Ferai Tınç

Bulgar Kralı'nın ilginç önerisi

18 Mart 2002
AVRUPA Komisyonu Başkanı Romano Prodi, Barcelona Zirvesi'nin sonunda, AB Dönem Başkanı İspanyol Başbakanı Jose Maria Aznar ile birlikte düzenlediği basın toplantısına Katalanca ile başladı.Duvarlarında ‘‘Burası İspanya değil’’ sloganlarına sık sık rastlanan bölge halkına doğrudan mesaj.Turizm broşürlerinde kendisini ‘‘Bir Akdeniz gücü’’ diye tanımlayan aşırı özerk Katalanya, ilhamını peri bacalarından aldığı söylenen dahi mimar Gaudi ile bir başka dahi Salvador Dali'nin anavatanı olmakla gurur duyuyor.Barcelona'nın, çelişkiler ve farklılıklar arasında uzlaşma noktasını yakalamaya eğilimli kent ruhu, cumartesi akşamı globalizme hınçlı yüz binler ile, Barcelona-Real Madrid maçından sokaklara dökülen seksen bin kişiyi aynı anda taşımayı biliyor.Yüzyılın başında, farklı çıkarları, ortak gelecek hedefinde birleştirmeyi başaran Barcelona Zirvesi'nde olduğu gibi.* * *AVRUPA iddialı hedefler koydu Barcelona'da.İki yıl sonra, enerji piyasalarının liberalleşmesini, Avrupa alanında ulusal bütçe politikalarının birbiri ile uyumlu hale getirilmesini, sürdürülebilir kalkınma modeli çerçevesinde Kyoto protokolünün hayata geçirilmesini, 2006 yılına kadar, her ülkenin gayrı safi milli hasılasının yüzde 0.39'nu kalkınmakta olan ülkelere yardım fonuna aktarmasını, 2003 sonuna kadar üye ülkelerin sosyal yardım bütçelerini kısarak, ortak sosyal politikalara yönelinmesini, refah devletlerinden yavaş yavaş uzaklaşarak yerine 2010'dan önce yeni iş alanları ve kaliteli iş gücü yaratma hedefini gerçekleştirmeyi, 20 milyon kişi için istihdam yaratmayı, ortak sağlık sigortası sistemini gerçekleştirmeyi hedefliyor.Avrupa uydusu Galileo'ya daha fazla kaynak sağlayarak, Amerikan ve Rusya'nın gözlerinden dünyayı izlemek istemediğini yineliyor.2003'e kadar AB üyesi ülkelerde her 15 öğrenci için en az bir bilgisayar sağlanmasını, Avrupa alanında insanların birbirlerini anlayabilmeleri için eğitimde en az iki yabancı dil zorunluluğunu kararlaştırıyor.En önemlisi, 13 adaya bakıp bakıp, hantallaşarak etkisizleşme tehlikesine karşı önlem almaya çalışıyor.İtalyan Başbakanı Berlusconi, toplantı sonunda yaptığı basın toplantısında, ‘‘Aman Allahım, adayların da katıldığı toplantıda masanın etrafındakilerin bir merhaba demesi saatler sürdü. İleride ne yaparız. Buna karşı Solana'nın önerisini tartışıyoruz. Önümüzdeki günlerde üye ülkelerin başbakanları birer temsilci atayacak. Onlar Sevilla Zirvesi'ne kadar AB Konseyi'nin yeni koşullarda daha etkili çalışabilmesi için formüller üretecekler’’ diyor.* * *GENİŞLEME, Avrupa'nın en dikenli korkusu. Polonya Başbakanı 2004'te üyeliğe kabul edilmemeleri halinde Avrupa hedeflerinin sisler altında kalacağını söylüyor. 10 üye için hazırlık sürüyor.Türkiye, Romanya ve Bulgaristan için aynı heyecan yok.Bulgaristan Başbakanı Kral Simeon, konuşmasında bu durumun üzerinde duruyor ve bir öneriyle geliyor Barcelona'ya.‘‘Bizim için özel bir statü hazırlayın!’’Kral Simeon'un önerisi, Avrupa'da yeni bir tartışmanın alttan alta yapılanmaya başladığının da göstergesi. Tam üyeliğe hazırlanmaları 2004'e yetişmeyecek olanların, dışarıda kalmamalarını sağlayacak yeni bir yaklaşım. Çekirdek Avrupa'nın etrafında oluşturulacak halkalar modeli.Bu yaklaşım bizde de, özellikle uyum konusunda zorlanan çevrelerde, olgunlaşıyor.‘Genişleme’nin ağırlık kazanacağı, haziran ayındaki Sevilla Zirvesi'ne kadar bizi hareketli günler bekliyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye, Barcelona perspektifinde şanslı

