Ferai Tınç

Sülüklü Han umudu

13 Haziran 2010
TAŞ atan çocukların durumunu düzeltmek için Meclis harekete geçiyor. Bunca zamandır bölgede gençlerin, ailelerin yaşadıkları sıkıntıları düşünün. Neden her şey için geç kalınıyor?
Her zaman “kötünün neresinden dönülürse kardır” vasatlığını sineye çekmek zorunda mıyız?
Sorunların giderilmesine odaklanmak yerine dikkatleri başka taraflara yöneltmek yüzünden ne şiddete karşı mücadele sonuç veriyor, ne de atılan adımlar bir işe yarıyor.
Çok sıradan bir ifade ama Diyarbakır’a bir ay içinde ikinci gidişimde de aynı şeyi hissettim. Burukluk.
Bu kent bölgenin cazibe merkezi olmak için bütün potansiyele sahip. Kendilerine nefes alacak bir alan açmak için var güçleriyle didinen gençleri, kadınları gördüm. İş adamlarını, aydınları.
Yolunuz düşerse Sülüklü Han’a mutlaka uğrayın. Kentin en iyi pişirilen kahvesini için. Kadınlı erkekli bir grup genç insanın, kapısında 1683 yazan bu tarihi Han’ı kentin en iyi kültür mekanına dönüştürme hayallerini dinleyin.
Kendilerine Irak’tan ABD’ye kadar dünyaya açılma hedefi koyan iş adamlarına kulak verin.
Ben iki gün boyunca sohbetlerimde, gözlemlerimde bu bölgede kendine güveni gördüm.   Diyarbakır kapıları zorluyor.
Yeter ki çözüm olsun.
* * *     
DİYARBAKIRLI bir iş adamı, hem de AKP’ye yakın bir iş adamı, “Kavgalı eve misafir gelmez. Dışarısı ile ile  kavgası olanın içeriden haberi olmaz “diyor.  
Kimi “çözüm” diyor, kimi “Kürtlerin eşit haklara sahip olması” için artık zamanın geldiğini söylüyor.
Ama bir an önce bu istikrarsızlık ortamı sona ermeli.
Herkesin birleştiği ortak nokta bu.
Bölgenin önde gelen iş adamlarından biri, “Biz teşvik istemiyoruz. Biz çözüm istiyoruz. Biz işimizi yaparız” diyor.
Çözüm için ne gerekiyor? Bunu da her konuştuğuma soruyorum.
Çözüm önerileri de var. Hukukçular, sivil toplum örgütleri, siyasiler bu konuları tartışıyor. Önemli olan kulak vermek. AKP Hükümeti’nin Kürt Açılımı diye başlattıktan sonra adını Demokrasi Açılımı diye değiştirip,  Milli Birlik ve Beraberlik açılımında karar kıldığı süreç yanlış başladığı için bitti.
Tepeden inmeci kibirli bir anlayışla, kökleri derinlerdeki hangi toplumsal sorunu çözmek mümkün olabilir?
* * *
PKK’nın 1 Haziran’dan itibaren şiddeti tırmandırması işleri daha da zorlaştırıyor.
Ama burası bizim ülkemiz, hepimiz kardeşiz, hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız diyorsak eğer, intikam denizlerinde boğulmadan, işleri yoluna koyacak adımları atma cesaretini gösterebilmeliyiz. 
Önemli olan daha fazla kan dökülmeden, bu ülkenin sosyal dokusu daha fazla zedelenmeden ortak noktaları bulabilmek.
“İslam ve Arap dünyasının liderliği” vizyonu peşinde koşmak iyi de Kürt meselesi, Türkiye’nin, acil çözüm bekleyen en temel sorunu ve her zamanki gibi yine askere ihale edilmiş görünüyor.
Diyarbakırlı iş adamının sözlerini bir daha anımsamakta yarar var: ”Kavgalı eve misafir gelmez. Dışarıda kavgası olanın içeriden haberi olmaz.”    
Yazının Devamını Oku

