Ferai Tınç

Şakacı Çinli

21 Nisan 2002
<B>ZHU Rongji</B>, Çin siyaset sahnesinin pek alışık olmadığı bir politikacı. Şakacı bir başbakan. Üstelik sadece şakacı değil, yine Çin politikacılarında pek rastlanmayan başka bir özelliğe sahip, açık sözlü. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu DEİK'in önceki gün düzenlediği öğle yemeğinde Çin Başbakanı, çifte pasaport isteyen bir Türk iş adamına verdiği ‘‘önce çubukla yemek yemeyi iyi öğrenmelisiniz’’ yanıtı ile, Türkiye Üniversiteleri'ne Çinli öğrencilerin gönderilmesini isteyen bir izleyicinin talebine, ‘‘Dönünce sizin reklamınızı yapacağım’’ sözleri ile ve Türkiye'ye otomobil kotalarının artırılması gerektiğini vurgulayan sanayici iş adamlarına, ‘‘Geçen yıl sizden bin otomobil satın aldık. Kalitenizden memnun kalırsak bunu 100 bine çıkartabiliriz’’ diyerek bu özelliklerini sergiledi.

Dört yıl önce Başbakanlığa aday gösterildiğinde, parlak siyasi geçmişi ile dünyanın dikkatini çekmişti.

Çin'de öğrenci ayaklanmalarının yaşandığı 1989 yılında Şanghay valisi olan Zhu, kendi bölgesindeki gösterileri, orduyu devreye sokmadan yatıştırdığı için halkın sevgisini kazanmış, yolsuzluklara karşı mücadele ederek halka güven vermiş ve ‘‘fikri takip’’ özelliği ile ‘‘işbitirici’’ politikacı imajını kazanmıştı.

Değişen Çin'in değişen yüzünü simgeleyen Başbakan Zhu, Türkiye'ye de net mesajlar verdi. Türk-Çin ilişkilerinin potansiyelinden söz etti ama şaka ile karışık sınırlarını da çizdi.

ÇİN DE AVRUPALI TÜRKİYE'Yİ TERCİH EDİYOR

ASLINA
bakarsanız Türkiye ile Çin arasındaki ekonomik ilişkiler iç açıcı durumda değil. Daha doğrusu bizim açımızdan değil. Çünkü, 1.2 milyar doları aşkın ticaret hacminde Türkiye'nin payı son yıllarda sürekli geriledi. Yani alıyoruz ama bir şey satamıyoruz. 2000'de, 1.2 milyar dolarlık alışverişin 950 milyon dolarlık bölümünü Türkiye'nin sattığı mallar oluşturuyordu. Geçen yıl bu rakam 440 milyon dolara düştü.

Çin Başbakanı, bu dengesizliğin farkındaydı. Nasıl düzeltilecekti?

Hiçbir vaadi yoktu Başbakan'ın.‘‘Siyasi gayret gerekir’’ diyordu ‘‘biz üzeremize düşeni yapacağız ama sağlıklı gelişme için iki tarafın ortak gayretine ihtiyaç var.’’

Bana göre, Türkiye'nin Çin ilişkilerine yeterli ilgiyi göstermediğini söylemenin en kibar ve diplomatik yoluydu bu.

Ama, Türkiye'nin önemli bir özelliği vardı. Bu ekonomik ilişkileri açısından büyük bir potansiyel yaratıyordu. Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefi ve Gümrük Birliği. Çin-Türk Ortak yatırımları bu kolaylıklardan yararlanılarak Avrupa pazarlarının rekabetine açılabilirdi.

VARYAG BORCU MU?

Türkiye'ye önümüzdeki ay tam beş bin Çinli geliyor. Muhatabınız Çin olunca pek önemli bir rakam değil. Bu, Varyag'ın İstanbul ve Çanakkale Boğazları'ndan geçirilmesinin karşılığı verilen ‘‘Çin'den turist göndereceğiz’’ sözünün tutulması mı, yoksa kalıcı ortak turizm politikalarının ilk aşaması mı? Benim kafamda netleşmedi.

ÇİN GERÇEĞİ

Çin, artık sadece bölgesel bir güç değil, bir dünya gücü. Başbakan Zhu, Türkiye, Mısır ve Nijerya ziyaretinin ilk durağı Türkiye de iken, Cumhurbaşkanı Jiang Zemin, Almanya, Nijerya, Libya, Tunus ve İran'ı kapsayan gezisinin son durağı Tahran'daydı dün.