17 Mart 2002
<I>BARCELONA</I><br>ÖNÜMÜZDEKİ on yıl içinde Avrupa'yı dünya gücü haline getirmeyi amaçlayan büyük iddia, Türkiye ile Avrupa arasında yeni bir köprü fırsatı yaratıyor. İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar, zirve kapanışında yaptığı konuşmada, ‘‘Aday ülkeleri de bu toplantıya davet ettik. Böylece Lizbon hedefi sadece üyeler için değil ama yarının Avrupası'nın da perspektifi olacaktır’’ dedi.

Bu, Türkiye'nin Avrupa ile kader ortaklığını pekiştiriyor. Türkiye gerek IMF programı çerçevesinde gerekse AB ile uyum yasaları kapsamında attığı adımlarla, Avrupa'nın Portekiz Stratejisi adını verdiği hedefe doğru zaten ilerliyor.

Sadece Kopenhag kriterlerinin çerçevesi içinde kalarak Avrupa'yı tartışmak, kendimize olan güveni sarstığı gibi, hedeflerimizi de daraltıyor.

* * *

ZİRVE sırasında, Maliye Bakanı Sümer Oral'a ilgi gösterilmesi bir tesadüf değil. Bu, Türkiye'nin ekonomik deneyimlerinin Avrupa da yaşanan sorunlarla benzerlik taşımasından ileri geliyor.

Maliye Bakanı Sümer Oral, önceki gün aday ve üye ülkelerin maliye bakanlarının katıldığı toplantıda, Fransa, Belçika ve Almanya maliye bakanlarının sorularıyla karşılaşıyor. Türkiye'nin kamu maliyesi konusunda attığı adımlar merak uyandırıyor.

Çünkü Barcelona Zirvesi sırasında ortaya çıkan manzara, dünyanın ekonomik gücü olma hedefini tutturabilmesi için Avrupa'nın da benzer sorunlarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Belki de bu yüzden Barcelona'da meslektaşları Türkiye'nin Maliye Bakanı'na daha anlayışlı davranıyorlar. Hatta, atılan adımların Türkiye'yi Avrupa yolunda ileri götürdüğünü bile söylüyorlar.

Örneğin, Fransa, elektrik piyasalarındaki devlet tekelini kaldırmakta zorlanıyor. Seçim sonrasına zar zor tarih verilebiliyor.

İstihdam politikalarıyla ilgili alınacak yeni kararlar Avrupa sendikalarını hop oturtup hop kaldırıyor. İngiliz İşçi Partisi lideri Blair, bu politikaları desteklediği için İtalya'nın ve İspanya'nın sağcı başbakanlarının safına geçmekle suçlanıyor.

Avrupa, ekonomik geleceğini sağlama almak için hayata geçirilmesi hiç de kolay olmayan reformlara hazırlanıyor.

* * *

BAŞBAKAN Ecevit'in, Barcelona Zirvesi'nde yaptığı konuşma, Türkiye'nin endişelerine ağırlık veren değil, Avrupa'nın genel konularına Türkiye'nin katkısını yansıtan bir yaklaşımdaydı.

Enerji piyasalarının liberalleşmesinin gündemde olduğu ve bunun zorluklarının yaşandığı bir toplantıda, Türkiye ile Yunanistan arasındaki doğal gaz boru hattı projesinin öne çıkartılması önemliydi. Nitekim Yunanistan da bu konudan söz etti.

Çünkü bu proje, aslında Lizbon stratejisine güneydoğu Avrupa'nın iki ülkesinin en somut katkısıydı.

* * *

BARCELONA bugünden itibaren normale dönüyor. Globalizm karşıtlarının gösterileri ve terör korkusu yüzünden iki gündür işgal altındaki topraklar görünümüne bürünen bu güzel Katalan kenti, Avrupa evrimine olumlu katkılarla sona erdi. Gece geç saatlere kadar süren pazarlıklar sonucu uzlaşmalar sağlandı ve Avrupa aday ülkelerle birlikte, İspanya Başbakanı Aznar'ın dediği gibi ‘‘geriye çevrilemez’’ yolunda bir adım daha attı.
Yazının Devamını Oku

Barcelona'da hedef Avrupa ekonomik gücünü yaratmak

15 Mart 2002
AVRUPA, milli menfaatlerimize uyar mı uymaz mı tartışmaları arasında Türkiye, Avrupa ile birlikte yeni bir gelecek yolculuğuna çıktı bile. Avrupa Birliği üyeleri ve aralarında bizim de bulunduğumuz adayların bir araya gelecekleri önemli bir zirveyi izlemek üzere Barcelona'dayım.

