29 Kasım 2010
Zeki ve güzelim. Bu yüzden tehlikeliyim
Ama kendi ayaklarımla gittim O’nun yanına . göre göre.. . bile bile .
O’nun olmamı istediğini biliyordum.
Ama bunu hiç beklemiyordum.
Kendim gittim üstelik.
Bacaklarım uzundur, güzeldir, tahmin edeceğiniz gibi, bileklerim ince.
Tek kusurum özgürlüğüme düşkünlüğüm.
“ Ama yeneceğim bunu “ dedim. “ belki bu kadar yalnız ve gizemli görüneceğime daha yakın olabilirim birine, daha evcil. “ ... evet evet bunu istiyorum galiba. “ diğerleri yaptıysa ben de yapabilirim “ dedim.
Gözlerime bakabilir misiniz ?
Sanmıyorum . Tam içine. İridir gözlerim
Işıl ışıl parlar. belki ürperirsiniz belki seversiniz beni bilmem ki. ben bakamam size . itiraf edeyim utangacım görüntümün aksi
Dokunsanız bana ellerinizi gezdirseniz boynumda, sırtımda - ki cesaret edemezsiniz biliyorum ama neden cesaret edemezsiniz- heyecan duyarsınız, hatta mutluluk, tamamımı elde etmek istersiniz, sizin olsun istersiniz ..
Ama ben bunu hiç hak etmedim .
Ayaklarına kadar gidip, almasını bekledim beni. Çaba harcamadan, zahmetsiz.
Bana yaklaştığında beni yakaladığını sanıyordu.
Öyle sansın istedim. Ama beni yakalayan O değildi, ben gittim onun ayaklarına.
Bacaklarıma dokunduğunda merakım acımın önüne geçti. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki ben bile şaşırdım. Burnumda yemeğimi yerken her zaman aldığım bir koku.. ama bu kez benden geliyor. sıcak sıcak bacaklarımın arasından sızan kan.
Sonrası.
Buradayım.
Sadece biraz evcilleşmek istedim. Bunu ben istedim
Yanımda diğerleri . kırmızı kurdelelerle süslenmiş tavşanlar, ördekler, domuzlar..
Ve ben.
Peki neden ?
Ben O’na yakın olmam karşılığında öldürülmeyi hiç hak etmedim.
Bedenimin bu şekilde sergilenmesini hiç hak etmedim.
Edirne’nin düşmanlarından kurtulduğu günün 88. Yıldönümünde, o düşmanlardan birinin ben olduğumu burada öğrendim.
Ben .. .
Bir tilkiyim ben.
Ne işim vardı burada.
İnsan cinsinin yanında..
Geride bıraktığım bir koca orman dolusu dünya.
İnsanlıkla işim yok.
Hayvanlık bende kalsın.
Bir hayvanın yok yere öldürülmesini okumaktansa bir kadının fantezilerini okumayı tercih edenleri hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim.
Hayvanlık bende kalsın.
Not: Bu yazı 26.11.2010 ‘da Edirne’nin kurtuluş yıldönümü geçit töreninde avladıkları tavşan, domuz, tilki ve kuşları ellerinde sallayarak ve arabalarının üzerine koyarak geçit törenine katılan avcılara ve arabanın üstüne serilmiş tilkiye ithaf edilmiştir.
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2010
ÇOĞUNLUKLA ya sarhoşken ya rüyada ortaya çıkar. Uyuyorsanız mesele yok, hatırlamazsınız ve sadece siz tanık olursunuz bilinçaltınıza.
Mahcup olacak bir durum yoktur yani etrafa.
Ama sarhoşsanız ve yabancı bir ortamdaysanız rezil olma ihtimaliniz yüksektir.
Toplumların da bilinçaltı vardır. Her an kişiler aracılığıyla birçok farklı şekilde ortaya çıkar.
Örneğin gazeteciler bu ülkenin bilinçaltıdır.
“Tecavüz sıradanlaşsın, One Night Stand/ Bir gecelik macera gibi bir şey kabul edilsin kızın başına gelen.”
(Güzellik yarışmalarında hangi kızların hakkının yendiğini tespit eden bir köşe yazarının tecavüzü azaltmak için önerdiği tecavüz açılımı )
Sanatçılar bu ülkenin bilinçaltıdır.