Çin'in şakacı Başbakanı'nın, Türkleri ‘‘görülecek çok güzel şeyler var’’ sözleriyle Şincan'ın başkenti Urumçi'ye davet etmesi bu ziyaret sırasında Çin gerçeğinin Türk yetkililer tarafından kavrandığını gösteriyordu.

Türkiye'nin en az şakacı Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin, DEİK toplantısında Çin'in Şincan yani Doğu Türkistan'daki uygulamalarını ima ile bile konuşmasına dahil etmemesi, ziyareti ‘‘ilişkilerimizde bir dönüm noktası’’ olarak nitelemesi de bunu kanıtlıyordu. Ve de doğruydu.
Yazının Devamını Oku

İşler karışırken Türkiye modeli belirginleşiyor

19 Nisan 2002
<b>İŞLER</B> karışıyor. Sadece Ortadoğu'da değil Afganistan'da da evdeki hesap çarşıya uymuyor. ABD Başkanı Bush'un Washington'dan verdiği talimatlar Ortadoğu'da pek etkili olmadı.

Ateşkes sağlanmadı.

Şaron, terörizme karşı mücadelesini, teröristleri barındıran diğer Arap ülkelerine de genişletebileceğini açıkladı.

Arap dünyası huzursuz.

Powell da Suriye'de, ‘‘Terörizmi desteklerseniz sonuçlarına katlanırsınız’’ mesajını verdi ayrılmadan önce.

UYUŞTURUCU KAÇAKÇILARININ CİHAT ÇAĞRISI

Afganistan Kralı Zahir Şah 29 yıl sonra, istikrar umudu olarak geri döndü.

Daha birkaç gün önce, Afganistan'da uyuşturucu trafiğini ellerinde bulunduran eski mücahitler, halkı geçici Hamid Karzai Yönetimi'ne karşı 'cihad'a çağıran el ilanları dağıtmışlardı.

Halkın afyon üretmekten başka seçeneği hálá yok orada.

Eski bir mücahit komutanı olan Hano Gül adlı bir uyuşturucu kaçakçısının Newsweek Dergisi'ne yaptığı açıklama Afganistan'ı bekleyen riskler hakkında fikir veriyor.

‘‘Amerikan askerlerine ve Karzai Hükümeti'ne karşı savaşmak her Afganistan vatandaşının görevidir. Haşhaş ve uyuşturucu ticaretiyle onların istikrarını bozacağız.’’

Kötü haber bu kadarla kalmıyor, El Kaide'nin ilkbaharla birlikte hareketlendiği bilgisi de geliyor.

Bin Ladin'in piyasaya sürülen kasetleri, Ortadoğu'daki gelişmelere karşı yükselen tepkiye adres gösteriyor.

TÜRKİYE MODELİ BELİRGİNLEŞİYOR

Ortadoğu'da şiddet tırmandıkça Afganistan'da istikrar sağlamak mümkün değil. Gelişmeler önümüzdeki dönemde Türkiye üzerindeki baskıların artacağını gösteriyor. İşler karıştıkça, Türkiye modelinin önemi artıyor. Nasıl bir model? Türkiye nasıl bir rol oynayabilir?

Çok tartışılması gereken sorular. Ama ABD'nin Ankara Büyükelçisi W. Robert Pearson, prestijli üniversitelerden Fletcher School Of Law'un dergisinde yayınlanan makalesi önemli ipuçları taşıyor.

Büyükelçi Pearson, 11 Eylül sonrası gündeme gelen 'Türkiye modeli'nin ana hatlarını şöyle çiziyor:

Her şeyden önce güçlü bir Türkiye. Ekonomik reformlarını gerçekleştirmiş, Avrupa Birliği hedefi doğrultusunda anayasal reformlarını yaparak siyasi sistemini güçlendirmiş, Avrupa üyeliğine doğru yol alan bir Türkiye.

Avrupa güvenliğine ve teröre karşı mücadelede NATO içinde ve Avrupa Ordusu içinde yer alarak katkıda bulunacak bir Türkiye. NATO ve Avrupa Ordusu arasında işbirliğinin garantisi bir Türkiye.

Kıbrıs sorununu, BM kararları çerçevesinde çözerek, bölgesel sorunlara çözüm örneği oluşturan bir Türkiye.

