Fuat Bol

Batının piyonu Yunanistan

21 Nisan 2021
Yunanistan tam 450 sene Osmanlı (Türk) egemenliği altında yaşadı. Bu denli uzun süre esnasında, Yunanlılar maddi ve manevi değerlerinden hiçbir şey kaybetmeyerek bu günlere geldiler.

Osmanlı, imparatorluk dahilindeki tüm unsurlara olduğu gibi Rum asıllı vatandaşlarına da hoşgörülü davrandı. Böyle davranmak zorundaydı. Zira dinleri (İslamiyet) bunu gerektiriyordu. Her Müslüman bilir ki, kul hakkı çok büyük günahtır; gayr-i Müslim hakkı Müslüman hakkından daha mühimdir.

İslamiyet, inansın veya inanmasın veya neye inanırsa inansın; hiç kimsenin canına, malına, ırzına, diline ve dinine karışmaz, karışılmasına asla müsaade etmez.

İslamiyet’in adaleti sayesinde, hem tüm değerlerini koruyup geliştirdiler ve hem de, Osmanlı korumasında kalarak, farklı Hıristiyan mezheplerinin saldırılarından emin oldular.

1789’daki Fransız İhtilali’nden sonra, dünyadaki dengeler değişti. Milliyetçilik fikri, imparatorlukları temelinden sarstı ve sonunda, hepsini yıktı.

Yunanlılar, 1821 Mora isyanını, Batılı ağababalarının teşvik ve desteğiyle başlattı ve bağımsızlıklarını ilan ettiler. Girit’in de ilhakından sonra, Osmanlı’ya kafa tutacak hale geldiklerini sanıp savaş açtılar (1897).

Osmanlı üst üste meydan muharebeleri kazanıp Atina kapılarına dayanır lakin her zamanki gibi Batılı efendileri imdadına yetişir ve Osmanlı’ya “Dur!” derler. Ve maalesef yine her zamanki gibi, sahada kazanan Osmanlı’ya masada kaybettirilir.

Yenilmesine rağmen bir şey kaybetmeyen Yunanistan şımardıkça şımarır ve sonunda, bütün Balkan milletlerinde isyanlar sökün eder; uğursuz Balkan Savaşı patlar.

Padişah

Yazının Devamını Oku

Bir Özal vardı diyeler

19 Nisan 2021
Merhum Turgut Özal, demokrasi tarihimizin önemli kilometre taşlarındandır. Öyle ki Türkiye demokrasi tarihi, Özal’dan önce ve Özal’dan sonra diye anılsa yeridir.

Özal öncesi Türkiye’deki demokrasi vesayetle hastalıklıydı; Menderes de Demirel de bu hastalıklı yapıyla mücadele etmek istedi lakin bunun bedelini biri canıyla, diğeri sürekli iktidardan alaşağı edilmekle ödedi.

Özal’ın bu iki mücadeleci liderden farkı, onlara bir adım attırılmazken Özal’ın biraz olsun mesafe kaydedebilmesidir. Onlar vesayet burcundan tek tuğla dahi sökemezken Özal, o burcu temellerinden sarstı.

Bir bakıma, gelecekte vesayeti yıkacak liderin önünü açtı.

Özal mühendisti; yaptığı görevler itibariyle özel sektörü de devleti de yakından biliyordu.

Hem sivil ve hem de askeri yönetimlerde, devletin en etkili makamlarında bulunmuştu.

Vesayetle mücadeleye temelden girişti; 141, 142 ve 163. maddeleri kaldırarak düşünce ve fikir hürriyeti ile inanç hürriyetinin önündeki engelleri kaldırdı. Bu denli engellerin kaldırılmasının ne manaya geldiğini bu günkü nesiller bilmez, bilemez.

Şu kadarını söyleyelim: düşüncenin ve onu ifade etmenin suç olduğu bu ülkede düşünen adamın heykelini tımarhaneye, kendisini hapishaneye koyuyorlardı (Nâzım Hikmet).

Düşünen adam heykelinin akıl hastanesi bahçesine dikildiği bir ülkeden düşünür çıkar mı?

Yazının Devamını Oku

Darbeli demokrasi!!!

17 Nisan 2021
Darbe ile demokrasi birbirine zıt iki kelimedir; birinin olduğu yerde diğeri bulunamaz.

Lakin demokrasiyi (!) bize reva görenler, belli ki onu matkapla karıştırdılar ve kendileri daha tesirli olabilsinler, kendileri çalıp kendileri oynasınlar diye bize, darbelisini armağan ettiler!

Halbuki demokrasi ışıksa, darbe karanlıktır; ışığın yandığı an, darbe kaybolur, defolup gider.

