Paylaş
Neler demiyorlar ki... Kimi Cumhurbaşkanı’nın camideki Kuran-ı Kerim tilavetini laikliğe aykırı buluyor, kimi hutbeyi okuyan Diyanet İşleri Başkanı’nın elindeki kılıcı yadırgıyor, kimi bu işin Atatürk’le hesaplaşma olduğunu söylüyor, kimi bu işle Batı’dan tamamen koptuğumuzu ve bundan böyle sürekli Batı’nın hışmına uğrayacağımızı, kimi “Ayasofya’yı açtık da ne oldu? Karnımız mı doydu? Ekonomi mi düzeldi?”, kimi ülkedeki büyük sorunları örtmek için gündemi saptırmak için yapıldığı kabilinden her türlü tezviratı, pervasızca sergileyip dillendiriyor.
Bir insanın (kim olursa olsun) inancının gereğini yerine getirmesi (Kuran-ı Kerim okuması) laikliğe aykırı olmadığı gibi, bu hali laikliğe aykırı addetmek, laikliği anlamamanın veya laikliği din düşmanlığı şeklinde anlamanın dik âlâsı, son kertesidir.
Yurdumuzun muhtelif yerlerindeki bir kısım camilerde hatipler, hutbeye kılıçla çıkarlar. Dikkat edilirse bu kılıçlar sağ elle (dövüş için) tutulmaz, sol elle tutulur. Bu ise dosta güven verme anlamındadır. Örneğin Edirne’deki Eski Cami’de bu gelenek 6 asırdır devam etmektedir.
Atatürk idari bir kararla Ayasofya’yı müzeye çevirdi, çevirirken de tapusunu ‘cami’ olarak muhafaza etti. Niçin, hangi sebeple öyle yaptığını bilmiyoruz. Günümüzde ise Ayasofya mahkeme kararıyla aslına rücu ettirildi.
En iyimser tabirle, o günün şartları öyleydiyse, bugünün şartları da böyledir demek gerekmez miydi?
Ayasofya’nın müze yapılması kararı, Cumhuriyet’in temel ilkelerinden ve hatta değiştirilme teklifinin bile suç addedildiği maddelerden biri değildir ki, bu kararın ilgası Atatürk’le hesaplaşma olsun!
Atatürk’ün sayısız kararını İsmet İnönü değiştirdi; onunla hesaplaşmış mı oldu? Atatürk’ün, bugün yaşasaydı müzeye çevirdiği Ayasofya’yı aslına (cami) rücu ettirmeyeceğini kim iddia edebilir? Zira Cumhuriyet’in ilanından sonra (1923) on bir sene boyunca (1934’e kadar) cami olarak işlevine devam etti.
Kimse Atatürk’ün arkasına saklanıp ahkâm kesmesin, Atatürk de vermiş olduğu kararları değiştirmiştir. Hem de akşamdan sabaha...
Sayın Erdoğan’la aynı davayı güttüklerini iddia eden bir kısım zevat -ki bunların bir kısmı milletvekili, komisyon başkanı ve bakan olmuş kişilerdir- bugün ayrı kulvarda olup güdülen davaya ihanet ediyorlar. Çünkü o davanın içerisinde Ayasofya’nın ibadete açılması ideali de vardı.
Bu ideal bugün gerçekleşiyor, bunlarsa “Türkiye’nin ağır sorunlarını örtmek için Ayasofya ibadete açılıyor” diyebilecek kadar küçülebiliyorlar. Oysa milletimizin 86 yıldır özlemle beklediği bu açılışı aklı başında her Müslüman, bir yeniden diriliş olarak görüp değerlendiriyor.
Herkese ve hele kinleri dinlerinin önünde olan malum kişilere tavsiyemiz, içimizde bir Hıristiyan olarak doğup büyümüş Markar Esayan’ın şu yazısını okumalarıdır. Utanacak yüzleri varsa, belki ibret alırlar ve en azından susarlar:
“(...) Ama sanırım bu konu sadece dini bir konu değil. Sanırım bu muhteşem ibadethanenin Osmanlı’nın bir cihan imparatorluğu olduğunu göstermesi bakımından bir anlamı vardı. Müze yapılmasıyla Türkiye’nin bu iddiasından vazgeçtiği, Batı dünyasına boyun eğdiği de anlaşılmaktadır.
(...) Türkiye’de de bu açılışın ikinci fetih diye algılanması sanırım bundan. Ezilmiş, hor görülmüş, mühendisliklerden geçmiş bir kimliğin yeniden tarihe dönüşü gibi. Öte yandan sekülerler konuyu tam bir noktaya oturtmamış gibiler. Laiklik elden gitti mi, Atatürk devrimleri çöpe mi atıldı, tüm bu semboller neye işaret ediyor, endişe ile anlamaya çalışıyorlar.
(...) Evet, Türkiye güçlenmeseydi bu adımı atamazdı. Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız olan varsa, Ayasofya’nın açılmasından da olabilir. Eğer IMF’ye onlarca milyar dolar borcumuz olsa, uyduruk heronları hâlâ İsrail’den alıyor olsak, Ayasofya’yı açamazdık. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarının içi rahat olsun. Yaşanan bir hakkın teslimi, bir hatanın tashihidir. Hayırlı olsun.”
Paylaş