaz üreten ülkelerin temsilcilerini, hem Türkiye, İtalya gibi enerjide dışarıya bağımlı ülkelerin temsilcilerini dinledik.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın da katıldığı panelde “Nabucco out, Irak in” mesajını kanımca şu iki kişi verdi:
Dün gece Doğuş’un sponsorluğundaki açılış resepsiyonuyla başlayan Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrasya forumunun programı bugün ve yarın oldukça yoğun.
DEF’in açılış konuşması saat 11.00’de Başbakan Erdoğan tarafından yapılıyor.
Daha sonra, Tayland’da Güney Asya Dünya Ekonomik Forumu’ndan ayağının tozuyla gelen DEF CEO’su Klaus Schwab Başbakan Erdoğan ile bir söyleşi yapacak.
Davos’taki ünlü “one minute” vakasından sonra Schwab ile Erdoğan ilk kez aynı platformu paylaşıyorlar.
Esasında futbolun dışında aşırı tutkun olduğumuz bir spor var mı yok mu bilmiyorum.
Türkiye’de tenis ilk kez 1900 yılında burada yaşayan İngilizler tarafında oynanmış.
Tenis Federasyonu’nun kurulma yılı 1923.
Sanat tarihçisi Prof. Dr. Gül İrepoğlu’nun haziran ayında çıkacak ‘Osmanlı Saray Mücevherleri’ kitabı padişahlara uzanan bu mücevher tutkusunu mercek altına alıyor.
Kitabın alt başlığı da ‘Mücevher Üzerinden Tarihi Okumak’.
“Mücevher her dönemin eğilimlerinin, beğenilerinin en sofistike göstergesi” diyor. Hangi mücevherde hangi taş kullanılmış ya da kimin tarafından tasarlanmış gibi sorular o dönemin panoramasını sunuyor İrepoğlu’na göre.
Osmanlı döneminin en ihtişamlı dönemi 16. yüzyıl ‘renkli taşların’ dönemi. Yakut, zümrüt, firuze en gözde taşlar. Kanuni Sultan Süleyman bu taşları sorgucunda olduğu kadar kemerinde günlük eşyalarında da kullanmış. Gül İrepoğlu, “O dönemde her eşya bir mücevher” diyor. Lüksün nasıl genlerimize işlediğini gösteren anlamlı bir cümle.
DÜŞÜŞ DÖNEMİNDE ABARTILI ELMAS
İhtişam II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ile devam ediyor. Sultanahmed Camii’ni yaptıran I. Ahmet, caminin mimarı Sedefkâr Mehmed Ağa’ya aynı konseptte taşlarla bezeli bir taht yaptırıyor.
16. ve 17. yüzyıldan sonra düşüşün başladığı 18. yüzyıldaysa abartılı bir şekilde elmas ve pırlanta kullanılıyor. Buna dair Gül İrepoğlu’nun ilginç yorumu şöyle: “Düşüş dönemini, basmakta olan karanlığı kapatmak ister gibi parıltılar saçan taşlar fazlasıyla bol kullanılmış.”
Sağlık Bakanı Akdağ’dan, yasanın haziran ayında Bakanlar Kurulu’na yetişeceğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Aynen 4+4+4 eğitim yasası gibi jet hızıyla Meclis’ten geçeceğinden hiç kuşkum yok.
Meclisteki kulaklar, bu ülkedeki kadınların kendi bedenleri üzerindeki söz haklarına, “kürtaj yasaklanırsa merdiven altına iner” “kadın ölümleri artar” diyenlere, kadın örgütlerinin çağrılarına, bilim insanlarının tepkilerini sağır kalacak.
Günün birinde, hâlâ nasıl uygulanacağını bilemediğimiz 4+4+4 yasası gibi bir yasayla uyanacağız.
Cinayet işleyenlerin vicdanlarının sızlamadığını da eklemişti.
Sultanahmet’teki Bizans Sarayı’nın kalıntıları üzerine yükselen otel de bir cinayetti.
Türkiye büyürken, İstanbul “kentsel dönüşüme” kayıtsız şartsız boyun eğerken kamu eliyle, ya da özel sektör eliyle bu cinayetler çoğalıyor.
Zengin tarihimize ve kültür mirasımıza sahip çıkanların sayısı ise yazık ki işlenen cinayetlere göre pek az.
Daha Cumhurbaşkanı Gül’ün Silikon Vadisi’ndeki ziyareti hesapta yokken çok önceden planlanmış bir buluşma.
Özmen bütçe dönemi yüzünden ofisten ayrılamamış ancak dört-beş kişilik ekibini ABD’ye yollamış.
Uzun yıllar yurtdışında çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönen Özmen potansiyelimizi kullanmak için teknolojinin en büyük silah olduğuna inanıyor.
Ama bu silah, yatırım olmadan işe yaramaz.
Microsoft Türkiye’nin geçen yıl yüzde 11 büyüdüğünü belirten Özmen, Türkiye’yi BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ile kıyaslıyor.
Verdiği örnekler çarpıcı.
Bu memlekette hâlâ milyonlarca kişi okuma-yazma bilmiyor.
AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) Başkan Yardımcısı Ayla Göksel’in verdiği rakama göre 3 milyonu aşkın kişi (bunların 2 milyon 700 bini kadın) okuma-yazma bilmiyor.
3.5 milyon insan da okuma-yazma biliyorum dese de elinde ilkokul diploması ya da başka bir belge yok.
Yani okur-yazarlıkları ne dereceye kadar geçerli belli değil.
Sonuçta okuma-yazma bilmeyenlerle az bilenlerin toplamı nereden bakarsanız bakın 6.5 milyon.Dünyanın 17. ekonomisi için karartıcı bir tablo.
Yılda 10 bin kişiye okur-yazarlık eğitimi veren AÇEV 2 yıldan beri bu işi yüz yüze yapmak yerine internet üzerinde nasıl yapılacağını ilişkin çalışmalar yapıyor.
Neticede Profesör Aydın Yücesan Durgunoğlu’nun başını çektiği uzmanlardan oluşan ekibin hazırladığı www.acevdeokuyaz.org sitesini hizmete sokuyor.