Ama gelin görün ki, bizde peş peşe darbeler oldu ve demokrasi sırra kadem bastı.

Aklımızla nasıl alay ettiklerine bakın ki, bizde yapılan darbelerin gerekçesi, demokrasiyi hâkim kılmak içinmiş.

Darbe, hane halkının (milletin) kendisini düşmanlardan koruması için; yetiştirdiği, maaşa bağladığı ve ellerine silah verdiği güvenlik görevlilerinin; hanenin içişlerine bakıp, onların tutum ve davranışlarını beğenmeyip, sözde düzeltmek adına, silahlarını onlara doğrultmasıdır.

Faşist Hitler’in propaganda bakanı; “Ne kadar büyük yalan söylerseniz, o denli büyük kitleleri inandırırsınız!” derdi. En büyük yalanı, fısıltı ile yayarsanız, insanları gerçeğin ta kendisine inandırırsınız. Yani böylesine kesin inanırlar.

İşte bizde yapılan tüm darbelerin gerekçeleri, bu denli büyük yalanlardır.

Yaptıkları alçakça darbeyi,

Yazının Devamını Oku

Arınma ve bağışlanma ayı

14 Nisan 2021
Arınma ve bağışlanma ayı olan Ramazan’a kavuşmakla sevinçliyiz. Bütün ibadetler gibi oruç da, Rabbimizin kullarına attığı kement gibidir. Onunla, günahkâr kullarını temizler ve kendine çeker.

Müslim’de bildirilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Orucun dışındaki bütün amelleri, kuluma aittir. Oruç ise, bana aittir ve onun ödülünü ben vereceğim. Oruç bir kalkandır. Aranızda birisi oruçlu olduğunda, kavga yapmasın ve kızmasın. Birisi, kendisine sataşırsa veya kavgaya tutuşursa, ‘Ben oruçlu bir insanım’ desin. Oruçlunun iki sevinci vardır; orucu açtığında sevinir, bir diğeri de Rabbiyle karşılaştığında, oruç tuttuğu için sevinmesidir.”

Yine Müslim’de aktarılan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (aleyhisselâm) şöyle buyurur: “Cennette ‘Reyyan’ denilen bir kapı vardır. Kıyamet günü oruçlular oradan girecektir ve onlarla birlikte başka kimse girmeyecektir. Şöyle duyurulur: ‘Oruçlular nerede?’ Bunun üzerine oruçlular o kapıdan girerler. Sonuncu kişi girdiğinde, kapı kapanır ve bir daha kimse o kapıdan içeri girmez.”

Dikkat edilirse, kula ait bütün ibadetlerde yapmak vardır lakin Allah’ın kendine ait dediği oruç ibadetinde yapmamak vardır. Bu yüzden de orucun emsalsiz olduğu bildirilmiştir.

Allahü Teala çok merhametli olduğu için, bazı vakitleri değerli kılmış ve bu anlarda yapılan ibadetleri, günahkâr kullarının kurtuluşu için vesile yapmıştır.

Bunların başında da ramazan ayı gelmektedir. Bu ayda, bin aydan daha kıymetli Kadir Gecesi bulunmaktadır. Bin aydan daha hayırlı bu gecede ise, insanlığın, kıyamete değin kurtuluş reçetesi olan Kur’an-ı Kerim indirildi.

Müslümanlar, kendilerine sunulan bu rahmet ayını fırsat bilir; oruç tutar ve bolca ibadet ederek günahlarından arınır.

Evliyanın büyüklerinden Muyiddin ibn Arabi, Fütuhat-ı Mekkiyye’sinde, orucun sırları ile ilgili şu ince bilgileri verir: “Allah sana yardım etsin, bilmelisin ki oruç, (nefsi hazlardan) tutmak ve yükselmek demektir.”

Oruç diğer bütün ibadetlerden daha yüksek olduğundan, oruç (savm) diye isimlendirildi. Allahü Teala orucu, ibadetler arasında benzeri olmamakla yükseltmiştir. Kulları onu, ibadet olarak yerine getirse bile Allah orucu, kullarından düşürmüş ve kendine izafe etmiştir (mal etmiştir). Orucu tutanın ödülünü ise, kendi eliyle vermiş ve benzersizlikte kendisine katmıştır.

Yazının Devamını Oku

Diyalog masalı!

12 Nisan 2021
FETÖ, uluslararası bir casusluk şebekesidir. Amacı, başta Türkiye olmak üzere, topyekûn İslam âlemini ve mazlum milletleri, madde ve manalarıyla Batı’ya, Hıristiyanlığa peşkeş çekmektir.

