Ferai Tınç

Ben olsam Bakü’ye giderdim

9 Ekim 2006
SOYKIRIM tartışmaları, sadece Ermeni kökenli Türkleri değil, beni de çok rahatsız ediyor. Türkiye dışında yaşayan vatandaşlarımızın da ne kadar sıkıldıklarını tahmin edebiliyorum.

Ama kabul etmeliyiz ki, bu bölücü, hırpalayıcı tartışmalar sürecek.

Çünkü, Ermeni diasporasının esas meselesi, bu iddianın uluslararası hale getirilmesi. Yaygınlaştırılması. Yoksa Türkiye’nin bu iddiayı kabul etmeyeceğinin onlar da farkında.

Soykırım meselesi Türkiye’ye karşı her fırsatta kullanılacak etkili bir koz haline getirilmeli. Herkesin kullanabileceği bir koz. Ancak o zaman kader birlikleri mümkün olacak.

İstenen bu.

Zaten geçen hafta, diaspora çevrelerinden gelen haberlerde, "soykırım iddiasının yaygınlaştırıldığı gibi Karabağ’ın bağımsız bir Ermeni devleti olduğu"nun da uluslararası platformda daha fazla duyurulması üzerinde duruluyordu.

Ermenistan ve Ermenilerle ilgili diasporanın çizdiği planlarda 2025 yılına kadar bu iki hedefe varılması öngörülüyor.

Yani soykırım iddiaları, sadece tarihle bir yüzleşme değil siyasi olarak Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının bir unsuru halinde değerlendirilip, planlanıyor.

* * *

KAFKASYA
hareketleniyor. Rusya ile Gürcistan arasındaki sorun, Ermenistan ve Azerbaycan’ı olduğu kadar bizi de ilgilendiriyor. Ermenistan’ın, Türkiye sınırı zaten kapalı, Azerbaycan da öyle. Şimdi Gürcistan sınırının da kapanma olasılığı büyük. Bu durum, ekonomik sıkıntı içindeki Ermenistan’da huzursuzluk yaratıyor.

Chirac’ın ziyareti ve jestleri biraz rahat nefes aldırsa da Karabağ sorununun çözümü için yeni bir süreç başladı. Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanları bir araya geldiler. Minsk grubu yeni öneri getirdi. Azerbaycan, Karabağ’ın bağımsızlığını kesinlikle kabul etmeyeceğini söylüyor, Ermenistan ise ısrarlı. Diaspora bu işin peşinde. İkinci Ermeni devletini dünya kamuoyuna benimsetme planları yapılıyor.

Azerbaycan ateşkese sadık olduğunu yinelese de, son günlerde "barış ile olmuyorsa savaşarak çözüm" açıklamaları yapılıyor. Azeri parlamentosunda yapılan bir kamuoyu yoklamasında milletvekillerinin çoğu da bu yönde irade belirttiler.

Azerbaycan’ın savunma bütçesini yüzde 17.8 artırması Ermenistan’da endişe ile izleniyor. Gerilim Washington’a, "Sorunun savaşla çözümü diye bir seçenek yok" açıklamasını yaptıracak kadar gerçek.

Azerbaycan ne yapıyor? Uluslararası platformlarda sesini duyurmaya çalışıyor.

Azeri topraklarının Ermeni işgali altında bulunduğu gerçeği, Hocalı’daki katliamın bir soykırım olduğu bizlerin bildiği ama savaştan bunca yıl sonra dünyanın unuttuğu gerçekler.

Azerbaycan kendini anlatmaye çalışıyor ama dinleyen yok.

* * *

BAŞBAKAN Erdoğan
’ın Suudi Arabistan’a gideceğini duyduğumda aklıma işte bunlar geldi.

Fransa Cumhurbaşkanı’nın Ermeni soykırımını kabul dayatmasını Türkiye’nin karşısına "siyasi bir gerçeklik" olarak koymasının ardından, Hollanda’da Türk kökenli milletvekillerine bu meselenin zorla kabul ettirilmeye çalışılması rezaleti patlak verdi. 12 Ekim’de de Fransız milletvekilleri kendi "siyasi" nedenleriyle soykırım iddialarının tartışılmasını bile olanaksız kılan bir yasayı kabul etmeye hazırlanıyorlar.

İşte böyle bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın kapısını öncelikle çalacağı yer sizce neresi olmalıydı?