“Vay küçük o?” (Türkü söylerken yanına gelen 10 yaşındaki bir kız çocuğuna güya sevgi ifadesi olarak bu cümleyi kullanan bir sanatçı, kebapçı, oyuncu, radyo-tv sahibi vs. kişi)
EKONOMİ HARİKA, İŞSİZİZ
Çocuklar bu ülkenin bilinçaltıdır.
- Akşam eve gittiğinde televizyonda hangi programa bakıyorsunuz çocuklar?
- Polat’a bakıyorum örtmenim.
- Oğlum bu yaşta Polat’a bakma, bak ilerde sorun yaşarsın.
- Örtmenim sonunu düşünen kahraman olamaz. (Bir köy okulunda 9-10 yaşlarında bir çocuk.)
Bir sokak röportajında vatandaşın ağzından çıkan cümlelerde bilinçaltının izleri vardır?
“Ekonomi harika gidiyor bence. İki tane oğlum var üniversite mezunu, ikisi de işsiz, inşallah onlara da iş buluruz.”
Hukukçular bu ülkenin bilinçaltıdır.
“Hapiste tecavüz normal!” (Bu ülkede görev yapan bir savcı)
Siyasetçiler bu ülkenin bilinçaltıdır.
“Ben bu dizileri, hangisinde hangi sapıklıklar yapılıyor diye izliyorum.”
Bazı kadınlar bu ülkenin bilinçaltıdır.
“Ülkem için gerekirse biriyle gözü kapalı ...” (Akıllı bir kadının bunu yapmadan da ülkesine faydalı olacağını düşünemeyen ünlü bir yazan.”
EN İYİSİ TEMİZLEMEK
Bilinçaltımız önemli ve değerlidir. İçeriğinin bir kısmını gerçekten oturup düşünmek gerekir bir kısmını ise tamamen yok etmek.
Çünkü bilincin altını üstünü yerle bir edip bilinçsiz olma durumu yani bilinçdışı ifadeler kullanma durumu vardır ki konumuz içerisinde bunun için de örnek verdim.
Bilinçaltındaki her şeye bir değer biçmeye gerek yoktur.
Siz bilinçle bunların değerli olanlarını ayırt eder ve yüzeye çıkarabilirsiniz.
Yapmazsanız bilinçaltı bazen çöplüğe döner.
Bu durumda silinmelidir yoksa rahatsız eder kokusu ve görüntüsü.
Misal, burnunuzun direği kırılabilir çöplüğün pis kokusundan.
Ne kadar kaçsanız da o kokudan, gelir sizi bulur koku...
En iyisi temizlemektir.
Çünkü; inanın bizim çöplüğümüz uzaydan bile görünüyor.
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2010
BORSAYLA ilgilenenler bilir bedelli bölünmeyi. Bir şirketin sermayesi arttırılır ve ortaklardan yani elinde o şirketin hisse senetleri olanlardan bu sermaye artırımına katılmaları istenir. Misal yüzde 100 bedelli artırımında senet sahibi, şirkete her hisse için 1 TL vermek zorundadır.
Başlangıçta tatsızdır tabii cepten para koymak. Bu durumda hisse senedinin fiyatı ilk anda tepki olarak düşer ancak yatırımcı uzun vadede genellikle kazanır.
Bedelli bölünme sadece borsada kazandıran bir şey.
Ama para vermeden de bir bölme işlemine katkıda bulunabilirsiniz. Hem de ciddi bir bedel ödeyerek.
* * *
Misal ülkemize bir bakalım.
Amip gibi durdurulamayacak şekilde bölünüp duruyoruz.
Kürt, Alevi, Çerkez, Roman, Arap, Türk, Ermeni, Süryani...
Amipten farkımız; bölünürken çoğalmıyor küçülüyoruz.
“Biz” ve “onlar” demek yeterli bir bölme işlemine başlarken.
“Biz onları her zaman kanıksadık, kendimizden gördük, hiçbir zaman ayırt etmedik. Onları da kanıksadık, burada iş yerleri açtılar, burada oturdular, burada çocuklarını okula gönderdiler, burada iş sahibi oldular, burada kazandılar, biz mutlu olduk hiçbir zaman bu ayrımı algılamadık bile.”
Kendi çapında bölünmeye katkı sağlayanlar kurdukları cümlelerde nasıl lütufkar olduklarından bahsediyorlar bölmediklerini göstermek için.