Bu kirli iş için Türkiye merkez üs seçilmiş, şebekenin başına da F. Gülen adındaki iblis getirilmiştir. Sözde din adamı olan bu kişi, önceleri Türkiye’de yaygın olan Nurculuk perdesi ardına saklandı. Bilahare beklediği kalabalıkları etrafında görünce ondan da sıyrılıp kendi yolunda yürüdü ve tüm ufunetini kustu.

Şeyh uçmaz, mürit uçurur derler ya, satılmış bu habisi, düzenbaz bu iblisi de etrafında toplanan din cahilleri, uyuşturulmuş beyinler uçurdu. O da fırsatı kaçırmadı ve utanmadan kendini ‘kâinat imamı’ (ne demekse) ilan etti.

Papa’ya gidip yaltaklandı ve ondan kardeşlik adına icazet aldı. ‘Dinler arası diyalog’ toplantıları düzenleyerek, kepazeliklerini, sureti haktan gözükerek sergiledi.

Sinsi amacı, İslamiyet’i içinden bozup onu da tıpkı tahrif edilmiş Hıristiyanlık ve Musevilik gibi kuşa çevirmekti. Bu yolda ahmak, sorumsuz ve en ufak bir din gayreti bulunmayan, sözde ilahiyatçıları kullanıp çok mesafe aldı.

Bir kısım ilahiyatçılara, “Kuran’dan başka kaynak tanımayız” dedirterek, Peygamber’i ve O’nun sünnetini inkâr ettirdi. Bir kısmı ise daha da ileri giderek; “Kuran-ı Kerim tarihseldir ve Kuran’ın ayetleri Allah kelamı değildir, bunlar Peygamberin ifadeleridir” diyerek küfürlerini kustu.

‘Dinler arası diyalog’ ifadesi bile dinleri çığırından çıkarmak, onları birbirine kaynak yapmak, birbirine eklemek ve çıkarmak manası taşır. Ama gelin görün ki bu tuzak ifadenin bile kimse farkında olmadı.

Olmadığı gibi, yığınla ilahiyat profesörü, doçenti, doktoru bu tuzağa düştü. Bunlardan bir kısmı bilinçliydi zira F. Gülen iblisinin borusunu çalmaktaydı. Diğer büyük çoğunluğu ise gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olduklarının farkında bile değildi.

Koca Diyanet İşleri Teşkilatı bile neden sonra uyandı lakin ba’de harab-il basra!

Yazının Devamını Oku

Bu nasıl demokrasi?

10 Nisan 2021
Ta Tanzimat gününden (1839) tevarüs ettiğimiz, bürokratik oligarşiyi iliklerimize değin içselleştirdiğimizden olacak ki, kafa yapılarımızı demokrasiye bir türlü endeksleyemedik.

Bu hastalıklı halin temelinde halka karşı güvensizlik ve halka rağmen iş görmek kurnazlığımız yatmaktadır.

Bu toplumda, kendilerini seçkinci gören ve halka tepeden bakan zümrenin demokratlığı işte bu kadardır. Bunların partileri kazanırsa, yaşasın demokrasi, aksi halde; “Bu millet cezalandırılmalıdır!”, “Bu millet ne ki, seçtikleri ne olsun?”, “Millet hastadır, hastaya ilaç sorulmaz, zorla da olsa yutturulur!”; “Rüştünü ispatlayamamış bu millet, kendi başına bırakılamaz”; “Bu milleti kendi haline bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider!”; “Bu milleti, özlem ve beklenti içine sokmamak için, meşguliyetle tedaviye tabi tutmalıyız!”.

Batı, bizi bizden iyi tanıyor; senelerce uğraşarak bizi, her şeyimizle birlikte çözdü ve reçetemizi yazdı. Kısacası, nabzımızı ölçtüler ve o nabza göre şerbet veriyorlar.

O yüzden, bize reva gördükleri demokrasi şerbetlidir!

2. Dünya Savaşı’na kadar, Fransızların, Afrika’daki sömürgelerinden Paris’e gelip tahsil yapanların diplomalarına vurdukları bir mühür vardır. O mühürde şöyle yazar: “Bon pour l’Orient” (Doğu için iyidir). Yani bu diploma sömürgelerde ve doğu coğrafyasında geçerlidir. İşte Batı’nın bize biçtiği demokrasi modeli de, “Bon pour l’Orient” özelliği taşımaktadır. Malum Batı, Müslüman topluluklarını insan olarak görmez. Dolayısıyla kendilerince, insani bir sistem olan demokrasi, bunların neyine? Bunlara kâğıt üzerinde bir demokrasi verelim olsun bitsin; onlar da bununla avunsunlar! Dediler ve öyle de yaptılar.