Bakü mü, Cidde mi?
Yazının Devamını Oku

Merkel ve iftarın ardından

8 Ekim 2006
ALMAN Başbakanı Merkel’in ziyaretinden aklımda kalanları toparlamaya çalışırken, öyle tuhaf bir resim çıktı ki karşıma, ben de şaşırdım. Önce, bir İstanbullu olarak davetli olduğum bu iftara yetişmek bir yana, eve gitmekten bile vazgeçirtecek bir trafik karmaşası.

Sanki bütün İstanbul topyekün Lütfü Kırdar’daki iftara yetişmek zorundaymış gibi bir kent curcunası.

Şansölyenin iftar telaşı ile başlayan kısa ziyareti, Türk ve Alman iş adamlarıyla yaptığı görüşme ile sürdü ve İstanbul’daki dini liderlerle bir arada çektirdiği resim noktaladı.

Yakın tarihimize imzasını atan iki eşit ülkenin ittifakı temelinde iniş ve çıkışları olan ilişkiler koridorunu düşündüğünüzde, Türk-Alman ilişkilerinde bugüne kadar alışmadığımız bir çerçevenin şekillenmekte olduğunu söylemek mümkün.

Bu ziyaretin ardından, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin dinler ve kültürler arası diyalog adı verilen yeni bir eksene kaymakta olduğu imajı kalıyor akılda.

* * *

BU
yeni yaklaşımın siyasi sonuçlarının neler olacağını ise pek kestiremiyorum.

Çünkü o sahneyi samimi bulmuyorum.

Türkiye’yi dinler arası diyalog resmi ile ön plana çıkartırsanız, o zaman sorunlarınızı gerçekten çözmüş olmanız, gerçek diyalog ortamını yaratmış olmanız gerekiyor.

O resimdeki dini liderlerle konuşun bakalım, "tam bir ahenk içindeyiz, bizim hiçbir sorunumuz yok" diyecekler mi?

Demediklerini biliyoruz.

Daha dün vakıflar yasası tartışılırken sorunların çözümünü "mütekabiliyet"e bağlamamış mıydı başbakanımız?

O zaman neyi anlatmak istiyor o resim?

Almanya’nın kültürler arası diyalogda Avrupa Birliği’ne örnek olduğunu mu?

Bu da gerçek değil.

O zaman geriye bir tek şey kalıyor.

Bu ziyaret, Türkiye ve Almanya’nın dinler arası diyalog konusunda birlikte gayret sarfedecekleri mesajını ön plana çıkartıyor.

Tabii bu çok iyi, desteklenecek bir şey de, bugüne kadar resmi ziyaretlerin gündeminde önemli yer tutan Türkiyeli Almanların eğitim, dil ve entegrasyon sorunları, irtica ve teröre karşı ortak mücadele gibi konuları örtecek kadar mı önemli?

Diyalog ortamının yaratılacağı tek alan mıdır din?

* * *

MERKEL
’in gelir gelmez apar topar iftar sofrasına oturmasını nasıl samimi bulmuyorsam, iftar sofralarının da gösteriş platformları haline getirilmesi hoşuma gitmiyor.

Üstelik bu iftar, AKP İstanbul İl Başkanlığı’nın davetiydi. Buna vakit ayıran Alman Başbakanı’nın muhalefet partileri ile görüşecek zaman bulamaması, Türkiye’ye yaptığı ilk resmi ziyareti eksik bıraktı bana göre.

Başbakan ziyaretlerinde muhalefet ile görüşme zorunluluğu yok. Ama eğer sayın Angela Merkel, Finlandiya’dan sonra AB’nin dönem başkanlığı koltuğuna oturacaksa ve bu ziyarette biraz da bu şapkasıyla kendini öne çıkardıysa, muhalefete de vakit ayıramaz mıydı? İş ve din adamlarının yanına bir iki sivil toplum örgütü temsilcisi de eklenemez miydi? Demokratik özen bunu gerektirmez miydi?

Belki o zaman Kıbrıs Rum bandıralı gemi ve uçaklara limanların, hava alanların açılmasının neden ön şart olduğunu kamuoyuna daha iyi anlatma fırsatı bulabilirdi.

Ve bugüne kadar Türkiye’ye Avrupa Birliği yolunda gerçekten destek olan Almanya’nın bundan sonra da ilişkileri aynı derinlikte sürdüreceği mesajını vermiş olurdu.
Yazının Devamını Oku

İrtica ve tarif

6 Ekim 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, genel yayın yönetmenlerine ABD dönüşü şöyle demiş: "İşe irtica kavramını tarif ederek başlamalıyız."

Ben de dün sabah işe, Türk Dil Kurumu’nun 1998 basımı Türkçe Sözlük’ünde irtica sözcüğünün tarifine bakarak başladım.

