Mısır Çarşısı davasının bitmek bilmeyen ağırlığına rağmen gözlerinin içi gülen, hayatın ipine kuvvetle asılan bir kadın.
Ama bu son nokta fazla geldi. Hepimize fazla geldi.
Bu ülkede kötü giden işlere karşı çıkmanın, eşitlik istemenin, yoksulluğa baş kaldırmanın bedeli bu kadar ağır mı olacak?
1998 yılında Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili olarak iki buçuk yıl hapis yattıktan sonra serbest kalan Pınar Selek, o günden beri mahkemelerin çeşitli kademelerinin verdiği beraat ve bozma kararları arasında gidip geliyor.
Başkan ne diyecek, Komite tasarıyı kabil edecek mi, Tasarı Meclis’e gidecek mi?
Bu fasit daireden çıkabilmenin bir çaresi yok mu?
2007’de Nancy Pelosi, Temsilciler Meclisi Başkanı olarak Kongre’de sık başvurulmayan bir teamülü devreye sokmuş ve tasarının 218 imza ile getirilmesini istemişti. Eğer Pelosi yeniden aynı gerekçeyi öne sürerse tasarının Temsilciler Meclisi gündemine girmesi bugünkü haliyle zor.
Teknik meseleler ne kadar konuşulursa konuşulsun, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili atılan her adım tamamen siyasidir.
Bush ve Condoleezza Rice döneminde tasarının önünü tıkayan şey, kongre üyelerinin inançları değil, o zamanki yönetimin, tezkere ile ağır darbe yiyen Türk-Amerikan ilişkilerini yine Irak nedeniyle düzeltme kararı olmuştur.
Geçen yıl ise Yönetim, Türkiye ile Ermenistan arasındaki protokol sürecini gerekçe göstererek Ermeni lobisini etkisizleştirebilmişti.
Böyle konuların çözümünde siyasi iradenin ne kadar önemli rol oynayabileceğini görmek için Çek Cumhuriyeti’nin AB üyeliği döneminde tartışılan Beneş kararlarını anımsamakta yarar var.
İkinci Dünya savaşından sonra Çekoslovakya’daki Almanların bir gecede bütün mal varlıklarına el konmasına, ülkeden çıkartılmalarına neden olan Beneş kararlarını Anayasa’sından ayıklamadığı halde Çek Cumhuriyeti AB üyeliğine kabul edildi.
Ve bugün ağır işleyen adalet mekanizması yüzünden cezaevlerinde bekleyen binlerce insanın geleceklerinden her gün kopartılıp boşluğa savrulan zamanın geri dönüşü var mı?
Ergenekon sürecini, baltalarını bileyerek izlerken normalleşme şarkılarını tüttürenlere gıptayla bakıyorum. Keşke ben de öyle diyebilsem.
Bu ülkenin demokratikleşmesini o kadar istememe rağmen, askerin siyasete müdahalesini yüz kızartıcı bir suç olarak kabul etmeme rağmen bu sürecin “normalleşme” olmadığını görüyorum.
Normalleşmenin temelini toplumsal uzlaşma ve onun üzerine bina edilen hukuk sistemi sağlayabilir ancak.
Amerikan kamuoyunu adım adım Irak savaşına hazırlayan adam. 1944 doğumlu Çelebi, Şii bir aileden geliyor. Saddam karşıtı muhalefeti toparlamak için Irak Ulusal Konsey’in kurulmasında aktif rol oynayan ve başkanı olan Çelebi, Saddam’ın kitle imha silahlarına dair, sonradan düzmece oldukları ortaya çıkan bilgileri Washington’a sağlayan kişi.
Yine Saddam’ın El Kaide ile bağlantısı olduğu bilgisi de Çelebi kaynaklıydı.
Onu, araştırmacı gazeteci Aram Roston’un “ABD’yi savaşa iten adam. Ahmet Çelebi’nin olağanüstü yaşamı, maceraları ve tutkuları” adlı kitabında yakından tanımak mümkün.
Çelebi’yi aslında biz de tanıyoruz. Ben onun adını ilk kez rahmetli arkadaşım Gülçin Telci’den duymuştum. 80’lerde Gülçin’in Boğaz’daki dairesini kiralamıştı. Yıllar sonra ABD’yi savaşa iten adam olarak çıktı karşımıza. Ama daha önce Ürdün’den gelen haberlerde de rastlamıştık adına. Kurduğu Petra Bank’ın içini boşalttığı için 22 yıl hapis cezasına çarptırıldığı Ürdün’e giremiyordu.
1990’lerin ortasında muhalefeti örgütleme girişimlerini başlattığı kuzey Irak’taydı. Saddam’ın bölgeye saldırısı sırasında ise Türkiye’den de gidip bölgede faaliyet gösteren bazı unsurlarla birlikte gemiyi ilk terk edenler arasındaydı.
Esas mesele iki ülke halkının yakınlaşması olsaydı, ortak çıkar bu noktada belirlenseydi sonuç böyle olmazdı. Süreç sağlam temellerde ilerlerdi.
Ama öyle olmadı.
Türkiye, soykırım iddiasından kurtulmak; Ermenistan, sınır kapısının açılması ve Karabağ konusunda Azerbaycan’ı yalnız bırakmak; ABD Yönetimi Ermeni lobisinin “soykırım” iddiasının kabulü yönündeki ısrarlı talebini yumuşatmak; Avrupa, Orta Asya ticaret yolunun kapısını açmak amacıyla harekete geçti bu süreçte.
BUNDAN SONRA NE OLUR
Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Türkiye’den önce protokolleri Meclis’e getirmeyeceğini söyledi. Ama kararını değiştirdi, protokolleri Meclis’e getirmek için harekete geçti. Muhalefet son anda engel çıkarınca Ermenistan Parlamentosu’ndaki bütün partilerin temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulması kararlaştırıldı. Bu kararla protokollerin görüşülmesi mart ayı ortasına ertelendi.
Şimdi süreç, 24 Nisan’a ve ABD’de soykırım iddiasıyla ilgili gelişmeleri etkilemeye odaklandı.
Başbakan’ın, Karabağ’da ilerleme olmazsa sürecin ilerlemeyeceğini belirten sözleri ortadayken, Türkiye’nin adım atmayacağını söylemeye gerek var mı?
Bundan sonra neler olabilir?