Büyükelçi bu modelin önemini kendi ifadesiyle şöyle anlatıyor:

‘‘Türkiye'nin, Orta Avrupa'dan Orta Asya'ya ve Ortadoğu'da artan etkisi, Amerika'nın çabalarına güçlü bir katkı olacaktır. ABD dış politikasının yeni odak noktası terörizme karşı mücadele ve terörizm ağının kökünü kazımaktır. Terörizme ve önümüzdeki yüzyılın bilinmeyen risklerine karşı mücadelede başarımız, Türkiye ile gönüllü ve aktif bir biçimde karşılıklı bağımlılıktan kaynaklanan stratejik bir ortaklıktan geçer.’’
Yazının Devamını Oku

Powell başaramazsa

15 Nisan 2002
<B>OKUN</B> yaydan çıkması ne kadar kolaymış meğer. Bir buçuk yıllık bir inatlaşma sonucu mahvoluş sınırı ne kadar kısa zamanda aşıldı. Artık ne Arafat kendi halkını, çözümü garanti etmeden kontrol edebilir; ne de Şaron İsraillilere terörü kazıdığı güvencesi verebilir.

Tarihi bir siyaset dersi. Kazanım, geri dönülmeyecek noktadan bir adım önce müzakereyi bağlamasını bilmek demektir.

O Pandora eşiği aşıldıktan sonra olayların denetimi ve yol açacakları sarsıntının derinliğini hesaplamak mümkün değil.

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın, tam yetki ile olaylara müdahale etmek için bölgeye gelmesi, beklenen sonucu verecek mi?

İşte şimdi sadece İsrail değil, ama Ortadoğu'daki gelişmelerden etkilenecek olan çok geniş bir coğrafya bu sorunun yanıtını merakla bekliyor.

* * *

DIŞİŞLERİ Bakanı Colin Powell'ın İsrail'e gitmeden önce Arap dünyasından beklediği desteği aldığı söylenemez. İsrail işgali devam ettiği sürece açık destek bulması mümkün değildi zaten.

Arap ülkelerinde günlerden beri Arafat ve işgale karşı direnen gruplara, onların eylemlerine destek gösterileri yapılıyor.

Arafat, en sert sözlerle sivil İsraillileri hedef alan intihar eylemlerini kınarken, eşinin bunları işgal altındaki bir halkın meşru mücadelesi olarak gördüğünü açıklaması, kamuoyu tepkisinin nasıl bir dengeyi gerektirdiğini gösteriyordu.

İsrail kamuoyu da bugün farklı bir ruh hali içinde. İşçi Partisi'nin 'savaşın ortasında hükümetten çekilmeyeceğini' açıklaması, Şaron politikalarının arkasındaki kamu oyu desteğinin boyutu hakkında fikir veriyor. Bugün İsrail'de, Şaron'un İsrail devletinin var olma hakkı için savaştığını hemen herkes paylaşıyor. İsrail Ordusu'a destek ilk günlerin aksine artmış durumda.

Dünkü İsrail gazetelerinde yer alan yorumlarda, Amerika'nın arabuluculuk yerine Arafat ve Arap ülkelerine ultimatom vermesi isteniyordu.

Hamas ise, Arafat ne derse desin işgal kalkmadıkça intihar saldırılarının meyru müdafa olarak devam edeceğini açıklıyordu.

Arap liderleriyle yaptığı görüşmelerin ardından İsrail ve Filistin'de karşılaştığı tablo da Powell'ın işinin ne kadar zor olduğunu ortaya koyuyordu.

* * *

DÜN üç saat süren Powell-Arafat görüşmesinden sonra yapılan açıklamalar ümit verici değildi. Her iki taraf da aynı pozisyonu koruyordu. İsrail önce, ateşkes sözü verilmesini ve Arafat'ın terör eylemlerini engellemek için kontrol mekanizmalarını nasıl oluşturacağı konusunda açıklama yapmasını istiyordu. Filistin Yönetimi ise İsrail'in Ramallah, Cenin ve Betüllahim'deki işgali gevşetme kararını yeterli bulmuyor, önce işgalin tamamen kalkması gerektiğini söylüyordu.

Powell daha işin başında. Önümüzdeki günler neler yapılabileceğini gösterecek. Barışa yeşil ışık yanmazsa, bugünkü durumu kontrol altında tutmak mümkün değil.

Örneğin dünden itibaren İsrail'de bazı çevreler eğer Powell'ın girişimi başarılı olmazsa Amerikan Yönetimi'nin, terörizme karşı mücadele için İsrail ordusunun Lübnan'a girmesini anlayışla karşılaması gerektiğinden söz etmeye başladılar.

Powell'ın girişimi başarılı olamazsa ne olur? Acılarla dolu yeni başlangıçlara hızla yönelir bölge.
Yazının Devamını Oku

Avrasya senaryoları

14 Nisan 2002
<B>DEMOKRASİ,</B> radikal İslamcı akımlara iktidara gelme şansı verebilir mi? Davos Ekonomik Forumu'nun Avrasya Zirvesi'nde en çok bu soruya yanıt arandı.

