Paylaş
İnsan boşuna afra tafra atıyor, işte gözle göremediği bir virüs çırpına çırpına ölmesine neden oluyor ve bunca teknolojik imkânla elinden bir şey gelmiyor.
Daha nezlenin ilacını bulamayan insana bu kendini beğenme ve başkalarına tepeden bakma hali yakışıyor mu Allah aşkına?
Dünya yaşlandıkça (aslında onu yaşlandıran, çığırından çıkaran biz insanoğluyuz, zira o kendi halindeyken her an yenilenip tazeleniyordu) hırçınlaşıyor ve adeta kendini bu hale getiren insanoğluna ihanet edip intikam alıyor.
Dengesini bozduğumuz tabiat da ister istemez bizim dengemizi bozuyor.
İnsanoğlundaki gafletin büyüklüğüne bakın ki ne tüm dünyayı kasıp kavuran pandemiden, ne de sürekli artmakta olan doğal afetlerden en ufak bir ibret almadan, eski tas eski hamam yoluna devam ediyor.
Eskiden bir cenaze çıkan köy veya mahallede bir hafta hüzün olurdu, şimdi ise onlarca, yüzlerce ve hatta birlerce cana mal olan doğal afetler bile vaka-yı adiyeden oldu. Ateş düştüğü yeri yakıyor, diğerleri duyup geçiyor ve kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Şehirleri insanca yaşanır olmaktan çıkarıp beton yığınları haline getirdik. Dere yataklarını binalarla doldurduk. Selde, taşkında, şiddetli bir yağmurda suyun gideceği yer yok, önüne kattığını götürüyor.
Bu denli çarpık yapılaşmada vatandaşın bir kabahati varsa, devletin (belediye) bin kabahati vardır. Bütün bu kepazeliklerin yanında vatandaş yaptığı hatanın bedelini canıyla, malıyla ödüyor, lakin o kepazeliklere göz yuman veya imkân tanıyan belediye sorumluları(!) sefa sürmeye devam ediyor.
Halbuki asıl katiller onlar; uygunsuz yerleri imara açanlar, uygunsuz yapılara iskân ruhsatı verenler, yerleşim yerlerindeki dere yataklarını ıslah etmeyenler ve bu yerlerdeki yapılaşmaya göz yumanlar hesap vermediği müddetçe bu devran sürüp gider.
Daha dün, herkesin gözleri önünde İstanbul’daki Basın Ekspres yolunda büyük bir sel felaketi yaşandı. Su TIR’ları gazete kâğıdı gibi buruşturup sürükledi. Onca suyun nereden geldiğini yetkililer hâlâ açıklamadı.
O zamanki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı dedi ki “Burası dere yatağıdır, yapılaşmaya asla müsaade etmeyeceğiz.”
Dedi ama tam tersini yaptı: Mevcut dere yatağında bir uçtan öbür uca gökdelenler dikildi. Üstelik bunların bir kısmı (Fatih Koleji vb) FETÖ’cülere yaptırılmıştı.
Nerede o belediye başkanı veya o imarları veren belediye yetkilileri?
1999 depreminde 17 bin insanımızı (resmi rakam) kaybettik, şehirlerimiz yerle bir oldu. Bir-iki yapımcı-yüklenicinin (müteahhit) dışında kim ya da kimlerden hesap sorulabildi?
Dünyanın çeşitli ülkelerinde bizim iki, üç hatta dört katımız şiddetinde depremler oluyor. Çok az maddi hasarla atlatıyorlar. Bizse her şeyimizle depremin altında kalıyoruz.
Hadi malımızdan vazgeçtik diyelim, bizim canımız bu kadar ucuz mu?
Üstelik yüksek kalitede inşaat yapım sektöründe, dünyada sayılı ülkeler arasında yer alıyoruz. Bu demektir ki istersek yapabiliyoruz.
Ee, neden yapmıyoruz?
Paylaş