Fuat Bol

Tarikat oyunları!

19 Ekim 2020
İttihat ve Terakki maceraperestleri, 1909’daki ihtilalle yalnız Sultan Abdülhamid’i tahtından alaşağı etmedi; ülkede var olan kurulu düzeni yıktı ve onun yerine ne getireceklerini bilememenin şaşkınlığı içindeydiler. Bu yüzden on seneye kalmadan koca bir imparatorluğu paramparça ettiler.

1911 yılına kadar, din adına öyle önüne gelen ahkâm kesemezdi, kitap yazıp fetva veremezdi.

Mesela eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in dedesi olan Mustafa Şükrü Efendi’nin de içinde yer aldığı, Sultan Abdülhamid’in ‘huzur hocaları’nın teşkil ettiği ‘Tetkik-i Müellefat Encümeni’, yayınlanacak eserlerin dine uygunluğunu denetlerdi.

Bu eserler, dine uygunsa yayınlanır, değilse yayınlanmalarına müsaade edilmezdi.

Bu kurul aynı zamanda, ‘Meclis-i Tetkikat-ı Şeriyye’, yani dini Danıştay görevini de yerine getirirdi. Sorulan dini sorulara, öyle kafadan, ezbere cevap verilmez; kaynak gösterilerek ve yazılı olarak cevap verilirdi.

1911 yılında İttihatçılar, şeyhülislamlık makamına bir masonu getirdiler, o da bu kurulları işlevleriyle beraber ortadan kaldırdı.

Bundan böyle isteyen istediği şekilde din kitabı yazabilecek ve basıp piyasaya sürebilecekti.

Öyle de oldu.

O günden itibaren her türlü gaye için, doğru-yanlış din kitabı yazılıp basıldı.

Yazının Devamını Oku

Macron’un herzeleri!

17 Ekim 2020
Fransa, liderlik yönünden en sönük ve kifayetsiz dönemini yaşıyor.

İçeride ve dışarıda, hemen her konuda ülkesine kaybettiren Emmanuel Macron, beceriksizliğinin şaşkınlığı içinde boyundan büyük laflar ediyor.

Geçen hafta ‘ulusa sesleniş’ konuşmasını yaparken “İslam sadece kendi ülkemizde değil, bugün dünyanın her yerinde kriz içerisinde olan bir din” dedi.

Sözde mahut krizin olumsuz etkilerinden korunmak için de başta İslami eğitim olmak üzere, İslami kurum ve kuruluşların yeniden yapılandırılıp sıkı denetime tabi tutulmalarını istediğini ve bu amaçla hazırlayacakları kanunu 9 Aralık’ta parlamentoya sunacaklarını söyledi.

Şu had bilmez kifayetsiz muhterisin küstahça yavelerine bakar mısınız?

Modernlik, medenilik, asrilik hukuku adı altında gelinen şu kepaze hale ne buyurulur?

Farzı muhal fert, cemiyet ve hatta devlet bazında bir kriz yaşanıyorsa, bunda sahip olunan dinin ne suçu vardır?

Başta İslamiyet olmak üzere, bütün semavi dinler ve hatta insan eliyle oluşturulan en ilkel dinler bile mensuplarını suç işlemekten korumak için ikaz ederler.

Şu halde krizde olan İslam ya da diğer dinler olmayıp,

Yazının Devamını Oku

Bu coğrafyanın kaderi!

14 Ekim 2020
Dün, üç kıta yedi iklimde hükümrandık. Bugün o görkemli imparatorluğumuzun külleri üzerinde yeşerttiğimiz Türkiyemiz de üç kıtanın kavşak noktasında, çok netameli bir coğrafyayı işgal etmektedir.

Çetin coğrafyanın ne olduğunu biz Karadenizliler çok iyi biliriz. Zira sahip olunan bir avuç arazinizde bile ayağa kalktığınızda, yuvarlanmamak için dik duramazsınız. Arazi öylesine meyillidir ki dengeyi sağlayabilmek için kontrollü olmak zorundasınız.

Düz arazide ayakta durmak için ayrıca bir efor sarf etmeye gerek yoktur ama meyilli (dik) arazide buna mecbursunuz.

Şu halde bu coğrafyada var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için çok daha güçlü olmalıyız.

Aksi halde ya uydu, kullanışlı olacağız ya da yutulup gideceğiz.

Geçen asrın başlarında bize bir kefen biçilmişti. Cihan savaşıyla imparatorluğumuzu kaybettik lakin Kurtuluş Savaşıyla biçilen o kefeni yırttık.

Yedi düvel (devlet) üzerimize çullandı; bize bırakmak zorunda kaldıkları şimdiki bu vatan topraklarını aralarında paylaşamadılar, akıllarınca dizayn ettiler ve geldikleri gibi gittiler.

Vaktiyle, Fransa imparatoru Napolyon Bonapart, “Bir gün dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu” demiştir.