Bu zirvede, Avrupa'yı 2010 yılına kadar dünyanın en güçlü ekonomisi haline getirecek reformları hayata geçirecek kararlar alınacak. Ekonomik reformlarla paralel olarak yapılması gereken sosyal reformlar tartışılacak. Çevre üzerinde durulacak ve bu akşam da, Ortadoğu masaya yatırılacak.

Türkiye'nin Barcelona'ya getirdiği mesajlardan biri de Ortadoğu.

Başbakan Ecevit ve Dışişleri Bakanı Cem Avrupa'yı, şiddet tırmanışını önlemek için bir şeyler yapmaya çağıracaklar.

* * *

BARCELONA Zirvesi'nin gündemi, iki yıl önce yapılan Lizbon Zirvesi'nde alınan kararları canlandırmak. Bu karara göre, Avrupa Birliği 2010 yılına kadar dünyanın büyük ekonomik güçleri arasında yerini alacak. ABD ile rekabet edebilecek ekonomik ve sosyal bir güç haline gelecek.

Portekiz'in başkanlık döneminde benimsenen bu hedef, İspanya'nın başkanlık döneminde yeniden Avrupa'nın gündemine taşınıyor.

Avrupa'yı bir dünya gücü haline getirme hedefinde Akdeniz ülkelerinin başı çekmesi bir rastlantı değil. Akdeniz yaratıcılığı bu.

* * *

AVRUPA, hedef koyuyor. Ancak bu hedeflere ulaşmak öyle kolay olmuyor. Uzun ve zorlu müzakereler gerekiyor.

Örneğin, Avrupa enerji piyasasının liberalleşmesi, Fransa'nın diretmesi yüzünden bir türlü gerçekleşemiyor. Bu toplantının en önemli sorunu da bu. Seçimlere hazırlanan Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve Başbakan Jospin, Fransız elektrik şirketini özelleştirmek istemiyorlar. Hatta Fransa'da tartışmalar, yabancı yatırımcı düşmanlığına kadar uzanıyor. 'Amerikan şirketleri, elektriğimizin patronu olamazlar' diyenler az değil.

Fransa tek değil. İngiltere de Lizbon hedeflerinde ayak sürüyor. O da işçi hakları ve çalışma koşullarıyla ilgili Lizbon'un sosyal hedeflerinin gerisinde. Örnekleri artırabiliriz. Zaten Barcelona Zirvesi, bir anlamda bir özeleştiri toplantısı da sayılabilir. Üye ülkelerin hükümetleri, iki yıldan beri Lizbon kararlarını hayata geçirmek için bir şey yapmadıklarının farkındalar.

Komisyon Başkanı Prodi, zirve öncesinde yaptığı açıklamada, 'Lizbon'da kararlaştırdığımız gibi 2010 yılında Avrupa Birliği, dünyanın rekabete en açık ekonomik güçleri arasına girecektir. Ben diğerlerine göre daha az kötümserim' diyor. Ama bunun için atılması gereken adımları hatırlatıyor; 'Avrupa olarak araştırma ve geliştirmeye daha fazla kaynak ayırmalıyız. Araştırma için özel sektörde ve kamuda bütçe ayırmaz ve Avrupa bilim adamları için olanaklar sağlamazsak Lizbon hedefini yakalayamayız. Unutmayalım ki ABD biyoteknoloji ve eczacılıkta Avrupa'nın önünde. Bu farkı kapatmalıyız.'

* * *

İSPANYA, zirvede anlamlı ve sembolik bir de adım atıyor. Başkanlar Zirvesi'nde ilk kez aday ülkeler ile toplantı sonunda değil ortasında görüşülecek. Böylece adayların görüşleri de zirve sonuçlarına yansıtılmış olacak.

Bu toplantı sırasında adayların Lizbon stratejisine uyumu için neler yapıldığı tartışılacak. Aslında adaylar çeşitli fonları kullanarak alt yapı değişikliklerini gerçekleştiriyorlar. İşte Türkiye'ye yapılan haksızlık tam da burada. Türkiye bu fonlardan hala doğru dürüst yararlanamıyor. Başbakan ve Dışişleri Bakanı'nın, toplantıda ve ikili temaslarda dile getirecekleri konulardan birisi de bu olacak.