Bir gece ansızın çocukları alıp götürdüler

11 Haziran 2010
<b>DİYARBAKIR</b><br>“BAŞBAKAN İsrail’e biz de Başbakan’a sesleniyoruz: Çocuklarımıza dokunma!”

Diyarbakır E tipi Cezaevi’nin önündeki çadırdaki pankartlardan birinin önünde bu çağrıyı okuyorum.
Çadırda endişeli kadınlar ve adamlar var. Kardeşler, ablalar, ağabeyler.
Herkes bir yere baktığında, ben hep diğer tarafa da bakmak isterim. Türkiye’nin İslam ve Arap Dünyası’na açılımlarının tartışıldığı bu günlerde, kendi dertleri içine gömülmüş insanlar arasına gitmek, insani olduğu kadar mesleki bir zorunluluk benim için.
Çadırdakiler, geçtiğimiz cuma sabaha karşı ansızın Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nden alınarak Muş, Batman, Adıyaman gibi farklı illere dağıtılan çocukların aileleri.
14-18 yaş arası 31 çocuk. Ailelerin ellerinde sadece bana gösterdikleri o liste var. Kimin nereye gittiğini gösteren o liste.
Bildikleri tek şey, çocukların dağıtılmalarına Adalet Bakanlığı emir vermiş.
Başka da hiçbir bilgi yok ellerinde. Kimse gelip ailelere bilgi vermemiş. Devletin vatandaşına görevi değil mi bu?

Yazının Devamını Oku

Mavi Marmara kurban mı tuzak mı?

7 Haziran 2010
İSRAİL’in kanlı baskınıyla ilgili çok konuştuk. Artık perde gerisine biraz daha dikkatle bakma zamanı. Gazze’ye yardım filoları dünya çapında bir eylem. Sonuçları da öyle oldu. Bu kadar büyük bir organizasyonun hazırlığı zamana yayılan bir süreç olmalı. 
Bugün bu eylemin ardında terör örgütü parmağı olduğunu iddia eden İsrail’in son günlere kadar durumu fark etmemesi mümkün mü? Herhalde, hazırlıkları başından beri izledi.
Sadece İsrail değil, olaydan sonra yapılan açıklamalardan Türkiye’nin de Mavi Marmara’yı “boş” bırakmadığı, istihbarat birimlerinin içeride temas edecek tanıdıklarının bulunduğunu yetkililerin yaptıkları açıklamalardan öğrendik.
Amerikan Yönetimi’nin de böyle kapsamlı ve sorun yaratabilecek bir eylemden son gece haberi olduğunu hiç sanmıyorum. 
Ben, bu çok yönlü olaydan önce ve sonra dikkatimi çeken bazı gelişmeleri not etmek istiyorum.
* * *
ABD
Ulusal Güvenlik Konseyi Basın Sözcüsü Mike Hammer, geçtiğimiz hafta cuma günü ajanslara düşen açıklamasında Gazze’ye abluka politikasının çıkmaz yol olduğunu söyledi. Sözcü, “Bu uygulamalar devam ettirilemez, değiştirilmelidir” dedi.
Hammer’ın açıklaması Gazze’ye yaklaşan ve önceki gün durdurulan Rachel Corrie adlı gemi ile ilgiliydi.
Hammer, bu açıklama sırasında Gazze’ye daha fazla yardım ulaşması için İsrail, Filistinli yetkililer ve uluslararası ilgili ülkelerle yeni yollar bulunması konusunda çalıştıklarını da söyledi. Yani abluka artık masada.
Washington, Gazze’ye ilk yardım filosu yola çıktığında da bu kadar ses çıkartsaydı, açıkça devreye girseydi Mavi Marmara’ya kanlı baskın önlenemez miydi?
* * *   
İSRAİL, bu olaydan sonra dünyanın tepkisi ile karşı karşıya kaldı. Hükümet giderek yalnızlaşıyor. Abluka kararını çok yakında gözden geçirmek zorunda kalacağı günler uzak değil.  
Bu olay olmasaydı İsrail Hükümeti’nin politikalarında değişiklik olmayacağı gibi Washington’un Ortadoğu barış sürecini yeniden canlandırmak için başlattığı girişimlerden de bir sonuç çıkmayabilirdi.
Ama şimdi durum farklı.
Bu olaydan sonra ABD’de yeni bir tartışma başladı. Kendisine verilen büyük desteğe karşılık İsrail hükümeti’nin de Amerika’ya yükümlülükleri olduğu hatırlatılıyor artık.
* * *     
BÜTÜN bunlar göz önüne alındığında Netanyahu’nun Washington ziyaretinin onun açısından kolay geçmeyeceği anlaşılıyor. Çünkü Obama Yönetimi, İsrail-Filistin sorununun çözümünü Amerika’nın güvenlik meselesi olarak gördüğünü artık açıkça söylüyor. 
ABD Başkanı Obama, nisan ayında yaptığı bir basın toplantısında, “Filistin-İsrail sorunu, radikal İslamcılara karşı Irak ve Afganistan’da çatışan askerlerimizin güvenliği ile doğrudan ilgilidir” demişti. 
Ortadoğu’da müzakere sürecini yeniden canlandırma hazırlıkları ve bunun Washington’un bölgedeki güvenlik çıkarları arasındaki ilişki ile İsrail’in kolunu bükerek Gazze’de ablukanın kaldırılması sürecini bu açıdan da değerlendirmek gerekir.
İşte o zaman aklıma bir soru geliyor. Mavi Marmara kurban mı, tuzak mı? Yoksa farkında olmadan her ikisi mi?
Yazının Devamını Oku