Dünyaya başkentlik yapacak bir yeri elinde bulunduracak ülkenin güçsüzlüğü düşünülebilir mi? Daha açık ifadeyle, böylesine kıymetli bir yeri veya yönetimini güçsüz bir ülkeye bırakırlar mı? Böyle bir ülke dünyanın en güçlü ülkeleri arasında yer almak zorundadır.

Yazının Devamını Oku

Amerikan demokrasisi

12 Ekim 2020
Dünyaya nizamat (sözde düzenler) veren süper güç ABD demokrasisinin ne denli kırılgan olduğunu en yetkili ağızları itiraf ediyor.

Türkiye’ye “Demokrasilerde sandık her şey değildir” diyen ABD’nin kendisi, sandığa sahip çıkamamanın endişesini yaşıyor.

Zira Trump da Biden da seçimi hileyle kaybedebilecekleri inanç ve iddiasındalar.

Bize demokrasi dersi vermeye kalkışanların hali pür melalini görüyorsunuz; ne halkın önüne koydukları sandığa sahip çıkabiliyorlar ve ne de sandıktan çıkacak sonuca itimat ediyorlar.

Televizyon ekranına çıkan her iki adayın münazarasına değil, ağız dalaşına şahit olduk.

Allah’tan en ufak bir fikir çilesine sahip olmayan bu adamlar dünyayı idare etmiyor, edemiyorlar. Çünkü kendilerinin de ifade ettiği gibi, ABD başkanlarının idaredeki rolleri ancak yüzde 5 (yanlış okumadınız, yazıyla beş) dolayındadır.

Malum ABD, çeşitli milletlerin oluşturduğu bir göçmenler ülkesidir. Bu ülkede hemen her şeyi yönlendiren lobilerdir.

İki partinin (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) başkan adaylarını bile bu lobiler belirler.

İşte bu lobilerin en güçlüleri (finans, silah, Yahudi, Ermeni vb) ABD derin devlet mekanizmalarını, onlar da başkanları yönlendirir.

Yazının Devamını Oku

Eksen

10 Ekim 2020
Son yüzyılda dünyanın geçirdiği iki büyük savaşta, birincisinin sonucunda İngiltere, ikincisinin sonucunda da ABD ve Sovyetler dünyanın eksenini belirledi.

Güçlüydüler, galip geldiler ve kendi çıkarları doğrultusunda dünyayı parsellediler.

Tabiatıyla her iki parselasyonda da dünya, sömürü ve zulüm eksenleri üzerine oturtuldu.

Maddi ve manevi olarak en büyük zararı da mazlum milletler ve onların hamisi konumundaki Osmanlı, biz Türkler gördük.

Birinci savaş, imparatorluk nizamlarını (düzen) altüst etti.

Böylece devletimizle beraber dünya üzerinde kısmen de olsa var olan adalet düzenini de yıktılar.

Artık hak güçlünündü ve altta kalanlar ölmeye mahkûmdu.

Batı’da dün olduğu gibi bugün de ‘Türk’ korkusu hâkimdir. Asırlar boyunca, çocuklarını “Türkler geliyor!” diye korkuttular ve sürekli olarak “Türkler bizim şehrimizi (ülkemizi) ne zaman ‘istila’ (fetih) edecek” diye endişeyle beklediler.

Bu korku bugün de var ve bunu asla silemezsiniz.

Yazının Devamını Oku

Medeni dünyaya bak!

7 Ekim 2020
Batı emperyalizmi kurguladığı yeni dünya düzeninde işin kolayını buldu. Savaşın konseptini değiştirdi, kendi insanını ölüme atmamak için maşa kullanmaya başladı.

Bunun için de vesayet savaşını model olarak seçti. Artık karıştırmak istedikleri ülkeleri, içlerinde oluşturdukları vesayet odakları vasıtasıyla kendilerine ram ediyorlar.

Zira ‘barış ve ittifak’ adı altında, kendilerine uydu yaptıkları ülkelere istedikleri kadar Truva atı yerleştirerek zaman kolluyorlar. Çizgiden çıkmak isteyen ülkelerdeki mahut odakları harekete geçirerek emellerine kavuşuyorlar.

Yeni dünya düzeninde güçlünün yanında yer al, onun emrinden çıkma; işlemekte olduğun suçların bir kıymeti yok.

İşte Suudi Arabistan veliahtı, dünyanın gözleri önünde bir gazeteciyi hunharca öldürttü, Türkiye’nin dışında tüm dünya sessiz kaldı. Ama görmezden gelinen bu olaydan sonra Suudi Arabistan devleti, ABD’nin sadık bir köpeği oldu.

O veliaht görevde olduğu müddetçe bu sadakat devam edecektir, etmek zorundadır.

BAE’nin başındaki kişi de Batı’nın maşası olarak Orta Doğu’daki terör örgütlerini finanse ediyor. Kimsenin çıtı çıkmıyor.

