Ferai Tınç

ABD'nin yeni terör listesinde sürpriz

11 Şubat 2002
<B>CIA </B>Başkanı <B>Tenet</B>'in açıkladığı yeni terör listesine dikkat edin. Bu listede, Türkiye'nin listeye dahil edilmesini istediği örgütlerden sadece birisi var. DHKP-C. Ya PKK? O yok.

Daha önce ABD tarafından açıklanan listeye alınarak 'terörist' damgası yiyen diğer örgütler ise, Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri, İran tarafından desteklendiği bilinen İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Hamas.

DHKP-C'nin, neden bu listeye alındığını açıklarken Tenet, 'Bu örgüt açıkça ABD'yi eleştirmekte ve Afganistan'daki operasyonumuza karşı çıkmaktadır' dedi.

Washington Post Gazetesi'nin dünkü sayısında Tenet'i yorumlayan bir Amerikan istihbarat kaynağı ise, Türkiye'deki Amerikan üslerinin ve istihbarat tesislerinin bu örgütün muhtemel hedefleri arasında olduğunu söyledi.

Demek ki DHKP-C, 10 Eylül günü Taksim'i kana bulayan intihar eylemi ve ona benzeyen eylemleri yüzünden değil, Amerikalı istihbarat servislerinin, Türkiye'deki Amerikan üsleri ve istihbarat faaliyetlerine yönelik tehdit oluşturduğu için bu listeye alınıyor.

PKK ise Amerikan çıkarları açısından böyle bir tehdit oluşturmuyor anlaşılan.

* * *

ABD de Avrupa gibi, PKK'nın siyasallaşması için bir fırsat veriyor. Bütün gelişmeler bunu gösteriyor.

Çünkü, PKK'nın terör listesine alınması demek, bu örgüte bağlı olan her kuruluşun derhal takibe alınması, faaliyetlerinin yasaklanması, banka hesaplarına el konması anlamına gelecek.

Onları barındırmak, desteklemek, BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre askeri müdahale nedeni sayılabiliyor. Afganistan operasyonu, Taliban'ın El Kaide'ye verdiği destek yüzünden tamamen yasal bir çerçeveye böylece oturtulmuştu.

Evet PKK şimdilik bu listeye dahil edilmiyor ama DHKP-C'nin alınması, onun için de bir ihtar niteliği taşıyor.

Çünkü bu adımlar birbirini etkiliyor. Örneğin DHKP-C Avrupa'nın terör listesinde yok. Avrupalılar, bu konu açıldığında 'ikinci bir gizli terör listesi olduğunu, örgütün orada yer aldığını' söylüyorlar. Ama ABD'nin listesine giren bu örgütün Avrupa'daki hareketleri de bundan böyle sınırlanacak.

* * *

PKK'nın siyasalaşmasına neden fırsat tanınıyor?

ABD'nin, Ortadoğu'ya yeniden çeki düzen verme planları çerçevesinde ve muhtemel Irak operasyonu arifesinde Barzani ve Talabani dışında bölgede, Türkiye Cumhuriyeti'nin değerlerini paylaşan laik, Batı'ya yönelik, demokrasi meseleleri üzerine kafa yormuş bir ulusal hareketin alternatif oluşturabileceği hesapları mı yapılıyor?

Yoksa, önümüzdeki dönemde bölgede oynayacağı rol nedeniyle Türkiye'nin istikrarı mı düşünülüyor? Kürt sorununun kalıcı çözümü için geçmişten ders çıkartan bir hareketin yararlı olacağı hesapları mı yapılıyor?

Her ikisi de mümkün.

Ayrıca şunu da söylemeliyim ki, ABD'nin PKK'yı terör listesine almaması çok da önemli değil. Terörle bir yerlere varmayı planlayan hiçbir siyasi hareket artık yaşayamaz.

Bir hareketin siyasallaşması ise, içinde bulunduğu ülkenin hassasiyetlerini dikkate almadan mümkün değil.

Arkasında Amerika bile olsa.
Yazının Devamını Oku

Saddam'ın yanıtı ve gerçekler

10 Şubat 2002
<B>SADDAM</B>'ın Başbakan<B> Ecevit</B>'e yanıtı gerçekleri yansıtmıyor. Washington'u yumuşatmak için, Birleşmiş Milletler ile önkoşulsuz görüşmeye hazır olduğunu söylediği bir sırada,<B> Saddam</B>'ın <B>‘‘denetçileri ülkeme sokmam’’</B> demesi müthiş bir çelişki. Üstelik mektuptan bir gün önce Irak'ın Ürdün Büyükelçisi, ‘‘Denetçiler istedikleri zaman Irak'a gelebilirler. Birleşmiş Milletler ile aramızda bu konuda zaten anlaşma var’’ açıklamasını yapmışken.

