Ferai Tınç

Terör ve işbirlikçi sorunu

29 Haziran 2007
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, Eğirdir Dağ Komando Okulu’nda düzenlediği basın toplantısını televizyonda canlı yayında izledim. <br><br>"Bir teröristin dağda gezmesi için aşağıda 10 kişiye ihtiyaç var" diyor. O on kişiyi "işbirlikçiler" olarak niteliyor ve ekliyor: "İşbirlikçi tesirsiz hale getirilmezse, terörle mücadele süreci uzuyor."

Demek ki, teröristi destekleyen 10 kişi kalmasa, bu sayı, mesela üçe inse o kişi, elinde mayınları, silahları ile dağda eskisi gibi rahat dolaşamayacak. İşi zorlaşacak.

Bundan da benim anladığım şu. Terörün kitle desteğini daraltmak çok önemli.

Pekiyi bu nasıl olacak?

"Güvenlik demokrasiden önce gelir" yaklaşımı ile yapılacak yasal düzenlemeler bu sonucu sağlayacak mı?

Psikolojik harekat denen, ajitasyon-propaganda yöntemleri terörü besleyen bataklığı kurutmaya yetecek mi?

Hayır yetmeyecek. Tabii ki güvenlik için bazı yasal düzenlemeler gerekebilir.

Ama bu her şey demek değildir. Cezaevlerini sempatizanlarla doldursanız da, insanları korkutup sindirseniz de, terör örgütünün "işbirlikçi"leri neden bulduğunu anlamadan, kalıcı bir sonuç almak mümkün değil.

* * *

PEKİYİ
ne yapmalı? Terörün kitle temelini nasıl zayıflatmalı?

Kucaklayıcı olarak.

Kürt vatandaşlarımızın duygularını anlamaya çalışarak.

Geçen hafta Mardin’de gördüğüm yaşlı bir aşiret mensubu, kendini bildi bileli merkez sağa oy vermiş bir kişi, "Hep Kürt, Kürt diyorlar, neden herkes bizi alet ediyor, bizim üzerimizden siyaset yapıyor. Biz düşman mıyız?" dediğinde, hemen cevap bulmak kolay olmadı.

Güneydoğu’da, Irak’a operasyonu onaylayan bir tek kişi ile karşılaşmadım ben. MHP’liler de dahil olmak üzere.

Türkiye’de farklı gerçekler var. Bu farklar üzerinde kafa yormadan, gerçekler arasındaki duvarları yıkmadan "işbirlikçi" sorununun üstesinden gelmek zor.

* * *

GENELKURMAY
Başkanı Orgeneral Büyükanıt konuşmasında, "Terörle mücadele sadece silahlı mücadeleden ibaret değildir. Ekonomik, siyasi ve psikolojik boyutu vardır" diyor.

Doğru da, siyasi, ekonomik, psikolojik bir proje hazırlayacak ortam bir türlü sağlanamıyor ki.

Kürt sorunundan söz eden bütün siyasilerin lafları, Turgut Özal’dan bu yana, ağızlarına tıkandı.

Başbakan Erdoğan, Kürt sorunundan söz etti diye ağır eleştiriler aldı. Mehmet Ağar’ın, "herkes bizim çocuğumuzdur, dağdakiler ovaya inmeli" açıklaması olay çıkardı.

Terörle mücadelenin ekonomik, siyasi ve psikolojik boyutundan söz ederken, terör örgütünün "koz" olarak kullandığı "mesele"yi görmezden gelemezsiniz.

PKK’nın, Kürt kökenli gençlerimizi dağ yollarına düşüren "kozlarını" etkisiz kılmak Kürt sorununu, şiddete karşı çıkan, terörü reddeden Kürtlerle konuşmadan mümkün mü?
Yazının Devamını Oku

Avrupa’nın sihri bozuldu

25 Haziran 2007
SABAHIN erken saatlerine kadar süren Avrupa Birliği Zirvesi’nin ardından en samimi açıklamayı bana göre İtalyan Başbakanı Romano Prodi yapmış. Dünkü İtalyan gazetelerinde yer alan açıklamasında Prodi, "Birçok ülke birlikte çalışma ruhlarını kaybetti. Avrupa ruhunu yitirdiler" diyor.

Avrupa Birliği’nin son zirvesi, genişleyen Avrupa’nın yeni gerçeklerini de ortaya koydu.

Artık iki Avrupa’nın varlığı daha net biçimde görülüyor.

Birincisi birlikte çalışmak isteyen Avrupa. İkincisi ise, yine Prodi’nin sözleri ile aktarıyorum, "Avrupa Birliği’nin rolünü sınırlandırmayı ulusal hedef haline getiren perspektif"in Avrupa’sı.

