Ferai Tınç

Fransız seçimlerinde sol ve kadınlar

10 Haziran 2007
FRANSIZ solu, cumhurbaşkanlığını üçüncü kez sağa kaptırdıktan sonra, bugün yapılacak olan parlamento seçimlerinin ilk turuna Sarkozy’nin gölgesinde gidiyor. Fransız Sosyalistleri, bu seçimlerde de halkın karşısına sürükleyici sol bir proje ile çıkamamış olmanın farkındalar.

Bugün, kısa vadeli ilk hedefleri, parlamentoyu Sarkozy’nin kalesi haline dönüştürmemek.

Sosyalist Parti’nin, 2008’deki ilk genel kongresinde partinin başına geçmek istediğini açıklayan Segolene Royal, "Bu seçimlerde parlamentoya mümkün olduğu kadar çok temsilci sokmalıyız" diyor.

İkinci turu önümüzdeki pazar günü yapılacak seçimlerden sonra Sosyalistler bu yaz, büyük bir arama toplantısı düzenleyerek yeni bir yol çizecekler.

Segolene Royal’in kampanyasının ağır toplarından Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoe, "Sol kimlik krizi yaşıyor" diyor "Halkı ortak bir proje etrafında birleştirici bir dinamik eksik bizde bugün."

Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, Sarkozy yine oyları silip süpürecek. Seçildikten sonra, Fransa’yı yeniden bir dünya gücü olarak sahneye sokacağını gösteren dış temasları, ziyaretleri ve son olarak G8’de Darfur ile ilgili Fransa’nın tek taraflı girişimi, partisi Birlik İçin Halk Hareketi (UMP) nin en güçlü seçim kampanyası oldu.

Fransız seçimlerinin çok konuşulan konularından biri de, kadın adayların durumu. Burada da, bizdeki gibi listelerden kadınlar memnun değil.

***

DEMOKRASİ
anlayışının aynası olan bu konuyu, listelerde kadın adayların oranı ve seçilebilir sıralara konup konmadıklarını bizdeki durumla karşılaştırınca en temel fark "sol"da ortaya çıkıyor.

CHP, sol iddiasını taşıyan parti olarak kadın adaylara seçilebilir yerlerde yer vermeyen partiler arasındayken, Fransa’da eşitliğe en çok dikkat eden partiler Sosyalist Parti ile birlikte soldaki diğer partiler.

Zaten "eşitlik, haklar ve özgürlükler" konusundaki hassasiyeti çıkartırsanız yeni sol’u sağdan ayıracak temel ilke pek kalmıyor.

Fransa’da "eşitlik" yasası gereği partilerin göstereceği adayların yarısı kadın olmak zorunda. Bu oranı tutturmak istemeyen partiler para cezası veriyorlar.

Sosyalist Parti’nin kadın aday sayısı yüzde 46.6.

Sarkozy’nin UMP’sinde ise bu oran yüzde 27.

Azınlıkların temsili de çok düşük. Siyahi dernekleri temsil konseyi CRAN’ın sözcüsü Louis George, "Listelerde 19 siyah aday var. Bunların 10’u kadın. Böylece partiler bir taşla iki kuş vurmuş oldular. Hem kadın erkek eşitliği oranını, hem de farklılıkları temsil zorunluluğunu dikkate almış göründüler" diyor.

İşçilerin temsil oranı ise sadece 0.2. Sağın güç kazandığı bir iklimde bu sonuçlar tuhaf değil aslında.

***

BUGÜN
Fransa’da seçmenin karşısına konan aday listelerinde kadınların oranı yüzde 42.

2002 seçimlerine göre sadece yüzde 3 artış anlamına geliyor.

Bu bile siyasi temsilde eşitliğin sağlanmasının, ne kadar derin bir mesele olduğunu gösteriyor. Yasalar da yetmiyor.

Eşitlik, kadın erkek eşitliği ile birlikte hayatın her alanında eşit hakların sağlanmasını öngören uzun ve inatçı bir mücadele yolu olarak karşımızda duruyor. Bu siyasi bir mücadele; solun, sol hassasiyetin sonuna kadar yürüyebileceği bir yol.

Sol iddiasının doğru olup olmadığını kanıtlayan turnusol bana göre.
Yazının Devamını Oku

Terörle mücadelede siyaset nerede?