"İrtica"nın karşısında "gericilik" sözcüğü vardı.

Gerici sözcüğünün karşısındaki tarif ise şöyle: Toplumda yeniliklere değer vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan kimse veya görüş. Mürteci.

Şimdi konu içinden konu çıkıyor, tartışma içinden tartışma doğuyor.

Toplumda yeniliklere değer vermeyen, eskiyi özleyen ne anlama geliyor? Nostaljik bir insan gerici mi demek oluyor?

Moda, eskiyi yeniden gündeme getirdiğinde irticanın hortladığı anlamına mı geliyor?

Sık sık değişen trafikten bıktım, eski sistemi özlüyorum. Acaba mürteci mi oldum?

* * *

KAVRAMLARI
didik didik etmek tipik bir havanda su dövme geleneğidir.

İrtica tehdidinin ne anlama geldiği açık. Türkiye’de irtica dendi mi aynı şey anlaşılır. Dinin gerici biçimde yorumlanarak siyasete alet edilmesini, laik rejime karşı şeriat özlemlerinin güçlenmesini, yaşam biçiminin değiştirilmek istenmesini anlarız irticadan biz.

Türkiye’de irtica tehdidi her zaman olduğu gibi bugün de var. Çünkü eğitim düzeyi bu kadar düşük bir toplumda insanları en kolay etki altına alma yolu, dini kullanarak yönlendirmeye çalışmaktır.

İrtica tehdidinin Türkiye’nin yolunu değiştirecek kadar etkili olabileceğini sanmasam da, ders kitaplarından belediyelerin yayınladıkları broşürlere kadar sızan gerici yorumların, kadrolaşma hırsının ve birçok tartışma yaratan adımın da toplumda gerginlikleri tırmandırdığı kesin.

Gericiliğe karşı çıkmak, karşı çıktığını açıkça belirtmek için Başbakanın sözü bu kadar dolandırmasına gerek yoktu.

"İrticaya karşıyım" demesi yeterdi.

"İrtica yok, aşırılık var" deyip, kavram tartışmaları başlatmak yerine, başbakan bu endişeleri paylaştığını söyleyemez miydi?

* * *

İRTİCA
dediğimizde sadece dini kisveli gericiliği anlıyoruz. Gericiliğin dini olmayanı yok mu?

O da Türkiye için ciddi bir tehdit değil mi?

Avrupa Birliği’nden yana olduğunu söyleyip reformlara karşı çıkmak, demokratikleşmenin, hakların, azınlık haklarının, saydamlaşmanın, hesap verilirliğin Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleriyle ters düşebileceği izlenimini yaymak da gericilik değil mi?

Romancıları, gazetecileri, Muazzez İlmiye Çığ gibi önemli bir bilim kadınını, araştırma raporları yazanları düşman ilan eden; yazan, çizen, düşünenlerden rahatsız olan, susmalarını tercih eden ya da düpedüz susturmaya çalışan zihniyet gerici değil mi?

Sözlükte gericiliğin bu biçimini de içeren bir tarif var: "Toplumda yeniliklere değer vermeyen."

Gericiliğe, hangi kisve altında olursa olsun geçit vermemek gerekiyor. Gerginlikleri aşmanın başka yolu yok.
Yazının Devamını Oku

Fırsat

2 Ekim 2006
ATEŞKES mi silah bırakmak mı? PKK’nın ateşkes kararıyla ilgili açıklamalarda bu iki kavram karıştırılıyor. Bazı açıklamalar silah bırakma gibi algılanıyor. PKK ateşkes ilan etti. Bir terör örgütünün ateşkes ilan etmesi, kendi taktik gereksinimlerinin sonucu. Terörizmle mücadele eden ülkeler bu süreçten, şiddete son verilmesini sağlamak için yararlanıyorlar ama İspanya örneğinde de olduğu gibi, ateşkes değil, silah bırakmayı nihai hedef olarak koyuyorlar.

İspanya’da ETA’nın legal örgütü durumunda olan Batasuna Partisi, yöneticilerin örgütün silahlı eylemlerini mahkum etmedikleri gerekçesiyle kapatılmıştı.

Sosyalist Başbakan Zapatero da, ETA ile konuşmak için silahların koşulsuz olarak bırakılmasını şart koştu.

Kuzey İrlanda’da İRA da silahlarını teslim ettikten sonra sisteme adım atabildi.

PKK’nın ateşkes ilan etmesi, akan kanın durması açısından olumlu ama yetersiz.