Bunu görmek, Avrupa’ya sırtını çevirmeyi ve bu defteri kapatmayı gerektirmiyor.

Aksine, Avrupa’daki değişimi yakından izlemek ve bu değişimi etkileyecek araçları kullanabilmek lazım.

Bunları nasıl yapacağımız belli. Elimizdeki araçları tahlil etmek yeterli. Müzakere süreci içinde ve karşılıklı yükümlülükler çerçevesinde yapılacak teknik ve siyasi pazarlıklarla bu araçların güçlendirilmesi, Avrupa’daki değişim içinde daha aktif biçimde yer almamızı sağlayacak.

* * *

BİRKAÇ
kez kopma noktasına gelen zirveden sonra, en fazla sorun çıkartan Polonya, İngiltere ile Hollanda dahil tüm ülkelerin temsilcileri, o çok bildik "istediğimizi elde ettik" sloganıyla Brüksel’den döndüler.

Zirvenin ayrıntıları, önümüzdeki günlerde daha net biçimde ortaya çıkacak ama bugün gördüklerimiz, onları değil Prodi’nin ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor.

Eğer, başarı zirvenin sonuçlandırılmış olmasıyla ölçülecekse, söyleyecek bir şey yok. Ama "birliğin" derinleştiğini gösteren hiçbir işaret yok. Tam tersi ise ortada.

İngiltere, zirveye "kırmızı çizgileri" ile katıldı ve geri adım atmadı.

İki yıl önce, hayal kırıklığı ile noktalanan AB Anayasası’nın yerine alacak olan "Avrupa Anlaşması"nda, dış politika konusunda ulusal karar ve yasalarının yerini alacak kurumsallaşmaya kesinlikle karşıydı. İngiltere, "Kendi politikamı kendim belirlerim" diyor, başka bir şey demiyordu. Ayrıca adalet ve iç işleri bakanlıklarının sorumluluğuna giren herhangi bir konuda da "hükümranlık paylaşmaya" yanaşmıyordu.

Anlaşmadaki temel haklar, çalışanların hakları da dahil, İngiltere için bağlayıcı olmayacak, ayrıca İngiltere ceza hukukuyla ilgili Avrupa Birliği’nin alacağı kararları veto hakkını muhafaza edecek.

Blair, zirvede bu konuda söz aldı ama muhalefeti memnun edemedi.

Dünden itibaren İngiltere, hazırlanacak olan anlaşma metninin halk oyuna sunulabileceğini tartışmaya başladı.

* * *

POLONYA
, bana göre kaybedenler safında. Avrupa Birliği oyunun kurallarını, oyun sürerken değiştirdi ve Polonya temsil ağırlığını kaybetti. Her ne kadar çifte oylama sistemine geçiş 2017’ye kaldıysa da, Polonya’nın temsil oranı, kendisiyle eşit nüfusa sahip Fransa, Almanya ve İngiltere’nin gerisinde kalacak.

Fransa ise Avrupa’nın birliğinin temeli olan serbest rekabet konusunda, ulusal çıkarlarını göz önüne alarak, anlaşmaya "rekabet" konusunun girmemesini sağladı. Avrupa’nın serbest rekabete kayıtsız şartsız bağlılığı, anlaşma dışında ama ona ait bir ek protokolle dile getirilecek.

* * *

HOLLANDA
’nın talebi olan ve kabul edilen konu ise bizi yakından ilgilendiriyor. Yeni Avrupa Anlaşması’nda, katılacak olan üyelerle ilgili kriterlere de yer verilecek. Bu, adayların katılımının önünde birçok engele bir tanesinin daha eklendiği anlamına geliyor. Komisyon kabul etse ve üyeliği önerse de buna karşı çıkan herhangi bir ülke, yeni oy sistemine göre, eğer engelleyecek oyu sağlayamıyorsa konuyu Avrupa Mahkemesi’ne taşıyabilecek.

Ulusal çıkarların, ortak hedeflerin önüne geçtiği bir Avrupa var artık. Bu ortamda "birlik" sözcüğünün sihri kalır mı?
Yazının Devamını Oku

Hakiki Güneydoğu

24 Haziran 2007
<b>Mardin</b><br>KİTAPLARIM arabanın içine dağılmış. Bir yanımda Urfa ile ilgili kitaplar, onların arasında Hürriyet’in efsanevi Mardin muhabiri Adnan Avuka’nın fotoğraflarını sergileyen kitabı: Hoşgörülerin diyarı Mardin. Urfa-Mardin arası iki saatlik yolculuğumda birini bırakıp diğerini alıyorum. Seçim öncesi havayı koklamak için geldiğim Şanlıurfa’dan ayrılırken bir turist gibiyim.