“Ayırmadık onları mikrofon uzattık, Trabzonspor taraftarına da mikrofon uzattık onların da görüşünü aldık.”
Kendi site devletini kurmuş gibi, neredeyse bulunduğu şehri ayıracak gibi.
“Bursa’da ekmek yiyen Trabzonluları kastediyorum özellikle. Bursa’da ekmek yiyen kocaman kocaman tabelalara ‘Rizeli bilmem kim ve uşakları’ diye tabelalar asmayı, fırınlar açmayı biliyosunuz, buradan ekmek yiyosunuz.”
Yetmedi, kan dökülsün diye tahrik ediyor.
“‘Bize her yer Trabzon’ söylemi de gerçekten ilginç. Maç sonrası Bursa’nın en işlek caddesi Heykel’de ve Setbaşı’nda bir tane Trabzonspor formalı göremedim. Madem size her yer Trabzon, çıkın Heykel ve Setbaşı’nda dolaşın o zaman. Lütfen o arkanızda ‘bize her yer Trabzon’ baskılı eşofman üstlerinizi giyin heykele gelin lütfen, bekliyorum sizi gelemiyosunuz çünkü her yer Trabzon ya size.”
Ardından omuz omuza birlikte yürüseler de aynı olmadıklarını ima ediyor yeniden:
“Onlar hakikaten bizimle omuz omuza yaşıyorlar.”
* * *
Bu yazı yazılırken, birileri, sarf edilen bu cümlelerden dolayı hayatını kaybettiyse, bu cümlelerin sahibine “şimdi sakin ol ve dilindeki silahı yavaşça yere bırak” demek için oldukça geç kalındı ne yazık ki.
Abartım mı sizce?
Hayır.
Çünkü bu cümlelerin bir ileri versiyonu, farklı olanların kapılarına bir kutu boya alıp fırçayla çarpı işareti konulması.
Daha da ilerisi o sizden olmayanların sabun yapılmasının teklif edilmesi.
Evet böyle.
Çünkü bölmek kolaydır ne yazık ki…
Aklınızdan bile geçirmeyin
Bedeli hepimiz için ağır olur
Azıcık ucundan olsa fena mı olur demeyin
Teklif dahi edilemez
Ama bölmek kolaydır
Çok kolay. Bakın böyle;
Böl-
mek-
ko-
lay-
dır
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2010
BAYRAMDA şeker toplamak eskiden güvenliydi çocuk. “Gitme tanımadığın kapılara, çalma zilleri, şeker dolu elinden tutup karanlık bir kuyuya çekerler seni” demedim mi! Şaşırma çocuk, bu ülkede her dört çocuktan birinin kaderidir yoksulluk. “Ayakkabıları boya ama o kadar yaklaşma” demedim mi sana, bak kalbin nerede şimdi, böbreğin nerede, bul bulabilirsen.
Güya “Türkiye’ye gerçekleri gösteren dizi”leri izleme demedim mi çocuk? Adam öldürenler hiçbir zaman çizgi film kahramanları gibi kahramanlar değildir çocuk. “Bakma o ekrana kirlenirsin2 demedim mi?
Seni çivili sopalar, kemerlerle dövüp yola atan yaşıtların bu hale nasıl geldiler sanıyorsun? Sadece üç satırlık bir habersin bir gazetenin köşesinde kimsenin ilgilenmediği şimdi.
“O dereye gitme” demedim mi çocuk, “yüzme”, bak işte boğdu seni birileri, cesedini suya attılar.
Yaşını büyütürler netekim
Evi yok diye sokağın ortasında yatar mı hiç insan, çocuk! Şimdi neredesin bak bilmiyoruz. En azından senin gibi 45 bin çocuk var bu ülkede, “sorsaydın onlara ne yapıyorlar diye” demedim mi?
O minibüse binmeseydin çocuk, bak işte öylesine, hiç nedensiz, incecik boynuna misinayı sarıp yakarlar demedim mi?
“Okuldan çıkınca doğruca eve gel. Senin sağ gözün görmez diye solu da görmez sanırlar, üç kişi götürür yedi yaşında acımadan tecavüz eder, sırtlan gibi parçalarlar” demedim mi?
Asılmayıp beslenseydin cellatlarından daha faydalı olurdun belki bu ülkeye ama “evden çıkma, annenin göğsünden ayırma başını” demedim mi, “yapma çocuk yapma, yaşını büyütürler” netekim “ilmeği boynundan geçirirler acımadan sırf ibret ol diye” demedim mi?