1945’de, bize özgü demokrasiye “cebri hürriyet telkini” ile geçtik. Yani zorlama bir hürriyet empozesiyle (dayatmasıyla), peki demek zorunda kaldık.

Atatürkçüler

Yazının Devamını Oku

Onlar yerine biz utanç duyuyoruz!

7 Nisan 2021
Emekli deniz amirallerinin haline bakınca, doğrusu onlar adına biz utanıyor, yerin dibine giriyoruz! Bu ne utanmazlık, ne pervasızlık ve ne hadsizliktir?

Burasını Muz Cumhuriyeti mi sandınız? Muvazzafken yapamadığınızı emekliyken mi yapacaksınız?

Kimden emir alıyor, kimlere emir veriyorsunuz? Emir alabilirsiniz lakin emir verme gücünüz yok artık. O halde ne yapmak istiyorsunuz? Kimlere ne işareti veriyorsunuz?

Bu yaptığınız tek kelime ile fitne değil de nedir?

Hâlâ aynı mahut kafadasınız. Yahu! Bu Cumhuriyetin, bu devletin ve değerlerinin sahibi olarak, yalnızca kendinizi mi görüyorsunuz? Bu hakkı size kim verdi; siz kendinizi ne zannediyorsunuz?

Olmayan şeyleri uyduruyor, ardından bunlara inanıyor ve bunları gerekçe göstererek, sözde bildiri yayınlıyorsunuz. Hem de gece yarısı ve toplam 104 amiral eskisi olarak.

Ve üstelik “Aksi halde!” diyerek, milli iradeye, seçilmiş hükümete ve dolayısıyla milletin kendisine parmak sallıyorsunuz.

Türkiye’nin hangi süreçten geçtiğini görmüyor musunuz? Etrafımız ateş çemberi; kuzeyimiz, yeni bir dünya savaşına gebe. Pandemi, tüm dünyada ortalığı kasıp kavuruyor.

ABD’yi arkasına alan Yunan palikaryasının bile, Türkiye’ye diklenmeye yeltendiği bu ortamda sergilediğiniz bu

Yazının Devamını Oku

Aydın ihaneti!

5 Nisan 2021
Dünyanın hiçbir yerinde bizdeki aydın tipinin örneğini göremezsiniz.

“Batı” deyip yırtınıyoruz lakin Batı’nın nesine hayran olduğumuzu bile bilmiyoruz. Batı’nın aydını, hangi siyasi görüşte olursa olsun, öncelikle kendi ülkesinin vatanseveridir. Solcusu da vatanseverdir, sağcısı da hatta aşırı solcusu ve aşırı sağcısı da.

Batı aydını gerçek entelektüeldir; halkını, diğer halkları, bunların kültürlerini bilir, tanır. Kendisi inanmasa bile halkının inanç değerlerini bilir ve onlara saygılı davranır. Hiçbir zaman halkını ve halkının değer yargılarını aşağı görmez, onları küçümsemez ve asla onlarla alay etmez.

Batı’nın ateisti (inançsızı), inanana, dine, din adamına saygılıdır; kendisine saygı duyulmasını istiyorsa saygılı olmak zorundadır. Batı’daki dindar ya da din adamı da ateiste karşı saygı duyar.

Batılı aydın, en az bir papaz kadar dini bilgiye sahiptir. Batı’da gelişen hemen bütün fikir akımlarının (felsefi ekoller dahil) öncüleri papazlardır.

İnsanın kendisi inanmayabilir veya şu veya bu şekilde inanabilir ama ineğe tapanların ülkesinde bile ineğe hakaret ederse veya onu keserse başına ne geleceğini bilir. Dolayısıyla ona göre hareket eder, etmek zorundadır. Akıllı insan, o ineğe ot verir; tıpkı körler ülkesine giden ve bir gözünü kapatan kişi gibi. Zira böyle yapmasa, gözünün birini çıkaracaklarını bilir!

Bizde ise bunun tam tersidir; bizim sözde aydınımız, halkına tepeden bakar, onun değer yargılarını hem bilmez ve hem de onlara düşmanlık eder. Bunların başında din gelmektedir.

Televizyonda ahkâm kesen bir konuşmacı, teravih namazı konusunda bir şey söylemeye çalışırken hem yanlış söyledi ve hem de “sadece ilkokulda edindiğim dini bilgime göre” demeyi maharet bildi. İleriki yaşlarda, okulda veya okul dışında din bilgisi edinmeyi zül görüyor ve aşağılanmaktan korkuyor.

Ne acı değil mi?

Yazının Devamını Oku