Iraklı bir büyükelçinin, böyle kritik bir konuda Bağdat'a danışmadan açıklama yapabileceğini düşünen yoktur herhalde.

* * *

O zaman Saddam'ın yanıtındaki sözlerin amacı başka. Türkiye'nin ‘‘günah bizden gitsin’’ yaklaşımına yanıt bu.

Zaten Irak muhalefetinin (INC) haftalık yayın organı El Muatamar'ın son sayısında yer alan bir makale de, ‘‘Saddam BM denetçilerini ülkeye kabul edecek. Eninde sonunda kabul edecek. Hatta Sarayı'nın kapılarını bile açacak’’ deniyor.

Üç yıl önce, denetçilerin Saddam'ın Sarayı'na bir hükümet toplantısı sırasında ansızın baskın yaptıklarını da anımsatıyor makale.

Saddam'ın Başbakan Ecevit'e yanıtı, mektubun Bağdat'ta hemen basına açıklandığı da göz önüne alınırsa biraz kendi kamuoyuna yönelik. Biraz da Türkiye'ye ‘‘Arabuluculuğu bırak, Avrupa'nın yaptığını yap Washington'a karşı sesini yükselt’’ mesajı.

* * *

DOKTOR Sahib Alhakim, Irak muhalefetinin önde gelen simalarından. Irak İnsan Hakları Örgütü Başkanı. Dün telefon ile kendisine ulaştığım Dr. Alhakim, ‘‘Her şeye rağmen, biz muhalefet olarak Washington'un niyetini tam anlamış değiliz’’ diyor ‘‘Biz, bu kedi fare oyunundan bıktık. Eğer ciddi iseler, bize Saddam'ı devireceklerini açıkça söylemeliler. Belki gizli bir gündemleri vardır, ama net bir politikaları olmadığı kesin.’’

Saddam
devrilmeyecekse eğer, ABD'nin Irak'ı bombalamasına muhalefet karşı.

ABD Saddam'ı devirmeye kararlı mı?

Bu konuda da çelişkili açıklamalar yapılıyor.

Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın iki gün önce yaptığı açıklama ilginç. ‘‘Denetçilere ülkesini açmadan Irak ile müzakereler başlamayacak’’ diyor.

Muhalefete göre, Saddam eninde sonunda boyun eğecek. O zaman müzakereler başlayacak mı?

İşte bu sorunun yanıtı net değil.

Askeri bir müdahalenin ne getireceğinin yanıtı gibi.

* * *

HER şey bu kadar belirsizken, müdahale söylentileri Saddam'dan çok Türkiye'ye zarar veriyor.

Bir mektuplaşma, bir ABD Başkan Yardımcısı'nın Türkiye'ye geleceği haberleri -ki bu Ortadoğu ülkelerini kapsayacak bir gezi, sırf Türkiye'yi değil- borsayı altüst ediyor, doları fırlatıyor.

Savaş haberleri bile, 11 Eylül felaketini atlatma hesapları yapan turizmcilerimizi altüst ediyor.

Pazarlıkların Saddam ile değil Washington ile yapılması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

El Cezire de İstanbul'a geliyor

8 Şubat 2002
<B>TOPLANTIYLA</B> ilgili bilgi almak için Çırağan Oteli'ne gittiğimde, hummalı bir çalışma ile karşılaştım. Doğrusunu söylemek gerekirse, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in ortaya attığı, ‘‘Medeniyetler arası buluşma’’ toplantısının Avrupa ve İslam ülkeleri arasında böyle büyük bir destek bulacağını beklemiyordum.

İslam coğrafyası ile Avrupa'yı ilk kez siyasi düzeyde bir araya getirecek olan ‘‘İslam Konferansı Örgütü ve Avrupa Birliği Ortak Forum’’una İKÖ'den 23, Avrupa Birliği'nden ise 17 dışişleri bakanı katılıyor.

Sadece üye ülkeler değil, aday ülkelerin dışişleri bakanları da geliyor.

İran Dışişleri Bakanı Harrazi'den, Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu'ya kadar, coğrafyamızın ilişkilerine şekil verenlerin büyük bir kısmı İstanbul'a gelmek istediklerini bildirenler arasında.

Uluslararası birçok örgüt de en üst düzeyde temsil edilecek.