Türkiye, dağlarında bir yanda güvenlik güçleri, diğer yanda teröristlerin çatışmaya hazır halde beklediği bir ülke olmaktan çıkmak zorunda.

Her şeyden önce güneydoğuda köklü değişimlerin gerçekleşebilmesi için bu böyle.

Ayrıca bizim hedeflerimiz, silahların ve şiddetin ipoteği altında bir ülkenin taşıyabileceği hedefler değil.

Avrupa Birliği sürecinde ya da ondan bağımsız olarak demokratikleşme, kalkınma ve bölgesel aktör olma hedeflerine silahların gölgesi altında ulaşabilir miyiz? Son yirmi yıla dönüp bakın ne görüyorsunuz? Yirmi yıl sonra dönüp baktığımızda yine aynı şeyleri mi göreceğiz?

Hayallerimizin Türkiyesi mi o göreceğimiz?

* * *

EĞER
sahneyi silahlılara terk edip tribünlere çekileceksek hayallerimiz bize büyük gelir. Vazgeçelim hedeflerimizden.

Ateşkes bir adım ama, yetersiz. PKK silah bırakmalı.

Bağımsız, yeni, yaratıcı ve yapıcı siyasi oluşumların önü açılmalı.

Ama bir terör örgütünün silah bırakmasının getireceği değişime de Türkiye hazır olmalı.

Oysa bunun siyasi, psikolojik, sosyolojik belirtileri henüz ortada yok.

Terör örgütünün vaatlerini marjinalleştirecek ortamı yaratmak gerekiyor.

Nerede? Henüz kimse bu konu üzerinde düşünmüyor.

Son otuz yıldan beri Türkiye, çeşitli rüzgarların önünde savrulan gençlerin ülkesi oldu.

İnsanlara geri dönüşün kapılarını aralamayan bir devlet, farklı düşünenlere "burayı terk et" diyecek kadar bölücü bir ideolojik donanım ile böyle bir değişimi kucaklamak mümkün mü?

* * *

ÖNÜMÜZDE
fırsatlar var.

Irak savaşında bir dönüm noktasına yaklaşıyoruz. Amerikan Yönetimi, seçim öncesi halka olumlu mesajlar vermek zorunda. ABD bölgedeki askerlerinin bir kısmını geri çekebilir ama hepsini değil. Kuzey Irak’ta Amerikan askeri varlığının devam edeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü burası istikrarlı bölge.

PKK’nın bölgedeki varlığı her zaman istikrarsızlık riski taşıdığından faaliyetlerini sürdürmesi kolay değil. Talabani ve Barzani’nin siyasi ömürleri Türkiye ile ilişkilere bağlı. Bu ilişkilerin gelişmesi, işbirliğinin artması, Kuzey Irak’ta muhalefet hareketinin güçlenmesini engelleyecek en etkili faktör.

Kerkük sorunu, Irak’ın bütün unsurlarının kabul edebileceği bir sonuçla çözümlenebilirse Kuzey Irak’ta istikrarı tehdit edecek oluşumların barınma şansı kalmayacak.

Evet önümüzde fırsat var. Türklerin, Kürtlerin, gayrimüslimlerin ve müslümanların kimliklerini gururla taşıdıkları, gericilerin, bölücülerin, provokatörlerin dinleyici bulamadığı bir ortama ulaşma fırsatı karşımızda. Elele vererek bunu değerlendirmemek için bir neden yok.
Yazının Devamını Oku

ABD ve PKK terörüne etkili önlem

1 Ekim 2006
BASINA sızan son istihbarat raporunda, Amerikalı uzmanlar Irak’ta durumun kötüye gittiğini belirtmekle kalmadılar, buranın El Kaide’nin eğitim kampı haline geldiğini de yazdılar. 16 Eylül’de Washington Post Gazetesi’nde yayınlanan Lenore G. Martin imzalı makalede ise PKK’nın da, Ortadoğu’da istikrarı tehdit eden terör örgütlerinden biri olduğu vurgulandı. ABD’nin PKK’ya karşı kararlı ve etkili önlem alması gerektiği yer aldı.

ABD’nin ünlü araştırma kuruluşlarından olan Harvard Ortadoğu Çalışmaları Merkezi ve Weatherhead Uluslararası İlişkiler Merkezi yöneticilerinden Profesör Lenore G. Martin’e ulaşarak, görüşlerini biraz daha açmasını istedim.