Barzani’ye şartlı desteğin çözümdeki yeri

6 Haziran 2010
MESUT Barzani’nin altı yıl aradan sonra Türkiye’ye yaptığı ziyarette, gündeme gelen konular neredeyse yirmi yıldan beri hep aynı. Ne isteklerde ne de verilen yanıtlarda büyük bir değişiklik var. Ankara Mahmur Kampı’nın kapatılmasını istiyor.
Barzani, “Kimseye kural dayatmıyoruz. Boşaltmak isteyen boşaltır, bizim engelimizle karşılaşmaz” diyor.
Yani dünyada mülteci kampları nasıl boşaltılıyorsa siz de öyle boşaltın diyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve kampta bulunanları işaret ediyor. Benim topraklarım üzerinde bu kamplar artık var olamaz diyemeyeceğini ima ediyor. Doğrudur,. Mülteci kampları açıldıktan sonra onların kapatılmasının da uluslar arası hukukta yolu yordamı vardır.
Ayrıca bu kampın PKK’nın denetiminde olduğu göz önüne alınırsa, Barzani’nin kapatma kararının kendisi açısından iç politikada yol açacağı sıkıntıları da görmezden gelemeyiz.
Bu nedenle Barzani yapabileceğini söylüyor. Engellemeyeceğini söylemekle yetiniyor. . 
    
BU ziyaret sırasında Ankara’nın,  yine her zaman olduğu gibi Barzani’ye PKK’lıların adları bulunan bir listeyi ilettiğini ve oradaki isimlerin Türkiye’ye verilmesini istediğini öğrendik.
Bunun yanı sıra PKK’nın bölgedeki örgütlenmelerinin engellenmesiyle ilgili de Barzani’den adım atması bekleniyor.
    
BU kez farklı bir durum var. O da Türkiye ile Irak Kürdistan Yönetimi arasında ekonomik işbirliği eski yıllara göre çok daha aktif, çok yönlü. Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan, son yedi yılda bölgeye yönelik ihracat artışının yüzde 31’e ulaştığını açıkladı. 6.1 milyar dolarlık ihracat rakamı,  ilişkilerin dışişleri bakanlığı ve sadece PKK gündemi ile sınırlı kaldığı günlere göre çok boyutlandığının ve derinleşme potansiyeli taşıdığının göstergesi. 
Barzani, ziyareti sırasında Kürdistan Yönetimi’nin yatırımlara ihtiyacı olduğunu belirtiyor. ABD’nin, bölgenin ekonomik iyileştirilmesi konusunda bekleneni yapmamasından açıkça şikayet ediliyor.
Bölge bir yandan kalkınırken bir yandan da demokratikleşme taleplerinin arttığını görüyoruz. Barzani’ye karşı olanların sesleri çıkıyor artık.
Bu çerçeveden bakınca, Türkiye’nin ekonomik desteği Barzani Yönetimi açısından hayati önemde.
Ama bu PKK’yı tamamen karşısına alabilecek durumda olduğunu göstermiyor. 
   
