Fuat Bol

Atina ateşle oynuyor!

15 Ağustos 2020
Yunanistan kurulduğu günden beri, kendisini hep Batı’nın şımarık çocuğu olarak gördü ve öyle davrandı. Bu yüzden yaptığı ve yapmakta olduğu onca hataları, Batı tarafından görülmedi, görülmek istenmedi.

Batı’nın koruyup kolladığı Yunanistan hiçbir zaman kendi (bağımsız) olamamış ve hep onun-bunun teşvik ve tahrikleriyle hareket etmiştir.

Dün, İngiltere’nin teşvikiyle İzmir’e çıkmış, yıkılan Osmanlı’nın külleri üzerinden yapılan parselasyonda pay kapmak istemişti.

O çılgınlıkla Anadolu içlerine kadar gelmiş lakin o küllerin altında saklı cevheri (Türk’ün ruh kökünü) görüp hesap edememişti.

Türk’ün ruhu yeniden şahlanıp Yunan’ı önüne kattığında; teşvikçileri olan İngiliz amiral ve generalleri olayı seyretmekle yetinmiş, kaçan Yunan askeri ise soluğu Ege Denizi’nde alabilmiştir.

Yunanistan o günkü kullanışlı halinden bugün de vazgeçmiş değildir.

Zira o gün, İngiltere’nin himayesinde ayakta durabiliyordu, bugün de Almanya’nın (Merkel) sağladığı Euro’larla memurlarının maaşlarını ödeyebilmektedir.

Yunanistan bugün de kimden akıl(!) almışsa, kimin ya da kimlerin dolduruşuna geldiyse, Akdeniz’de en uzun kıyısı olan Türkiye’nin yetki alanını, Türkiye’nin kıta sahanlığını görmezlikten gelerek, haksız ve hukuksuz bir şekilde Mısır’la anlaşma yaptı.

Mısır’ın başına getirilen

Yazının Devamını Oku

Bunlar devlet mi?

12 Ağustos 2020
Cihan devletimizi yalnızca o gün oluşacak her bir parçasını sahiplenmek için paramparça etmediler. Her bir parçasından, daha sonraları kullanmak üzere sözde birer devlet(çik) oluşturup bu günlere taşıdılar.

Diğer bir deyişle, her birini bir çıban başı olarak bıraktılar; zamanı gelince patlatmak üzere...

Malum, günümüzdeki savaşlar vekâlet yoluyla, ya bu denli devletçikler kullanılarak ya da bir kısım terör örgütleri üzerinden yapılıyor.

Ortadoğu’daki petrol bölgesinde, birkaç kuyunun başına topladıkları irili ufaklı kabileleri devlet haline getirdiler. Gerçekte bunlar devlet değil, devlet süsü verilmiş uydu topluluklar.

Bunların başına geçirdikleri sözde liderler (şeyh, kral, başkan vb), kendilerini o göreve getiren Batılı efendilerinin sadık birer uşağıdır.

Batılı efendilerinin bunlardan istedikleri tek şey, kendilerine itaat etmeleridir. Batılının bunlarla ilgili asla bir rejim kaygısı yoktur. Ne şekilde idare edilirlerse edilsinler, yeter ki kendi sözlerinden çıkmasınlar.

Bu devletçiklerin ellerindeki petrolü Batılı şirketler çıkarıyor, işliyor ve dünyaya pazarlıyor. Mahut liderlerin her biri petrol milyarderidir. Lakin o uşak ruhlu halleriyle ne sahip oldukları(!) parayı ne de işgal ettikleri makamları taşıyabiliyorlar.

Hemen hepsinin parası, ABD’deki bankaların kasalarında adeta ‘rehin’ olarak duruyor.

Emperyalistler, onlardan yürüttükleri vekâlet savaşlarında

Yazının Devamını Oku

CHP arayışta!

10 Ağustos 2020
Nasıl arayışta olmasın ki? Çokpartili seçimlerin sağlıklı şekilde yapıldığı 1950’den beri geçen 70 senede 20 genel seçim yapılmış ve bunların hiç birinde tek başına iktidara gelememiştir.

İsminde ‘halk’ kelimesi olmasına karşın girdiği her seçimde halk tarafından sandığa gömülen bir parti arayışta olmayacak da kim olacak?