Almati'de (Kazakistan), bu hafta başında 11 Eylül sonrası bölgedeki durumun değerlendirildiği, iki günlük beyin fırtınası maratonunda İslam, 21'inci yüzyılın belirleyici dinamikleri arasında sivrildi.

Afganistan'da henüz istikrar sağlanamadı. Belirsizlik sürüyor. Taliban, yönetimden uzaklaştırılmasına rağmen, radikal dinci görüşlerin ve örgütlerin bölgede faaliyetleri sürüyor. Şimdi uzmanlar, El Kaide'nin bir başka isim altında Orta Asya ülkelerinin istikrarını sarsabilecek duruma ulaşıp ulaşamayacağını tartışıyorlar.

Bu tartışma demokratikleşme sorununu, şimdilik bir kenara bıraktırıyor.

Radikal İslamcı örgütlerin demokrasiden istifade ederek güçlenmelerinin önlenmesi için Avrasya'da demokrasiye aşamalı geçiş formülünü herkes benimsemiş görünüyor.

Ama bir tehlike var.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden yetişen yeni ulusal liderlerin, alternatifsizlikleri konusunda kendilerine giderek artan güvenleri bölgesel sürtüşmelere, liderlik çatışmalarına yol açma riski taşıyor.

* * *

ÖRNEĞİN Özbekistan. İki yıl önce ABD Dışişleri Bakanı Madleine Albright, Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov'u ziyaret ettiğinde, insan hakları konusunu birinci gündem maddesi olarak işlemiş ve Kerimov bu ziyaretten hiç memnun kalmamıştı.

11 Eylül sonrasında durum tamamen değişti. Fergana Vadisi'ndeki radikal İslamcı örgütlerle başı zaten dertte olan Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov, topraklarını Amerikan askerlerine açtı. Bush Yönetimi'nin desteğini aldı.

Washington Ziyareti'nden sonra Kerimov'un, bölgede artık kimsenin yüzüne bakmadığı söyleniyor. -Avrasya Zirvesi'ne katılmaması bu yorumu güçlendirdi- Amerikan rüzgárını arkasına almış pupa yelken gidiyor.

Tahmin edileceği gibi, Hazar havzasının en zengin petrol rezervlerinin üzerine oturmuş olan Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev'in pek hoşuna gitmiyor bu durum.

Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki rekabet, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi bölgenin en fazla potansiyele sahip üç güçlü ülkesinin işbirliğini engelliyor. Bu durum, Avrasya'nın önümüzdeki on yılını konu alan kötümser senaryoların temelini oluşturuyor.

Kötümser senaryo, petrol gelirlerinin çarçur edilmesi, yoksulluğun artması, radikal İslamcı akımların kitle temelini güçlendirerek istikrarsızlığa neden olmasını içeriyor.

Ayrıca, Afganistan savaşından sonra yeniden tırmanışa geçen uyuşturucu trafiği-fuhuş ve aIds üçgeninde oluşacak kara deliğin bölgeyi tamamen pençesine alması riski de var.

* * *

BÜYÜK Oyun değil, büyük işbirliği. Avrupa ve Asya kıtasının gelecek on yıl içinde zenginleşmesi ve bir istikrar alanı haline gelmesi için anahtar sözcük bu. İşbirliği.

Senaryoya göre, bu işbirliği sayesinde bölge ülkelerinde ekonomi gelişecek, petrol gelirlerinin şeffaf yönetim anlayışına göre yeniden dağıtımı ekonomilere katkıda bulunacak ve radikal İslamcı hareketlerin sosyal temelini oluşturan yoksulluk, hızla olmasa bile zamanla azalacak.

Tabii, din konusu da bu senaryoda yer alıyor. Müslüman halkın dini ihtiyaçlarının karşılanması, eğitime önem verilmesi Fergana Vadisi'nde ve Azerbaycan'da radikal grupların etkisizleşmesine yol açacak.

İyimser senaryonun hayata geçebilmesi için bölgenin diğer ülkelerine, Rusya, Türkiye, İran ve Çin'e de görev düşüyor. Büyük Oyun'un yerini bölgesel işbirliği alırsa, herkes bundan kazançlı çıkacak.