Mısır’ın başındaki modern(!) Firavun, sivil halkın üzerine bombalar yağdırarak üç bin masum insanı katlediyor; yetmiyor, önceki seçilmiş başkanı tıktığı hapishanede çürütüp öldürüyor. Yine çıt yok.

Suriye devletinin başındaki cani, sivil halkını varil bomlarıyla katlediyor; ülke insanının yarıya yakın nüfusu (on milyon) sığınmacı olarak perişanlığı yaşıyor. Bu insanlar Türkiye’nin dışında kimsenin umurunda değil.

Yazının Devamını Oku

Ocak kızıştı!

6 Ekim 2020
Osmanlı yıkıldıktan sonra Türk ve İslam dünyası kapanın elinde kaldı.

Bunlardan yalnızca Türkiye destansı bir milli mücadele vererek ayaklarının üzerinde durabildi. Lakin müstevliler onu da rahat bırakmadı; uyanıp kendine gelmemesi için sürekli kontrol altında tutuldu.

Sözde müttefik olarak NATO’ya alındı ancak sürekli oksijen çadırında tutularak ne olmasına ne de ölmesine müsaade edildi.

Hepsinden önemlisi, Türkiye adeta bir fanus içine hapsedildi ve asla diğer Türk kardeşleriyle ve inanç birliği içinde olduğu İslam ülkeleriyle görüşmesine müsaade edilmedi.

Bu zulüm tam 70 sene (1920-1990) sürdü. Sovyetlerin yıkılışıyla peş peşe bağımsızlıklarını ilan eden Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerini ilk tanıyan, kardeş özlemiyle yanıp tutuşan Türkiye oldu.

Sevinç çığlıkları atan merhum Özal, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan bir Türk dünyası olduğunu ve önümüzdeki 21. asrın Türk asrı olacağını” tüm dünyaya haykırdı.

Her an pusuda bekleyen düşman, Türk uyanışından çok korktu. İç ve dış müdahalelerle onları perişan etmenin gayretine girişti. Hedef tahtasına da Türkiye ve onunla diğerleri arasında fiziki irtibatı sağlayan en yakın (sınırdaş) ülke olan Azerbaycan’ı oturttular.

İlk katliam 25 Şubat 1992’de Hocalı şehrinde, Sovyetler ordusuna bağlı 366. Motorize Piyade Alayı’nın desteğindeki Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından sivil halka yapılmıştır. (1300 şehit)

1994 yılına değin süren bu savaşta Azerbaycan hazırlıksız yakalanmıştı. Ermenistan’ın yanında ise başta Sovyetler, daha sonra Rusya (hem askeri birlik ve hem de silahlarıyla), Fransa, İran, Yunanistan ve ABD vardı.

Yazının Devamını Oku

Koalisyonun başka çeşidi

5 Eylül 2020
Cumhurbaşkanı seçilmek için oyların yüzde 50 artı 1’ini almak şart ve bunu da bir partinin tek başına temin edebilmesi son derece güç olduğuna göre, önümüzdeki seçim dönemlerinde de ittifaklar kaçınılmaz görünüyor. 

Bu durum Meclis’te grubu bulunsun bulunmasın ve hatta milletvekili olmayan küçük partilerin bile kıymetini arttırıyor.

Bu aynı zamanda bolca siyasi parti kurulmasının da önünü açıyor. Halbuki başkanlık sistemlerinin sağlıklı işleyebilmesi için iki, bilemediniz iki buçuk partiye ihtiyaç var.

Bizde olduğu gibi çokpartili başkanlık sistemi ise ister istemez konsensüsü, bir nevi koalisyonu zorunlu kılıyor. Parlamenter sistemde koalisyon, seçimlerden sonra oluyordu, şimdiki cumhurbaşkanlığı sisteminde de seçimlerden önce koalisyon (ittifak) oluşuyor. Malum, parlamenter sistemde koalisyonlardan çok çekmiştik.

Zira ‘yönetimde istikrar’ı sağlayacağız diye başvurduğumuz koalisyon hükümetleriyle yalnızca bakanlıkları değil, devlet bankalarını bile koalisyon ortakları arasında pay etmiştik.

Bankaları batırıp ekonomiyi dibe vurdurunca da bırakıp kaçmıştık! Uygulamakta olduğumuz başkanlık modelinde, bakanların bile dışarıdan atandığı bu sistemin ne getirip ne götüreceğini hep beraber göreceğiz.

Ama görünen o ki daha şimdiden eski sistemin özlemini duyanlar var. İşin tuhafına bakın ki, vaktiyle, Başkanlık sistemi gelsin diyenler ve bunu kuvveden fiile çıkaranlar, bugün yeni partilerle ve üstelik eski sistemin hayaliyle siyaset yapmak iddiasındalar.

Utanmadan sıkılmadan eski sisteme dönülmesi için siyaset yapacaklarını söylüyorlar.

Ayol! Ülkeyi bu sisteme sizin imzalarınız taşımadı mı? Millet sizin hangi halinize inanacak?

Yazının Devamını Oku