Avrupa Birliği'nin dışişleri bakanı diyebileceğimiz, dış politika ve güvenlik komiseri Javier Solana, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Abdülvahid Belkeziz, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa gibi ağır toplar da var konuklar arasında.

Üstelik de kalabalık heyetlerle geliyor bakanlar. Örneğin İngiltere Dışişleri Bakanı'nın heyetinde 32 kişi olacak.

İstanbul, İslam ülkeleri ile Avrupa arasında ikili temaslara da tanık olacak.

* * *

YABANCI medya da, bu toplantı ile çok ilgili. CNN'in yanı sıra, Bin Ladin ve El Kaide ile ilgili en doğru haberlere imza atan El Cezire televizyonu da var akreditasyon listesinde.

Büyükelçi Murat Ersavcı'nın ‘‘koç’’luğunda 30 genç diplomatımızın seferber olduğu toplantının bir buçuk ay gibi kısa bir sürede hazırlandığını duymak daha da şaşırtıcı. İnanç olmasa mümkün değil.

Türkiye'nin, medeniyetler arası buluşma ve uyum noktası olduğu inancı.

Toplantının, İslam ülkeleri ve Avrupa tarafından da- üstelik de maddi katkı ile- böylesine desteklenmesi bu inancın boş olmadığını da göstermiyor mu?

* * *

‘‘NEREDE hata yapıldı?’’ İstanbul'daki toplantıya panelist olarak katılacak olan tanınmış bilim adamı Bernard Lewis'in son kitabının adı. 11 Eylülden sonra yayınlandı ve çok tartışılıyor.

‘‘Bir zamanlar çok güçlü olan İslam medeniyeti, modern dünyanın ekonomik gelişme, eğitim ve bilimsel başarı standartlarının gerisinde kaldı. Ortadoğu'da birçok insan bunun nedeni olarak dış güçleri suçluyor’’ diyor Bernard Lewis ve kendi tezini ortaya koyuyor ‘‘Ama İslam dünyasında yaşanan sorunların birçoğunun arkasındaki tek basit neden özgürlük eksikliğidir.’’

Avrupa'nın İslam Dünyası'na mesajı önümüzdeki dönemde artık bu olacak.

Ama bu toplantının sonunda yayınlanması beklenen ortak bildirinin mesajı ‘‘medeniyetler çatışması’’ beklentisine yanıt niteliğinde. ‘‘Tek bir uygarlık vardır. Kültürler arasındaki sorunlar da tartışmalarla çözümlenebilir.’’

İşte İstanbul toplantısı, bu çerçevede kalıcı bir platform yaratma amacında. Avrupa Birliği ve İslam Örgütü Dışişleri Bakanları'nın bir araya gelip sorunlara birlikte çözüm önerebilecekleri bir siyasi düşünce platformu. Bir nevi Davos.

Tarihi uzlaşma adımı İstanbul'da atılıyor.
Yazının Devamını Oku

Şer ekseni Türkiye için ne anlama geliyor?

4 Şubat 2002
<B>ABD</B> Başkanı <B>George Bush</B>'un, İran, Irak ve Kuzey Kore'yi, önümüzdeki dönemin tehdit değerlendirmesinin başına yerleştirmesi ile bizim gündemimizi kaplayan <B>‘‘Türklüğe hakaretin bedeli’’</B> tartışmaları arasındaki sıkı ilişkiyi kavramadan, ulusal çıkarlara en uygun kararları almak mümkün değil. ‘‘İkisi arasında ne ilişki var?’’ diyeceksiniz.

Washington'un Irak ve İran'ı hedef tahtasına yerleştirmesi, Türkiye'yi siyasi, toplumsal ve ekonomik açıdan olduğu kadar güvenlik açısından da yakından ilgilendiriyor.

Avrupa hedefini ıskalayan Türkiye'nin geleceğini, Washington'un biçtiği rollerin belirlemesi kaçınılmaz.

Soğuk Savaş döneminin yeşil kuşak projelerinin biraz değişime uğraması sonucu ortaya çıkacak yeni bir yaklaşımla, Türkiye'ye ‘‘Avrupa ile iyi ilişkiler içinde ılımlı Müslüman ülke’’ rolünün uygun görülmesi küçük bir olasılık değil.

İran-Irak eksenine karşı, Türkiye- ABD-İsrail ekseni.

Bu rol, Türkiye'nin hedeflerine, toplumsal projelerine uygun mudur?

* * *

11 Eylül öncesi, Amerikan Kongresi Bush Yönetimi'nin Savunma Kalkanı projesine karşı çıkıyor, Pentagon'un silah alım planları askıya alınıyordu. Artık her şey değişti.