Prof. Martin, gerçekleştirdiğimiz elektronik bir röportajda, PKK’ya karşı Peşmergenin devreye girebileceğini, ABD’nin de hava ve istihbarat desteği sağlayabileceğini söyledi. Kuzey Irak, PKK’nın sığınağı olmaya devam ederse bütün bölgeyi saracak bir iç savaş tehdidinden söz etti. İşte Prof. Martin’in, Washington kulislerindeki tartışmalara ışık tutacak yanıtları.

LÜBNAN İÇ SAVAŞINDAN DAHA YIKICI

Soru: Washington Post’ta yayınlanan makalenizde PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığının ABD’nin Ortadoğu politikalarını torpilleyeceğini söylüyorsunuz, açıklar mısınız?

Irak’ın her komşusunun bu ülkede çıkarları var. Türkiye, kuzeydeki gelişmelerden rahatsız. İran hem Irak sınırındaki Kürt nüfusunun etkilenmesinden rahatsız, hem de Şiilerin iktidarda güçlü bir etkiye sahip olmasından yana. Kuveyt ve Suudi Arabistan ise Irak’ta Şiilerin ağırlıkta olduğu bir hükümet ya da güneyde özerk bir Şii bölgesi oluşturulmasına karşılar. Bu durumun kendi ülkelerinde ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutulduklarını hisseden Şiileri cesaretlendireceğini düşünüyorlar. Ayrıca Şii, Sünni ve Kürtler arasında çeşitli gruplar var. Irak’ın komşularının, askeri müdahaleleri veya çeşitli grupları birbirlerine karşı maddi olarak desteklemeleri, büyük bir iç savaş felaketine yol açacaktır. Bu savaş, petrol bölgeleri de dahil çevre ülkelere de kısa sürede yayılacak. Lübnan’daki 13 yıl süren iç savaştan çok daha karmaşık ve yıkıcı olacak. Etkileri de öyle. Bu yüzden Türkiye’nin Irak’a yönelik askeri müdahaleden uzak durması, ABD ve Irak’ın da Kuzey Irak’ı PKK sığınağı olma durumundan çıkarmaları gerekmektedir.

AMERİKA HAVA DESTEĞİ VEREBİLİR

Soru: ABD, PKK’ya karşı kararlı ve kesin tavır koymalı diyorsunuz. Ne yapabilir ABD?

Amerika, Irak’taki ayaklanma karşısında zor durumda. Tek güvenli bölge, Kürtlerin denetimindeki kuzey Irak. Uzun vadede Amerika Irak’ta üs kurmaya karar verirse, bunlar büyük olasılıkla kuzeyde kurulacak. O nedenle ABD statükoyu değiştirmek istemiyor burada. Irak, PKK bürolarını kapatmayı vaat etti. Bu yararlı bir karar. Ama dağlardaki PKK kampları da kapatılmalı. Peşmerge geçmişte olduğu gibi, yine bu konuda yardımcı olabilir. Ve eğer gerekirse Amerika’nın hava desteği de sağlanabilir. Ayrıca bu operasyonun başarıyla sonuçlandırılması için ABD’nin bölgedeki uydu ve ileri teknoloji istihbarat mekanizmalarından da yararlanılabilir. Ama Avrupa Birliği de bu operasyona destek vermeli ve PKK’nın mali desteğini durdurmalı. Eğer PKK uluslararası toplum tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyorsa, terör örgütüne nasıl davranmak gerekiyorsa ona da öyle davranılmalı.

TÜRKİYE’YE İHTİYAÇ ARTTI

Soru: Irak’ı nasıl bir gelecek bekliyor? ABD bölgeden ne zaman ayrılabilir?

Irak savaşı başlarken izlediği tutum nedeniyle ABD’nin çok büyük sorun yaşayacağı tahmin edilebilirdi. Washington, Irak’ın komşularıyla diplomatik olarak çalışmadı, Irak’a şiddeti denetim altına alabilecek güçte asker göndermedi, ve oradaki siyaset sahnesinin karmaşık yapısını anlamadı. Irak devletini zayıflatıp, İran’ın stratejik pozisyonunu güçlendirerek bölgede Türkiye’ye ihtiyacı arttırdı. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 40 yıl aradan sonra Türkiye’yi ziyaret etmesi bölgedeki yeni stratejik dengeyi ortaya koyuyor. ABD’nin Irak’ı apar topar terk etmesi, iç savaşın hızla komşulara yayılması sonucuna yol açabilir. ABD, asker çekme kararı alsa bile, kuzeyde kalabilir.
Yazının Devamını Oku

Avrupa raporu ve değişen Kıbrıs çizgisi

29 Eylül 2006
AVRUPA Parlamentosu raporunda dikkatimi çeken önemli bir husus Kıbrıs oldu. Daha önceki Avrupa belgelerinde Kıbrıs’ta taraflar arasında çözümün Annan Planı temelinde ve AB kriterleri çerçevesinde sağlanmasından söz edilirken, bu raporda ne Kofi Annan’ın adı geçiyor, ne de iki taraf arasında müzakere edildikten sonra referanduma sunulan plandan. Bu duruma Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu üyesi ve Parlamento’nun Kıbrıslı Türkler ile temas grubu üyesi Alman Parlamenter Cem Özdemir’in itirazları var.

