Ferai Tınç

CHP’yi dış politika zorlayacak

24 Mayıs 2010
DÜNKÜ yazımda Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını televizyondan dikkatle izledikten sonra dış politikaya ayırdığı kısa bölüme değinerek vizyonunu yorumlamaya çalışmıştım.

Kılıçdaroğlu, halkın AKP iktidarında en fazla şikâyet ettiği konular üzerinde derinlemesine durmayı tercih ettiği konuşmasında “Dünya ve Türkiye vizyonu”na fazla yer ayırmamıştı.

Tabii, ondan Obama’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ya da Kahire ziyareti sırasında yaptığı konuşmaları beklemiyordum. O konuşmanın ortamı ve hedef kitlesi farklıydı.

Ama benim dikkatimi çeken Kılıçdaroğlu’nun dış politikadan söz ederken öne çıkan yaklaşımdı.

Kıbrıs ve Avrupa Birliği’nden esas olarak söz etti. Bu konularda CHP’nin popülist söylemini aşacak bir çaba göremedim.

Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu’nun dış politika vizyonu

23 Mayıs 2010
DİKKATLE izledim. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’yi halka açıyor. Hatip değil; Hayatının hiçbir döneminde de böyle bir iddiası olmamış. Zaten kendisine has yumuşak üslubuyla fark yarattığı için halk onu kendisine yakın hissediyor.
Konuşmasında, defalarca her inanca ve etnik kökene saygılı olduğunu söylemekle yetindi ama Türkiye’nin temel meseleleriyle ilgili ayrıntılı çözüm formüllerine değinmedi.
Kardeşlik, bir arada barışa yürümek de konuşmasında sık sık tekrarladığı temalardı.
En somut mesajı seçim barajını indirmek oldu. BDP’nin de bunu istediği düşünüldüğünde bu da Kürt kökenli siyasetçilere bir mesaj olarak yorumlanabilir.
Yoksulluk, işsizlik, ekonomik sorunlar, refahın tabana yayılması, gençlik, kadınlar, hukukun üstünlüğü gibi konulara Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında geniş biçimde yer vermesi, CHP’nin sosyal demokrat temalara dönmeye hazırlandığı müjdesini veriyor.
Ama Kılıçdaroğlu’nun Türkiye ile ilgili daha geniş bir vizyon vermesini beklerdim.
Örneğin Kürt sorunu, Alevi meselesi, azınlıklar, başörtüsü gibi konuların yanı sıra, sosyal demokrat alternatifin ifade ve basın özgürlüğüne vurgu yapmasını isterdim.
“Yandaş medya” yaklaşımı AKP’nin ayrımcı tutumunun izdüşümü gibi geldi bana.
Tabii ki bu bir Kongre konuşmasıydı ve bir ilkti.
Şimdilik Kılıçdaroğlu’nun verdiği “değişim ve devrim” sözü ile parti tüzüğünü bu doğrultuda değiştirme vaatleriyle yetinmek zorundayız.
Ama, bu konular, toplumda artık derinlemesine tartışıldığı için CHP’nin de görüşünü, “kardeşlik ve barış” söyleminin ötesine taşıması beklenecektir.
¡ ¡ ¡
KILIÇDAROĞLU dış politika konusuna konuşmasında çok az değindi ve bunu genel olarak AKP politikalarını eleştirme hedefine oturttu.
Dış politika konusundaki yaklaşımını açıklarken söze, “dış politikaya satranç ustalığıyla yaklaşılmalı, hamleleri önceden göreceksin” diye başladı. Dış politikanın duygularla yönetilemeyeceğini söyledi.
Türkiye’nin dış politikasının devlet birikimini yansıttığını vurguladı, “Ülkelerin birikimi var, imza attım çözdüm diyemezsin” dedi. Bu yaklaşımın tutmadığına örnek olarak da Kıbrıs’ı gösterdi. Ve KKTC halkı, AKP’nin desteklediği yönetimi değiştirdiği gibi Türkiye’de de aklın AKP’yi değişireceğini söyledi.
Ama Kıbrıs gibi önemli bir konuda CHP’nin nasıl bir çözüm çerçevesi çizeceği ile ilgili hiçbir şey söylemedi.
Dış politika ile ilgili bir iki eleştiri getirdi o da fazla can alıcı konularda değildi. Dubai ile imzalanan anlaşma, Japonlarla imzalanan anlaşmada “rüşvet vermeyin” maddesinin bulunması gibi.
Avrupa Birliği’nin Türkiye için bir çağdaşlaşma projesi olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı bugüne kadar CHP’den duymaya alışık olduğumuz popülist dilden pek farklı değildi.
Ayrıntı beklemiyordum ama Kılıçdaroğlu’nun en azından, dünya ve Türkiye vizyonu çizmesini bekliyordum.
Sosyal demokrat alternatif, mutlaka bu konulardaki vizyonunu da tartışmaya açmak zorunda.
Yeni CHP’nin, Türkiye’deki değişim dinamiğini doğru kavramak kadar bunu topluma kavratma sorumluluğu olduğunu da görmek zorundayız.
Yazının Devamını Oku

Acem oyunu

21 Mayıs 2010
TÜRKİYE ve Brezilya’nın çabalarıyla imzalanan anlaşma daha mürekkebi kurumadan rafa kalkma durumu ile karşı karşıya.