Amerika, ‘‘savaş’’ta olduğuna inanıyor. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra düşmanını kaybetmenin şaşkınlığını on yıl yaşayan Amerika, düşmanını bulmanın dinamizmine yeniden kavuşuyor.

İlk işareti savunma bütçesi veriyor. Başkan Bush, bugün savunma bütçesini Kongre'ye iletecek. Geçen yıla oranla Pentagon'un silah alımı için yüzde 12'lik bir artışla 48 milyar dolar istiyor Bush. Uzmanlara göre, Reagan Yönetimi'nden bu yana ilk kez bu kadar büyük bir artış var savunma bütçesinde.

Savunma Bakanı Rumsfeld'in, ‘‘Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 10 yıllık tatil sona erdi. Artık silah alımı başlıyor’’ sözleri de önümüzdeki döneme ilişkin ip uçları taşıyor.

Amerika'nın savunma harcamaları için musluğu açması, bütün dünyada savunma harcamalarının artması anlamına geliyor.

ABD'nin NATO çerçevesindeki bölgesel yükünü azaltacak olan Avrupa ordusu ile başlayacak gibi görünüyor harcama furyası. Sol parti yönetimleri altında yıllardır savunma için para harcamak istemeyen Avrupa para harcayacak. Harcadıkça da güçlenecek.

NATO'nun geleceği ile tartışmalar, Washington'un uzun vadede örgütü maddi ve siyasi sorumlulukları ile birlikte Avrupa'ya bırakabileceği çerçevesinde yoğunlaşıyor. Zaten, Avrupa bunu taşıyacak duruma gelmezse Birliği'nin ne anlamı kalır?

Bu gelişmeler, Türkiye için Avrupa hedefinin güvenlik açısından da önem kazanacağını göstermeye yetmez mi?

* * *

TÜRKİYE, kendi coğrafyasının güvenliğini ilgilendiren oluşumun karar mekanizması içinde, doğal biçimde var olmalıdır.

Bu, aynı zamanda, Türkiye'nin her türlü ‘‘şer ekseni’’ne karşı kurulacak ittifaklarda, ‘‘tábi’’ değil, ‘‘eşit’’ müttefik olabilmesinin de ön koşuludur.

İşte bu yüzden de, Bush'un İran ve Irak'ı tehdit değerlendirmelerinin başına yerleştirmesi ile bizim demokrasi paketi tartışmalarımız arasında doğrudan, dosdoğrudan bir ilişki vardır.

BOLVADİN'İN ACISINI PAYLAŞIYORUM

DEPREMLE
yaşamaya alışmak buysa, alışamadım. Enkaz altlarından gelen sesleri, sokaklardaki çaresizliği, hastane bahçelerindeki yaralıları görmek, hep 17 Ağustos korkularını yaşatıyor bana. Depremle yaşamaya alışmak için ona hazırlıklı olmak gerekmez mi? Hazır mıyız? Hazırlandık mı hiç? Mesela siz kaç kez deprem tatbikatı yaptınız? Hangi kent, hangi mahallede yerel yönetimler, hastaneler, okullar, ulaşım birimleri eş zamanlı deprem tatbikatları yaptı? Afyon Bolvadin'lilerin acılarını ve korkularını paylaşıyor, saygıdeğer bilim adamı Aykut Barka'nın toprağa verildiği gün gelen depremin, gereken hazırlıkları yapmamız için bir uyarı olmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Avrupa Kurultayı savaşının gösterdikleri

3 Şubat 2002
<B>AVRUPA</B> Savaşını<B> Yılmaz </B>kazandı. Dün bu sayfanın manşetinde <B>Uğur Ergan</B> ve <B>Nuray Babacan</B> imzalı haberin başlığı böyle diyordu. Aslında kazanılan, Avrupa değil koltuk savaşıydı.

Çünkü bir Avrupa savaşı yok. Avrupa'nın geleceğinin tartışılacağı büyük bir kurultay var.

1 Mart'ta başlayacak olan Kurultay, bir yıl sürecek. Üye ve aday ülkelerin temsilcileriyle birlikte, genişleyen Avrupa'nın geleceğini oluşturmak için ortak akıl seferber edilecek.

Kurultay, her ülkeye kendi görüşünü etkili kılmak için olanak tanıyacak. Bunun farkına varan ülkeler, entellektüel sürece en fazla katkıda bulunabileceğine inandıkları isimleri gönderiyorlar.