8 Haziran 2007
İRAN, mayıs ayından beri Kuzey Irak’ı bombalıyor. <br><br>PKK şemsiyesi altında 2003 yılında kurulan ve İran’a karşı savaşan PEJAK’ın saldırılarına karşı, Kandil dağındaki PKK kamplarını ve o bölgedeki köyleri hedef alıyor. İran, bölgeye asker yığmıyor, buna gerek de yok. Zaten orada. Irak’ta, siyasi, askeri her türlü biçimde varlığını sürdürüyor.

Bu konu nedense gündeme pek taşınmıyor.

İran Devlet Başkanı Ahmedinejad, Talabani’yi Irak devlet başkanı olarak kabul ettiği, Barzani ile diyalog kanalları açık olduğu için mi, İran’ın müdahalesini sineye çekiyor Kürt liderler?

Belki de İran’ın, Irak’ın içişlerine en çok karışan komşu ülke olmasından kaynaklanıyordur bu uysallık.

Uzun vadede, Irak’ın bölünme sürecinde, Kürt Yönetimi ile İran’ın doğal müttefik olma ihtimali de güçlü bir olasılık.

İran için yapamadıkları tek bir şey var. O da PEJAK’ın faaliyetine son vermek. Onun da nedeni Amerikalı dostlarını kızdırmamaktır herhalde.

Kuzey Irak’taki Kürt liderler, böyle bir takıyye içinde. Bir nevi terörle takiyye.

Türkiye ile ilişkilerde durum değişik.

Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimi için PKK vazgeçilmez halde.

Bir zamanlar, Türkiye ile birlikte bölgede PKK’ya karşı savaşan Barzani, artık PKK ile iç siyaset yapıyor.

Türkiye’yi tehdit unsuru olarak gösterdikçe güçleniyor. Üslubunu sertleştirdikçe, bir yolsuzluk düzeni haline gelmiş olan yönetimine karşı muhalefeti denetim altında tutabiliyor.

PEJAK, bölgede ABD’nin İran’ı istikrarsızlaştırma planları için ne kadar gerekliyse, PKK da bölgedeki hakimiyetlerinin devamı için Talabani ve Barzani’ye o kadar lazım.

* * *

BUGÜNLERDE
yabancı basın, PKK’ya karşı mücadelenin asker tarafından AKP hükümetini köşeye sıkıştırmak için bir koz haline getirdiği yorumlarına yer veriyor.

Bu, terörün açtığı derin izleri görmemek, mayınları, karakol baskınlarını, askerlik görevlerini yaptıktan sonra hayata başlamayı bekleyen genç şehitleri yok saymak demek.

Ama askerin siyasete müdahale ettiği de bir başka gerçeği Türkiye’nin.

Elektronik muhtıralarla, darbe ihtarları yapmak, terörizme karşı mücadeleyi de şaibe altında bırakıyor.

Başbakan Erdoğan, Barzani için ilk kez "kabile lideri" diyerek, asker ile hükümet arasında ayrılık olmadığını ortaya koymak istedi.

Siyaset sonunda devreye giriyor mu? Öyle olması gerekiyor.

* * *

TERÖRLE mücadele, Türkiye’nin meselesi. 11 Eylül’den sonra terörizmle mücadelede, uluslararası "ittifak"ın gereğinden söz edilse de sonuçta her ülke kendi yolunu çiziyor.

Terörle mücadele esas olarak siyasi bir mesele.

Oysa seçim öncesi bakıyorum hiçbir siyasi partinin gündeminde terörle mücadele yok. Daha doğrusu, bu mücadelenin siyasi ve ekonomik boyutlarını hiçbir siyasi parti konuşmuyor.

Gençler hayatlarını kaybediyor. Ülkenin bir bölgesinde savaş koşulları yaşanıyor, acı dalga dalga yayılıyor. Bu dalganın altında kalmamak için ne yapacağız? Ortak bilincimizde etnik parçalanmanın derinleşmesini nasıl engelleyeceğiz?

Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz. Yanıtı, Türkiye’yi yönetmeye aday siyasi partiler verecek. Seçim ortamında, terör ateşi bacayı sarmışken bu sorunun yanıtını vermek kolay değil. Ama siyaset kararlılık kadar cesaret de ister.
Yazının Devamını Oku

Kadına yönelik şiddete karşı kampanyada Hürriyet örnek

4 Haziran 2007
STRASBOURG CEZAEVİNDEN gelen o mektubu unutamıyor. CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan, bugün Avrupa Konseyi’nde yapılacak çok önemli bir toplantı için hazırlanırken sorularımı yanıtlıyor, altı aydan beri yapılanları anlatıyor bir yandan da başından geçen ilginç olaylardan örnekler veriyor.

Bilgehan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin "Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komitesi" başkanı. Aynı zamanda Konsey’in 47 üye ülkesinin parlamentolarında yürütülen "Kadına karşı aile içi şiddet ile mücadele" kampanyasının koordinatörü.

Bir gün, radyoda aile içi şiddet ile ilgili bir konuşma yaptıktan sonra cezaevinden bir mektup alıyor. Mektubun sahibi, "Sizi dinledim ve söylediklerinizden çok etkilendim" diyor "Ben de şiddet uyguladım. Ama şimdi çok pişmanım lütfen onu bulup ne kadar pişman olduğumu ve ondan özür dilediğimi söyler misiniz?"

Ne yazık ki, mektuptan çıkan adreste artık öyle bir kişinin olmadığını öğreniyor ve bu özrü iletemiyor Gülsün Bilgehan.

* * *

SOSYALİST
grubun adayı olarak bu göreve seçilen ve ocak ayından beri bu komisyonun bakanlığını yürüten Gülsün Bilgehan, bugün Strasbourg’da "Parlamentolar kadına yönelik aile içi şiddete karşı birleşti" sloganıyla yola çıkan kampanyanın yarı yıl değerlendirmesini yapacak.

Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yanı sıra, birliğe üye olmayan Konsey ülkelerinden parlamenterler, hükümetlerinin aile içi şiddete karşı mücadele için çıkardıkları yasaları, ve bunların hayata geçirilmesi için nasıl önlemler alındığını açıklayacaklar.

Türkiye’de durum nasıl?

Aileyi Koruma Yasası var ve önemli adımlar atıldı bu dönem. Sadece kadın değil çocuk ve yaşlılar da şiddete maruz kaldıklarında yardım alıyorlar. Şiddeti uygulayan evden uzaklaştırılıyor. Bu sırada nafaka zorunluğu da var. Ayrıca nüfusu 50 binden fazla olan belediyeler sığınma evleri açmak zorunda. Tabii bunların ayrıntısına inince sorunlar hálá var. Ama Bilgehan, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında Türkiye’nin adım atan ülkeler arasında olduğunu söylüyor.

Liste savaşlarının en çok kızıştığı bugünlerde kulisleri bırakıp Strasbourg’da olmak siyasi açıdan riskli değil mi?

Bu soruma Bilgehan beklediğim yanıtı veriyor, "Bu benim açımdan siyaset üstü bir sorumluluk" diyor. .

* * *

FRANSA
’nın ünlü kadın hakları savunucusu, avukat Gisele Halimi’nin bir sözü var. "Özgürlüklere ve haklara yönelik tehditlerin ilk kurbanları her zaman kadınlardır. Ama kadın hakları konusunda atılan her adımdan sadece kadınlar değil, bütün toplum yararlanır."

İşte bu yüzden, kadın hakları konusunda alınan mesafe, demokrasinin gerçek ölçüsüdür.

Kasım’da İspanyol Parlamentosu’nda start alan, "Aile içi şiddete son " kampanyasında Türkiye’de yapılanlar sıralanırken, Hürriyet de örnekler arasında yer alacak.

Hürriyet Gazetesi, aile içi şiddete karşı mücadele kampanyası ile medyada ilk örnek oluşturuyor. Uluslararası raporlarda Hürriyet, örnek gösteriliyor.

Avrupa Konseyi’nin iki yıl devam edecek kampanyasının, bugün CHP milletvekili Gülsün Bilgehan başkanlığında başlayacak yarı yıl değerlendirmesinde yine örnek gösterilecek Hürriyet.
Yazının Devamını Oku

Cam odadaki ustamız

3 Haziran 2007
STRASBOURGŞEVKİ Bey’i, gazeteciliğe ilk adımı yanında attığım ustamı kaybettim. Gazeteciliğe onun yanında başlamamış olsaydım, meslek maceram bu kadar uzun sürer miydi? Sanmıyorum.