İran’dan anlaşmayı iptal sinyalleri gelmeye başladı. Sadece ABD değil, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyeleri de, bu anlaşmanın İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili soru işaretlerini kaldırmadığını açıkladılar. Tahran Yönetimi’nin, Türkiye ve Brezilya’nın girişimini, bu kez kabul etmesi-çünkü geçen yıl benzer bir formülü reddetmişti- dördüncü yaptırım paketiyle ilgili BM Güvenlik Konseyi’nde uzlaşma sağlanması ile bire bir bağlantılıydı. ABD, uzun zamandan beri ikna etmeye çalıştığı Rusya ve Çin’i de yeni yaptırımlar konusunda yanına almayı başarmıştı. Başarmıştı diyorum çünkü bu konuda Rusya ve Çin’i ikna etmek Washington açısından siyasi bir değer taşıyordu. Bu ittifak, şu anda Obama Yönetimi için önemli olduğu kadar Tahran Yönetimi için de hayati önemde.
Washington bu ittifakı korumak için çaba harcarken, Tahran da onu bölmek için uğraşıyor. Türkiye ve Brezilya’nın masadaki uranyum değiş-tokuş önerisine Tahran’ın yanaşmasının ardındaki neden bu. Hem, “Biz ne yaparsak yapalım ‘Batı’ bildiğini okuyacak” tezlerini kanıtlama fırsatı bulacak hem de Çin ve Rusya’ya karşı BM Güvenlik Konseyi’nin iki önemli geçici üyesini yanına alarak ittifakta bir çatlak açmış olacak.

* * *

TÜRKİYE’nin girişimi, sorunun diplomatik yollardan çözümü için harcadığı çaba iyi bir şey. Dışişleri Bakanlığı çeşitli “arabuluculuklar” konusunda olağanüstü gayret sarf ederek geçirdi son yılları. Bu Türkiye’nin görünürlüğünü artırdı. İnkar etmiyorum ama sürekli ortada olma çabası zaman zaman Türkiye’yi, Tahran anlaşmasında olduğu gibi çok riskli pozisyonlara sokuyor. Riskli derken, “ABD’ye karşı çıkılır mı?” gibi modası geçmiş bir soğuk savaş gözlüğü ile bakmıyorum olaya. Risk, atılan adımın temelinin sağlam olup olmadığı ile ilgili. Temel sağlam değilse adımı attığınızda boşluğa düşme olasılığı çok büyük. Burada da temelin sağlam olmadığını görüyoruz. Çünkü, Dışişleri Bakanı Davutoğlu sürecin her aşamasında herkesi bilgilendirdiğini söylese de, bazı önemli anlaşmazlıklar olduğu ortaya çıktı. Örneğin imzalanan anlaşmada ne BM Güvenlik Konseyi’ne ne de Uluslararası Atom Enerji Ajansı’n a atıf var.

Yani, İran’dan istenen, “uranyum zenginleştirmeye son verme” konusunda tam bir mutabakat yok. Zaten bunun olmadığını Tahran, anlaşmanın mürekkebi kurumadan, “uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini” açıklayarak ilan etti.

Yazının Devamını Oku

Yunanlı meslektaşlarıma

17 Mayıs 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Atina ziyaretinden sonra Yunan medyasında yer alan yorumlarda, “Barış mesajlarına rağmen somut sorunlarda adım atılmadığı” öne çıktı.

Bazı yorumlarda, Türkiye’nin dünyaya barışçı bir ülke imajı vermek istediği, onun için bu ziyareti kullandığı iddialarını bile gördüm.

Türkiye’nin hem bölgesel, hem de dünya gücü olma yolunda bir ülke olma vizyonuyla hareket ettiğini, Yunanistan’ın zor zamanında yardım elini uzatarak bu imajı kuvvetlendirmek istediğini söyleyenleri de okudum.

Yunanistanlı sevgili meslektaşlarım;

Evet, bu ziyaret sırasında Ege’de kıta sahanlığı, kara suları ve FIR hattı konularında adım atılamadı. Kıbrıs’ta da tutum değişikliği olmadı.

Yazının Devamını Oku

BDP ne istiyor?