Doğma yol yakınken
Annen dilenirken yol kenarında uyuyakalır belki “emekleyerek yola çıkma, arabalar seni göre göre yanından geçer, çöplüğe atılmış bir fare ölüsünün yanından geçer gibi ezmekten çekinmez” demedim mi?
Orada senin yaşındaki kızları okuldan zorla alır, geceleri yaşlı adamların kesik nefeslerini duymaya mahkum ederler, satarlar, kaçarsan vururlar, doğma yol yakınken, kurtar kendini çocuk, demedim mi?
Bu ülkede çocuklar değersizdir çocuk!
Bu ülkede çocukları sevmezler!
Demedim mi çocuk?
Demedim haklısın...
Bilemedim ki olacakları, önceden diyeyim.
Affet çocuk?
Kızma, sen çocuk değilsin biliyorum çocuk.
Sen bu ülkede, “biraz çocuk biraz adam biraz hiçsin...”
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2010
“SİLAH öldürmez insan öldürür” yazıyor silah satan dükkanda. Gülümsüyorum.
Halkı silahtan soğutmamak için bulunmuş bir slogan olabilir, ama bu ülkede yaşayanların böyle bir sorunu yok ki...
Onun yerine dükkana girenleri şöyle bir tabela karşılasa, mesela “düşmanlarınızı yok etmek sadece bir tetik mesafesi uzaklığında“
Ya da
“Hayal kırıklıklarınızı yok eder“
Evet, evet bu çok daha samimi bir ifade olabilirdi.
7.65 lik bir Kırıkkale yapımı seçiyorum.
“Taksit ister misiniz“ diyor satıcı. “Kredi kartına 5 taksit yapabiliriz...”
Kredi kartına 5 taksitle, vurduğum adamın ölü kalmasını ömür boyu garanti ediyor bu silah.
Değer mi ? Değer. “Hayal kırıklığımı yok etmenin“ bedeli.
“Yok” diyorum. “Tek çek“
Hızlıca ayrılıyorum dükkandan.
Hava kararmış.
Elektrik yok, doğalgaz kesik, ev soğuk. Gece yediğim, salona sinmiş lahmacun kokusu midemi bulandırıyor, Camları açıyorum içeri is kokusu giriyor. Dün, eylem öncesi keşfe gittiğim sokağın bir kısmı görünüyor buradan. İnsan kalabalığına bakınca kramp giriyor mideme...
“Özgürlüğü getiren bizim silahlarımız, tehdit eden başkalarının ki“ diyorum içimden, inanmak istiyorum .
“ölüm özgürlüğümüzdür” derken yüzüme gururla bakan adamın bakışını hatırlayıp rahatlıyorum ? gururla mı bakmıştı bir tür acıma mı emin değilim -
Belime saracağım bombalar masada eski, yıpranmış gazete kağıtlarının üzerinde duruyor...
“Neden ben“ demiştim. ”Burada kalsam dağda..”
“Sakat adamdan örgüte fayda gelmez, bu şansı kullan” demişti
Şans mı bu ? Kullanırsam değerli olur muyum öldükten sonra...? Severler mi beni ?
Annem bir zaman severdi beni, okşardı saçımı, misal annem belime sarılmış bombalarla taksimin ortasında görse beni gurur duyar mıydı ?
Nasıl bakardı gözümün içine hayal kırıklığıyla mı ?
Bunca emek, yoklukla yoksullukla büyüttüğü, sevgiyi, barışı, kardeşliği öğrettiği oğluna ? bütün anneler bunu öğretir değil mi ? bakıp, nasıl böyle bir canavar dönüştün diye sorar mıydı?
Bir katilin parçalanmış cesedini kim sever ki, kim hayranlıkla alkışlar ki gördüğü televizyon ekranından. Ama bazen alkışlanıyor katiller görüyorum ben.
Ama ben, bu toprağın suyunu içip, toprak bir evin damında, geceleri bu gökyüzüne bakıp yıldızları seyrederek uyuyakalırken, nasıl böyle bir canavara dönüştüm ?
Cehenneme gitsem alırlar mı bu halimle ?
Hem ben Neşet Ertaş dinlerim. Neşet Ertaş “gurbet ellerinde esirim esir
zahide’m kurbanım hep bende kusur“ derken tanımadığım Zahide ye ağlarım.
