Yoktur. Her ikisi de hoşlarına gitmeyen yayınlar nedeniyle medyayı hedef gösteriyorlar.
Neden? Çünkü bu seslerin susmasını istiyorlar.
Belki şaşırtıcı ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ifade özgürlüğü ile ilgili davalarda, “şahsa” göre karar veriyor.
Medya mensuplarının ifade özgürlükleri daha geniş bir alan tanıyor. Dolayısıyla gazeteciler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddesinden daha fazla yararlanıyorlar.
Böyle bir ayrımcılığın sebebi, basının toplumdaki “çoğulculuğa” ve “demokrasi kültürüne sunduğu katkı” olarak gösteriliyor.
MEDYA, haberlerin perde arkası, araştırma ve soruşturmacı gazeteciliğin ortaya çıkardığı hoşa gitmeyen bilgiler, çarpıcı gerçekler ile toplumu bilgilendirme görevini yerine getirdiği için, ifade özgürlüğü şemsiyesinden daha fazla faydalanıyor.
Yine bu yılın ilk üç ayında 19’u gazeteci 48 kişi hakkında yazdıkları ve çizdikleri karikatürler nedeniyle 147 yıl 8 ay hapis cezası istemiyle dava açılmış.
13’ü gazeteci 15 kişi, 1 karikatürist ve 3 medya kuruluşu kişilik haklarını ihlal nedeniyle 1 milyon 278 bin lira tazminat cezası ödemeye mahkum edilmişler.
Daha önce başlayan davalar nedeniyle Türkiye cezaevlerinde, tutuklu bulunan gazeteci sayısı 39.
Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde gazeteci, yazar ve çizerler için açılan dava sayısında geçen yıla göre 6.5 kat artış olmuş.
Bu yılın ilk üç ayında Kürt meselesiyle ilgili haberleri nedeniyle Azadiya Welat Gazetesi 2.5 ay kapatma cezasına çarptırılırken, Birgün’den Hakan Tahmaz, Günlük’ten Veysi Sarısözen, Radikal’den Rıfat Başaran ve Milliyet’ten Namık Durukan haklarında hapis istemiyle davalar açıldı.
Aydınlık dergisi yayın yönetmeni Deniz Yıldırım ve Ulusal Kanal istihbarat şefi Ufuk Akaya, Başbakan Erdoğan’ın telefon konuşmalarına dair kayıtları yayınladıkları gerekçesiyle 9 Kasım 2009’dan beri Silivri Cezaevinde.
Ergenekon davasıyla ilgili belgeleri, telefon konuşmalarını yayınladıkları için çok sayıda gazeteci hakkında hapis istemi ile davalar açıldı.
BUGÜN Dünya Basın Özgürlüğü günü. İşte biz, 3 Mayıs 2003’ü böyle bir ortamda kutluyoruz.
Şimdi, Barzani’nin Türkiye’ye daveti ile bu adımın devamı geliyor.
Aslında olması gereken de bu. Irak’ın kuzeyinde yatırımcıların yüzde 70’inin Türkiye kökenli iş adamları olduğu belirtiliyor.
Son otuz yıldan beri görülen trafik, sınır bölgelerinde artarak devam ediyor.
Eskiden sadece temel ihtiyaç maddeleri dolu TIR’larla yapılan ticaretin yanı sıra artık, eğitimden teknolojiye kadar çok çeşitli işbirlikleri gelişiyor.
Eskiden Türkiye ve Irak Kürt halkı arasındaki diyalog PKK ve Türkmenlerin kaderine odaklı iken şimdi, çok farklı parametreler devreye girdi.
Türkmenler, son seçimlerde çeşitli listelerden Irak siyasetinde aktif olarak yer aldılar, Kerkük’te temsilci çıkartmaları, ayakları yere basan yeni yaklaşımlarının sonucu.
Çünkü o meselenin altında büyük bir acı yatıyor. O acı bizim de ortak belleğimiz.
Anadolu sırlar toprağı.
Yerlerinden edilen insanların buluştuğu ya da vedalaştığı toprak.
Halkların hikâyesi tek başına yaşanmıyor. Kovalayan da kaçan gibi aynı felaketin acısını taşıyor.
Açık değil mi?
Ermenistan protokolleri tek taraflı olarak dondurarak, süreçte Türkiye tarafından kaynaklanan bir tıkanma olduğuna dikkat çekmek istiyor.
Buna neden gerek duyduğunu anlamak için ABD Başkanı Barack Obama’nın geçen yıl 24 Nisan’da yaptığı konuşmaya göz atmak yeter.
Obama geçen yıl konuşmasında, “soykırım” dememişti.
Bir adım geri atarak, büyük felaket anlamına gelen “Metz Yeğern” sözcükleri ile yetinmişti.
Bu seçiminin gerekçesini izah ederken, görüşünde bir değişiklik olmadığını yinelemiş ancak tarihi olayların doğru bir biçimde ortaya çıkmasının önemli olduğunu vurgulamıştı.
“Bunun için en iyi yol” demişti ABD Başkanı Obama, “Ermeni ve Türk halklarının ileriye adım atarken geçmişte olanları da birlikte ele almalarıdır. Türk ve Emeni halklarının bu acı dolu tarihle ilgili, namuslu, açık ve yapıcı biçimde çalışmalar yapmalarını güçlü biçimde destekliyorum. Bu amaç için Ermeni ve Türkler arasında ve Türkiye içinde diyalog sürecinin başlaması önemlidir. Emenistan ve Türkiye’nin ikili ilişkilerini normalleştirme çabalarını da destekliyorum. İsviçre’nin arabuluculuğu ile iki hükümet normalleşme çerçevesi ve yol haritası üzerinde anlaştılar?”
Yani Obama’nın mazeretinin adresi Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerdi.
Evet Annan Planı’nın üzerinden altı yıl geçti ama yol açtığı sonuçlar, Kıbrıslı Türkler kadar Türkiye kamuoyunun vicdanında da haksızlık ve adaletsizlik duygusu olarak işlemeye devam ediyor.
Kıbrıs seçimleri öncesinde AB Komisyonu, Türklere uygulanan izolasyonlara son vermek amacıyla doğrudan ticaret tüzüğünün Parlamento’da ele alınmasını istedi.
Bu olumlu gelişmenin seçim sonrasında izleyeceği yol gösterge olacak.
Talat’a destek için yapılmış bir manevra mı, yoksa AB içinde Kıbrıs meselesinin çözümü için etkili bir dinamik mi ortaya çıkıyor. Zaman gösterecek.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin bugünkü muğlaklık koşullarında uzun zaman devam etmesi zor.
Her açıklama, her rapor kamuoyunun asabını bozuyor.
Türkiye üzerine düşeni yapıyor mu? Hayır yapmıyor. İki tarafın da hareket etmemek için sürekli tekrarladıkları gerekçeleri var.