PKK sorununun çözümünü Barzani’den beklemek mümkün değil. Defalarca söylediğim gibi bu Türkiye’nin sorunu.
Tabii ki gerekli girişimler yapılmasın demiyorum. Ama Barzani ile ilişkileri PKK denklemi içinde kurmanın ne bu sorunun çözümüne, ne de Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile ilişkilerine yararı var.
Irak Kürdistan Yönetimi bugün Barzani tarafından yönetiliyor. Evet, doğru fakat yarın ne olacağı bilinmez. Türkiye için önemli olan, kim yönetirse yönetsin Irak Kürdistan yönetimleri ile her zaman iyi ilişki kuracak düzeyde karşılıklı güvene dayalı temeli  oluşturabilmektir. 
Bu ilişkide PKK’yı birinci mesele olarak ele almanın ne anlama geldiğini görmek için 90’lardan itibaren geçen döneme bir göz atmak yeter. O konuda bir ilerleme olmuş mu?
Ama öncelik bölge ile ortak çıkarların artmasına, ekonomik ve sosyal işbirliklerinin gelişmesine verildiğinde iklim değişecek ve bu iklimin PKK’yı yalnızlaştırması da sürpriz olmayacaktır.
Yazının Devamını Oku

Çatışma mantığı tuzağın kendisidir

4 Haziran 2010
KANLI baskından sonra İsrailli gazeteciler hep aynı şeyleri söyledi. “Hükümet tuzağa düştü!”

Dünyada en kritik gizli operasyonlara imza atmış bir istihbarat örgütüne sahip İsrail nasıl olur da haftalardan beri bilinen bir yardım kampanyasında bütün imajını perişan eder?
Nasıl tuzağa düşer?
İddia, ilk günden beri İsrail’in dünyaya anlatmaya çalıştığı gibi şöyle,  “Direnişle karşılaşılacağı tahmin edilmedi, o yüzden de özel operasyon timleri yerine askerler gönderildi. Onlar nasıl davranılacağını bilemediler.”
Kanlı baskının izahı böyle ama ikna edici değil.
Günlerden beri gelmeyin vururuz diyen bir hükümet, direnişle karşılaşsın karşılaşmasın “vurmak” üzere gemiye müdahale ettiğini gizleyemez.
Gemi uluslararası sularda olmasaydı da, sivil bir hedefe karşı orantısız güç kullanımı İsrail’i yine bugünkü gibi uluslararası kamuoyunda çok zor bir duruma sokardı.
Evet İsrail zor durumda.

Yazının Devamını Oku

Sütun

31 Mayıs 2010
UZMANI olmadığınız konularda izlenim yazmak kolay mı zor mu? Bence daha kolay. Çünkü insan o zaman daha özgür oluyor. Cehaletin cesareti her zaman kötü bir şey değil.
Roma’yı gezerken bu havadayım. Özgür.
Üç gün Roma’da sanat ile iç içe, siyasetin kenarında yaşamaktan memnunum.
21’inci yüzyıl müzesi olarak ilan edilen Maxxi’nin açılışı için buradayım. Açılışta Kutluğ Ataman’ın sergisine de yer verilmesi ne kadar önemli.
Belki biraz da bu duygunun etkisiyle her şeyi çok güzel buluyorum. Kavimler beşiği Anadolu’ya İtalyan Rönesans’ının kubbesinden bakan sanatçının, iş makinelerinin vinçlerine takıp mavi gökyüzünün fonunda tepemizde dolaştırdığı Anadolu gençlerini “melekleştirmesi” nefes kesici.
Trajan sütunun sarmal yükselişinden esinlenerek yerleştirilen değişik boyutlardaki televizyon ekranlarından bakan mutsuz kadın, erkek, çocuk yüzlerinin, zafer sütununu yenilmişlerin anıtı haline çeviriyor. Daha doğrusu bize, açılış için Türkiye’den davetli olarak giden gruba sergiyi gezdiren kuratör öyle söylüyor.
Doğu Roma’nın mirasını sırtlayan İstanbul’dan, Roma’ya her gidişimde hissettiğim duygu aslında bir zafer ve yenilgi çelişkisinin yüzüme çarpışı değildir.
Hayatı zafer dengeleri üzerine oturtan Batı’ya karşı Doğu’nun, bütün somurtkanlığına, mutsuz profiline rağmen, yaşanmışlıkların zenginliğinde aradığı dengedir bendeki izlenim.
Sergide sanatçının altı işi daha var. Hepsinin önünde uzun zaman geçirdim.

