DEĞERLİ okuyucu, ben küçükken sarışınmışım. Ülkemizde doğal sarışınlar hariç pek çok insan “Ben aslında küçükken sarışınmışım” diyerek sarışınlık genleri ya da en azından sarı bukleleri olduğunu, sarışın olmanın bir marifet ya da üstünlük sağladığını sanır.
Özetle farklılaştırır kendini aslında sıradan olandan...
* * *
Sarışın olmadığımı ilk kez bana “Esmer güzel” diye hitap edildiğinde fark ettim.
Kendini bilmez bir renk körü, bir şaşkın bana “Kral çıplak” demişti sanki...
Aynaya bakıp rengimin aslında sarı değil, koyu buğday tonu olduğunu ilk o gün fark ettim.
Bu çoğunluktan farklı olmadığım anlamına geliyordu.
Neden farklı olmak istiyordum peki? Ya da farklılığımı birilerinin gözüne sokmak?
Bilmiyorum.
Bacak, pençe ve diş sayım diğer insanlarla aşağı yukarı aynı olduğuna göre ben nasıl farklı olacaktım...
Nasıl ayırt edilecektim başkalarından...
Bu egoyu genç yaşımda törpüleyemediğim ve hiç olmazsa hakkıyla farklı olmak için alternatif yollara başvurdum.
Ankara’ da Kızılay meydanının ortasında çırılçıplak soyunmayı düşündüm.
Elimde bir pankartla “Ben sizden farklıyım” demek üzereyken...
Ailemin canının yanacağına, toplumun benim deli olduğumu sanarak büyük olasılıkla bir akıl hastanesine kapatacağına, yani buna hazır olmadığına karar verip Allahtan vazgeçtim.
Fark edilmemi sağlayacak daha az tahrip edici yollar düşündüm.
Beslendiğim sisteme muhalif göründüm, saçlarımı mora boyadım, Led Zeppelin tişörtleri giydim, kokumla fark edileyim diye günlerce yıkanmadım...
Olmadı... Sadece arkamdan birkaç kişinin “Biraz asi galiba” dediğini duydum “Tuhaf, acayip...” acıma, alay bazen nefret uyandıran basit cümleler...
Ama asla “farklı” kelimesi kullanılmadı?
Oysa ben farklıydım, farklı olduğumu hissettirmem gerekiyordu.
Herkes bunu bilmeliydi...
Bu neye yarayacaktı bilmiyorum ama farklı olmak öyle ya da böyle beni üstün, ayrıcalıklı kılacaktı sanki.
Zaman geçtikçe benim çocukken kafaya taktığım sarışınlık komedisinin yetişkinlerde etnik köken, kültürel farklılık vs. şeklinde süslenerek yeniden moda olduğunu gördüm.
Yani çocukken bulmuştum aslında doğru yolu.
Her kökene ait alt kültürleri ve yaşam tarzlarını uygulayıp benimsemeye çalıştım. Hangisine daha yakınsam bilinçaltımla ortaya çıkarıp öyle yaşayacak ve farklı olacaktım.
Horon tepmeyi öğrendim, sıra gecelerine katıldım, “Ayat çok zor abe veresin elcazını, bakayım falına”dan girdim “Nerdesin kızan beyaa”dan çıktım.
Olmadı...
“Amazonlarda yaşayan Havante halkının son temsilcisi olarak Türkiye’deki üniversitelere ücretsiz girişimiz en doğal haktır engellenemez” diye pankart açtım...
Kimse ciddiye almadı.
Komik oldum...
Arkadaşlarım kimlik bunalımı yaşıyorum diye üzüldüler.
Oysa beni anlamadılar.
Ben sadece farklıydım.
Yoruldum...
* * *
Dün farklılığımı ispat edecek her şeyden vazgeçip yürüyüşe çıktım vadide... Hiç olmazsa vücut ölçülerimi mükemmel tutarak fiziki görünüşümle farklı olduğumu göstereyim dedim.
Canım sıkkın yürürken ellerindeki çekirdek kabuklarını, mısır koçanlarını yanıbaşında duran çöp kutusu varken daracık yürüme yolunun ortasına atmış insanların yanından geçtim.
Geçmedim... Durdum...
Mısır koçanlarını bir peçeteyle kaldırıp çöpe attım.
Az ötede dalgın oturan bir amca bana baktı, sonra seslendi arkamdan:
“Kızım...”
“Efendim?”
“Annenle babana söyle... Çok farklı bir evlat yetiştirmişler...”
“Sen çok farklısın”.
* * *
Bundan hiçbir şey anlamadım.
Neyse...
Farklı olduğumu anlamayan insanlardan uzak duruyorum artık. Gidiyorum...
Terk ediyorum...
“Sorun sende değil bende diyeceğim” sorana...
Bu arada doğduğumda gözlerim maviymiş, söylemiş miydim?