“Gemi gelir yanaşır içi dolu çamaşır İstanbul un kızları recep diye ağlaşır “
Recep kısmına fazla vurgu yapmadan, sesimin tonunu hafiften düşürerek türküyü söylerken ? yanlış anlar elalem ? çamaşırları seriyorum bir yandan. Nasıl oldu bilmem kayıverdi elimden do... affedersiniz, yani iç çamaşırım. “ Annammmm “ dedim... “ annaam gördün mü düşeni”. Çığlığıma yetişti Semra. “ Semraa koş” dedim ? benim kızım Semra- “ Koş aşağı. Çamaşır düştü, rezil olacağız koş aşağı in al “ “ Nereye düştü” dedi “ Allah belanı vermesin Semra, aşağı düştü görmüyor musun” “ Hani ? “ Hakkaten hani ? Yok aşağıda değil... E nerde ? Nerde demeye gerek mi var... aha tam da aşağıdakinin balkonunun köşesinde. Maaşallah bayrak gibi sallanıyor. Gördün mü başıma geleni. Aşağı yeni taşınan bekar bir adam var. Şimdi istemesem, çamaşırı orada bıraksam olmaz. Kızı göndersem olmaz, zaman kötü . Ben gitsem ha keza, ne diyeceğim “ afedersiniz, şeyim düştü de verir misiniz” desem “ buyurun içeri, siz kendiniz alın “ dese adam. Ben içeri girmemek için “ yok illa siz kendi elceğinizle verin “ mi diyeceğim. Verirken koklayıp verirse mesela, “ hanımefendi hangi deterjanı kullanıyorsunuz mis gibi kokuyor bu “ dese, yok canım daha neler. Akşam bizimkini göndersem ne diyecek, “ bizim hanımın şeyi sizin balkona düşmüş verir misiniz beyfendi “ dese, adam da kibar kibar “ buyurun karınızın donu, maşallah pek hamarat bembeyaz yıkamış “ mı diyecek. Yok, imkanı yok almam lazım o şeyi aşağı balkondan. Hey allahım yanlış anlama ama ne olurdu maymun gibi uzun kollu yaratsaydın bizi de. Daldan dala atlar gibi uzanırdık aşağı balkona alırdık düşen ne varsa. Misal aşağıdaki ağacın dalında bir muz var diyelim, hooop kuyruğu yukarı dolar, sarkardım aşağı. Dal taşımazsa beni... ya tabii düşünemedim, kırılabilir değil mi. Dur o zaman da çare tükenir mi, Semra yı gönderirdim o muzu almaya, şöyle bir boşluğa bırakırdı kendini kızım, küçücük kuyruğunu kanca gibi takardı bir daldan diğer dala atl... Hey allahım , sen ne büyüksün, tabii ya boşuna mı verdin bu aklı. Bizi hayvandan ayırsın diye. Kollarım kısa olabilir ama maymundan büyük farkım. Şu iple Semra’yı aşağı sarkıtsam, uzanıp alsa yüz karasını. Düşer mi ? Yok canım sıkı sıkı bağladıktan sonra beline çarşafı taaa öbür binaya kadar taşır Semra’yı. Şöyle bir uzanıverir de alır Semra şu lanet beyazı. İyi ki doğurmuşum Semra’yı. İyi ki... Ama ya uzanıvereyim derken koparsa ip, bırakırsa belinden tuttuğu Semra’mı... Bırakır mı ? Allahın takdiri tabii. Bırakırsa ne gelir elden kaderde varsa. Allah öyle yazmış yazısını, karşı gelmek olur mu. Ama akıl vermiş ki Allah kullanalım diye. Ben şimdi Semra’yı böyle sıkı sıkı belinden bağlarsam hiçbirşeycik olmaz ki. Sepetle mi sarkıtsaydım, yok daha ne, sepet taşımaz ki şuncacık çocuğu, boşuna mı verdi Allah bize bu aklı. Bunu düşünürüm bilirim elbet çok şükür. Ya koparsa ip ? Kopmaz, kopmaz, koparsa kader, Allah öyle yazmış yazısını. Ama şükür maymundan farkımız var boşuna mı verdi Allah bu aklı.... “ Semraaa, git içerden yorgan ipini getir, bir de.. “