Bizce bu yenilgilerde iki temel etken var. Birisi, CHP’nin halka rağmen yaptıklarından dolayı çıkıp özür dilememesi ve bir diğeri de seçim kaybeden genel başkanlarının koltuğa yapışmalarıdır.

Cumhuriyet’in kurucu partisi, 70 yıl boyunca tek başına iktidara gelemiyorsa bir durup düşünmeli ve “Ben ne yaptım?” deyip muhasebesini yapmalı ve halkın her bir kesimine (dindarından gayrimüslime, Kürt’ten Türk’e, Alevi’den Sünni’ye vb) karşı yaptığı yanlışlardan, baskı ve zulümlerden dolayı çıkıp özür dilemelidir.

Aksi halde onun samimiyetinden kimse emin olmaz, olamaz. Olamadığı içindir ki tüm seçimlerde yüzde 25 bandında patinaj yapmaktadır.

Bakınız; geçen 50 yıl içinde tüm siyasileri ve bürokratları (asker-sivil) kandıran (Erbakan hariç) FETÖ’den dolayı yalnızca Sayın Erdoğan çıkıp “Aldatıldık, Allah ve millet bizi affetsin!” diye özür diledi.

Aynı Sayın Erdoğan, Cumhuriyet tarihi boyunca devletin yaptığı yanlışlardan dolayı da çıkıp devlet adına, hem sözlü ve hem de fiili olarak özür diledi.

Devletin fiili (eylem) özür dilemesi, yapılan fahiş hatalardan geri dönülmesi, gasp edilen hakların geri verilmesidir. (Cami ve kilise vakıflarının aslına rücu ettirilmesi ve Kürtlere haklarının verilmesi vb.)

Hizipler partisi CHP, şu anda

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin söyleyecek sözü var!

8 Ağustos 2020
Tarihte bizim kadar inişli çıkışlı ne bir millet var, ne de böyle bir milletin sahip olduğu devletler...

Cumhurbaşkanlığı Forsu’ndaki 16 yıldız tarihte kurulup yıkılan Türk devletlerini, ortadaki büyük güneş ise bunlardan 17.’si olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni simgeliyor.

16. devletimiz olan Osmanlı’yı yıktıklarında bizi öldü diye bıraktılar. Nitekim biz, yeni devletimizi Osmanlının külleri üzerine inşa ettik.

Lozan’la yeni devletimizin bağımsızlığını tanıdıklarında da şu değerlendirmeyi yaptılar: “Bundan böyle Türklerin en iyi hali, bizim (İngiltere) müsveddemiz olacaktır.”

Dedikleri gibi de yaptılar; zira ne Doğulu kalabildik ne Batılı olabildik.

Avrupalıların gözünde Türklerin dünyadaki yeri Orta Asya’dır. Nitekim AB kapısındaki halimiz ortadadır. Ne yaparsak yapalım, bizleri asla kendilerinden (Avrupalı) görmeyeceklerdir.

70 yıldır (üç nesil) Avrupa’da bulunan Türklere hangi gözle baktıklarını görün, ne demek istediğimizi anlarsınız. Biz kendimize ne kadar ‘Almancı’ da desek, onların gözünde hep ‘yabancı’yız.

Batı taklitçiliğinde elmalarla armutları birbirine karıştırdık. Ruh köklerimizden koparsak bizi alırlar sandık. Böyle yapanlarımız beterin beteri oldu, zira şahsiyetlerini büsbütün kaybettiler.

Türkiye’ye ziyarete gelen ve kati dönüş yapan gurbetçilerimizi düşünün. Başlarına geçirdikleri fötr şapkalarına taktıkları tüyle (Bavyera köylü şapkası) Alman cakası satarlar ama ne yaparlarsa yapsınlar, bizim gözümüzde sadece

Yazının Devamını Oku

Suçlu, ayağa kalk!

5 Ağustos 2020
Birey, toplum ve devlet planında başımıza ne gelmişse, hep had bilmezlikten, ayağımızı yorganımıza göre uzatmamamızdan, kendimizi dev aynasında görmemizden geldi.

İnsan boşuna afra tafra atıyor, işte gözle göremediği bir virüs çırpına çırpına ölmesine neden oluyor ve bunca teknolojik imkânla elinden bir şey gelmiyor.

Daha nezlenin ilacını bulamayan insana bu kendini beğenme ve başkalarına tepeden bakma hali yakışıyor mu Allah aşkına?