Bu Güneydoğu, mayınların patladığı, oradan gelen her haberin canımı yaktığı, terörün kıskaca almak istediği Güneydoğu değil.

Bu, daha güzel yarınlar kurabilmek için enerjilerini seferber eden insanların güneydoğusu.

Urfa’da, artık çok güzel oteller var. Kaldığım otelin havuzunda sabah erken saatlerde kızlı erkekli küçük çocuklar yüzme dersleri alıyorlardı. Anneleri havuzun kenarında çocuklarının dersini bitmesini bekliyorlar. Uzun yıllardan beri gidip geldiğim Urfa’da ilk kez rastladığım bir sahne.

Turist grupları, din tarihinin beşiği bu topraklarda kutsal yerleri büyük bir ilgiyle ziyaret ediyorlardı. Üç dinin atası İbrahim Peygamber’in doğduğu, yaşadığı ve izlerini bıraktığı Urfa, aslında hak ettiği ilgiyi hálá görebilmiş değil. Ama göreceğine eminim. Çünkü önceki yıllarda sadece bir dini vecibe yeri olarak gezilen Şanlıurfa, artık çok daha geniş çevrelerin ilgisini çekmeye başlıyor.

Turizm, bölgenin tutucu, içe kapanık yapısını da değiştiriyor.

AMAZON KRALİÇESİ

Bu gidişimde beni en çok heyecanlandıran, Halepli Bahçe’deki buluntu. Urfa Kalesi’nin karşısında, üç dini simgeleyecek bir park yapılırken, yerin altından harika mozaikler çıkıyor.

Mozaiklerin farklı bir yapıları var. Fırat’ın siyahtan kırmızıya, sarıdan yeşile değişen kumlarıyla elde edilmiş. Amazon Kraliçe’sini gösteriyor.

Tarihte kadınların iktidarının simgesi olan Amazon Kraliçesi’nin, kadınların namus adına öldürülmelerinin töreden sayıldığı yerlerden birinde, başını asırların ötesinden günümüze uzatması bence "iyiye alamet".

Bu sefer konuştuğum birçok kişi, siyasetçi, esnaf, sokakta durdurup fikrini sorduklarım, ya kadınların durumunun çok iyi olduğunu söyleyip üzerinde düşündüğü belli olan bir konuda hemen savunmaya geçiyor, ya da değişim gereğinden söz ediyor.

Siz, şu ana kadar dünyada bulunan ilk tapınağın Şanlıurfa’da olduğunu biliyor muydunuz? Göbekli Tepe’deki tapınak dokuz bin yıllık geçmiş ile sizi buluşturuyor. Daha da geriye gidebilirsiniz. 11 bin 500 yılı sırtında taşıyan bir insan heykeli müzede sizi bekliyor. Bu kadar eski bir ikinci heykelin henüz bulunmadığını söylüyor uzmanlar.

REYHANİ’Yİ GÖRDÜM

Adnan Avuka
’yı Mardin’de her zamanki gibi buldum. Efsane gazeteci. Değil internet, teleksin bile zor bulunduğu yıllarda postaneye güvenmediği için, Mardin’den Diyarbakır’a koşarak haber ve resim yetiştiren Avuka, New York’ta açtığı fotoğraf sergisinden yeni dönmüş. Fotoğraflarının bir kısmını gösteren kitabı koltuğumun altında. Bu sefer yine işim var, yine istediğim gibi gezemiyorum Mardin’i ama ilk kez kalıyorum. Artık çok güzel otelleri var. Akşam, hava karardıktan sonra Cumhuriyet Aile Çay Bahçesine gidiyoruz. Canlı müzik var.

İşte Reyhani’yi ilk orada gördüm. Mardin’e özgü bir karşılama. Kırık dizler, zarif hareketlerle yaşlıdan gence kalkıp bir güzel dans ettiler.

Güneydoğu’da silahla, şiddetle, mayınlar ve bombalarla çizilmeye çalışılan gelecek yok aslında.

Sabırla, terle, çalışarak, sahip çıkarak, koruyarak hazırlanacak gelecek şu anda başladı bile. Bugün oradan, hakiki Güneydoğu’dan geliyorum.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’yı CHP hatırlattı

22 Haziran 2007
CHP lideri Deniz Baykal, "Avrupa Birliği konusu Türkiye’nin hedefi olmaya devam ediyor" dedi. Tam da Türkiye Avrupa Birliği’ni unutmuşken, CHP Türkiye’ye Avrupa’yı hatırlattı.