Dış haber servislerinin çeviri servisi olarak algılandığı günlerdi. Zaten gazetelerde Dış Haberler için ayrılan yer de çok sınırlıydı. Yarım sayfa. Bazen ondan bile az.

Şevki Adalı yönetimindeki Hürriyet Dış Haberler böyle değildi.

Orası, dünyanın her yerindeki zehir gibi muhabirleriyle, zengin haber kaynaklarıyla haberlerin yeniden oluşturulduğu, her gün dünyaya Türkiye üzerinden açılan bir pencereydi.

***

SOVYETLER
Birliği’nin dağılışının ilk işaretlerini, Avrupa gazetelerinden önce fark ederek sayfalarına taşımıştı Hürriyet.

Dünyanın nabzı, Hürriyet Dış Haberler Servisi’nde atardı.

Bugün, Ayşe Özek Karasu ile hálá süren bu geleneğin altında hiç kuşkusuz Şevki Adalı’nın imzası var.

Hürriyet Dış Haberler geleneğinden söz ederken neyi kastettiğimi de açıklayayım. Bu, köşe yazarının değil, haberlerin sayfayı cazip kıldığı bir gazetecilik geleneğidir.

Haberlere, onu hazırlayanın, editörün ve birlikte tartışılarak oluşturulduğu için servisin maharetinin yansıtıldığı bir anlayışın geleneği.

Şefimiz Ahmet Altan’dı 1980’lerin başlarında. Şevki Bey müdürümüz. Her olay bir tartışma, her haber bir yaratıcılık serüveni olurdu bizim için.

Servislerin içinde, müdürlerin kendilerine ayrılan odaları vardı o zaman. Şevki Bey’in odası camdandı. Çevresiyle hem iç içe ama her zaman mesafeli. Babıali’nin ayak oyunları ile arasına mesafe koymasının formülü buydu herhalde. Bu duruşu, özgürce üretmemizi, keyifle çalışmamızı sağlayan camdan bir dokunulmazlık kalkanı oluşturuyordu bizim için de.

Şevki Bey, bizi koruyan Şövalyemizdi.

***

BU
meslekte nasıl olup da uzun yılar kalabildiğini sormuştum bir gün. Çizgili kadife takımları, titizliği bile Babıali’nin tozuna dumanına aykırıydı. Asla taviz vermediği ilkelerine bağlılığı da onu farklılaştırıyordu. "Dış Haberler Servisi, değişik bir servistir" demişti "Bu serviste işinizi iyi yaparsanız birkaç üniversite bitirmiş kadar olursunuz. Bunun keyfine vardığınızda dış habercilikten vazgeçemezsiniz."

Türk basınında o zamanlar London School of Economics mezunu belki de tek kişiydi Şevki Bey. Tatillerini geçirdiği İsviçre’den valizler dolusu kitapla dönerdi. İşlerimizi bitirdikten sonra o camlı odadaki sohbetlerimizde sadece kitapları konuşmazdık tabii. Çok da gülerdik. Keskin zekasının ürünü esprileri ve gördüğüne hemen notunu veren acımasız gözlemleriyle bizi çok güldürürdü. Biz orada, onun başında olduğu serviste, o emekli olana kadar "başka adanın çocukları" olarak çalıştık.

O benim ustam olmasaydı gazeteci olmazdım. Mesleğimin her aşamasında arkamda durmasaydı on yedi yıldır bu köşede yazamazdım.

Ustamızı kaybettik. Dış Haberler Servisi bugün çok üzgün.
Yazının Devamını Oku

Barışı tarif edebilir misiniz?

1 Haziran 2007
<b>VİYANA</b><br>GAZZE’den çıkıp iki gün sonra Hofburg Sarayı’nın, kristal aynalı bir odasında kendini bulmak nasıl bir duygu? Filistinli kadın meslektaşım, "Hiç düşünmedim. Bildiğim tek şey, iki günlük bir toplantı için bir haftamın yollarda geçmesi" diyor.

Gazze’den, check-pointleri aşarak, sınırlarda bekleyerek Ürdün’e geçip oradan Viyana’ya iki buçuk günde gelmenin yorgunluğu hálá üzerinde.