Dünya yaşlandıkça (aslında onu yaşlandıran, çığırından çıkaran biz insanoğluyuz, zira o kendi halindeyken her an yenilenip tazeleniyordu) hırçınlaşıyor ve adeta kendini bu hale getiren insanoğluna ihanet edip intikam alıyor.

Dengesini bozduğumuz tabiat da ister istemez bizim dengemizi bozuyor.

İnsanoğlundaki gafletin büyüklüğüne bakın ki ne tüm dünyayı kasıp kavuran pandemiden, ne de sürekli artmakta olan doğal afetlerden en ufak bir ibret almadan, eski tas eski hamam yoluna devam ediyor.

Eskiden bir cenaze çıkan köy veya mahallede bir hafta hüzün olurdu, şimdi ise onlarca, yüzlerce ve hatta birlerce cana mal olan doğal afetler bile vaka-yı adiyeden oldu. Ateş düştüğü yeri yakıyor, diğerleri duyup geçiyor ve kimsenin kılı kıpırdamıyor.

Şehirleri insanca yaşanır olmaktan çıkarıp beton yığınları haline getirdik. Dere yataklarını binalarla doldurduk. Selde, taşkında, şiddetli bir yağmurda suyun gideceği yer yok, önüne kattığını götürüyor.

Bu denli çarpık yapılaşmada vatandaşın bir kabahati varsa, devletin (belediye) bin kabahati vardır. Bütün bu kepazeliklerin yanında vatandaş yaptığı hatanın bedelini canıyla, malıyla ödüyor, lakin o kepazeliklere göz yuman veya imkân tanıyan belediye sorumluları(!) sefa sürmeye devam ediyor.

Yazının Devamını Oku

Sosyal medyaya çekidüzen

3 Ağustos 2020
TBMM’de kabul edilen kanunla nihayet sosyal medyayı içine düştüğü ‘gayya kuyusu’ndan çekip çıkarabileceğiz.

Bugüne değin başıboş kalan sosyal medyada küfür, hakaret, tehdit ve itibar suikastları gırla gidiyordu. Pervasızca sergilenen tüm bu kepazelikler yapanın yanına kâr kalıyordu.

İşte TBMM, kişilik haklarını koruyup isimsiz hesaplarla yargısız infazları önleyecek İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifini kabul ederek yasalaştırdı.

Kanunun neler getirdiğini Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı kamuoyuna duyurdu. Buna göre:

Bütün site için kapatılması sonucunu doğuran erişimin engellenmesi cezası yerine içeriğin çıkarılması kararı verilebilecek. Böylece haber alma özgürlüğü daha iyi korunmuş olacak. Karar en geç dört saat içinde yerine getirilecek.

Ayrıca sosyal ağ sağlayıcısı, yapılan başvurulara 48 saatte yanıt verecek. Bu zorunluluk yerine getirilmezse 5 milyon lira, içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararları uygulanmazsa 10 milyon lira idari para cezası verilecek.

Mahkeme kararları bildirimden sonraki 24 saat içinde uygulanacak. Uygulanmazsa doğan zararlar tazmin edilecek.

Sosyal ağ sağlayıcıları üç ay içinde kendilerine yapılacak ‘özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin engellenmesi’ başvurusuna 48 saat içinde cevap verebilmek için gerekli hazırlıkları yapacak.

Yine kanunla sosyal ağ sağlayıcılara (günlük erişimi bir milyondan fazla olanlara) Türkiye’de temsilcilik açma ve temsilci bulundurma zorunluluğu getirildi.

Yazının Devamını Oku

Bayram lakin...

1 Ağustos 2020
Bugün Kurban Bayramı’nın 2. günü lakin yurtdışından hacı kabul edilmeyen Kâbe mahzun, o mukaddes mekânın özlemiyle yanıp gidemeyen Müslümanlar mahzun ve Kâbe’nin sahibine adanan gözü yaşlı kurbanlar da mahzun.

Sebep elbette korona ama koronanın sebebi ne? Ayet-i kerimede cenab-ı Hak mealen “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allahü Teâlâ birçoğunu da bağışlar” (Şura-30) buyuruyor.

Müslümanlar Allah’ın evini ziyaret etmekten çekindikleri gibi, en yakın kardeş, evlat, ana-baba ve dostlar da birbirine gitmekten ve bir arada bulunmaktan korkup çekiniyorlar.