Tuhaf değil mi? Son zamanlarda Avrupa karşıtlığının başını çeken CHP, hükümet ihtimalini hedefte görmeye başlayınca mı "Pusula"yı Avrupa’ya çevirdi?

İktidara geldikleri takdirde çalışmalarının bu yolda süreceğini söylerken Türkiye’nin hakkına sahip çıkılarak mücadele edileceğini de ekledi CHP lideri.

İktidar gibi muhalefetin de bu konuyu bir iç siyaset malzemesi haline getirmesi sonucu Avrupa treni, lokomotif müzesindeki yerini almak üzereyken, CHP’nin Avrupa hedefini canlandırması önemli.

Bu konuda siyasi partiler tavırlarını net biçimde almak zorunda. Avrupa karşıtı olan partiler de açıkça ortaya koymalılar tavırlarını. Tartışmalar, ancak bu durumda doğru zeminde ilerleyebilir. Yoksa dedikodu ve cehalet örneği tahlillerin önüne geçmek ve ulusal öncelikler ile AB alanı arasında uyum sağlamaya yönelik içi dolu öneriler geliştirmek mümkün değil.

* * *

BRÜKSEL
’de dün, Avrupa Birliği açısından çok zor ama önemli bir zirve başladı. Anayasayı adını anmadan canlandırarak Avrupa Birliği’nin yürüyebilmesini sağlamak için müthiş pazarlıklar yapılıyor. Bu pazarlıkların ucu Türkiye’ye de dokunuyor. Eğer, Avrupa kurumsal sorunlarını çözebilirse genişleme daha emin bir yolda ilerleyecek.

Sahi, bizim açımızdan son durum neydi?

AKP hükümeti, Brüksel’in de desteği ile Avrupa sürecini nadasa bıraktı. Müzakereler tıkansa bile biz müzakere fasıllarını kendi başımıza açar ve üzerimize düşeni yaparız diyerek, bir oyalama taktiği benimsedi.

Bugün, AKP’yi, Türkiye’de Avrupa Birliği’ni isteyen tek demokratik siyasi güç olarak gösterenlere hatırlatmak istiyorum. Türkiye müzakerecisini karar alındıktan kaç ay sonra seçebildi? Diğer aday ülkeleri çoğunda müzakereleri sürdürecek olan kişi ve bunların hangi kurumsal yapıda sürdürüleceği belli iken, AKP’nin bu konuyu ağırdan alması, daha önce kurulan AB Genel Sekreterliği’ni bir kenara itmesi, müzakere mekanizmasının hantallığı, AKP’nin zaten bu işe inanmadığını göstermiyor muydu?

Uyum çalışmalarında, Türkiye’nin hangi adımları ne zaman atacağını gösteren orta ve uzun vadeli ulusal programının yeniden hazırlanması gerekirken, bunun yapılmaması da hükümetin Avrupa inancını kaybettiğinin işaretiydi ama bunu halka açıklamayı göze alamadılar.

Çünkü Avrupa’nın kendi krizini ve Türkiye’ye nasıl yansıyacağını göremediler.

Türkiye’de Avrupa Birliği hedefi üzerinde ciddi olarak duran ve Avrupa’yı çalışan ekiplere sahip olan, buna göre siyaset üreten hiçbir parti yok.

Avrupa Birliği, MHP de dahil, iktidarda olunca partilerin önlerinde buldukları ve ne kapatacak ne de derinleştirecek cesareti gösteremedikleri bir dosya haline geldi.

* * *

ŞİMDİ
CHP de bu dosyanın günün birinde önüne gelebileceğini hesaplayıp hazırlık yapıyor.

Keşke öyle olmasa. CHP, bu konudaki düşüncelerini daha açık ifade etse.

Avrupa Birliği ile ilişkilerin, haklar temelinde sürdürülebilmesi, "onlar söyleyeceklerini söylesinler biz yanıtını veririz" anlayışıyla mümkün değil.

Olli Rehn, önceki gün Fransa’nın önde gelen siyasetçi ve bürokratları yetiştiren Ulusal Yönetim Okulu ENA’da yaptığı konuşmanın yarısını Türkiye’ye ayırmıştı. Türkiye’nin Avrupa’nın istikrar ve güvenliği açısından olduğu kadar ekonomik geleceğinde de önemli olduğunu vurgulad. "Benim açımdan bundan sonrası açık. Türkiye’nin Avrupa’ya uyum kapasitesini göstermek ve müzakerelere yeni bir ivme kazandırmak yeni hükümete kalıyor" dedi.