Dün telefonla ulaştığım Özdemir, dikkat çekiyor. "Avrupa çevrelerinde Kıbrıs konusunda çizgi değişikliği var" diyor.

Raporda değişiklikler görüşülürken, esas olarak Ermeni soykırımının Türkiye tarafından kabul edilmesini üyelik önkoşulu olarak sunmaya çalışan maddenin değiştirilmesine odaklanıldığından, Kıbrıs konusunda pazarlık gücü azalmış.

Kıbrıs’ta çözümün BM temelinde olması gerektiği yer alıyor, ama Annan Planı rapor metninden dışlanıyor.

"Çizgi değişikliği" bu. Kıbrıs müzakereleri başlarken Avrupa Birliği’nin de taraf olması için Yunan ve Kıbrıs Rum diplomasisi olağanüstü gayret sarf etmişti.

Sonunda Türkiye’nin karşı çıkışı ve ABD’nin desteğiyle AB taraf olmaktan çıkartılmıştı. Parlamentosu raporlarının yaptırımı olmadığı için önemsenmemesi gibi, sığ bir inanç var bizde. Evet yaptırımı yok bu raporların ama Avrupa Birliği kararlarının oluşmasında önemli yerleri var.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, Avrupa’nın eski doğu bloku ülkelerine genişleme kararı alındığında, Atina’nın Kıbrıs’ı da bu dalgaya katmak istemesinin ardındaki en önemli nedeni anımsayan var mı?

Kıbrıs sorununun bir Avrupa sorunu haline getirilmesini sağlamak. Türkiye’yi Avrupa Birliği ile başbaşa bırakmak.

* * *

CEM Özdemir
, Kıbrıs konusunda değişiklik önergeleri üzerinde Sosyalistler, Yeşiller ve Liberal grupların anlaştığını, ama oylama sırasında Rumların paralel liste çıkartarak, grup kararı dışında oy kullandırdıklarını söylüyor. Paralel liste ne demek? Avrupa Parlamentosu’nda, her temsilci her konuyu derinlemesine bilmeyebilir. Cem Özdemir, "Örneğin Brüksel’de balıkçılık ile ilgili gelişmeleri izlemek üzere seçilip gönderilmiş bir parlamenterden Kıbrıs konusunun ayrıntılarını bilmesini bekleyemezsiniz" diyor bu temsilcilerin oylamalar sırasında verecekleri oylar grup temsilcileri tarafından pazarlıklar sonucu belirleniyor ve hangi maddeye ne oy kullanılacağı bir liste ile saptanıyor. Rumlar ve Yananlılar, Kıbrıs konusunda istedikleri gibi oy kullanılsın diye paralel listeler hazırlıyorlar.

Bu çok sıkı bir çalışma.

Kıbrıslı Türkler temsil edilmedikleri için, etkili olamıyorlar.

Cem Özdemir, "Avrupa parlamentosu’nda uzun vadeli çalışmak gerekir" diyor. Ama bazı tepkilerin yararlı sonuç vermediğine de dikkat çekiyor. Örneğin Eurlings’e Türkiye’den gönderilen küfür mektupları. Hakaret ve küfür Türkiye’yi daha da yalnızlaştırıcı etki yapıyor.

Hele de, Kıbrıslı Rum milletvekillerinin, AB’nin yeni üyelerinin temsilcilerinin oylarını isterken, "Türkiye büyük ülke bugün bizi tanımıyor, yarın size de aynı şeyi yapar" gerekçesini bile kullandığını düşünecek olursanız, küfürlerin tehditlerin ne kadar ters tepeceğini anlarsınız.

* * *

KIBRISLI
Türklerin yalnızlıktan kurtulması ve seslerinin duyulması için Avrupa Parlamentosu Yeşiller grubu, şubat ayında yönetim kurullarını Kuzey Kıbrıs’ta toplama kararı aldı. Özdemir, "böylece Kıbrıslı Türklere daha fazla dikkat çekeceğiz. Daniel Cohn Bendit, Lagendijk gibi Türkiye’yi ve Kıbrıs’ı yakından tanıyan parlamenterler birlikte böyle bir karar aldık" diyor.