Bugün ve yarın, iki yoğun gün bekliyor bizi.
Yazının Devamını Oku

Yeni arayışlar ve gerçekler

11 Mart 2002
<B>SON </B>günlerde tırmanan Avrupa tartışmaları, bir gerçeği ortaya iyice çıkardı. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesine karşı çıkanlar, bunu AB üyeliği açısından değerlendirmiyorlar. Tartışma, Türkiye'nin bu ekonomik ve sosyal oluşumun bir parçası olması halinde ekonominin nasıl etkileneceği tartışması değil. Bu üyeliğin, halk olarak bizim yaşamımıza ne gibi yükümlülük ve yetkiler getireceği tartışması hiç değil.

Ne Avrupa alanının Türkiye'ye sınır ülke olarak ne gibi parasal ve toplumsal sorumluluklar yükleyeceği tartışılıyor, ne tarımla ilgili endişeler, ne de teknolojik boyut.

Tartışmanın özü Kürt sorunu ve Kıbrıs meselesinde odaklanıyor.

Türkiye'nin - AB üyeliğine aday olmadan önce de - hem içeriden hem de dışarıdan çözüm için zorlandığı iki konu bu.

Siyasi geleneğimiz, halkın talepleri ile devletin güvenlik önceliklerinin genelde ters düştüğü anlayışına dayandığından, bu iki konudaki çözüm isteği, son yıllarda sadece Avrupa Birliği'nin 'dayatması' gibi yorumlanıyor.

Ve öyle bir izlenim yaratılmak isteniyor ki, Türkiye AB hedefinden vazgeçerse, bu sorunları çözme yükümlülüğünden de kurtulmuş olacak. Statüko ile sonsuza dek idare edebilecek.

Bu mümkün değil.

* * *

YA alternatif arayışları mümkün mü?

Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın İran ve Rusya ile ilgili sözleri önemli bir noktaya işaret ediyor.

Orgeneral Kılınç, Türkiye'nin Rusya ve İran ile yeni arayışlara yönelmesi gerektiğini söylüyor.

Çok doğru bir yaklaşım.

Türkiye zaten son dönemde sadece Rusya ve İran ile değil tüm komşularla ilişkileri geliştirme siyasetini adım adım hayata geçiriyor. Türk dış politikası, komşularıyla barışık bir Türkiye hedefi doğrultusunda yol alıyor.

Geçen yıl sonunda, BM Genel Kurulu sırasında, Türkiye ile Rusya dışişleri bakanları iki ülke arasındaki işbirliğinde derinlik sağlayacak çok önemli bir anlaşmaya imza attılar.

İran ile de PKK nedeniyle sorunlar yaşanmış olmasına rağmen, güvenlik anlaşmaları var, doğal gaz projesi hayata geçti. Bu çok önemli bir adımdır ekonomik ilişkilerde.

Tabii ki, bu ilişkiler daha da geliştirilmeli.

Türkiye, Rusya ve İran ile Orta Asya ve Kafkasya'da rekabetin değil, işbirliği alanının oluşmasından daha büyük yarar sağlayacak.

İşbirliği bölgesel istikrar açısından da çok önemli. Enerji yollarının güvenliğinin garantisi bu.

Ama bu işbirliği Avrupa Birliği'nin alternatifi olabilir mi?

AB hedefinden vazgeçilse bile, Kürt sorunu ve Kıbrıs'ın Türkiye'nin gündeminden düşmesi ne kadar mümkün değilse, 'Rusya ve İran ile yeni bir arayış'ın Avrupa Birliği'ne alternatif oluşturması da o kadar mümkün değil.

* * *

PENTAGON
'un hazırladığı gizli bir rapor önceki gün basına sızdı. Buna göre ABD, İran, Irak, Suriye, Libya ve Kuzey Kore'ye karşı kullanılmak üzere yeni nükleer silahlar geliştirecek.

Türkiye'nin sınır komşuları, Amerikan nükleer silahlarının hedefi.

Türkiye, çok yanlı baskılara maruz kalacağı bir döneme giriyor.