Viyana’da, Kadın Liderler Zirvesi öncesinde, savaş bölgelerinden kadın gazetecilerle liderlere verilecek mesajları tartışıyoruz. Esas yanıt aradığımız soru başka.
/images/100/0x0/55eb2e72f018fbb8f8b09da1
"Barış nedir?"

Kahire’den, Beyrut’tan, Gazze’den, Ramallah’tan, Tel Aviv’den, Bağdat’tan, Erbil’den gelen kadın gazeteciler var aramızda.

Size göre barış nedir?

Üç gündür yollarda olan Filistinli meslektaşım, "Bana göre barış normal yaşamak, evimin nerede olduğunu bilmek, çocuğumu hangi okula göndereceğimi planlayabilmek, tatil programları yapabilmektir" diyor.

Savaş bölgelerinden gelen kadınlardan birkaç tarif daha aktarmak istiyorum.

"Barış herkesin istediği bir şeydir"; "Adalettir"; "Bugünlerde barışın hiçbir anlamı kalmamıştır artık."

* * *

AVUSTURYA
Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik ile bütün günü birlikte geçiriyoruz. Gazeteci grubunun yanı sıra, sivil toplum örgütleri ve kadın girişimcilerin çalışma gruplarına da katılıyor. Dünkü Zirve için notlar hazırlıyor.

Plassnik, kadın liderler ağının ilk kez eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright zamanında atıldığını anlatıyor.

Albright, bazı kadın bakanlarla network oluşturmuş. Şimdi bu, Ortadoğu’daki kadın liderleri de kapsayacak biçimde genişletiliyor.

Ama Ortadoğu kolay değil.

Mesela, daha önce listede olmasına rağmen bölgeden bazı kadın liderler gelmiyorlar. İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni katılıyor diye mi? Kimse açık bir şey söylemiyor.

* * *

URSULA Plassnik
, konuşurken 250 yıl önce yaşayan Avusturyalı bir kadından örnek veriyor. Ekonomik ve sosyal reformlara damgasını vurmuş olan İmparatoriçe Maria Theresa’nın bir sözünü anımsatıyor.

"Türklerle, Araplarla, İranlılarla konuşan erkeklere söylüyorum. Onlarla sadece savaşı değil ekonomiyi, iş yapmayı da konuşsunlar" dermiş İmparatoriçe.

"Bugün Ortadoğu deyince aklımıza ilk gelen şiddet oluyor. Şiddet, bölgeye bakışımızı da perdeliyor. Oysa bu bölgenin çok zengin kaynakları var. Bunlardan biri de kadınlarının gücü. Bu potansiyeli harekete geçirmemiz gerekiyor" diyor.

Hemen arkasından, ekliyor: "Ama hayal kurmamalıyız. Büyük beklentiler içine girmemeliyiz. Zihniyet değişimi zaman alıyor. Şimdi, kadınların daha aktif biçimde toplumda rol almalarını cesaretlendirecek adımlar atabiliriz. Önümüzdeki ilk hedef bu olmalı."

"Şimdi birbirimizi yüreklendirme zamanı!"

Plassnik
, sohbet sırasında Avrupa’da yeni bir gelişmeye dikkat çekiyor.

"Erkek politikacılardan insanlar sıkıldı. Bu yüzden kadınlara daha fazla sorumluluk yüklüyorlar. Bakan sayılarında ciddi bir artış var. Halkın beklentisi büyük."

Avusturya Dışişleri Bakanı da, mütevazı hedefler koymak gerektiğini vurguluyor.

Barışı, "evimin nerede olduğunu bilmek, çocuğumu hangi okula göndereceğimi planlayabilmek" diye tarif eden Gazzeli kadın gazetecinin yürekten gelen sesinin duyulmasını sağlamak gibi.
Yazının Devamını Oku

Nükleer yasaya kısmi vetonun gerekçeleri

28 Mayıs 2007
BİR akşam elektronik mesajlarımı okurken, Prof. Tolga Yarman’ın, benim de bulunduğum bir gruba gönderdiği mesajı fark ettim. Türkiye’nin önde gelen nükleer uzmanlarından, Nükleer mühendis Prof. Tolga Yarman, mayıs başında, yani Türkiye gündeminin en çalkantılı günlerinde, nükleer yasanın Meclis’ten apartopar geçtiğini haber veriyor ve "Cumhurbaşkanı bu yasayı kabul etmez" diyordu.