BU açılışa destek veren İstanbul 2010 Ajansı temsilcilerinden başka bir yetkiliyi, bir hükümet temsilcisini açılışta göremesem de, yani Türkiye değerler haritasına sanat ve kültürü eklememiş olsa da, o cenah gürül gürül.
Türkiye’nin sanatçıları dünya rekabetine, kendi çabaları ile açılıyorlar.
Bir de arkalarında ülkelerinin desteği olsa.
İşte o zaman Türkiye gerçekten büyüyecek. O sıkça telaffuz etmekten hoşlandığımız “büyük” gerçek anlam ve derinlik kazanacak.
İtalyan Kültür Bakanı Sandro Bondi, Maxxi’nin açılışında, “Temelinde kültür olmayan politikalar sadece bir güç deneyimidir” dedi.
Kültürü kitabına almayan bir siyaset atmosferi, sanatçısını kendi haline terk etmekten gocunmaz.

İTALYA Büyükelçiliğimiz de üç aydan beri boş.
Büyükelçi, müsteşar ve birinci sekreter yok.
Avrupa’nın merkezlerinden birinin böyle sahipsiz bırakılmasının nedenini anlamak zor. Yoksa ilişkileri Berlusconi-Erdoğan dostluk kanallarından sürdürmek yeterli mi görülüyor? Bilemiyorum ama serginin açılışından bir gün önce, Roma Büyükelçiliğimizde verilen davete katılan bazı konuklara şarap bardaklarında viski ikram edildiğini görünce ben rahatsız oldum.
Bu bir ayrıntı gibi görülebilir ama temsilcilik görevlerinde, bu ayrıntılar esasın parçalarıdır.
Davetten ayrılırken de, çok eskiden beri gidiş gelişlerimden tanıdığım bir emektar servis görevlisinden başka kapıda kimse yoktu bizi uğurlayan.
Bab-ı Ali’nin, ilişkilerin önemi nedeniyle Avrupa’daki ilk sefaretlerinden biri olan Roma’daki minik saray, hiç bu kadar bitkin görünmemişti gözüme.
Kutluğu Ataman’ın Trajan sütununa gönderme yaparak hazırladığı “sütun” enstalasyonundan çok, bu Saray’da gördüm ben parlak ile soluk arasındaki çelişkiyi.
Hem de Avrupa Birliği ile ilgili iddiaların bu kadar parlak olduğu bir dönemin prizmasından bakarken.
Yazının Devamını Oku