Tanımadığı Zahide’ ye ağlayan ben tanımadığı insanları nasıl öldürsün, patlatsın kendini ortalarında ?
Örgütlü, planlı, taammüden, küçücük burunları, minnacık elleri nasıl kana bulasın ?
Ben silahımı yağlıyorum şimdi bakın...
Hangi barışın hangi özgürlüğün içinde bir küçük oğlan çocuğunun kanlı bedeni savaş ganimeti sayılır?
Ben masanın üstündeki kabloların birbirine bağladığı bombaları tek tek ayırıyorum birbirinden...
Tanımadığım bir kadının koynunda ağlamıştım bir keresinde hüngür hüngür. Hayatta yapamadıklarımı, hayal kırıklıklarımı anlatırken ağlamıştım ben hüngür hüngür. Tanımadığı bir kadının koynunda ağlayan bir adam tanımadığı kadınları parçalara bölebilir mi ?
Ben hayattaki en büyük hayal kırıklığımı yok ediyorum şimdi bakın...
Sol elimin işaret parmağı ? benim sağ elim yoktur biliyor musunuz ? tetiğin ucunda namluyu alnıma dayıyorum.
Aklımda sabah girdiğim dükkanda “daha samimi bir slogan olurdu“ diye geçirdiğim cümle..
“Hayal kırıklıklarınızı yok eder...”
Ben hayattaki en büyük hayal kırıklığımı yok ediyorum şimdi bakın...
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2010
DİNİNİZnedir ?<br><br>- Ben din tutmuyorum Dini muhtemelen bir futbol takımı sanan genç kız, sokak röportajının devamında “Ama milli dine sempati duyuyorum ve maçlarını kaçırmıyorum” dese şaşırmayacaktım.
Belki din kültürü derslerine beden eğitimi öğretmeni girmişti, belki ateistti, belki deist, belki de çok ince bir zekayla dini bir taraftar gibi kullananlara ya da sömürenlere ironik bir gönderme yapıyordu, bilmiyorum.
Sonuncu ihtimali kastettiğini varsayarak düşünelim şimdi.
Ne mutlu bize ki Türkiye’de yaşıyoruz. İstediğimiz dini inancı ya da inançsızlığı seçmekte özgürüz.
Ancak; inançta akıl, yerini hurafelere, cehalete ve din tacirlerine bırakıyor giderek.
Sokakta, siyasette, ticarette hatta camide, şu ya da bu nedenle, sahip olduğunuz inançtan menfaat temin etmeye hazır birileri var.
Yalan yanlış bilgilerle kendi yarattıkları bir dini yaşayanlar ya da başkalarına da yaşatmaya çalışanlar olduğu gibi.
Bugün bir ülkede, birileri “Allah” adına paralar toplayıp, holdingler kurup batırabiliyorsa,
Din kuralları ve gereklilikleri, akıl, vicdan ve insanlıktan nasibini almamış uygulamalar ve yanlışlarla bir potada eritiliyor ve kitleleri de bu haliyle yönlendiriyor ve yönetiyorsa,
Dernekler sözde hayır işleri için inançları paraya çevirip suiistimal edilebiliyorsa,
Bir siyasetçinin Cuma namazından çıkarken fotoğrafının çekilmesi, ülkesine yaptığı hizmetlerden, gençlerin eğitim görmesi ve iş bulması için çalışmasından daha karlı bir hale gelebiliyorsa,
Din değil din sürçmesidir artık yaşanan. İnanç pazarlanabilen bir şey olmuştur artık o coğrafyada.
Ve bunun sorumlusu pazarlayan değil buna müsaade edenlerdir.
İnsanları kaynaştıran bir çimento değil insanları ayıran bir duvarın kaynaştırıcı malzemesi de olabilir pek yakında.
Eğer bir kişi dini, gereğinden fazla konuşuyorsa o kişinin o işte mutlaka bir çıkarı vardır.
Oysa buna müsaade edenler de bilmeli ki her kim bir şeyin ticaretini yapar, onu satarsa, o sattığı şey artık kendisinin değildir, dolayısıyla din tacirliği yapanın da dini yoktur.
Sevin ya da nefret edin, cesur devrimleriyle hepinizin hayatında muhteşem izler bırakmış, mavi gözlü bir adam “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz” derken inancın suiistimal edilmesini önlemeyi ve akıl ve iç muhasebeyle insan ruhunun en doğru ve erdemli olana kendi kendine ulaşabileceğinin de işaretini vermişti yıllar önce.