Geçtiğimiz hafta pazartesi günü eleştirilerini bu sütunda sizlere aktardım.

Bu yazıyla ilgili, siz okuyucularımdan aldığım mesajlarda, "nükleer karşıtı bir tavır içinde göründüğümü" söyleyerek bunun hiç de "şık olmadığını" dile getirenler de vardı.

Ben nükleer enerji karşıtı ya da yandaşı değilim. Sadece, çok hayati bir konuda alelacele çıkan bir yasayı gazeteci olarak önemsedim, yasayı inceledim, araştırdım ve eleştirilerin haklı olduğunu gördüm.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 24 Mayıs Perşembe günü yasayı kısmen veto etti.

Bu veto üzerine, Prof. Tolga Yarman ile e-röportaj yapmaya karar verdim. Bu elektronik söyleşiyi sizinle paylaşıyorum.

* * *

á SİZ
TBMM’den apar topar geçen nükleer yasadaki sorunlu noktalara dikkat çekmiştiniz. Cumhurbaşkanı da yasayı, kısmen veto etti. Veto gerekçelerini özetler misiniz?

*
Cumhurbaşkanımız’a, TMMOB / EMO’nun ve duyarlı çevrecilerin nokta-i nazar-ı ve hassasiyetlerinin yanı sıra, ilettiğim tesbitlerimi ve kaygılarımı da dikkate almış olmasından dolayı, kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. Birileri, benim saptadığım kadarıyla, Hükümet’in önüne yabancı dilde bir metin koymuş; bu metin tercüme edilmiş Genel Kurul’a inmiş, Genel Kurul, en iyimser bir deyişle, aldanarak, söz konusu metni kanunlaştırmış.

Cumhurbaşkanı Sezer’in veto gerekçeleri esas olarak iki noktada toplanıyor.

1) Yasa’da kamu, nükleer santraller kurduğu zaman özel kuruluşlar, ne ölçüde isterlese (nerede böyle bir şey olabilir imişse, artık), girişimlere o nisbette ortak olabiliyorlar.

Bu noktada Cumhurbaşkanı, " Anayasa’nın 47. maddesine göre, özelleştirmeye karar verme yetkisinin Devlet’e ilişkin olması gerekmektedir. Oysa bu Yasa kapsamında kurulacak şirkete, özel sektör şirketlerinin ’talep ettikleri oranda ortak olabilecekleri’ belirtilerek özelleştirmede inisiyatif özel sektöre bırakılmış görünmektedir...bu yönden de Anayasa’nın 47. maddesiyle bağdaşmamaktadır" diyor.

2) İkinci nokta ise şu. Nükleer santralin, kuruluşundan bile pahalıya gelebilecek sökümünde, yeterli fon birikmemişse, Hazine gereğini yerine getiriyor.

Bana sorarsanız Türkiye bundan daha çok istismar edilemezdi.

* * *

á İRAN’ın nükleer çalışmaları bölgede tedirginlik yaratıyor. Suudi Arabistan, Mısır, Körfez ülkeleri sivil amaçlı nükleer tesis kuracaklarını açıkladılar. Bu durumda Türkiye’nin de sivil kullanım amaçlı nükleer tesis kurması normal değil mi?

* Hiç değil! Şunu da söyleyeyim, Türkiye, eğer isterse (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın imza koymuş bulunduğu hususu saklı olarak söylüyorum), üç yıl sonra, nur topu gibi bir ’nükleer bebeğe’ sahip olabilir. Bunu yapacak bilgi birikimimiz mevcuttur. Ama nükleer santraller, Türkiye’de, ne yazık ki, ’tamamen duygusal!’ nedenlerle kotarılmak isteniyor. Nükleer bir Türkiye’ye, bunun hiç bir faydası yoktur.

á Siz nükleer enerjiye karşı mısınız?

* Katiyen. Ben, nükleer holiganlığa, nükleer maceraya, alaturka nükleer yaklaşımlara, arabesk nükleer takılanlara, nükleer diye hop oturulur, hop kalkılırken, milli bir nükleer yasa metni dahi yazılamamasına karşıyım.