16 Mayıs 2010
BU hafta, Barış ve Demokrasi Partisi eş başkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş’ı dinledik. Bir grup gazeteci ve köşe yazarının katıldığı toplantıda anayasa paketinden, açılımla ilgili hayal kırıklığına kadar birçok konu ele alındı. Şiddetin tırmanışa geçişi de konuşuldu tabii ki.
Anayasa değişikliği sırasında hükümete götürdükleri hiçbir önerinin ciddiye alınmamış olması, açılımdan beklentileri sıfırlamış durumda.
Selahattin Demirtaş, AKP’ye üç dosya ile gittiklerini anlattı. İki dosyada pakette olmasını istedikleri önerilerin, bir dosyada da yasa düzeyindeki düzenleme taleplerinin bulunduğunu anlattı.
“Buna rağmen, Bozdağ iki hafta sonra bir açıklama yaparak, kendilerine bir tane bile önerinin sunulmadığını söyledi. Bu açıkça bize, sizinle yan yana görünmek istemiyoruz demekti.”
AKP’nin destek istediğini ama bunun toplumda görülmesini de istemediğini söylüyor eş başkanlar.
Madem, iktidar partisi taleplerimizi ve bizi ciddiye almıyor o zaman biz de onun oyununda yer almayız diyorlar.
Evet, BDP referandumu boykot etmeyi düşünüyor.
Ama kesin değil. Gültan Kışanak, “Bütün iyi niyetimize ve Anayasa değişikliğine katkıda bulunma isteğimize rağmen hâlâ bir şey görmüyorsak, referandumda gerekirse boykot kararı alırız dedik. Ama bunu resmileştirmedik. Hâlâ AKP’den bir şey bekliyoruz” diyor.
***
NEDEN boykot?
BDP’li eş başkanlar da birçok kişi gibi, eğer yapılacaksa referandumun iki kutup arasında bir seçim haline dönüşmesine karşılar.
Ya AKP’lisin ya da Ergenekoncu. Oysa her ikisine de karşı olan ve 12 Eylül Anayasası’nı rafa kaldıracak yeni demokratik bir anayasa isteyen bir kesim de var Türkiye’de.
Onlar, aynı gerekçeleri paylaşmasalar da CHP ile aynı safa düşecekler. BDP, bir üçüncü seçenek ortaya koymak istiyor.
Ama bunun siyaseten getirisi ne olabilir? Bu sorunun yanıtı muğlak. Boykot sandıkta kendisini ifadelendirebilir mi? Yoksa, dolaylı olarak “evet”i mi öne çıkartır?
Parti içindeki tartışmalarda neler söyleniyor bilemiyorum ama BDP, bu konuda kendisini seçmenine bile çok iyi anlatabilmiş değil.
Belki de talimatlara güvendikleri için fazla da önemsemiyorlar. 
***
TALİMATLAR demişken, BDP’nin bu talimat alıp verme zihniyetinden sıyrılıp gerçek bir siyasi parti haline gelmesi sadece kendileri açısından değil, Türkiye sol’u açısından da çok önemli.
Gerçekten de AKP’nin açılım adımı bir yere gidemedi. Güneydoğu’da tutuklamalar sürüyor. Yayın organları üzerindeki baskılar artıyor. Gazetecilere, asırlık hapis cezaları verilebiliyor. Terörle mücadele yasası, muhalefetin üzerine kâbus gibi çökmüş durumda. Batı’da Ergenekon, doğuda KCK operasyonları sayesinde muhalefet yelpazesi alabildiğine daraltıldı.
Önümüzdeki hafta Diyarbakır’dan başlayarak bazı bölgelerde barış yürüyüşü yapacak BDP.
Çünkü şiddet tırmanıyor.
Kışanak, “Dağlarda güvercin uçuracak ve silahların susmasını isteyeceğiz” diyor.
Bu tırmanışın sebebi ne? Kışanak, “Bizim tek gündemimiz Anayasa değil. Doğu’da tansiyon yükseliyor. Sınıra yığınak yapılıyor. Her baharda yapılır ama bu yıl farklı. AKP’ye adım attırmaya çalışıyoruz. Şiddeti kontrol için” diyor.
BDP, taleplerine kulak verilmesini istiyor. Sevmeyeni kadar seveni de çok olan bir partinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde muhatapsız kalması sorunları derinleştiriyor.
Yazının Devamını Oku

Manidar bir şeyler oluyor

14 Mayıs 2010
GÜNDEM ahlaki, siyasi tartışmaların birbirine girdiği bir bulamaç haline dönüştürülürken, gündem dışına ittirilen gerçekler gözden kaçıyor.

Türkiye nükleere giriyor. Üstelik de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “İlk defa nükleer enerjiyle ilgili yatırım yapıyoruz ve nükleer enerjide ilk yatırımımızı Rusya ile yapmamız çok manidardır” sözcükleriyle ifade ettiği bir adım atılıyor. 

Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev’in Ankara ziyaretinde, Rusya ile Akkuyu’da nükleer santral anlaşması imzalandı.

Konu yeni değil. Daha önce TETAŞ ihale açmıştı. 

İhale öncesi istekli olan adaylardan sadece birinin ihale yolu açılmıştı. Kulislerde diğerlerine kenarda durmalarının tavsiye edildiği iddiaları dolaşmıştı o sıralar.

Yazının Devamını Oku

Yazık olmasın bu bahara

10 Mayıs 2010
DİYARBAKIR BASIN Enstitüsü Derneği ile Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği “Medya, Empati ve Barış Çalıştayı”nda bölgede gazetecilik yapan arkadaşlar ortak bir sorunu dillendirdiler.

Gönderdikleri haberlerin, merkezlerde kimi zaman daha çarpıcı olsun diye, kimi zaman da ideolojik kaygılarla abartılmasından, özünden kopartılmasından rahatsızlar.

Bazen de bölgedeki politikacıların, verdikleri olumlu mesajlar, yaptıkları iyi işler görülmüyor, haberden bile sayılmıyor.

Bu şikâyetin çok tipik bir örneğine ismini vermek istemediğim bir gazetenin dünkü haberinde rastladık. Bir muhabirin toplantıyla ilgili bir haberi, genel yayın yönetmeninin herkese köşesinden gazetecilik dersleri verdiği çok iddialı ve çok satan bir gazetede, rakip olarak gördüğü bir gazeteyi vurmak için cımbızlanıp, çarpıtılıp verilmiş.

Medyanın toplumda çatışmaları derinleştirmekten nasıl kaçınabileceğini tartıştığımız bir toplantıdan çatışma haberi çıkartabilmiş. Pes doğrusu. 

Ama Diyarbakır’da o kadar güzel şeylere tanık olduk ki bu sakillikler keyfimizi kaçırmadı.

ÖĞLE arası verdiğimiz sırada bir genç yanıma yanaşarak, “Diyarbakır’da Güzel Sanatlar Lisesi ve Yüksek Okulu öğrenci ve öğretmenleri ile Dicle Üniversitesi konservatuarı öğrencilerinden oluşan 17 kişilik bir yaylı sazlar orkestrası kurdum. İzin verirseniz size bir konser verebilir miyiz?” dedi.

Bundan daha güzel bir sürpriz olabilir mi? Çalıştayın sonunda, ellerinde kemanları, çelloları ile içeri girip hemen düzen kuran gençler bize büyük bir hediye verdiler. Bugün Diyarbakır’da verecekleri ilk konserden önce, bu kadim kentte bir ilke tanık ettiler bizi.

Yazının Devamını Oku

Gazeteciler Diyarbakır’da buluştuk

9 Mayıs 2010
“BEN çok uzaklardan geliyorum. Türkiye’nin en batı ucundan.

Türkiye Cumhuriyeti’ni savaşarak birlikte kurduğumuz ve şimdi “Barışın kenti” olan Çanakkale’den geliyorum. Düşmanıyla kardeş olmuş bir kentin hem ana, hem kadın hem de bir kadın gazetecisi olarak barışı en çok, kadınlar, analar, aydınlar-demokratlar ve onlarla birlikte bu acıları görerek yaşamış olan bizlerin, gazetecilerin istediğini biliyorum.”

Bu sözleri Çanakkale Olay Gazetesi sahibi, gazeteci Aynur Narler, Diyarbakır Gazeteciler Cemiyeti’nde Elazığ Karakoçan Gazetesi sahibi Nursel Şengezer ile gazetelerini kardeş ilan ettikleri sırada söyledi.

Basın Enstitüsü Derneği olarak, Bursa Spor ve Diyarbakır Spor arasındaki maçlardan sonra, konunun medyada ulusal güvenlik sorunu yaratacak kadar sorumsuzca işlenmesi üzerine Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti ile birlikte Diyarbakır’da bir medya çalıştayı düzenledik.

Medya, Empati, Barış başlıklı çalıştaya, sadece ana akım medyadan ve Güneydoğu’dan gazeteciler değil, akademisyenler, bölgeden iş adamları da katıldı.

Amacımız Kürt sorununu tartışmak değildi.

Çatışmaları derinleştirmeyen, doğru dürüst bir gazetecilik yapabilmek için mesleki eksikliklerimizi tartışmaktı.

Basın özgürlüğünü savunmak için, gazetecilerin görev ve sorumluluklarını da en doğru biçimde yerine getirmeleri gerektiğini bildiğimizden bu çalıştaya çok önem verdik.

Yazının Devamını Oku