Hükümete talip olanların "AB bizim de hedefimiz" demeleri yetmez. Neden öyle olduğunu, bunun için neler yapacaklarını, ya da yapmayacaklarını da öğrenmek hakkımız.
Yazının Devamını Oku

Bölünmüş Filistin’de çözüm hayal

18 Haziran 2007
FİLİSTİN sorununun iki devletli çözümüne destek vermekte gecikenler şimdi iki Filistin devleti çözümünü dikkate almaya başlıyorlar. Ama yine yanılıyorlar. Ortadoğu’ya barışın İsrail-Filistin sorunlarını çözerek değil, Saddam’ı devirerek geleceğine dünyayı inandırmaya çalıştıklarından beri söyledikleri her şeyde olduğu gibi, Filistin konusunda da yanılıyorlar.

ABD ve İsrail, Hamas’ın Gazze’yi ele geçirmesinden sonra Batı Şeria’ya çekilen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a yardıma hazırlanıyorlar.

Hangi devlet? Batı Şeria’nın bir kısmı işgal altında. İki adımda bir İsrail’in askeri kontrol noktalarının bulunduğu topraklarda bağımsız devlet planları mümkün mü?

Gazze, Mısır üzerinden, Batı Şeria ise Ürdün üzerinden nefes alabilir mi?

Mahmud Abbas 2005’te devlet başkanı seçildikten sonra iç sorunlarıyla başa çıkmak için yardım istediğinde, ABD oralı olsaydı Hamas bugün seçilebilir miydi?

2006’da Abbas, kendisini genel seçimler için sıkıştıran ABD ve İsrail’e, El Fetih’in yeni mecliste beklenen başarıyı elde edemeyeceği mesajlarını göndermiş ve sıkıştırılmamasını istemişti. Dinleyen olmadı.

Sandıktan Hamas çıktığında, "Hamas terör listemizde, onu tanımayız" demekle kalmayıp, bütün yardımları kesen, ağır bir ambargo altında Filistin yönetimini maaş ödeyemez duruma sokan da ABD oldu. İsrail ise Filistin’e ödemesi gereken vergi payını bloke ederek, Filistin’de bir düzen kurulmasına izin vermedi.

Ayrıca, El Fetih ile Hamas arasındaki çatışmaya son vermek için Suudi Arabistan’ın arabuluculuğuyla geçen yıl ulusal birlik hükümeti gerçekleştirilirken, İsrail yine barış iklimi yaratma çabası göstermedi. Abbas’ın bütün ricalarına rağmen 600 milyon dolar üzerindeki ambargosunu kaldırmadı.

* * *

FİLİSTİN
denklemi, suçluyu aramanın da anlamsız hale geldiği yeni bir çıkmazda.

Ama söylemeden geçemeyeceğim. El Fetih, Avrupa Brliği’nin Arafat’a kesenin ağzını açmasından bu yana, bu kaynağı gelişmeye yöneltmek yerine yolsuzluğun yaygınlaşmasına yönlendirdi. Halkın güvenini kaybetti.

Hamas’ın da bugün gelinen noktada sorumluluğu büyük.

Eleştirmeme rağmen, AKP’nin Filistin seçimlerinden sonra Hamas’a meşruiyet tanıyacak girişimi kendileri açısından çok önemliydi. .

Hamas’ın sürügündeki lideri Meşal, Ankara’da yapılan görüşmeye önem vermedi.

AKP kurmaylarının telkini, Filistin hükümetinin İsrail ile yaptığı anlaşmalara sadık kalmaları, İsrail’i tanımama politikalarından vazgeçerek barış sürecine destek vermeleri idi.

Meşal’in Ankara’dan ayrılır ayrılmaz yaptığı açıklamada ilk işi, İsrail’i tanımadığını yinelemek olduğu.

Hamas, zaten ideolojisi gereği İsrail ile barışmak gibi bir hedefe sahip değil.

Hamas’a göre İsrail devleti yıkılacak Filistin günün birinde Filistinlilerin olacak.

Bu hedefe ulaşılmasını engelleyeceği için "barış" Hamas açısından hiçbir şey ifade etmiyor .

Hamas liderlerinin, Gazze’de devlet kurmayacakları açıklamasını bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Hamas, Filistin topraklarının paylaşılmasına rıza gösterdiği anlamına gelecek böyle bir devleti kurmayı düşünmez. Kendi denetiminde olsa bile.

Filistin bayrağı yerine, Gazze’ye Hamas’ın İslam devletini temsil eden yeşil sancağı çekmesi de, İslam güçlerinin Filistin’i fethetmeye başladığı mesajını taşıyor.