Prof. Yarman ile sohbetimiz böyle sonlanıyor. Nükleer yasanın encamını izlemeye devam edeceğiz.
Yazının Devamını Oku

22 Temmuz fırsatı

27 Mayıs 2007
KADINLARIN siyasette en az temsil edildiği ülkeler sıralamasında dünyada sondan ikinci gelmekten kurtulacak mıyız? 22 Temmuz bizim için bir fırsat olacak mı? Toplumun en örgütlü kesimi haline hızla gelen kadın sivil toplum örgütleri, siyasi partileri uyarıyorlar.

"Kadınları vitrini kurtarmak amacıyla değil, siyasete katılımlarını sağlayacak biçimde listelere yerleştirin" diyorlar.

Bu liste sorunu çok önemli, en ileri eşitlik yasalarına sahip ülkelerde bile esas mesele listeler.

Bizim seçim yasamızı çağdaş, demokratik bir zihniyetle yeniden düzenlemeye kimse yanaşmadığı için Türkiye’de durum daha zor.

Nisan ayında Avrupa Birliği’nin en ileri eşitlik yasasına sahip olan İspanya’da bile liste sorunu var.

Bugün İspanya, yeni eşitlik yasasıyla yerel seçimlere gidiyor.

Bu yasaya göre, aday listelerinde erkek ya da kadın aday oranının yüzde 60 sınırını aşamayacak.

Bir listede erkek adaylar yüzde altmış ise geri kalan yerlerin kadın adaylara ayrılması gerekiyor.

Bugünkü seçimler sonucu yerel yönetimlere 7 bin kadının sorumluluk üstlenmesi bekleniyor.

Tabii muhalefetteki muhafazakar parti ateş püskürüyor. Kotaya "Taliban feminizmi" damgasını yapıştırmışlar.

Maribel Montanyo, Eşitlik Bakanı olarak yasanın arkasında ve kuvvetle savunuyor, "Daha çok sayıda kadının yönetime girmesi gerekir. Çünkü kadınlar kendi siyasi gündemlerini taşıyacaklar buralara" diyor.

Yine de kota, kadınların seçilmesinin garantisi değil.

İspanya’da bazı bölgelerde ilk on sıraya erkek adayları yazdıktan sonra gerisini kadın adaylarla doldurmuşlar.

Şaşırmadım.

Demek yasa bile eşitsizliğin kaldırılmasının garantisi değil. Ama bir ilk adım.

***

FRANSA
’da eşitlik yasası çıkmadan önce yerel yönetimlerde kadın adayların oranı 1995 seçimlerinin sonucunda yüzde 25 iken bu yasadan sonra 2006 seçimlerinde oran yüzde 46’ya yükselmişti.

İyi bir gelişme olarak değerlendirilse de aynı sonuç 2002 genel seçimlerinde alınamadı.

Partiler yasayı ihlal ettiler, para ödeyip ceza çekmeyi kadınları siyasete taşımaya tercih ettiler.

Sarkozy’nin partisinin (UMP) listelerde kadınlara ayırdığı yer yüzde 20’de kalmış bunun karşılığında 4.2 milyon euro ödemiş.

Sosyalistler eşitlik sağlamak yerine, para cezasını tercih etmiş. Yüzde 36 kadın aday göstermişler, 1.6 milyon vererek eşitsizliği satın almışlar.

Sarkozy’nin hükümet kurarken eşit gösterdiği hassasiyetten de anlaşıldiği gibi bu sefer Fransa’da durum farklı.

Sarkoz’nin partisi önümüzdeki haziran ayında yapılacak genel seçimler için yüzde 30 oranında kadın adayı seçilebilecek sıralara yerleştirdi.

Sosyalist Parti’de bu oran yüzde 48.

***

EVET
bize dönelim. Bu seçimlerde kadın aday adaylarının sayısı çok yüksek. Kadınların siyasete ilgisi açısından bu talep son derece değerli.

Ama önemli olan, TCK değişikliği sırasında kadın haklarının Meclis’teki sesi olan CHP milletvekili Prof. Gaye Erbatur gibi, CHP’den adaylığını koyan Avukat Canan Arın, Şenal Sarıhan, Müjgan Suver, Begüm Yavuz, DP’den aday adayı Selma Acuner, Vildan Yirmibeşoğlu, Neval Sevindi, AKP’den aday adayı Seyhan Ekşioğlu gibi kadın siyaseti üretmiş, bu konularda emek vermiş bilgi ve deneyim sahibi kadınların siyaset sahnesinde yerlerini almalarını sağlanması.