Bu stratejik bölgenin geleceği tüm dünyayı ilgilendiriyor. Afganistan'ın ne kadar yakınımızda olduğunu 11 Eylül sonrası anladık. Avrasya içimizde. Biz Avrasya'dayız. Bu coğrafyayı ihmal ederek geleceğimizi inşa etmek mümkün değil. Washington'dan Pekin'e şimdi tartışma bu.
Yazının Devamını Oku

Avrasya'da Türkiye silikleşmiş

12 Nisan 2002
<b>DAVOS </B>Ekonomik Forumu, 8-9 Nisan günlerinde Kazakistan'da İkinci Avrasya Zirvesi'ni topladı. 11 Eylül sonrasında bölgedeki gelişmelerin mercek altına alındığı toplantıda gelecekle ilgili senaryolar üzerinde çalışıldı.

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, Kırgızistan Devlet Başkanı Askar Akayev, Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahmanov'un yanı sıra, Çin, İran, Rusya ve diğer bölge ülkelerinden bakan ve bakan yardımcıları, Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn, Avrupa Kalkınma Bankası Başkanı Jean Lemierre, 500'den fazla uluslararası şirketin temsilcilerinin yanı sıra bölge ile ilgili çalışan akademisyen, araştırmacı ve gazeteciler de katıldı toplantılara.

Açılış oturumunda, bölgenin en etkili aktörlerinin temsilcileri yer aldı platformda. Oraya sığamayanların temsilcileri ise kürsüye gelip beşer dakikalık konuşmalarla ‘‘buradayız’’ dediler.

Türkiye adına, Türk dünyasından sorumlu devlet Bakanı Reşat Doğru katılmış olmasına rağmen, ‘‘konuşmacılar devlet başkanı ve başbakan yardımcısı seviyesinde oldukları gerekçesiyle’’ kendisine söz verilmedi.

Bölgenin aktörleri arasında türkiye'nin görülür olmaması, daha sonraki tartışma oturumlarında ‘‘Türkiye bölgeye ilgisini kaybetti’’ yorumlarına neden oldu.

Yorumlar haksız değildi, hele petrol boru hatlarının tartışıldığı bir oturumda Bakü-Ceyhan'ı savunmak ABD'nin Kazakistan Büyükelçisi'ne düştüğünde bu durum daha da açık ortaya çıktı.

* * *

BAKÜ-Ceyhan petrol boru hatlarıyla ilgili çalışmalar sessiz sedasız devam ediyor, mühendislik çalışmaları sona yaklaşıyor. Bu toplantılarda yaz aylarında inşaatın başlayacağı ileri sürüldü. Ancak alternatif önerileri savunanlar, nasıl olsa Bakü-Ceyhan olacak diye kendi önerilerini geri çekmiş değiller.

Kazakistan'ın, Bakü-Ceyhan petrol boru hattına petrolünü verip vermeyeceği konusu, bu hattın geleceği açısından çok önemli. Kazakistan Yönetimi ilke olarak vereceğini söyledi ancak, henüz bu konuda resm; bir taahütte bulunmadı.

Bu soruyu Kazakistan Dışişleri Bakanı Kassymzhomart Tokayev'e sordum işte yanıtı:

‘‘Bakü-Ceyhan projesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Ama her açıdan ekonomik olup olmadığı iyice incelenmeli. Kazakistan petrolü olmadan Bakü-Ceyhan'ın ekonomik olmayacağını biliyoruz. Bizim incelemelerimiz ise henüz sonuçlanmadı. Bu konu burada da tartışıldı. Türk yetkililerin bu foruma katılıp, petrol boru hatları konusundaki görüşlerini ortaya koymamış olmalarından dolayı üzgünüz.’’

* * *

TÜRKİYE, on yıl önce Eximbank kredileri, cumhurbaşkanlarının kanatlarının altında toplanan geniş iş adamları heyetleriyle bu bölgelere gidiyor ve ses getiriyordu.

Şimdiki sesizliğin iki nedeni var.

Son yıllarda siyasette, Rusya ile ilişkilere öncelik verenler ağırlık kazandı ve inisyatifi ele geçirdi.

Bu anlayış, Rusya'nın gaz ve petrol piyasalarındaki tekelinin kırılmasına neden olabilecek gelişmelere karşı Rusya'nın en keskin cephesinin yanında yer aldı. Kafkasya ve Orta Asya ile ilişkilerin soluklaşmasına yol açtı.

Oysa, Kafkasya ve Orta Asya ile ilişkiler rekabet değil, bütün aktörler arasında işbirliğinin teşvik edilmesini gerektiriyordu.