* * *

WASHINGTON, Mahmud Abbas’a maddi destek vererek, Batı Şeria’da ilan ettiği hükümetini güçlendirmeyi planlıyor. İsrail Yönetimi de, Hamas’a karşı El Fetih ile yakınlaşıp yakınlaşamayacağını ölçüyor. Hamas’ı ve Gazze’deki 1.5 milyon Filistinliyi denklem dışına itip Batı Şeria’da Filistin barışının kaderini tayin edecek bir hükümet kurdurulabilir mi?

Batı, Filistin’in ılımlı lideri Mahmud Abbas’a yardım etmekte geç kaldı.
Yazının Devamını Oku

İşbitirici krallar

17 Haziran 2007
STRASBOURG’da Fransa’nın genç yazarlarından Frederic Beigbeder’in Kleber kitabevindeki söyleşisini dinledim. Gittiğim yerlerde, nelerin okunduğunu, hangi filmlerin seyredildiğini, yeni tatları ve tatlılarını öğrenmeye kısacık da olsa zaman ayırırım.

Fransa’da kitabevlerinin tadı bir başka. Beigbeder o gün Kleber’de son romanı, "İmdat, özür dilerim"i anlattı.

Piyasaya yeni çıkacak bir makyaj ürününün tanıtımı için Rusya’da, "melek yüzü" arayan adamın hikayesi bu roman.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra "serbest piyasa"nın acımasız dişlileri arasında yaşamlarını sürdürebilecek yer açmak isteyen Rus kadınlarının serüveninin ardında, düzenin kadınlığa yönelik tehditlerine dikkat çeken Beigbeder, 350 bin satan romanı "99 Francs" ile Fransa’nın çok okunanları arasında.

Yazar tam "moda dünyasının kadınlar üzerinde aslında faşist bir baskı oluşturduğunu" anlatırken, laf lafı açtı ve söz Fransa’ya geldi.

"Sarkozy’nin Fransa’sının, bugün Putin’in Rusya’sından farkı yoktur" dedi.

"Rusya devletçi, Fransa da öyle. Rusya’da tek adam yönetimi var, Fransa’da da öyle.

Rusya’da renginiz yüzünden tartaklanabilirsiniz. Fransa’da da ırkçılık var.

Rusya’da oligarşi var. Büyük sermaye medyaya da sahip oldu Gazprom gibi.

Fransa’da da medya, silah sanayi dahil büyük patronların elinde."

***

SARKOZY
Fransa’sı ne Mitterrand ne de Chirac Fransa’sına benzeyecek.

Öncekilerin aksine başkanlık sarayının kapılarını sendikalardan, öğrenci gruplarına kadar herkese açan (popülizm), sabah koşularına gazetecilerle çıkan (gösterişçilik), seçim sonuçlarının belli olduğu gece medya patronları ve kendine yakın gazetecilerle akşam yemeği yiyen (medyayı kontrol) önceden tanımadığı bir işadamının yatında seçim yorgunluğunu çıkartmaktan gocunmayan, dibine kadar popülist ve de oportünist bir politikacıya kucak açtı Fransızlar.

Neden?

"İşbitirici" olacağına inandıkları için.

Bugünkü sorunlardan hemen kurtulmak istedikleri için.

Sosyalistlerin ve ülkenin önde gelen aydınlarının, "Sarkozy’nin bu kadar güçlenmesi demokrasimiz açısından doğru değildir" uyarılarına rağmen üstelik.

***

ÜLKENİN
aklı başında aydınları, "Sarkozy Fransa’da üç önemli kırılmaya imza atıyor" yorumunu yapıyorlar. Yakın tarihçi J.Pierre Rioux’nun tahlilini özetliyorum.

Meclis’teki çoğunluğu ile yarı başkanlıktan tam başkanlığa adım atarak sistemde kırılma yaratıyor. Fransa, küçük partilerin silindiği ortamda sağ ve sol olarak iki kutuplu karşıtlığa yöneliyor. Altıncı Cumhuriyet’e adım atılıyor.

İkinci kırılma, Sarkozy’nin her fırsatta sözünü ettiği ve bu yüzden halktan büyük destek gördüğü "Kimlik" meselesindeki çıkışı ile geliyor. Sarkozy, ötekini umursamayan, bir arada yaşamak yerine çoğunluğa ayak uydurulmasını savunan ortak bir kimliğin altını çızıyor.

Üçüncü kırılmayı ise onun her alandaki "günübirlikçi"liğinde, geçmiş ve gelecekle pek ilgilenmemesinde buluyorlar.

Bu gerçekler seçmene hiçbir şey demiyor anlaşılan.