Şu son yüzyılda İslam âleminin haline bakın; Müslümanların maddede ve manadaki yüzkarası hallerinden başka ne görebilirsiniz?

Zillet halindeki kalabalıkların bayramı mı olur?

Olursa, böyle olur!

Müslümanlar, bu denli acınası hallere durduk yerde düşmediler. Art niyetli kimi köksüzler, Müslümanları bu hale dinlerinin düşürdüğünü söyleyip kurtuluşlarını dinden soyutlanmalarına bağlarlar.

Bu durum Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında da tartışıldı; zira İngilizler bize İslamiyet’i terk etmedikçe Batılı olamayacağımızı söylüyorlardı. İçimizdekilerden Mahmut Esat, Fethi Bey, Mustafa Necati, Dr. Rıza Nur gibi birçok kişi, bu şekildeki kanaatlerini dillendirdiler.

Halbuki Müslümanlar dinlerinin gereğini yaptıkları devirlerde en üstündüler, dünyaya adalet onların elleriyle dağıtılıyordu. Hakkı temsil ediyor ve mazlumların sığınağıydılar.

Yazının Devamını Oku

Yine Ayasofya!

29 Temmuz 2020
Ayasofya ibadete açıldı lakin etrafındaki tartışmalar bitmedi. Dikkat ettim de hiç kimse kitabın ortasından konuşmuyor, yazıp çizmiyor. Hemen herkes kendi bulunduğu yerden, kendi meşrep ve mezhebine (kendi yoluna) göre bakıp değerlendiriyor.

Neler demiyorlar ki... Kimi Cumhurbaşkanı’nın camideki Kuran-ı Kerim tilavetini laikliğe aykırı buluyor, kimi hutbeyi okuyan Diyanet İşleri Başkanı’nın elindeki kılıcı yadırgıyor, kimi bu işin Atatürk’le hesaplaşma olduğunu söylüyor, kimi bu işle Batı’dan tamamen koptuğumuzu ve bundan böyle sürekli Batı’nın hışmına uğrayacağımızı, kimi “Ayasofya’yı açtık da ne oldu? Karnımız mı doydu? Ekonomi mi düzeldi?”, kimi ülkedeki büyük sorunları örtmek için gündemi saptırmak için yapıldığı kabilinden her türlü tezviratı, pervasızca sergileyip dillendiriyor.

Bir insanın (kim olursa olsun) inancının gereğini yerine getirmesi (Kuran-ı Kerim okuması) laikliğe aykırı olmadığı gibi, bu hali laikliğe aykırı addetmek, laikliği anlamamanın veya laikliği din düşmanlığı şeklinde anlamanın dik âlâsı, son kertesidir.

Yurdumuzun muhtelif yerlerindeki bir kısım camilerde hatipler, hutbeye kılıçla çıkarlar. Dikkat edilirse bu kılıçlar sağ elle (dövüş için) tutulmaz, sol elle tutulur. Bu ise dosta güven verme anlamındadır. Örneğin Edirne’deki Eski Cami’de bu gelenek 6 asırdır devam etmektedir.

Atatürk idari bir kararla Ayasofya’yı müzeye çevirdi, çevirirken de tapusunu ‘cami’ olarak muhafaza etti. Niçin, hangi sebeple öyle yaptığını bilmiyoruz. Günümüzde ise Ayasofya mahkeme kararıyla aslına rücu ettirildi.

En iyimser tabirle, o günün şartları öyleydiyse, bugünün şartları da böyledir demek gerekmez miydi?

Ayasofya’nın müze yapılması kararı, Cumhuriyet’in temel ilkelerinden ve hatta değiştirilme teklifinin bile suç addedildiği maddelerden biri değildir ki, bu kararın ilgası Atatürk’le hesaplaşma olsun!

Atatürk’ün sayısız kararını İsmet İnönü değiştirdi; onunla hesaplaşmış mı oldu? Atatürk’ün, bugün yaşasaydı müzeye çevirdiği Ayasofya’yı aslına (cami) rücu ettirmeyeceğini kim iddia edebilir? Zira Cumhuriyet’in ilanından sonra (1923) on bir sene boyunca (1934’e kadar) cami olarak işlevine devam etti.

Kimse

Yazının Devamını Oku