İkili ilişkileri üçüncü tarafların ipoteğinden kurtarmanın gittikçe güçleşeceği bir dönem.
Yazının Devamını Oku

Yeni arayışlar ve gerçekler

11 Mart 2002
SON günlerde tırmanan Avrupa tartışmaları, bir gerçeği ortaya iyice çıkardı. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesine karşı çıkanlar, bunu AB üyeliği açısından değerlendirmiyorlar. Tartışma, Türkiye'nin bu ekonomik ve sosyal oluşumun bir parçası olması halinde ekonominin nasıl etkileneceği tartışması değil. Bu üyeliğin, halk olarak bizim yaşamımıza ne gibi yükümlülük ve yetkiler getireceği tartışması hiç değil. Ne Avrupa alanının Türkiye'ye sınır ülke olarak ne gibi parasal ve toplumsal sorumluluklar yükleyeceği tartışılıyor, ne tarımla ilgili endişeler, ne de teknolojik boyut.Tartışmanın özü Kürt sorunu ve Kıbrıs meselesinde odaklanıyor.Türkiye'nin - AB üyeliğine aday olmadan önce de - hem içeriden hem de dışarıdan çözüm için zorlandığı iki konu bu. Siyasi geleneğimiz, halkın talepleri ile devletin güvenlik önceliklerinin genelde ters düştüğü anlayışına dayandığından, bu iki konudaki çözüm isteği, son yıllarda sadece Avrupa Birliği'nin 'dayatması' gibi yorumlanıyor. Ve öyle bir izlenim yaratılmak isteniyor ki, Türkiye AB hedefinden vazgeçerse, bu sorunları çözme yükümlülüğünden de kurtulmuş olacak. Statüko ile sonsuza dek idare edebilecek.Bu mümkün değil. * * *YA alternatif arayışları mümkün mü?Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın İran ve Rusya ile ilgili sözleri önemli bir noktaya işaret ediyor. Orgeneral Kılınç, Türkiye'nin Rusya ve İran ile yeni arayışlara yönelmesi gerektiğini söylüyor.Çok doğru bir yaklaşım. Türkiye zaten son dönemde sadece Rusya ve İran ile değil tüm komşularla ilişkileri geliştirme siyasetini adım adım hayata geçiriyor. Türk dış politikası, komşularıyla barışık bir Türkiye hedefi doğrultusunda yol alıyor. Geçen yıl sonunda, BM Genel Kurulu sırasında, Türkiye ile Rusya dışişleri bakanları iki ülke arasındaki işbirliğinde derinlik sağlayacak çok önemli bir anlaşmaya imza attılar. İran ile de PKK nedeniyle sorunlar yaşanmış olmasına rağmen, güvenlik anlaşmaları var, doğal gaz projesi hayata geçti. Bu çok önemli bir adımdır ekonomik ilişkilerde. Tabii ki, bu ilişkiler daha da geliştirilmeli. Türkiye, Rusya ve İran ile Orta Asya ve Kafkasya'da rekabetin değil, işbirliği alanının oluşmasından daha büyük yarar sağlayacak. İşbirliği bölgesel istikrar açısından da çok önemli. Enerji yollarının güvenliğinin garantisi bu. Ama bu işbirliği Avrupa Birliği'nin alternatifi olabilir mi? AB hedefinden vazgeçilse bile, Kürt sorunu ve Kıbrıs'ın Türkiye'nin gündeminden düşmesi ne kadar mümkün değilse, 'Rusya ve İran ile yeni bir arayış'ın Avrupa Birliği'ne alternatif oluşturması da o kadar mümkün değil.* * * PENTAGON'un hazırladığı gizli bir rapor önceki gün basına sızdı. Buna göre ABD, İran, Irak, Suriye, Libya ve Kuzey Kore'ye karşı kullanılmak üzere yeni nükleer silahlar geliştirecek. Türkiye'nin sınır komşuları, Amerikan nükleer silahlarının hedefi. Türkiye, çok yanlı baskılara maruz kalacağı bir döneme giriyor. İkili ilişkileri üçüncü tarafların ipoteğinden kurtarmanın gittikçe güçleşeceği bir dönem.
Yazının Devamını Oku

Ulusal gururuma dokunanlar

10 Mart 2002
<B>HAYRETLE</B> bir şeyi fark ettim. Geçen hafta benim ulusal gururuma fena halde dokunan iki konuyla ilgili pek ses çıkmadı. Bir haftadır ‘‘izzet-i nefis’’ meselesi yaptığım ilk açıklama Soros'tan geldi. Hani bir sözüyle Asya krizini tetikleyen adam.

Soros dedi ki, ‘‘Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur.’’

Ne demek oluyor bu? Yani, bu ülkede uluslararası standartlara uygun hiçbir şey üretilmemekte midir?