Belki de 22 Haziran gerçekten altın bir fırsat olabilir bizim için.
Yazının Devamını Oku

İhtara gerek var mı?

25 Mayıs 2007
TÜRKİYE’nin Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Oğuz Çelikkol, Irak’a "ihtar"da bulunmak üzere mi Bağdat’a gidiyor? Büyükelçi Çelikkol, Bağdat’ı ilk kez ziyaret etmiyor. Özel temsilci olarak Türkiye ile Irak arasındaki ilişkilerin koordinasyonunda etkin rol oynayan Çelikkol, "Bu daha önceden planlanmış bir ziyaret" diyor.

4 Mayıs’ta Şarm el Şeyh toplantısında, Irak’ın geleceğiyle ilgili olarak alınan kararların hayata geçişini sağlamakla sorumlu bir "izleme komitesi" kurulmuştu.

Türkiye bu komitenin üyesi.

Ayrıca yine aynı toplantıda üç uzmanlar grubu oluşturulması kararlaştırıldı.

Enerji, göçmenler ve güvenlik konularında çalışacak olan bu gruplardan biri olan Enerji Grubu Türkiye’de toplanacak.

Büyükelçi Çelikkol, "Şarm el Şeyh toplantısının ardından bir durum değerlendirmesi ziyareti" olarak açıklıyor Irak’a gidişinin nedenini.

* * *

ANKARA’
daki alçakça eylem, daha önce gündemde olan bu ziyaretin öne alınmasına neden olmuş olabilir. Ve tabii ki PKK konusu da, sadece Iraklı değil, ama Bağdat’taki Amerikalı yetkililerle de konuşulacaktır.

Yine de bu Irak’a ihtar konusunda dikkatli olmakta yarar var.

Bu ihtar sözleri, daha çok iç tüketime yönelik gibi geliyor bana. Çok da tehlikeli buluyorum.

Çünkü yıllardan beri Kuzey Irak’taki PKK varlığı konusunda ihtar üstüne ihtar çekiliyor. Ne değişiyor?

Her gün şiddet haberleriyle sarsılıyoruz.

Terörizme karşı mücadelede, ABD ve Irak’ın rolünü başarının önündeki tek engel gibi göstermek, başarısızlıkları gerçekçi biçimde sorgulamamızı engelliyor.

ABD’nin işgalci politikalarından herkesin nefret ettiği bir dünyada, Türkiye’yi de onunla aynı paralele düşürüyor.

Son bir yıldır Türkiye’de bir koro var, Kuzey Irak’ı işgal edelim korosu.

İşin fenası, ne iktidar ne de muhalefet bu koroya karşı ciddi bir biçimde çıkamıyor.

ABD’yi eleştirmenin, Irak hükümetini ve Barzani’yi kınamanın dışında PKK’nın arkasındaki dış güçlere karşı siyasi bir tavır, uygulanabilir bir strateji ortaya koyan yok.

Girelim, vuralım, kıralım! İyi de uzun yıllardan beri bölgesel bir siyasi hareket haline gelmiş olan bu örgüt ile nasıl başa çıkılacak?

Bu örgütün Suriye, İran, Irak ve Türkiye’den gençleri terör saflarına katmasının önü nasıl kesilecek?

* * *

TIME
Dergisi’nin son sayısında, Taliban’ın üst düzey komutanlarından tek bacaklı Molla Dadullah’ın, Afganistan’ın ücra köşelerinden birinde, Helmand eyaletinde öldürüldüğü haberi vardı.

Dergi, terörizme karşı ABD’nin mücadelesinden çıkardığı dersi de aktarıyordu:

"Cihatçılara karşı mücadele sadece liderlerini öldürmekle kazanılamaz" diyordu "bu mücadeledede hayatlarını kaybedenlerin sayısının artması, teröristleri öldürmenin sağladığı kazançları eritiyor."

Terörizme karşı mücadelede, askerine sınır ötesi görevler vermenin ciddiyetini Irak’taki Amerikan işgalinin sonucu yeterince göstermiyor mu?
Yazının Devamını Oku