İkinci neden ise ekonomik kriz. Kriz, Türkiye'nin içine kapanmasına neden oldu. Vizyon kaybına yol açtı. Umarım, geçici bir durumdur. Türkiye, diğer aktörlerle işbirliği içinde Avrasya'nın istikrar ve gelişmesindeki aktif rolüne dönme isteğine yine kavuşur.
Yazının Devamını Oku

Barış her zamankinden daha uzak

8 Nisan 2002
<B>HEPSİ</B> boşunaymış. İnsanlık hálá katliamı durduracak etkili bir mekanizmaya sahip değil. Uluslararası kuruluşlar, askeri ittifaklar hepsi iş işten geçtikten sonra olay yerine gelen hantal güvenlikçilere döndü.

On yıl önce Miloşeviç'in yaptıklarını izledik, gözleri yaşlı ve uzaktan.

Şimdi Şaron'a bakıyoruz. Elimiz kolumuz bağlı.

Evet Şaron Hükümeti yalnızlaşıyor. İktidar ortağı İşçi Partisi'nin içinden Filistin topraklarına yönelik şiddete karşı itirazlar yükselmeye başladı. Ama operasyon sürüyor.

Şu anda hiçbir müdahalenin bu operasyonu durdurabilmesi mümkün görünmüyor.

Şaron, İsrail askerlerini Filistin topraklarından geri çekilmeye çağıran ABD Başkanı'nın açıklamasını duymazdan geldi.

Avrupa Birliği ise, girişiminin etkisizliği karşısındaki şaşkınlığından henüz sıyrılamadı. Komisyon Başkanı Prodi, Venedik'ten yaptığı açıklamada Avrupa'yı derhal ortak dış politika ve askeri güç konusunda daha aktif önlemler almaya çağırdı.

Arap ülkeleri, iki toplantı yapmalarına rağmen etkisiz. Aralarında güçlü bir birlik yok. Bu işe pek bulaşma yanlısı değiller aslında.

Rusya da mesafeli.

Ama hiçbir şey yapılamamasının nedeni, mesafeli duruşlar değil. Çıkan çatışmaları engelleyecek hiçbir etkili araç yok insanlığın elinde.

Böyle bir dünyada tek gerçek kalıyor geriye, şiddetin hakimiyeti.

* * *

BU şiddet, siyaset mantığını da darmadağın ediyor aslında. Ankara'nın olaylar karşısındaki tutumundaki derin yalpalama da buna bağlı biraz.

Ankara'nın bir yandan, tankların modernizasyonunu İsrail'e ihale ederken, öte yandan Başbakan'ın soykırım ifadelerine uzanan çizgisi, Şaron ve Arafat-tek eksikleri Boğaz kıyısında sakin bir köşeymiş gibi- Çırağan Sarayı'na barış görüşmelerine davet ile iyice manasızlaştı.

Bu yalpalamanın nedeni, Türkiye'nin Ortadoğu barış görüşmelerinde, ancak normal durumlarda bir iletişim kanalı rolü oynayabilme kapasitesinden kaynaklanıyor. Gerilim dönemlerinde bu rolün aynı biçimde sürmesi mümkün değil.

Durum normallik sınırlarının dışına taşıp radikalleşince Ankara zorlandı. Herkes gibi. Çünkü bu gibi radikal durumlar radikal tepkileri gerektiriyor. Yani, Diplomatik ilişkileri askıya alma, ya da kesme, ambargolar vesaire.

Ama Filistin'de olanlar karşısında kimse böyle bir radikalleşmeye yanaşmadı.

Arap Birliği toplantısında İsrail ile tüm ilişkilerin kesilmesi çağrısında bulunan Suriye dışında, Arap Birliği böyle bir radikal söylemi savunmadı. Mısır'ın, ilişkileri sınırlı kesimi kararı da çok ölçülü bir adımdı. Şaron onu da tınmadı.

Filistin topraklarındaki çatışmalar, İsrail'i esir alan terör korkusu, bölgeyi normalleşmeye, çözüme ve barışa taşıyacak dinamikleri etkisizleştirdi.

* * *

BU nereye kadar sürecek? Şaron Yönetimi, terör eylemlerinin kökünü kazıyacak önlemler alana kadar süreceğini söylüyor. Ama şiddet öyle bir durum yarattı ki, şimdi Arafat da Şaron da şiddet ve terör bağımlısı haline geldiler. Bu bağımlılık ne yazık ki her iki topluluğu da zehirliyor. Kimse, karşıdakinin suçlamalarını haklı çıkartacak ortamın yaratılmasına kolay kolay yanaşamaz.