Örneğin Hollanda'yı, Avrupa'nın entegrasyonu konusunda yıllarca çalışan eski dışişleri bakanı Van Myrlo temsil edecek.

Almanya, Avrupa konularında uzman bir profesörü tercih etmiş.

Türkiye ise, savaşı kazananı gönderiyor.

* * *

İSİMLER konusunda bir tercihim yok. Benim üzerinde durduğum Ankara'nın olaya yaklaşımındaki hafiflik. Ciddiyetsizlik.

Şaşırtıcı değil, aynı ciddiyetsizlik uyum yasalarındaki isteksizlikte de görül müyor mu?

Evet ciddiyetsizlik. Çünkü olay, koalisyon içinde yaşanan küçük bir post tartışması değil.

Hükümetin artık uzmanı haline geldiği, önce karar alıp, sonra onu değiştirme ya da tartışmaya başlama sallapatiliğinin son örneği bu.

Bu kez sallapatilik Brüksel'e yansıyor.

* * *

DEMOKRASİ paketini hazırlayıp, Meclis'e yollar yollamaz tartışmaya başlayan hükümet, bu kez de Kurultay'da Türkiye'yi İsmail Cem'in temsil edeceğini Avrupa'ya resmen bildirdikten sonra kararından vaz geçti.

Bakın olay nasıl gelişiyor. Başbakan Bülent Ecevit, Avrupa Kurultay'ı Başkanlığına getirilen Valery Giscard D'Estaign'e, 24 Ocak tarihli bir mektup gönderiyor. Ve Türkiye'yi Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in temsil edeceğini bildiriyor.

Başbakan, ‘‘İki parlamenterin kim olacaklarının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sorulduğunu’’ da ekliyor.

* * *

BELLİ ki bu işlem, hükümette tartışılmadan yapılıyor. Çünkü Yılmaz olayı öğrenir öğrenmez. ‘‘Benim gitmem gerekir’’ diyor. Ecevit kararını değiştiriyor. Bu karar değişikliğinde Demokratik Sol Partili İsmail Cem'in Demokratik Sol Partili arkadaşı Hüsamettin Özkan etkili oluyor.

Eminim, ‘‘Türkiye'nin fikr; katkısını kurultaya Mesut daha iyi taşır, İsmail beceremez’’ dememiştir.

Başka bir nedeni vardır mutlaka.

* * *

TAM bir hafta sonra, 1 Şubat'ta Valery Giscard D'Estaign'e ikinci bir mektup gidiyor, imza aynı. Başbakan Bülent Ecevit. Bu kez, ‘‘Türkiye'nin koalisyon liderleri seviyesinde temsil edilmesine karar verilmiştir’’ kaydı düşülerek Mesut Yılmaz'ın adı yer alıyor mektupta.

Mektubu diğerinden ayıran bir fark daha var.

Parlamento temsilcilerinin adları da yer alıyor.

Demek ki, Başbakan bir hafta içinde fikir değiştiriyor, parlamento temsilcilerinin tesbitini Meclis'e bırakmaktan vaz geçiyor.

Avrupa'nın geleceğine ilişkin ortak aklı yansıtacak ehil adaylar arasından Meclis'in, kendi temsilcilerini seçme hakkını önemsememek de aynı yaklaşımı sergiliyor. Hükümetin Avrupa hedefini ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa'yı ıskalarsak ne olur?

1 Şubat 2002
<B>DÜŞÜNCE</B> ve ifade özgürlüğü konusunda kopan fırtına, yukarıdaki sorunun yanıtını arama sırasının geldiğini gösteriyor. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olabilmek için Kopenhag kriterlerine uymak zorunda.

İnsan Hakları, düşünce ve inanç özgürlüğü, azınlık hakları Kopenhag Anlaşması'nın siyasi kriterleri arasında.

Ama Türkiye'nin resm; ideolojisinde halka güvensizlik o kadar derin ki, ‘‘özgürlük verirsek tepemize çıkar’’ yaklaşımı bir türlü aşılamıyor.

Oysa, Türkiye'nin kaybedecek zamanı yok. Türkiye Avrupa'nın genişlemesi içinde yer alma hedefinden vaz geçemez. Neden mi? Yanıtını uzmanından ögrenelim.

* * *

AVRUPA Birliği Komisyonu nezdindeki Türk Büyükelçisi Nihat Akyol, eğitimi ve mesleki deneyimi ile gerçek bir Avrupa uzmanı.

Avrupa'nın ‘‘birlik’’ sürecini ve genişleme dönemlerini en iyi bilen uzmanlar arasında bulunan Akyol'a soruyorum: ‘‘Türkiye, Avrupa'nın genişleme sürecinin dışında kalırsa ne olur?’’