"İşbitirici Krallar"ı mı özledi insanlar?

Yoksa, Sosyalistlerin seçim stratejilerini olumsuzluk ve karamsarlık üzerine oturtması mı yüreklere işlemedi?

Her ikisi de galiba.
Yazının Devamını Oku

Ortadoğu haritası her şeyi anlatıyor

15 Haziran 2007
BUGÜN hemen karşınıza bir Ortadoğu haritası alın ve bakın. <br><br>Filistin, barış olsaydı İstanbul’dan otomobille bir günden kısa bir sürede gidilebilecek kadar yakınımızda. Bakın neler oluyor. Yıllardır İsrail’e karşı mücadele eden bir halk, bugün birbirini katlediyor.

Gazzeliler iki ateş arasında. Ekranlarda inanılmaz sahneler görüyoruz.

Hamas’ın sağladığı üstünlüğü, eline geçirdiği gıcır gıcır Kalaşnikof’lara bağlayan yorumlar yapılıyor bugün.

Uluslararası çeşitli terör listelerinde yer alan İslamcı Hamas, Filistin devlet memurlarına aylıklarını ödeyemeyecek kadar sıkı bir ambargo altında. Nereden buluyor bu silahları?

Javier Solana, Mısır sınırına uluslararası güç konuşlandırma teklifine Avrupa Birliği’nin destek verdiğini açıklıyor.

Buradan gelen silah ve militan akışını kontrol etmek için.

* * *

MISIR
. Haziran başından beri tutuklanan Müslüman Kardeşler Örgütü üyelerinin sayısının bini bulduğu söyleniyor. 2005 seçimlerinde Meclis’te sandalyelerin beşte birini kazanan Müslüman Kardeşler’in, bu hafta yapılan şura seçiminde etkin olmaması içindi bütün bunlar.

Müslüman Kardeşler, Meclis üst kurulunun danışma organı olan Şura’ya temsilci sokamadı ama halk içinde gücünden bir şey kaybetmedi.

Müslüman Kardeşler’in gençler arasında etkisi yaygınlaşıyor. Kapı kapı dolaşıp yoksul halka yaptıkları yardımlarla siyasi temellerini derinleştiriyorlar. Amerikan karşıtlığı, yoksulluk ve mağduriyet, siyasi propagandalarının en güçlü noktaları.

Zaten bu seçimlerde örgütün esas hedefinin kazanmak değil, "Dine saygı gösterdiğini ve İslami kuralları uyguladığını iddia eden hükümetin ikiyüzlülüğünü teşhir etmek olduğu" ileri sürülüyor.

Bir hatırlatma. Hamas, 1987 yılında Müslüman kardeşlerin Filistin örgütü tarafından kuruluyor.

* * *

MISIR
sınırına uluslararası güç yerleştirme çabası sonuç verebilir mi? Gazze’de istikrar sağlanabilir mi? Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas İsrail’in kabul ettiği tek muhatap olarak barış görüşmelerine başlayabilir mi?

Hiç sanmıyorum. Uluslararası güç Lübnan’da etkili olabildi mi?

Gaziantep’ten otomobille yola çıktığınızda, Şam üzerinden beş saatte varacağınız kadar yakın bize Lübnan.

Lübnan’da savaş var. El Kaide’nin müstear isimlisi, El Fetih kamplarında Lübnan ordusuyla savaşıyor. Önceki gün Suriye karşıtı etkili bir siyasetçi öldürüldü. Kadınlı erkekli kafeleri, gece yarılarına kadar açık dükkanlarıyla yasemin kokulu Beyrut gecelerinin yeniden canlanacağı ümidini yaşatmaya çalışan çarşı Korniş’in yanı başında.

* * *

ORTADOĞU
haritasını karşınıza alın. Terör, karmaşa, çatışmalar arasındaki bağlantılar arasına çizgiler çekin. Bu çizgilerin, İran, Suriye, Irak da dahil bütün bölgeyi içine aldığını göreceksiniz.

Bu bir kara delik. Hemen yanı başında Türkiye var.

Haritaya bakıyor ve "Ne kadar şanslıyız" diyorum.

Bölgenin, kurumlara dayalı en sağlam devletine ve sivil toplum gücüne sahip, demokrasi, laiklik, insan hakları, hukuk gibi evrensel değerlere, diğerlerine göre en fazla saygılı ülkesi olmak, bu haritaya bakınca ne büyük ayrıcalık.

Ama bugün öyle bir gün ki, ya sahip olduklarımızı derinleştirip güçlendireceğiz ve şansımızı koruyacağız ya da bir çizgi de farklılıklarımızın üzerine çekilmesine seyirci kalacağız.
Yazının Devamını Oku

İnsan Hakları Mahkemesi kimi kızdırdı?