Türk mallarının, teknolojik ve entellektüel üretiminin beş paralık değeri yok mudur uluslararası rekabet ortamında?

‘‘Küstah adam!...’’ Bu üslupta devam edecek kültürel zenginliğe sahip olmadığım için söyleyecek söz bulamıyorum.

* * *

DEMEK
Türkiye'nin piyasaya sürebileceği tek şeyi vardır. Ordusu.

Düşüncesini büyük bir samimiyetle dillendiren Soros, Türkiye'nin, uluslararası platformda sadece ‘‘jandarmalık’’ rolü oynayabileceğini mi kast ediyor ediyor bu açıklamasıyla?

Yani Türkiye, önümüzdeki dönemde çatışma bölgelerinde Amerika'nın öngördüğü askeri sorumlulukları üstlenmede sorun çıkarmadan ‘‘ordusunu ihraç ettiği’’ sürece ‘‘girdi’’lerini artıracak. Öyle mi?

Türkiye'nin kritik dönemeçteki tek güvencesi bu mu?

O zaman, U2 casus uçaklarının İncirlik'te konuşlandırılması gibi sorunlar çıkmamalı, ABD'nin Irak operasyonunda ve Saddam sonrasıyla ilgili siyasi hedeflerinde engelleyici tavırlara girilmemeli. Kürt devleti hassasiyeti fazla dillendirmemeli.

Hatta, ‘‘en iyi ihraç ürünümüz’’ defosuz, yani tepe tepe kullanılabilir olmalı.

Örneğin, Afganistan'da Avrupa'nın bir an önce sıyrılmaya çalıştığı ‘‘enkazı kaldırma’’ görevini öyle fazla pazarlık yapmağa kalkışmadan üstlenmeli.

Mi?

İşte benim ulusal gururumu inciten, içimi Soros'a karşı değil, Türkiye'nin bu duruma düşürülmüş olmasına karşı isyan ile dolduran bu açıklama oldu geçen hafta.

‘‘Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur!’’

* * *

ULUSAL
gururumu inciten ikinci darbe ise ABD Büyükelçisi Pearson'dan geldi. Büyükelçi'nin geçen hafta yaptığı açıklama, usta bir diplomatik üslup içindeydi ama yine de çok açıktı ve kendi adıma söyleyeyim ‘‘acıtıcıydı’’.

Büyükelçi Pearson, Türkiye'yi krizden çıkartmak için sağlanan kredilerden büyük bir bölümünün Amerikan vatandaşlarının ödediği vergilerden geldiğini hatırlattı.

Demek ki bugün yöneticilerimiz, ‘‘tünelin ucu göründü’’, ‘‘krizden çıkış başladı’’ diyebiliyorlarsa eğer, bunu onlara Amerikan vatandaşları sağlamıştı.

Demek ki bugün Arjantin gibi yağmalama olayları yaşamıyorsak, o kadar aç kalmadıysak eğer bunu, Amerikan vatandaşlarının, çalışmış kazanmış ve kazançlarının bir kısmını bize vermiş olmalarına borçluyduk.

Eh biz de ne gerekiyorsa yapmalıydık artık değil mi ama?

* * *

İŞTE
benim ulusal gururumu bunlar kırıyor. Türkiye'yi ‘‘muhtaç’’ ülke durumuna sokanlardan hesap sormak için içim ‘‘kalkışıyor’’.

Peki ne yapmalı? ‘‘ABD ile ittifak gurur kırıcı bir hale geldi. Biz de Kuzey Kore'yi de içine alacak bir arayış içine girelim’’ mi demeli?

Hayır. Dünya artık soğuk savaş döneminin ittifaklar dünyası değil. ‘‘Düşmanlar ve dostlar’’ ayrımı miadını çoktan dolduran soğuk savaş zihniyeti.

Yeni dönem, ‘‘işbirliği’’ dönemidir. Herkesin birbirini etkilediği, birbirinden yararlandığı, taleplerini açıkça söylediği, müzakere temeline dayalı işbirliği dönemi. Bunu görmeyenler, ‘‘eksenler’’ yaratanlar, hata yaparlar.
Yazının Devamını Oku

Türkiye dünyayı kadınların yürüyüşüyle yakalıyor

8 Mart 2002
<b>BUGÜN</B> mesaj kutum tıka basa dolu. Türkiye'nin her yerinden kadınların çağrıları, basın bildirileri, etkinlikleriyle ilgili haberler ard arda düşüyor elektronik postama. Antalya'lı kadınların oluşturduğu 8 Mart Platformu, ‘‘Savaşsız ve silahsız bir dünyada barış istiyoruz’’ diyor.