‘‘Yeniden yapılanma içine giren Avrupa Birliği, önümüzdeki dönemde tüm Kıt'a Avrupası'nın temsilcisi olma yolundadır. Uzun vadede, bazı soğuk savaş dönemi örgütlerinin yerini alması mümkündür.’’

Büyükelçi Akyol, Avrupa treninin kaçırılması halinde Türkiye açısından ortaya çıkacak olumsuz gelişmeleri şöyle sıraladı. Özetliyorum:

.NATO'nun merkezi konumu aşınıyor. AB üyesi olmadığımız halde, Avrupa Ordusu konusunda bugün için sağlanan garantiler ileride Türkiye'nin güvenlik çıkarları açısından yetersiz kalabilir.

. AB, Balkanları, Rusya'yı ve Kafkasya'yı giderek etki alanına çekiyor. AB'nin dışında kalmak dış politikamızın bu alanlardaki hareket imkanlarını da olumsuz etkileyebilir.

. Ekonomik açıdan olumsuz etkilenilecektir. Pazar ve dış kaynak kaybına neden olacak, Gümrük Birliği modeli, bu ortamdan olumsuz etkilenecektir. Bu kaybı üçüncü ülkelerle telafi etmek kolay değil.

Büyükelçi Akyol böyle diyor. Demek ki, geniş açıdan bakıldığında Türkiye, Avrupa Birliği hedefinden vaz geçemez. Türkiye'nin çıkarlarına esas darbeyi, bu yolda onu tökezletenler indirmektedir.

* * *

UYUM yasalarının, ‘‘Avrupa sürecinin gerekli merhaleleri ve Türk halkının talebi’’ bilinciyle bir an önce ve gerektiği gibi çıkartılması, bağlanmayı taahüt ettiğimiz Avrupa takvimi açısından önem taşıyor.

Mart ayında, katılım ortaklığının birinci yılı bitiyor. Nisan'da ise Ortaklık Konseyi var. Ortaklık Konseyi, bir yılın muhasebesi olacak. Bu muhasebe yıl sonundaki rapora da yansıyacak.

Türkiye bu toplantıya, düşünce ve ifade özgürlüğü standartlarını tutturmak başta olmak üzere kısa vadeli öncelikler kapsamındaki tüm değişiklikleri bitirerek gitmeli.

Türkiye'nin milli menfaatlerinin önündeki en büyük tehdit, özgürlüklerin sınırlarının genişlemesi değil, kısıtlamaların sınırsızlığı.

BİR DÜZELTME. Pazartesi günkü yazımda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türk Hakimi Rıza Türmen'in 312 maddeyle ilgili görüşünü tam aktaramamışım. Düzeltiyorum. Türmen değişikliğe karşı çıkmadığını söylüyor. Tasarıya göre, hakim kanaat kullanabilecek örneğin. Bir kişinin yazdığı bir yazı ya da yaptığı bir açıklama ile kamu düzenini bozmaya yetip yetmeyeceğine karar verebilecek. Türmen, hakimlerin mantıklı arayışlar içine gireceği varsayımından hareket ediyor.
Yazının Devamını Oku

İmajımız tam düzelirken

28 Ocak 2002
AVRUPA kulislerinde Türkiye konusunda olumlu bir gelişme var. Türkiye'nin imajı düzeliyor. Bu da Türkiye ile konusundaki kararları etkiliyor. Denktaş'ın Kıbrıs görüşmelerine geri dönmesi ve Avrupa Ordusu ile NATO arasında engel çıkartmamama kararı Türkiye'nin imajının değişmesinde etkili oldu. Bu sayede Türkiye, Avrupa hedefindeki kararlılığı gösterirken, ortak değerleri paylaşmaya hazır olduğunu belli etti. ‘‘Uzlaşma yeteneği olmayan ülke’’ görüntüsünü düzeltti.

Bu gelişme, Avrupa'nın Kıbrıs ile ilgili değerlendirmelerini ve İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'ye yaklaşımını olumlu etkiledi.

Ama nedense, düşünce özgürlüğünün terörizmi besleyeceği takıntısı yüzünden, Ulusal Program'da kısa vadeli hedeflerimiz arasına kendi irademizle aldığımız 312 ve 159 madde değişikliklerini olmaları gerektiği gibi yapamıyoruz.

* * *

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türk hakimi Rıza Türmen, 312. Madde değişikliğinde ‘‘kamu düzeni’’ unsurunun madde içinde değerlendirilmesi konusunda ciddi eleştiriler getiriyor.