11 Haziran 2007
YUKARIDAKİ sorunun yanıtı şöyle: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kıbrıs Rum Hükümeti’ni çok kızdırdı. Nedenini açıklamadan önce bu kızgınlığın boyutuna bir göz atmanızı istiyorum. Masamın üzerinde iki açıklama duruyor. İkisi de 7 Haziran tarihli.

İkisi de Kıbrıs Basın Enformasyon Dairesi aracılığıyla kamuoyuna duyuruldu.

7 Haziran tarihli açıklamada, Hükümet Sözcüsü Vassilis Palmas kendisine yöneltilen bir soruyu yanıtlıyor.

Sözcü, önce KKTC’de kurulan ve Rumların buradaki mülkleriyle ilgili başvurularını değerlendirecek olan ’Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvuranlarla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gerekeni yapacağını söyledikten sonra şöyle devam ediyor:

"Türk işgali altındaki bölgelerde gayri meşru bir rejim kurarak ve gayri meşru bir tazminat komisyonu oluşturarak Türkiye, değişik oyunlar ile bazı yurttaşlarımızın saflığını ya da ekonomik ihtiyaçlarını suistimal ediyor. Böylece suçlanmaktan kendisini kurtarıyor ve Rum mülklerini haksız biçimde elinde tutmayı sürdürüyor. Tekrar ediyorum, maalesef bazı yurttaşlarımız,-bilerek olmadığını umuyorum- bu oyunu oynuyorlar."

* * *

İKİNCİ
açıklama ise Rum Meclisi’nin oy birliği ile aldığı bir kararla ilgili.

Rum Meclisi, "Bütün Rum vatandaşlarını, işgal güçleri ve onun yandaşlarının sunduğu süreçlere katılımın nereye varacağını ve sonuçlarını fark etmeye çağırır" diyor.

Ayrıca, Meclis’in kararında KKTC’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önerisiyle kurulan Taşınmaz Mülk Komisyonu gayrı meşru ilan ediliyor.

Papadopulos Yönetimi’ni bu kadar kızdıran nedir?

Neden Meclis, hem de oy birliği ile, kuzeydeki mülkleriyle ilgili sorunları çözmek için KKTC’ye başvuran ya da vurmayı düşünen vatandaşlarını tehdit ediyor?

* * *

MAYIS
ayının son günü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Arestis adlı bir Kıbrıs Rum vatandaşının, kuzeydeki mülküyle ilgili Türkiye aleyhine açtığı davayı kesinleştirdi. Daha doğrusu aralık ayındaki kararla ilgili davacının temyiz başvurusu reddedildi.

Bu karar, kuzeydeki mülkiyet sorunlarını çözümlemek için, bir iç hukuk yolu olarak KKTC’de kurulan "Taşınmaz Mal Komisyonu"nu resmileştirdi. Bundan sonra Rumlar, mülkiyet sorunları ile ilgili AİHM’e gitmeden önce bu komisyona baş vuracaklar.

Rum Yönetimi’nin tepkisine neden olan bu karar ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, KKTC’de Avrupa hukuk düzenine uygun bir yapıyı kabul etmiş oluyor.

KKTC’yi tanıma olarak yorumlanamasa bile, karar hukuken etkili bir meşruiyet sağlıyor. Zaten bu yüzden, güneyde yapılan açıklamalar, "işgal altındaki topraklar" söylemini öne çıkartarak iki toplumlu ve iki kesimlilik gerçeğini tamamen görmezden gelmeye başladı.

Ayrıca bu karardan sonra Strasbourg’daki mahkemede bulunan yüzlerce dosya da KKTC’ye gönderilecek.

* * *

STRASBOURG’da gelişmeleri yakından izleyen bir yetkili mahkemenin kararını değerlendirirken ilginç noktalara değindi.

Bu karar, Rum mallarını, tazminat ödeyerek kamulaştırma olanağı sağlıyor. Bundan tazminat alan da memnun. Kıbrıs sorunu çözülmeden iade edilip edilmeyeceği belli olmayan malını rayicinden satmak insanların işine geliyor. Başvurular 200’e ulaşmış durumda.

Ama Kıbrıs sorununu, Avrupa Birliği üyeliği sayesinde çözdüğüne inanan ve bütün çözüm önerilerine kulağını tıkayanların işine hiç gelmiyor bu gelişme.

İşte Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, vatandaşını Meclis kararı ile tehdit edecek kadar kızması bundan.
Yazının Devamını Oku