Bu durumda ister Powell, ister Suudi Arabistan Prensi, ister Solana, kim olursa olsun koltuklarının altına alıp geldikleri barış planlarıyla durumu değiştirebilecekler mi? Sanmıyorum.

Ya Şaron'un planı? Arafat'ı etkisizleştirip yepyeni bir yönetim ile masaya oturmak? Bu da mümkün değil. Hele, bunca kan döküldükten sonra, Oslo'dan bu yana bütün barış umutlarının hayal olduğunu söyleyen Filistinli örgütler ve onların liderleri haklı çıkartıldıktan sonra.
Yazının Devamını Oku

Ermenistan'dan sürpriz açıklama

7 Nisan 2002
<B>ERMENİSTAN</B> Parlamentosu'nda Cuma günü Karabağ ve dış politika konularında yapılan oturumda, Dışişleri Bakanı <B>Vartan Oskanyan</B> Türkiye ile ilişkiler konusunda çok önemli açıklamalar yaptı. Erivan'da kurulmuş olan özel haber ajansı Noyan Tapan'ın verdiği habere göre Oskanyan, ‘‘İçinde bulunduğumuz durumda, Türkiye bölgede daha büyük bir önem kazanıyor. Ermenistan Türk tarafı ile diyalog yollarını açık tutmalı ve mümkünse ilişkilerimizde ilerleme kaydetmek için girişimde bulunmalıyız’’ dedi.

Soykırım şahinlerinin ağırlıkta bulunduğu bir hükümet ve meclisten yükselen bu ses çok önemli.

Dışişleri Bakanı Oskanyan, Türkiye ile ilişkileri daha aktif hale getirmek için diplomatik girişimlerini arttıracaklarını vurgularken Azerbaycan'ı da unutmadı.

Bakan, ‘‘Azerbaycan ile ilişkileri düzeltmek için de çaba harcayacağız. Bölgemizdeki olumsuzlukların etkisini azaltmalıyız’’ dedi.

Noyan Tapan haber ajansına göre, Dışişleri Bakanı Oskanyan'ın meclisteki konuşması Savunma Bakanı Serj Sarkisyan tarafından da desteklendi.

Sarkisyan da, ‘‘Türkiye ile ilişkilerimizin normalleşmesi çok önemlidir' dedi.

Türkiye ile Ermenistan arasında bir süreden beri, karşılıklı olumlu jestler yapılıyor, mesajlar gidip geliyor. Bu yeni dönemin baş mimarı, 11 Eylül sonrası Hazar havzası enerji kaynaklarının güvenliği.

Ama Türkiye ve Ermenistan sivil toplumlarından gelen talep ve yönetimlerin de gönüllülüğünü göz ardı etmemek gerekiyor.

Ermenistan'a vize uygulamasının gevşemesi ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği nezdinde İstanbul'da Ermenistan temsilciliğinin açılması bu jestlerin en önemlilerindendi. Şimdi Erivan Hükümeti yanıtlıyor. Bu ses önümüzdeki dönemde olumlu gelişmelere tanık olacağımızı gösteriyor.

* * *

‘‘KOMŞULARIYLA kavgalı Türkiye' yıllarını yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Bu o kadar büyük bir zenginlik ki. Kendimize güvenimizi arttıracak, olanakları birleştirerek refaha yürümek için gerekli yaratıcılığı komşularımızla birlikte keşfedeceğiz.

11 Eylül sonrası, gerek Avrupa gerek ABD'de tüm tartışmalarda yer alan ‘‘Türkiye modeli’’nin gereği bu zaten. Önceki gün, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin son yılların en iyi seviyesine ulaştığını yazmıştım. Yunanistan ile ilişkiler, kendi doğal seyrine oturdu. İran ile, kriz gibi görünen sıkıntılar aşılmayacak şeyler değil. Aşılacak. Komşularıyla kavgalı Türkiye, tarihte kalacak.

İSRAİLLİ VE FİLİSTİNLİ BARIŞ YANLILARI GİBİ OLMAK

FİLİSTİN topraklarındaki şiddete karşı tepkimizin, Yahudi düşmanlığına dönüşmesi tehlikesine karşı dikkat çeken çok sayıda okur mesajı alıyorum. Filistin sorunu, bölgemiz açısından çok önemli. Bütün bölgeyi ateşe atabilecek güçte. O nedenle okurlarıma ben de katılıyorum. Yeni düşmanlıklar körükleyecek yaklaşımlardan kaçınmalıyız. Bu süreçte, İsrailli ve Filistinli barış yanlılarının tavrı bize örnek olmalı. Onlar omuz omuza, birbirlerini sevmeye devam ederek barış için mücadele ediyorlar. Ortadoğu'ya barış, İsrail ve Filistin halkının ortak mücadelesiyle gelecek, biz bu ortak çabaya ancak destek olabiliriz. Düşmanlıklarla döşenen yola barışa ilerlenemez.
Yazının Devamını Oku