İnsan Hakları Mahkemesi'ne gelen şikayetler arasında hálá işkence davaları bulunmasına rağmen, Güneydoğu davalarının bittiğini belirten Hakim Türmen'e göre, Türkiye'nin profilinin yükselmeye başladığı bu geçiş döneminde 312 madde değişikliği sıkıntı yaratacak.

Türkiye'nin profilinin yükselmesi, İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye aleyhinde açılan davalarda dostane çözüm olanağına fırsat veriyor. Mahkeme, Türkiye'nin mahkum olacağı davalarda anlaşmayı destekliyor.

Ama 312 değişikliği olduğu gibi geçerse yeni sorunlar çıkacak.

Çünkü ‘‘kamu düzeni’’ unsurunun madde içinde değerlendirilmesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kriterleri açısından kabul edilebilir değil. Orada esas olarak, eylemin ‘‘şiddet unsuru’’ içerip içermediğine bakılıyor.

MHP lideri Bahçeli, bu değerlendirmeleri önemsemiyor. ‘‘Benim iç hukukum kimseyi ilgilendirmez’’ havası var onlarda.

Bir önerim var. Bahçeli Avrupa'ya gönderdiği temsilcileri ile görüşsün.

Bakalım Avrupa Parlamentosu ile yakın temasta bulunan Karma Parlamento Komisyonu'nun MHP'li başkanı neler anlatacak. Avrupa Konseyi'ndeki Türk parlamento heyeti içindeki MHP'liler neler söyleyecek.

Avrupa'da terörizme karşı mücadele konusundaki temel yaklaşımları en iyi onlar izliyor.

* * *

TERÖRİZME karşı mücadele, demokrasi ve insan haklarından taviz anlamına gelmiyor.

Teröristler, insan hakları ve demokrasinin yarattığı alandan yararlanıyorlar ama onlara karşı mücadele için bu alanı daraltmak, La Fontaine'in ‘‘Sinek ve ayı’’ öyküsünü anımsatıyor. La Fontaine o öyküde, ormanda uykuya dalan bir insanın yüzüne konan sineği, taşla öldürmeye kalkan ayıyı anlatıyor.

Teröristler yararlanıyor diye, demokrasi ve düşünce özgürlüğünden vazgeçemeyiz. Sineklerden kurtulmak adına, insanların kafalarını ayılara taşlarla ezdiremeyiz.

* * *

TERÖRİZM ve ona karşı mücadele günümüzün en çok tartışılan konusu. Tartışma, terörü yaratan koşulların ortadan kaldırılmasını esas mesele olarak ortaya koyuyor.

Terörün finans kaynaklarının kurutulması, teröristlerin cezalandırılması, eylemlerin engellenmesi ikincil önemde. Dünya, ‘‘terörün kökünü nasıl kazırız?’’a yanıt arıyor.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü Parlamenterler Assamblesi Başkanı Adrian Severin, terörizme karşı savaşta dikkat edilmesi gereken ‘‘on emir’’ adı altında bir liste hazırlamış. Maddelerden biri şu:

‘‘Terörizmle savaş uğruna özgürlükleri kısıtlama. Terörizm, özgürlüklerin fazlalığıyla değil, yetersizliğiyle beslenir.’’
Yazının Devamını Oku

Avrupa'dan değişim manzaraları

27 Ocak 2002
Strasbourg

PARLAMENTERLERE ayrılan salondaki başı örtülü kadının kim olduğunu sorduğumda 'Çeçenistan delegesi' dediler. Birilerini bulup konuşurum düşüncesiyle kuliste ilerlerken karşıma, bana göre yüz metre uzunluğunda bir dev adam çıktı. Genç yüzlü dev adamın üzerinde bembeyaz bir takım elbise, beyaz gömlek, beyaz kravat vardı. Ayakkabıları da sipsivri burunlu ve beyazdı. Soğuk savaş yorgunu, 21'inci yüzyıl şaşkını Avrupa Konseyi'nde dolaşan bir aykırı.

Azerbaycan'ın Konsey'e üye olmasının birinci yıldönümü nedeniyle düzenlenen görkemli törenler için rüzgarlar diyarı Bakü'den, ihtiyar Avrupa'nın ihtiyarlar kenti Strasbourg'a gelmiş. Ünlü bir genç tenor.

İçeride, Bosna Hersek'in Avrupa Konseyi'ne üyeliği için yeşil ışık yakılırken, dışarıda genç tenor ülkesinin Avrupalılığı şerefine aryalar söylemeye hazırlanıyordu.