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin en önemli sorunu iletişim. İletişim mekanizmalarının kurulması şimdiye kadar yapıldığı gibi, son an çıkartmaları ile mümkün değil. İletişimi, lobi faaliyetlerini etkinleştirmeden son an gollerinden kurtulmak mümkün değil.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’da büyük kapışma

25 Eylül 2006
"ESKİ doğu bloku ülkelerindeki gelişmeleri anlamak için olayların arkasına iyice bakmak gerekiyor." Dün, Macaristan’da hükümet karşıtı gösterilerden ve Avrupa’daki genişleme yorgunluğundan söz ettiğim yazımı böyle noktalamıştım.

Avrupa’nın yeni ve eski üyelerinde gittikçe açığa çıkan yorgunluğun arkasındaki etkili nedenlerden bir enerji rekabeti.

Avrupa Birliği, geçen yıldan itibaren Rusya ve ABD arasında ciddi ve çok sert bir rekabet alanı haline gelmekte.

Rekabetin merkezi güney ve doğu Avrupa. Yani AB’nin yeni üyeleri.

Türkiye, bu çekişmenin dışında değil, tam tersi çok içinde.

Konuyu açmak için 18 Eylül’e dönelim.

* * *

MACARİSTAN
’ın Sosyalist başbakanı Ferenc Gyurcsany, Avrupa Birliği’nin enerji politikalarında çok kritik bir rol oynamaktaydı.

Brüksel, geçen yıl Moskova’nın Ukrayna’ya sattığı doğal gazı kesmesinden sonra, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak hedefini öne geçirince, Gazprom’u tamamen dışarıda bırakan yeni bir projeye ağırlık verme kararı aldı.

Nabucco adı verilen bu projeye göre Orta Asya ve Hazar havzasından çıkan doğal gaz boru hatlarıyla Avrupa’ya taşınacaktı. Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan ve Macaristan üzerinden geçecek olan hattın son durağı Avusturya olarak belirlendi.

Doğalgazı Avusturya’dan Avrupa pazarına dağıtmayı hedefleyen bu proje, ABD’nin de desteğine sahip.

Bu gelişme, Moskova’yı rahatsız etti. Rusya, Avrupa pazarındaki kontrolünü güçlendirmek için Nabucco’nun karşısına Mavi Akım 2’yi çıkardı.

Buna göre Rus gazı Mavi Akım ile Türkiye’ye oradan Yunanistan, Bulgaristan ve Macaristan üzerinden güney ve doğu Avrupa pazarına ulaşacak.

* * *

UZUN
süre bu iki proje arasında kesin tavrını belli etmeyen Macaristan Başbakanı, Rus teklifine eğilim göstermeye başladı. Hem de Brüksel birliğin enerji güvenliği açısından Nabucco’yu tercih ettiğini açıklamış olmasına rağmen.

Washington’un tüm uyarılarına ve aksi yöndeki "nasihatleri"ne rağmen, doğal gaz tüketiminin yüzde 80’ini Rusya’dan karşılayan Macaristan’ın başbakanı Mavi Akım 2’ye yeşil ışık yaktı.

Sonuç onun için iyi olmadı.

18 Eylül’de Gyurcsany, Soçi’de Putin ile bu meseleleri konuşurken, aynı sıralarda Macaristan devlet radyosunun, yalan söylediğini itiraf eden o gizli bandı döndürmeye başladığından haberi yoktu.

* * *

BUDAPEŞTE
’de, Başbakan’ın rakamları çarpıttığını, halka yalan söylediğini duyanlar sokaklara döküldü. Protestolar hálá sürüyor. Aşırı sağcı ve popülist gruplar hükümeti devirmek için günlerdir meydanlarda. Gösterilerin hükümet ve Avrupa karşıtı zemine kaydığı haberleri geliyor.

Avrupa’ya üyeliğinin sihirli değnek olmadığını fark eden eski doğu bloku yeni AB ülkeleri, büyük güçler arasındaki keskin rekabete karşı koyacak güce sahip değiller.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, nisan ayında Türkiye ve Yunanistan ziyareti sırasında "Şurası çok açık ki, endişelerimizden biri de tek bir kaynaktan enerji sağlanması, Rusya’nın tekel haline gelmesidir" uyarısında bulunmuş, "Gazproma dikkat edin" demişti.

Hafta sonu Paris’te bir araya gelen Rusya, Fransa ve Almanya liderlerinin gündeminde de enerji vardı.