KA-DER, Kadınların Meclis'te eşit temsilini istiyor.

Medeni Kanun Kadın Platformu, 162 kadın kuruluşu adına Meclis'e sesleniyor: ‘‘Yeni Medeni Kanunun yürürlük maddesiyle, evliliklerin geçmiş dönemini kapsam dışı bıraktınız. Milyonlarca evli kadının geçmiş emeklerini hiçe saydınız. Bir elinizle verdiniz, öbür elinizle geri alıyorsunuz. Meclisi ve tüm siyasi partileri 10. maddeyi bir an önce değiştirmeye çağırıyoruz. Biliniz ki seçim zamanı geldiğinde kadınlar, kendi haklarını gözeten kişilere ve partilere oy vereceklerdir.’’

Tunceli'de ANAP, büyük bir buluşma gerçekleştiriyor.

O kadar çok girişim var, yükselen ses o kadar gür ki hepsini buraya sığdırmam olanaksız.

Türkiye dünyayı, kadın yürüyüşüyle yakalıyor.

* * *

TÜRKİYE kadın mücadele tarihinin en önemli dönemeçlerinden biri 1980.

12 Eylül'ün en karanlık günlerinde, siyasetin sustuğu dönemde kadınlar, politikayı biçim değiştirerek sürdürüyorlar.

1981 Aralık ayında altı kadın, İstanbul'da bir araya gelip bilinç yükseltme ve çeviri grubu oluşturuyorlar. Şirin Tekeli, Stella Ovadya, Gülnur Savran ve Yaprak Zihnioğlu gibi son yirmi yılda önemli rol oynayan kadınlar var aralarında.

Grup çok kısa zamanda genişliyor, değişik siyasi gruplardan kadınlar akın akın feminizmi, kadın haklarını, demokrasi ve kadın ilişkisini konuşuyor, okuyor, araştırıyor ve yazıyor. Fikirler Türkiye çapında hızla yayılıyor. 1982 Nisan ayında, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'nde YAZKO'nun çatısı altında düzenlenen kalabalık bir sempozyumla Türkiye kadın haklarını, eşitliği feminist bir perspektiften tartışmaya başlıyor.

* * *

İLK büyük gösteri 1987'de. Kadınlar İstanbul'da aile içi şiddete karşı yürüyorlar. ‘‘İstanbul'da olağanüstü hal devam ederken gerçekleşen ilk yasal gösteriydi bu’’ diyor Siyaset Bilimci Prof. Şirin Tekeli, ‘‘Pankartlarımıza kadar her şey için izin alınmıştı. Biz, yasal siyasete önem verdik. Böylece siyasetin yasaklandığı bir dönemde kadınlar, kendi yöntemleriyle Türkiye'de politikayı sürdürerek çok önemli bir rol oynamışlardır.’’

Kadınlar, kucaklarında çocuklarıyla akın akın katılıyorlar yürüyüşe. Tekeli devam ediyor: ‘‘Sonra meselenin üstüne gidildi. Kadın sığınakları kuruldu, Mor Çatı faaliyete geçti, belediyeler önce benimsedi ama arkası gelmedi İstanbul'da, fakat Anadolu'ya yayıldılar.’’

Kadınların bilinci hızla yükseliyor. Platformlar, örgütlenmeler pıtrak gibi Türkiye'yi sarıyor.

Siyasi partilerin kadın kolları artık feministlerin taleplerini seslendirmeye başlıyor.

Cinsel taciz, bekaret kontrolü protestoları, namus cinayetlerine karşı mücadele, fuhuşa karşı savaş ve Medeni Kanun.

Demokrasi, insan hakları ve barış.

Türkiye kadınlarının son yirmi yıllık mücadele gündeminin ana başlıkları.

Evet Türkiye, kadın yürüyüşüyle, dün olduğu gibi bugün de dünyayı yakalıyor. Bu yürüyüşün ilk adımlarında Osmanlı'nın Batılılaşma kararı var. Cumhuriyet'in Avrupa projesi ise hayati rol oynuyor.
Yazının Devamını Oku

Barış gücü mü kan döken güç mü?