Çok şey borçlu olduğumuz o mavi gözlü adam, ilk Türkçe “hutbe”yi hafız Saadettin Kaynak’a seslendirip bu geleneği Anadolu’ya yerleştirirken, Kuran’ı Kerim’i Türkçe’ye çevirttirirken ve şiir olarak çevrilmesi için çaba gösterirken önemli bir şeyi amaçlıyordu.
Dinin, dini inançların doğru algılanması, anlaşılması ve yaşatılması.
Ha bu arada o mavi gözlü adamı hatırlamayanlarınız ya da hatırlamak istemeyenleriniz çıkacaktır.
Hayatındaki mavi gözlü adamları düşünüp, dudaklarını bükerek “Acaba kim” diye düşünenler olacaktır.
Hayır Seda Sayan değil...
Hayır Sibel Can da değil...
Kaldı ki evet haklısınız Seda Sayan’a da Sibel Can’a da hiçbir borcunuz yok...
Siz yine de düşünmeye devam edin...
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2010
“Gemi gelir yanaşır içi dolu çamaşır<br>İstanbul un kızları recep diye ağlaşır “ Recep kısmına fazla vurgu yapmadan, sesimin tonunu hafiften düşürerek türküyü söylerken ? yanlış anlar elalem ? çamaşırları seriyorum bir yandan.
Nasıl oldu bilmem kayıverdi elimden do... affedersiniz, yani iç çamaşırım.
“ Annammmm “ dedim... “ annaam gördün mü düşeni”. Çığlığıma yetişti Semra.
“ Semraa koş” dedim ? benim kızım Semra- “ Koş aşağı. Çamaşır düştü, rezil olacağız koş aşağı in al “
“ Nereye düştü” dedi
“ Allah belanı vermesin Semra, aşağı düştü görmüyor musun”
“ Hani ? “
Hakkaten hani ?
Yok aşağıda değil... E nerde ?
Nerde demeye gerek mi var... aha tam da aşağıdakinin balkonunun köşesinde. Maaşallah bayrak gibi sallanıyor. Gördün mü başıma geleni.
Aşağı yeni taşınan bekar bir adam var. Şimdi istemesem, çamaşırı orada bıraksam olmaz.
Kızı göndersem olmaz, zaman kötü .
Ben gitsem ha keza, ne diyeceğim “ afedersiniz, şeyim düştü de verir misiniz” desem “ buyurun içeri, siz kendiniz alın “ dese adam.
Ben içeri girmemek için “ yok illa siz kendi elceğinizle verin “ mi diyeceğim.
Verirken koklayıp verirse mesela, “ hanımefendi hangi deterjanı kullanıyorsunuz mis gibi kokuyor bu “ dese, yok canım daha neler.
Akşam bizimkini göndersem ne diyecek, “ bizim hanımın şeyi sizin balkona düşmüş verir misiniz beyfendi “ dese, adam da kibar kibar “ buyurun karınızın donu, maşallah pek hamarat bembeyaz yıkamış “ mı diyecek.
Yok, imkanı yok almam lazım o şeyi aşağı balkondan. Hey allahım yanlış anlama ama ne olurdu maymun gibi uzun kollu yaratsaydın bizi de. Daldan dala atlar gibi uzanırdık aşağı balkona alırdık düşen ne varsa.
Misal aşağıdaki ağacın dalında bir muz var diyelim, hooop kuyruğu yukarı dolar, sarkardım aşağı.
Dal taşımazsa beni... ya tabii düşünemedim, kırılabilir değil mi. Dur o zaman da çare tükenir mi, Semra yı gönderirdim o muzu almaya, şöyle bir boşluğa bırakırdı kendini kızım, küçücük kuyruğunu kanca gibi takardı bir daldan diğer dala atl...
Hey allahım , sen ne büyüksün, tabii ya boşuna mı verdin bu aklı. Bizi hayvandan ayırsın diye. Kollarım kısa olabilir ama maymundan büyük farkım.
Şu iple Semra’yı aşağı sarkıtsam, uzanıp alsa yüz karasını.
Düşer mi ?
Yok canım sıkı sıkı bağladıktan sonra beline çarşafı taaa öbür binaya kadar taşır Semra’yı. Şöyle bir uzanıverir de alır Semra şu lanet beyazı.