Avrupa Demokratik Grubu adına Fransız parlamenter Michel Hunault'nun imzasını taşıyan 'Terörizme karşı mücadele ve insan hakları' başlıklı rapor tartışılırken Ermeni parlamenter, İlham Aliyev'in 'Karabağ, terör ve her türlü kaçakçılık merkezi oldu' iddiasına, 'Azerbaycan'da El Kaide var' demek için söz alıyordu. Siyasi İşler Komitesi'nin Rus Başkanı Margelov'un, komitesi adına verdiği değişiklik önergesinde, 'Yoksulluk, eğitim seviyesi ve diğer sosyal faktörler terörizmi destekleyen nedenler arasında sayılsa da, Ortadoğu ve diğer bazı bölgelerdeki etnik ve dini farklılıklardan kaynaklanan çatışmalar terörizmin gerçek nedenleridir. Bu çatışmalara kalıcı çözümler bulunmadıkça terörün kökü kazınamaz' deniyordu.

Avrupalılığın sınırı, Rusya'yı dolaşıp Kafkaslara uzanıyor ama onunla sınırlı kalmıyordu tabii.

* * *

TÜRK parlamenterler grubu başkanı Uluç Gürkan, Avrupa'nın PKK ve DHKP-C'yi terör listesine almamasını sert bir dille eleştirip, 'Avrupa bu örgütlere hálá kucak açma aptallığını neden gösteriyor acaba?' diye sorgularken hiçbir Avrupalı bu söze alınmıyordu.

Azerbaycan ve Ermenistan da kaldırdıktan sonra, Avrupa alanının idam cezasından bir türlü vazgeçemeyen tek ülkesi durumundaki Türkiye, 'idam cezası uygulanmayacağına dair güvence verilmesi halinde suçluların iadesinin mümkün olabileceği' kararını benimsiyordu. Çünkü zaten Türkiye bu konuda güvence veriyordu.

Avrupa terörizmle mücadeleyi insan hakları ve demokrasiden taviz vermeden sürdürmenin yollarını arıyordu. Terörizm tartışmalarını bir yazı konusu yapmayı kararlaştırıp, Şimon Peres'in bir gün önceki konuşmasına yanıt veren Filistin Yönetimi Sözcüsü Saab Erakat'ın basın toplantısına yöneldim. Erakat, ABD ve Avrupa'yı, Ortadoğu'ya müdahale etmeye çağırıyordu.

Sanıyorum o sırada, Avrupa zirvelerinde girişim hazırlıkları yapılıyordu. Kimilerine göre İsrail'e bir uyarı geliyordu. Kimileri ise 'Bizim verdiğimiz paralarla Filistin'in altyapısını tahrip etti. İsrail'e yaptırım uygulayalım' önerisini getiriyordu.

* * *

ELİNDE bir kağıt sallayarak gelen Romanyalı meslektaş, tepki almak için bir Türk parlamenter aradığını söylüyordu. Romanyalı senatörün imzasını taşıyan karar tasarısında, 'Bugüne kadar onu koruyup tertemiz baktıkları için teşekkür ederiz ama Türkler artık Ayasofya'yı Hıristiyan alemine geri versinler. Hıristiyanlığın Kudüs'ü olsun Ayasofya' deniyordu.

İran'da 30 milyon Azeri'nin lideri olduğunu söyleyen Mahmudali Çehragani, Basın Merkezi'nin ücra bir köşesinde sadece Türk ve Azerbaycanlı birkaç gazetecinin ilgi gösterdiği mütevazi bir basın toplantısında, 'İran'da dillerini özgürce konuşmak, Türklüğü yaşamak için mücadele ettiklerini' söylüyor, 'Amacımız ayrılık değil. Şimdilik' mesajı veriyordu.

Kendinden menkul sürgündeki Kürt parlamentosu adına koridorları arşınlayan iki kişi, ne eskisi kadar ilgi ne de tepki çekiyordu.

* * *

ANLATMAKLA bitmez. Ama yeni Başkan Schieder'in şu sözleri 53 yaşındaki Konsey'in diğer soğuk savaş örgütleri gibi, değişimi acil kılan sona yaklaştığını özetliyordu. 'When I get older loosing my hair' (Yaşlanıp saçlarım döküldüğünde). Paul Mc Cartney'in 60'lardaki şarkısı, bizim neslin en büyük soru işaretini taşıyor. Bana hálá ihtiyaç duyacak mısın, beni hálá besleyecek misin, 64 yaşına geldiğimde?'
Yazının Devamını Oku