ABD ile Rusya arasındaki enerji kaynak ve yollarının denetim rekabeti, yeni üyeleri sayesinde Avrupa’nın içine taşınıyor.

Genişlemiş Avrupa, böyle bir rekabetin sahnesi haline gelmeye henüz hiç hazır değilken.
Yazının Devamını Oku

Avrupa yorgunluğu herkes için risk

24 Eylül 2006
GEÇEN yıl Polonya’nın başkenti Varşova’da otomobiline bindiğim taksi şoförü, "Avrupalı olduğumuzda ülkeye yatırım akacaktı. Evet geldiler, yabancılar geldi ama ne için? Birer ofis açmak için geldiler" diyordu. Avrupalı olmuş ama beklediğini bulamamıştı. Avrupa Birliği’nin yeni üyeleri halktaki bu hayal kırıklığının bedelini, Avrupa karşıtı hareketlerin güçlenmesi ile ödüyor.

Polonya’da idam cezasını geri getirmeye kalkıp Brüksel’in yüreğini hoplatan popülist bir hükümet var.

Slovakya’da da aşırı sağcılar iktidarda. Macar azınlığın ülkeden atılması gerektiğini savunacak kadar işleri ileri götürüyorlar.

Macaristan’ın başı dertteki Başbakanı Gyurcsany, Cuma günü Berlin’de Avrupa Birliği’nin bütün üyelerine yaptığı konuşmada Avrupa’nın büyüklerinin dikkatini, halkın hayal kırıklığına çekti.

"Avrupa üyeliğinin halkın beklentilerini karşılamadığını" söylerken önemli bir uyarıda da bulundu: "Sıradan insanlar, kendilerine güveni kaybettiler. Önlem alınmazsa bu durum popülizmin ve aşırı milliyetçiliğin daha da güçlenmesine yol açacak."

Genişleme sonrası yorgunluk, iki yıl içinde kendini gösterdi.

Brüksel böyle bir gelişmeye hazır mıydı? Hayır.

Avrupa’nın eski üyeleri, yeni üyelere kırmızı çizgileri aşmamaları konusunda nasihat vermekten başka bir şey yapamıyorlar.

Ama başka hiçbir kolaylık göstermiyor, "Yol haritamızda birlikte yürüyeceğiz. Herkes kendi nefesinden sorumlu" deniyor.

***

YENİ
AB üyelerinde, eski sistem ve Avrupa Birliği üyeliği dışında bir üçüncü yol arayışları var. Avrupa karşıtlığı, Brüksel kararlarına isyana dönüşüyor. Avrupa Birliği bu gelişmeye gerekli önemi vermiyor.

Gözlemciler, altı yıl önce Avusturya’da ırkçı Haider iktidara geldiğinde gösterilen tepkiyi anımsatıyor ve bu refleksin kaybolduğunu söylüyorlar.

Bu gelişme Avrupa’da genişleme karşıtlarının işine geliyor tabii ki. Alman Başbakanı Merkel, önümüzdeki yıl başında AB dönem başkanlığına hazırlanırken genişlemenin bir süre dondurulacağı işaretini veriyor.

Balkan ülkelerine yakın bir gelecekte AB üyeliği vaadi verilmemesi gerektiğine inandığını söylüyor.

Ya Türkiye? Neyse ki Türkiye için bahane çok. O nedenle Türkiye’ye kapıyı kapattık demiyor. Ama güvensizlik hem Avrupa hem de Türkiye’de güçleniyor.

Almanya Başbakanı Merkel, dönem başkanlığında kültürler arası diyalog konusuna ağırlık vereceğini söylüyor.

Verilen sözlerin tutulmadığı, ahde vefanın bile sağlanamadığı Türkiye örneği ortadayken kültürler arası diyalog nasıl başarılı olacak?

Avrupa, eski ve yenisi ile genişleme yorgunu ve bu yorgunluk bölge açısından ciddi riskler taşıyor.

***

ESKİ
doğu bloku ülkelerindeki gelişmeleri izlerken, olayların arkasına iyi bakmak gerekiyor.

Kafkas ve Rus doğal gazının Avrupa pazarlarına yönelik rekabetinde iki tarafa da eşit mesafede duran Macaristan Başbakanı’nın, 18 Eylül günü Sochi’de Putin ile görüştüğü sırada olaylara neden olan bandın yayınlanması sadece bir tesadüf müydü acaba? Mutlaka bir yanıtı vardır. Araştıracağız.
Yazının Devamını Oku