İyi ki doğurmuşum Semra’yı. İyi ki...
Ama ya uzanıvereyim derken koparsa ip, bırakırsa belinden tuttuğu Semra’mı...
Bırakır mı ?
Allahın takdiri tabii.
Bırakırsa ne gelir elden kaderde varsa.
Allah öyle yazmış yazısını, karşı gelmek olur mu.
Ama akıl vermiş ki Allah kullanalım diye.
Ben şimdi Semra’yı böyle sıkı sıkı belinden bağlarsam hiçbirşeycik olmaz ki.
Sepetle mi sarkıtsaydım, yok daha ne, sepet taşımaz ki şuncacık çocuğu, boşuna mı verdi Allah bize bu aklı. Bunu düşünürüm bilirim elbet çok şükür.
Ya koparsa ip ?
Kopmaz, kopmaz, koparsa kader, Allah öyle yazmış yazısını. Ama şükür maymundan farkımız var boşuna mı verdi Allah bu aklı....
“ Semraaa, git içerden yorgan ipini getir, bir de.. “
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2010
“-Yaz kızım, karar ;...” Herkesin, yasalara ve evrensel hukuk kurallarına uygun şekilde yargılanması hakkına saygı göstermek mecburiyetindeyiz.
“? olay tarihinde 17 yaşında olan sanık?.”
Bir çocuk suç işlediyse çocuk mahkesinde yargılanır mesela. Kimse buna itiraz edemez, etmemeli de. Amaç çocukların korunması yani yetişkinlere yönelik yargılamanın getirdiği sert yaptırımlarla mağdur olmamaları.
“- çocuk mahkemesinde yargılanacak...”
Bunun nedeni şudur; bir çocuk ruhsal ve fiziksel olgunluğu yetersiz olduğu gerekçesiyle, işlediği suçun sonucunu tahmin edemeyebilir
“- psikolojisi ve kamu vicdanı gözetilerek tutuklu olacağı süre boyunca oyun hamuru ve bir adet oyun havuzu bulunan hücrede tutulacaktır....”
Yaptığı şeyin suç olduğunu bilmeyebilir.
“- birkaç el ateş ederek maktülün ölümüne neden olan sanık...”
Oysa suçtan suça fark vardır. Bir çocuk silahın ne işe yaradığını ve tetiğe basmanın sonuçlarını az çok tahmin eder mesela.
“- pişman olmadığını söylese de bu sabi sübyanın çocuk mahkemesinde yargılanmasına karar verilmesinin sebebi kendisini zaten adam yerine koymamamızdır.”
Bir zamanlar töre cinayetlerini çocuklara işleten zihniyet bundan farklı mıdır sizce?
“- hem mahkemenin kanaatine göre her ne kadar kameralara gülümsese de hatasını anlamıştır abisi, bir daha yapmayacaktır, söz vermiştir.”
Karanlık bir satranç tahtasında oynatılan piyonlar gibi tetikçilerden bebek yaratılmayacak mıdır yakınlarda?
Geçmişte bir günde büyütülüp idam edilen çocuktan daha kötüsü varsa o da gelecekte bir günde çocuk muamelesi görüp sokaklarda dolaşan tetikçiler olacaktır.
Yetişecek genç nüfusun bir kısmı bu şekilde istihdam edilecekse sorun yok... Peki adalet nasıl sağlanacak?
Adalet o vatanda yaşayan her canlı, her farklı ırk, din, cinsiyet için aynı uygulanmıyorsa yoktur aslında.
Bir kediyi canice öldüren üç kişinin peşin fiyatına dört taksitle 300 Tl cezayla kurtulması gibi.
İyi hukukçu kanunda yazanı değil yazmayanı görendir. Göremediği takdirde zedelenme ihtimali olan adaletin sonucu, neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan bir vatandır.
- Çocuk mahkemesinde yargılanacaksınız ne düşünüyorsunuz?
- Tüyk adayetine güveniyoyum. Hayıylı oyşun...
Bir cinayetin faili mahkeme çıkışında kameralara gülümseyebiliyorsa adalet sağlanmamış demektir.
Fikirlerime katılabilir, reddedebilir, ‘şiddetle’ karşı çıkabilirsiniz, benden nefret edebilirsiniz.
Sizi hakkımda kuracağınız halk mahkemesiyle baş başa bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku