BİR laf vardır, “Ruhuma Sahip Olabilirsin Ama Bedenime Asla”...
Ya da yoktur. Yine karıştırdım galiba, değiştirmiş de olabilirim Ama artık var. ÇÇTT! Kaldı ki birçoğumuz bu cümleyi içinden ya da yüksek sesle söylemiyor mu? Ruhuma sahip olabilirsin! Söylemese de, sistemin dayattığı çark içinde, kendisine reva görülen muamele karşısında suskun kalarak ruhuna sahip olunmasına izin vermiyor mu? “Bas bas paraları leylaya”. ÇÇTRR! Nerede kalmıştık, değiştirdiğim masum cümleyi mazur görün demiştim. Dünya değişiyor, ülkemiz ve biz elbette bu değişime uyum sağlıyoruz aynı hızla, diyemem... Daha hızlıyız çünkü biz. Önden gidiyoruz... “Bi daa mı gelicez dünyaya”... ÇÇÇRTT Dünya hidron çarpıştırıcısına kilitlenmiş, genetikte mucizeler yaratırken bizde bilimin yerini mistisizm alıyor giderek - H2O (aş iki o) ya inanmıyorum ama su diye bir şey var. ÇTTRTTR Sanat derseniz; toplum genelinde en sanatsal etkinliğimiz sabahları “tartışma programı” izlerken birden göbek atmaya başlamak. Ve şanslıyız ki elimizi sallasak sanatçıya çarpıyor ülkede. Ayağına basılmış gibi bağırarak şarkı söyleyenlere de sanatçı unvanı verecek kadar cömertiz. - Maalesef seksepalitem sanatımı gölgeliyor. Güzellik başa bela yani . En çok bundan şikayetçiyim. Soldan görüntü almayın demiştttimm, yannıızz! Sanatın içinde içli dışlı olduğumuz tek dal, dövüş ve savunma sanatı ÇÇÇTRÇÇR En çok polemikle, en çok satışa ulaşmaya çalışan edebiyatçılarımızla gurur duymuyor musunuz siz de? - Yeni kitabımından bölümlerini tivıtırda görebilirsiniz. Otobiyografik bir eser diyebilirim şimdilik. Ayağımı kaydırmaya çalışanlara kitapta isim belirtmeden farklı imgelemlerle çaktım yani yer verdim pardon... “Farkında değilsin zaman geçiyor”... ÇÇÇÇÇTRÇÇ Bize benzemeyeni, bizim başımıza gelmeyeni de yok saymayı öğrendik artık. Körlüğün son noktasıdır size dokunmayan yılan. Kesilen ağaçlar, seller, depremler, kimyasal atıkların gömüldüğü topraklarda yetişen domatesler uzağımızda bu nedenle sorun yok zaten. “Biraz eğlen fırsat elden kaçıyor”... ÇÇÇÇÇTRÇÇT Sanki nükleer bir sızıntı olmuş ve sonrasında evrilip bir tür yaratığa, canavara dönüşmüş çocuklar var artık bu coğrafyada. Neden diye sorduk mu? Neden? Bebeklere saldırıp, tecavüz eden, işkencelerle öldüren çocuklar var artık bu coğrafyada. Ve biz en fazla önceki gün izlediğimiz dizinin final sahnesini izler gibi izliyor ve unutuyoruz bu görüntüleri... Unutturuluyor. Bizim çok uzağımızdaki bu görüntüleri ışık hızıyla hazmediyor ve domatesli makarna yiyoruz izlerken ve soruyoruz yanımızdakine: “Ketçabı uzatır mısın?” ÇÇÇTTTTTTRR Biz mi bir şeyleri yanlış mı algılıyoruz? Yoksa bize bilim, sanat, kültür, erdem, örf- adet, gelenek diye sunulan, sorgulanmayan binlerce saçmalıkla dipsiz karanlık bir kuyuya yuvarlanırken, önümüze konulan, ruhumuzu ele geçiren bu kaotik saldırıları, normal sanmaya mı başladık. Debelenirken bir yandan da kendi kendimize mırıldanıyoruz: Ruhuma sahip olabilirsin ama bedenime asla... ÇÇÇTTTTTTRRT Beden kutsaldır, ruh daha kutsaldır... Ruhunuza sahip olunduysa, bedeninize de yakın zamanda sahip olunacağından emin olabilirsiniz. ÇÇÇÇÇÇÇRTRTRTR Ah yazının başından beri rahatsız eden şu çıtırtılı sesler, ben de duyuyorum onları. Endişelendirmesin sizi. Çürüyen tahtaların sesi... Neyse ki kolonlar ayakta tutuyor şimdilik evimi. Neşet Ertaş, Edip Cansever, Tatyos efendi, Nazım Hikmet, İdil-Biret, Fikret Otyam, Yıldız Kenter, Fazıl Say, Müjdat Gezen ayakta tutuyor... Hayrettin Karaca, Aziz Nesin, Metin Altıok ve yüzlerce unutulacak kahraman. Ne kadar dayanırlar kolonları tutmaya, bilmem. Onlar ve eserleri... “Kim ne yapsa aynı yere göçüyor usta”... ÇÇÇÇTRTRTRTRT Ama sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz değerli okuyucu? “Bas bas paraları leylaya...”