Filistin savaşı Suriye ile baharı gölgeliyor

5 Nisan 2002
<B>YASER</B> <B>Arafat'</B>ı hedef alırmış gibi görünen ama aslında, Filistin halkına ders vermeyi amaçlayan tırmanma, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerini etkiliyor. Irak'tan sonra şimdi de Suriye ile ilişkiler Washington ipoteği ile karşı karşıya. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'den sonra, Dışişleri Bakanı Colin Powell da Suriye'yi, ‘‘terörizmi destekleyen şer ekseni ülkeleri’’ arasına soktu.

Bunun esas nedeni, Suriye'nin BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyeleri arasına seçilir seçilmez, İsrail konusundaki karara karşı çıkması ve toplantıyı terk etmesi. Bu davranışın Güvenlik Konseyi adabına uymadığı ileri sürülüyor.

Washington'dan bu açıklamalar yapılırken, Suriye Yüksek Öğrenim Bakanı Hassan Risheh, Suriye Turizm Odaları Başkanı Saeb Nahhas ve bir grup Suriyeli iş adamıyla birlikte İstanbul'daydı.

1999'da 300 milyon dolar olan dış ticaret işlem hacminin, bu yıl 1 milyar dolara ulaştığı ve en kısa zamanda 1.5 milyar doların hedeflendiği konuşuluyordu işadamları arasında.

TESEV'in iki taraf işadamları arasında düzenlediği ve ekonomi ile sivil toplum arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirileceğinin tartışıldığı toplantıda çok ilginç çalışmalardan haberim oldu.

Örneğin iki ülke arasında uçak seferleri hergüne çıkıyordu artık. Suriye, vizeyi çok kolaylaştırmıştı. Sınır kapılarında vize almak mümkündü artık. Ankara'daki Suriye Büyükelçisi Said Al Bunni, bazen bir günde verdiği vize sayısının bine ulaştığını söylüyordu.

Turizm şirketleri, ortak projeler üretiyorlar, İzmir Ticaret Odası Lazkiye'ye doğrudan gemi seferler düzenlemek üzere girişimde bulunuyordu.

* * *

İLİŞKİLERİN ne kadar ilerlediğini, PKK yöneticilerinden Bayık'ın İran'da yakalandığı haberi doğrulanınca daha iyi anladım.

Çünkü, Türk istihbaratı, PKK'nın Suriye'deki hesaplarında hareketlenme olduğunu fark edince olaya el koymuştu. Bayık'ın 1.5 milyon doları aldığının öğrenilmesiyle düğmeye basılmıştı.

Pekiyi bu habere nasıl ulaşıldı. Çünkü Öcalan'ın yakalanmasından sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde başlayan normalleşme sürecinin ilk döneminde, Türkiye'nin talep etmesine rağmen, PKK arşivlerine ve banka hesaplarına ulaşılamıyordu.

Oysa artık, özellikle banka hesapları konusunda bir işbirliğine gidildiği anlaşılıyor.

Bu da, her iki ülke halkının yıllardır özlemini duyduğu işbirliğinin adım adım ilerlediğini gösteriyor. Bu gelişmenin gölgelenmemesi gerekiyor.

* * *

SURİYELİ Bakan Risheh toplantıda, ‘‘Suriye'nin stratejik seçeneği barıştır. Biz refah ve istikrar istiyoruz. Bunun için BM kararları ve Madrid Konferansı'nın sonuçları hayata geçirilmelidir. Terör eylemlerine ve terörizme karşıyız. Dış politikamızı bu samimi çizgiye oturtuyoruz’’sözleriyle Rumsfeld ve Powell'ın sözlerine İstanbul'dan yanıt veriyordu.

Suriye Büyükelçisi Said Al Bunni ise önemli bir noktaya dikkat çekti:

‘‘Eğer sadece ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinden söz eder ve Filistin'de olan biteni çok uzağımızda görürsek. Bu yanlış olur. Filistin'de işlenen suçlar, bölgemizin istikrarına değecektir sonunda. Barış ve güvenlik sağlanmadan, gelişme de sağlanamaz.’’

Filistin'e huzur gelmeden kimseye huzur yok bu coğrafyada. Diğerlerinde de.
Yazının Devamını Oku