Gözler onu aradı

30 Mayıs 2010
ROMABAŞLARIMIZA kaskları geçirip, İtalyan profesörün peşinden Roma’nın merkezine, kurucu imparatorların saraylarının bulunduğu Palatino tepesindeki yeni kazı alanına ilerledik. Ortaçağ bahçelerinin altından gün yüzüne çıkmaya başlayan üçüncü imparator Claudius’un Sarayı’nın zemin katını, kazı ekibi dışında ilk gezenleriz.
Zamanın yıkıcılığına karşı direnci, tonlarca toprağın boşaltılmasıyla ortaya çıkan derin yarıklar gözlerimizin önüne seriyor. Profesör Curci ve kazı mimarı Borganti, restorasyon çalışmasını anlatırken, betondan taştan, yıkıp yapmaktan değil, o çatlakları tehlike arz etmeyecek biçimde korumaktan söz ediyorlar.
Eşyaya zaman ekleyerek tükenişini geciktirme çabası, gelecek nesillere geçmişi taşıma heyecanı.
Bir restorasyon felsefesini adım adım izliyoruz.
¡¡¡
ARŞİVLERDEN çekip çıkardığım klişelerle şöyle bir cümle kurabilirim.
“Bir yandan tarihin derinliklerine kök salmış sanat eserlerini izlerken, öte yandan Roma’da 21’inci yüzyılın sanat müzesi Maxxi’nin görkemli açılış törenlerine katıldım.
Ama gözler sizi aradı kültür bakanımız, ya da sanat ile ilgili kimimiz kimsemiz.”
Başınızı kaldırdığınız her yerde klasik sanat eserleriyle göz göze geldiğiniz Roma’da, çağdaş sanat müzesini kabul ettirmek kolay değildi. Zaten o yüzden müzenin açılışı 12 yılda tamamlanabildi. 20 milyon euro harcayarak, 19 bin 500 metrekare üzerinde inşa edilen müzenin mimarı, Irak asıllı İngiliz Zaha Hadid.
Bina, içeride sergilenen sanat eserlerini bastıracak kadar nefes kesici, ifade dolu.
Açılış öncesi düzenlenen basın toplantısında duyduklarım arasından bu yapıyı en iyi anlatan Vittorio Sgarbi’nin daha sonra tartışma yaratan sözleri oldu: “Maxxi bir çağdaş sanat müzesi değil, kendisi çağdaş bir sanat eseri, Zaha Hadid müzesi.”
¡¡¡
MAXXİ, sadece İtalya’nın değil Avrupa’nın en iddialı çağdaş sanat müzeleri arasına ilk günden itibaren girerken, açılıştaki üç sergiden biri, bir Türk sanatçıya, Kutluğ Ataman’a ayrılmıştı.
20’inci yüzyılda Avrupa mimarisine yön veren İtalyan mimar Gino Moretti’ye ayrılan galerinin yanı sıra, dünyanın her yanından “mekân” konusunu işleyen sanatçıların eserleri ve ayrı bir galeride Kutluğ Ataman’ın “Mezopotamya Dramatürjileri” sergisi ile açıldı Maxxi. Cuma akşamı düzenlenen büyük bir törenle gerçekleşen açılıştan önce dünyadan çok sayıda gazetecinin katıldığı basın toplantısında, neden başkası değil de Ataman sorusuna, “Bu müzenin, Akdeniz’deki bütün sanatsal ifadelerin de buluşma noktası olmasını istediğimiz için” yanıtı verildi. Bu “buluşma” için Türkiye’den bir sanatçının seçilmiş olması, onu destekleyen İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile kimi davetli, kimi tesadüfen orada bulunan bizleri sevindirdi ama İtalyan kültür ve turizm bakanlarının gururla sahne aldığı açılışta “gözler Türkiye’nin Turizm ve Kültür Bakanı’nı da aradı.”
O ise Başbakan ile Brezilya’da Medeniyetler Arası Diyalog toplantısındaydı.
Yazının Devamını Oku

Berlusconi’nin iyimserlik stratejisi çöktü

28 Mayıs 2010
ROMAİTALYAN Başbakanı Silvio Berlusconi, siyasi hayatının en zor dönemecinde: Birkaç gün öncesine kadar ekonomik krizin İtalya’ya “değmediğini” savunan Berlusconi, önceki gün halkın karşısına çıkarak, “Tasarruf etmemiz gerekiyor. Şimdi fedakarlık zamanı” dedi.

Yunanistan, Portekiz ve İspanya’dan sonra İtalya da “iflas” tehdidi ile karşı karşıya.

Evet Berlusconi bu durumu kabul etti, ama çözümü halkın hiç de hoşuna gitmedi. Çünkü fatura halka çıkıyor.

Hükümet, kamu harcamalarına ciddi sınırlamalar getiren acı bir reçete hazırladı.

Memur maaşları donduruluyor, ve bu yıl zam yok. 15 bin nüfusun altındaki belediyelerin bütçelerine giden devlet yardımı yüzde üç kesilecek.

Yazının Devamını Oku