4 Mart 2002
AFGANİSTAN'da işler karışıyor. Tam Afganistan'da savaş bitti derken, El Kaide örgütünün gövdesini meydana getiren, Afganistanlı olmayan güçlerin Gardez bölgesinde toplanmış olduğu anlaşılıyor ve hafta sonu Afganistan savaşının en büyük kara harekatını başlıyor Amerikan Kara Kuvvetleri. Çevredeki oksijeni kurutan iki ‘termobarik’ bomba kullanılıyor. Yalçın dağlardaki mağaralara saklandıkları var sayılan militanların boğularak ölmeleri için.

Oralarda bir şeyler oluyor ama işin aslını kimse bilmiyor. Beyaz Saray zaten söylemişti, savaşla ilgili hiçbir zaman doğru bilgi ve haber vermeyeceğini.

Yerel güçler arasında ise tam bir birlik sağlanabilmiş değil. Yerel hükümetin bir bakanı bir süre önce iç çatışmalar yüzünden linç edilerek öldürüldü.

Aşiretler arasında çatışmalar oluyor. Hatta bazı bölgelerde, aşiretlerin Amerikan güçlerini ‘‘Burada El Kaide var’’ diyerek şaşırttıkları ve siyasi rakiplerini bombalattıkları bile söyleniyor.

Afganistan, Balkanlara bile benzemiyor. İşler çok ama çok karışık orada.

Bu arada çok ilginç bir pazarlık sürüyor. Kabil'in pattadak düşüvermesinden sonra, ‘‘ne kadar kolaymış bu işler’’ duygusuna kapılan ABD ve Avrupa'nın büyükleri bölgeye gidecek barış gücünün komutanlığını yapmak için birbirleriyle yarışırken, bugün sorumluluğu Türkiye'ye vermek için var güçleriyle çalışıyorlar.

* * *

TÜRKİYE'nin, Afganistan'a asker göndermesini uzun süre tartıştık ama hiçbir zaman açıkça konuşmadık.

Orada bulunan gücün adı, Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü (ISAF).

Ne iş yapacağı tam olarak belli değil. Barışı mı koruyacak, yoksa barış mı sağlayacak, ya da Afganistan'ın yeniden inşaasında görev mi alacak? Görev tanımlaması net değil.

Destek gücünün komutanlığını şimdilik İngiltere yapıyor. Nisan'da görev süresi dolacak. İngiltere de, Almanya ve Fransa gibi, bu koşullarda komutanlık istemediğini açıkladı. ABD ise bu güçte yer almayacağını başından bildirdi.

Avrupalı müttefiklerin, komutanlığı üstlenmekteki isteksizlikleri bu belirsizliklerden kaynaklanıyor ama en önemlisi, Afganistan'da bir yandan düzen kurulmaya çalışılırken öte yandan Amerikan birliklerinin savaşı sürdürecek olmaları. Hem de kendi başlarına.

Yani, ister gücün görev alanı Kabil ile sınırlı olsun, ister Almanya ve Türkiye'nin de istediği gibi tüm ülkeyi kaplasın ISAF, Afganistan devlet kurumlarının yeniden inşaası için uğraşırken ve iç güvenliğini sağlamaya çalışırken bölgedeki Amerikan güçleri kendi projelerini kimse ile paylaşmadan sürdürmeye devam edecekler.

O belirsizlik ortamında iki başlılık, vahim sonuçlar doğurabilir.

Somali'de, Türkiye'nin komutasındaki barış gücünün karşılaştığı sorunları unutmayalım. Barış Gücü'nün, kendi dışında gelişen olaylar karşısında nasıl hazırlıksız yakalandığı ve ne sıkıntıların yaşandığı biliniyor.

Bir yanda düzeni sağlamaya, bir hukuk devleti yaratmaya çalışan bir güç, öte yanda bildiğini okuyan bir güçlü.

Bu koşullarda, parasal sorunları çözme sözü verilse bile, iki kez düşünmekte yarar var.

* * *

KALDI ki, şu anda Afganistan'da görev yapan destek gücü yeterli bulunmuyor. Sayısı da artacak. Avrupa asker göndermeye yanaşmıyor. Türkiye'den ve Bangladeş gibi ülkelerden daha fazla sayıda askerin katkısı istenecek. ABD Savunma Bakanlığı, 4 bin 500 kişi diyor ama Dışişleri Bakanlığı'na göre, ülke çapında gerçekten güvenlik ve destek sağlayabilmek için 25 bin asker gerekiyor.

Afganistan'da sorumluluk almaya evet ama yetki sınırlarını da iyice belirleyerek. Yoksa, sırf şan olsun diye, ‘‘kan döken güçler’’ ihtiyacına yanıt vermek zorunda değiliz.
Yazının Devamını Oku